EĞİTİM SOSYOLOJİSİ - Ünite 5: Eğitim ve Toplumsal Hareketlilik Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Eğitim ve Toplumsal Hareketlilik

Ünite 5: Eğitim ve Toplumsal Hareketlilik

Giriş

Eğitim ve toplumsal hareketlilik, bireylerin modern toplumdaki konumlarını belirlemede son derece önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü günümüz toplumlarında eğitim, bir toplumda var olan eşitsizliklerin değiştirilmesinde önem taşıyan toplumsal hareketliliğin en önemli araçlarından biri olarak görülmektedir. Bu bağlamda, nitelikli ve tüm toplumsal kesimlere yaygın olarak sunulan bir eğitim sistemi; toplumsal değişmenin ve gelişmenin olmazsa olmaz bir ön koşulu olarak görülmektedir. Ancak eğitim olanaklarının nitelikli olması ve tüm toplumsal kesimlere yaygın olarak sunulması, tüm bireylerin eğitim olanaklarından eşit bir şekilde yararlandıkları anlamına gelmez. Bir ülkenin sosyal ve ekonomik açıdan gelişmişlik durumu; bireylerin refah düzeylerini olduğu kadar eğitim olanaklarının niteliği ve yaygınlığını da önemli ölçüde etkilemektedir. Dolayısıyla bölgeler arasındaki eşit(siz)liğin düzeyi, kır ve kent arasındaki gelişmişlik farklı, alt ve üst gelir grupların arasındaki adaletsiz gelir dağılımı, geleneksel değerlerin kimi toplumsal kesimlerin (örneğin, kadınların) eğitim olanaklarına ulaşmasını engellenmesi ve aşırı nüfus artışı gibi etkenler eğitim ve öğretim sürecini birçok yönden etkilemektedir.

Eğitim ve Toplumsal Hareketlilikle İlgili Temel Kavramlar

Alanyazında eğitim ve toplumsal hareketlilik ile ilgili temel kavramlar kullanılmaktadır. Bunlar; toplumsallaşma, toplumsal statü ve toplumsal hareketlilik başlıkları altında incelenmektedir.

Toplumsallaşma (sosyalleşme), en genel anlamıyla, bir kültürel öğrenme süreci olarak tanımlanabilir. Diğer bir ifadeyle toplumsallaşma bireyin içinde doğdukları toplumun sosyal ve kültürel değerlerini, gelenek ve göreneklerini, rol ve davranışlarını ve bilgi birikimini öğrenme sürecidir. Toplumsallaşma ilk önce ailede başlar. Daha sonra yakın akraba çevresi, akran grupları, okul, çalışma yaşamı gibi süreçlerden geçerek bireyin yaşamı sona erene kadar devam eder. Modern toplumun ortaya çıktığı 18. yüzyıldan günümüze değin eğitim olgusu toplumsallaşma sürecinin en önemli basamaklarından biri olmuştur. Kuşkusuz toplumsallaşma sürecinde diğer öğelerin etkisi önemini korumaktadır. Ancak eğitim süreci içerisinde birey yalnızca toplumsallaşma deneyimi yaşamaz, aynı zamanda kendi geleceğini şekillendirebileceği bir oluşumunun içerisinde olur. Bu açıdan bakıldığında, eğitim hem toplumsallaşmanın bir aracıdır ve hem de toplumsallaşma sürecinin bizzat kendisidir denilebilir. Uygarlık tarihi açısından bakıldığında modern toplum iş bölümü ve uzmanlaşmanın en üst düzeyde olduğu bir toplumsal aşamadır. İş bölümü ve uzmanlaşmanın artması belli ilgi, beceri ve uzmanlığa sahip iş gücüne olan talebi artırmıştır. Modern toplumda iyi eğitim almış olmak iyi bir uzmanlık bilgisine sahip olmak anlamına gelmektedir. İyi bir uzmanlık bilgisine sahip olmak ise daha iyi koşullarda iş bulmak demektir. Eğitim, günümüzde toplumlarında bireylerin toplum içerisinde işgal ettikleri hem ekonomik hem de sosyal konumlarının belirlenmesini önemli ölçüde etkileyebilmektedir. Toplumsal yaşamda bireylerin işgal ettikleri toplumsal konumlara da toplumsal statü denilmektedir.

Toplumsal statü, toplumsal yaşamda bireyler yalnızca ekonomik açıdan değil; aynı zamanda siyasi, güç, eğitim, mesleki konum, saygınlık, itibar, onur ve prestij açısından da farklılaşmaktadır. Bu farklılaşma bireylerin farklı toplumsal statülere sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Toplumsal statü verilmiş ve kazanılmış statü olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Verilmiş statü, bireylerin herhangi bir çabası olmaksızın doğumdan itibaren kendilerine atfedilmiş sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal konumlara verilen genel isimdir. Bireylerin kendilerine doğuştan itibaren verilmiş olan belli statüleri yaşamları boyunca değiştirebilmeleri genellikle çok zor kimi durumlarda ise imkânsızdır. Zenci olmak, kadın olmak, çocuk olmak ve yaşlı olmak gibi toplumsal konumlar, verilmiş statülere birer örnektir. Geleneksel toplumda bireylerin verilmiş statülerini değiştirmeleri neredeyse imkânsızdı. Ancak modern toplumda verilmiş statüler, kimi bireylerin yukarıya doğru toplumsal hareketliliğini engelleyebildiği gibi kimi bireylerin önünü açabilmektedir. Kazanılmış statü, toplumsal yaşamda sahip olduğumuz statülerin bir bölümü sonradan kazanılmaktadır. Bireylerin kendi çabaları, becerileri, yetenekleri ve başarıları ile elde ettikleri toplumsal konumlara kazanılmış statü adı verilmektedir. Günümüzde bireyler belirli sınıf ve tabakalar içinde dünyaya gelmiş olsalar bile, sahip oldukları olanakları kullanarak toplumsal konumlarını değiştirebilmekte ve daha çok arzu edilen bir statüye sahip olabilmektedirler. Modern toplumda bireyler, özellikle eğitim olanaklarından yararlanarak toplumsal statülerini olumlu yönde değiştirebilme şansına sahip olabilmektedirler. Bu nedenle, modern toplumda verilmiş statüler önemlerini artık kazanılmış statülere bırakmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, günümüzde en temel toplumsal kurumlardan biri haline gelen eğitim, yalnızca toplumsallaşma sürecinin önemli bir boyutu değil, bireylerin toplumsal statülerini/konumlarını etkileyen ve toplumsal hareketlilik olarak bilinen sürecin de önemli bir aracı olabilmektedir.

Toplumsal hareketlilik; çok genel anlamda, bir toplumdaki bireylerin ve/veya grupların sosyal ve ekonomik konumlarını değiştirmelerine verilen genel bir isimdir. Toplumsal hareketlilik yatay ve dikey olmak üzere ikiye ayrılır. Yatay hareketlilik, bireylerin ya da grupların benzer sosyal ve ekonomik konumlar arasındaki hareketliliğine denilmektedir. Diğer bir ifadeyle, bireylerin ya da grupların toplumsal statü, saygınlık ve gelir açısından bir toplumsal konumdan yine benzer bir başka konuma geçmesidir. Dikey hareketlilik; bireylerin ya da grupların farklı sosyal ve ekonomik konumlar arasındaki hareketliliğini ifade etmede kullanılmaktadır. Kısaca, bireylerin ya da grupların toplumsal statü, saygınlık ve gelir açısından daha aşağıdaki veya daha yukarıdaki bir toplumsal konuma geçmeleri demektir. Tarihsel süreç içerisinde tüm toplumlarda bireylerin toplumsal hareketliliklerini engelleyen ya da sınırlandıran belirli etkenler olmuştur. Bu etkenlerin en başında ise toplumsal tabakalaşma olarak bilinen bir sosyal eşitsizlik biçimi gelmektedir.

Toplumsal Tabakalaşma Sistemleri

Toplumsal tabakalaşma bir sosyal eşitsizlik biçimidir ve genel anlamda toplumu meydana getiren bireylerin ve grupların, toplumsal ve ekonomik açıdan, eşit olmayan ve çok defa hiyerarşik bir şekilde sıralanmaları anlamında kullanılmaktadır. Bu açıdan, toplumsal tabakalaşma bireylerin ve grupların toplumsal ve ekonomik konumlarının eşitsiz dağılımı olarak da tanımlanabilir. Belli bir toplumsal tabaka içerisindeki bireyler genellikle benzer yaşam biçimleri, ortak çıkarlar ve birbirlerine yakın toplumsal ve kültürel ilişkiler içerisinde olurlar. Tabakalaşma sistemleri, bireylerin toplumsal konumları ile birlikte yaşam şanslarının da belirlenmesinde çok önemli bir etkiye sahip olabilmektedir. Toplumsal yaşamda bireyler veya gruplar eşit olmayan toplumsal ekonomik konumlara sahip olabilirler. Bazı insanlar diğerlerine göre daha zengin ve güçlüdür. Bunun sonucu olarak eşitsizlik gündeme gelmektedir. Bu sorunlara çok çeşitli yanıtlar alanyazında verilmiştir ve bu tartışmalardan bir bölümü toplumsal eşitsizliğin doğal olduğu düşüncesinden hareket etmektedir. Bu kapsamda iki yaklaşımdan söz etmek mümkündür. Bunlar: Biyolojik Yaklaşım ve Toplumsalcı Yaklaşımdır.

Biyolojik yaklaşım, özellikle 18. yüzyılda etkili olan bu yaklaşıma göre bireyler biyolojik kökenleri, genetik mirasları, kadın veya erkek olmaları gibi etkenler nedeniyle farklılaşmışlardır. Eşitsizliğin doğal bir süreç olduğunu öne süren bu yaklaşım, ırk ve toplumsal tabakalaşma ile ilgili tartışmalarda, beyazların zencilere göre biyolojik bir üstünlüğü olduğu konusunda çeşitli tezler öne sürmüştür. Ancak zamanla bu yaklaşım etkisini yitirmiştir. Toplumsalcı yaklaşım, toplumsal tabakalaşmanın doğal olmadığını vurgular. Bizzat insanlar tarafından oluşturulan toplumsal eşitsizliğin bir sonucu olarak ortaya çıkan toplumsalcı yaklaşım; insanlar arasındaki zenginliğe, siyasal güce ve saygınlığa dayalı farklılaşmanın tarihsel süreç içerisinde eşitsizliğin kurumsallaşmasıyla oluştuğunu öne sürer. Eşitsizliğin kurumsallaşması, sosyal ve toplumsal sistemin işleyişini kendi çıkarları çerçevesinde dönüştürebilmeleri ve zenginliklerini bir sonraki kuşaklara aktarabilmeleri anlamına gelmektedir. Bu yaklaşıma göre eşitsizlik doğal bir süreç değildir ve tam tersine insan tarafından üretilen ve sürdürülen bir yapısal ve kurumsal ilişkiler sürecidir. Bu nedenle toplumsal tabakalaşma kavramı toplumsal olarak yaratılan eşitsizlikler ile yakından ilişkilidir. Tarihsel süreç içerisinde farklı tabakalaşma sistemleri ortaya çıkmıştır. Bu tabakalaşma sistemleri farklı eşitsizlik ilişkileri üzerine kurulmuştur. Bunlar: Kölelik, Kast Sistemi, Katman Sistemi, Sınıf ve Statü Sistemidir.

Kölelik, eşitsizliğin en uç noktada olduğu bir tabakalaşma sistemidir. Bu tabakalaşma sisteminde insanların çok büyük bir bölümü köledir ve köleler köle sahibi olan efendinin mülkiyetindedir. Bütün sosyal, ekonomik ve eğitim haklarından yoksundurlar ve efendileri adına toprağa bağlı olarak çalışmak zorundadırlar. Bu tabakalaşma sisteminde efendinin köle üzerinde, öldürme hakkı dâhil, otoritesi sonsuzdur.

Kast Sistemi, evrensel bir tabakalaşma biçimi değildir. Hindistan’da birkaç bin yıl süresince varlığını devam ettirmiş olan kast sistemi, 20’nci yüzyılın başlarında yasaklanmış olmasına karşın, bazı kırsal bölgelerde azalarak da olsa varlığını devam ettirmektedir. Bu sisteme göre bireyler bir kast içerisinde doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Bireyler yalnızca doğdukları kastın gerektirdiği eğitimi ve mesleği yapmakla yükümlüdür. Kast sisteminde dört temel kast vardır. Bunlar sırasıyla Brahmanlar (üst düzey din adamları, rahipler), Kişatriyalar (soylu savaşçılar, prensler), Vaişyalar (tüccarlar, iş adamları, toprak sahipleri) ve Sudralardır (köleler, işçiler). Bu dört kastın altında ise kast dışına atılmış olan ve “dokunulmazlar” olarak nitelendirilen kastsız kişiler bulunmaktadır.

Katman Sistemi, Avrupa’da ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Katman sistemi yasalara dayanan hukuksal bir sistemdir. Buna göre yasalar, bireyler ve gruplar için siyasal ve ekonomik açıdan eşit olmayan sosyal konumlar/katmanlar belirlemektedir. Katmanlar bireylerden değil, genellikle ailelerden oluşur. Katman sisteminde her aile kümesinin toplumsal konumu yasalar tarafından belirlenmiştir. Toplumsal statü bir sonraki kuşaklara devredilir. Rütbe ve statü yükselmesi gibi yukarıya doğru hareketlilik siyasal otoritenin yetkisindedir. Katman sisteminde beş tabaka bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla; kraliyet ailesi, soylular, özgür yurttaşlar, serfler (köylüler) ve kölelerdir.

Sınıf ve Statü Sistemi, 18. yüzyılda sanayi devrimi ile birlikte ortaya çıkmıştır. Modern toplumlarda görülen bir tabakalaşma sistemidir. Diğer tabakalaşma sistemlerinde olduğu gibi, sınıf ve statü sisteminde de doğuştan verilmiş statüler olmakla birlikte bireylerin toplumsal konumlarının bu statülerden çok kendi çabaları ve başarıları ile elde ettikleri kazanılmış statüleri tarafından belirlendiğine inanılır. Bireylerin kendi çabaları sonucu belli konumlara gelebilmelerinde ise eğitim çok önemli bir rol oynamaktadır. Sınıf ve statü sistemine dayalı modern toplumlarda eğitim tüm bireylere “fırsat eşitliği” ilkesi çerçevesinde sunulur. Bu çerçevede, çoğu modern toplumda, eğitim ve öğretim en temel vatandaşlık haklarından biri olarak devlet tarafından tüm bireylere sunulmuş ve bu hak yasal yönden güvence altına alınmıştır. Modern toplumda devlet tüm bireylere eğitim hizmetini götürmekle yükümlüdür. Bununla birlikte sınıf ve statü sistemi de belli eşitsizlikler üzerine kurulur. Bu nedenle yasal olarak tanımlanmamış olsa da günümüzün modern toplumlarında üst, orta ve alt sınıf olmak üzere üç sınıftan söz etmek mümkündür.

Uygulamadaki çeşitli sorunlara karşın, demokrasi, insan hakları ve fırsat eşitliği modern toplumların temel ilkelerini oluşturmaktadır. Bu temel ilkeler modern toplumdaki bireylerin başta eğitim öğretim hakkı olmak üzere yaşam şanslarını belirleyen en önemli ölçütlerden biridir. Bu nedenle demokrasi ve eğitim ilişkisini “fırsat eşitliği” ilkesi çerçevesinde biraz daha iyi irdelemek yerinde olacaktır.

Demokrasi ve Fırsat Eşitliği İlkesi

Demokrasi, devlet yönetiminin halkın elinde bulundurduğu bir siyasal yönetim şekli olarak tanımlanır. Uygulamada birtakım sorunlar yaşansa da günümüz toplumlarının çoğunda hâkim olan siyasal yönetim şekli demokrasidir. Fırsat eşitliği ilkesi ise demokrasinin vazgeçilmez bir ilkesidir. Bir başka deyişle bireylere ekonomik, sosyal, siyasal, eğitim ve kültür alanlarında eşit ve yaygın fırsat eşitliği sunmak demokratik toplumların en temel hedeflerindendir. Eğitimin farklı sınıf ve tabakalara açık hale getirilmesi anlamına gelen yaygın eğitim aracılığıyla da toplumsal hareketliği sınırlanmış olan alt gelir gruplarından bireylere, bilgi, beceri ve yetenek kazandırılarak toplumsal konumlarını iyileştirme olanaklarının da önemli ölçüde sağlanmış olduğu varsayılmaktadır. Bu durum, doğal olarak geleneksel toplumlara göre, modern toplumlardaki sınıf ve statü sisteminin toplumsal hareketliliğe çok daha açık olduğu yönünde bir görüşün oluşmasına yol açmıştır. Geleneksel toplumlarda toplumsal hareketlilikte eğitimin önemli bir rolü olduğundan pek söz edil(e)mez. Ancak modern toplumlarda, eğitilmiş insan gücüne olan gereksinimin artmasıyla birlikte eğitim giderek daha çok önem kazanmaya başlamıştır. Yine bu süreçte eğitim ve öğretim olanakları daha geniş bir nüfusu kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmıştır. Eğitim olanaklarının tüm nüfusun yararlanmasına açık hale getirilmesi ve eğitimde fırsat eşitliği ilkesinin devletlerin ve eğitim politikalarının özünü oluşturması, modern toplumlarda sosyal ve ekonomik hareketliliği hızlandırmıştır.

Eğitim ve Toplumsal Hareketlilik ile İlgili Tartışmalar

Günümüz toplumlarındaki sınıf sistemi ile eğitimin yapısı ve toplumsal hareketlilik arasındaki ilişkiye yönelik, alanyazında çeşitli yaklaşımlar mevcuttur. Bu yaklaşımlar, sınıf sistemi ile sınıf sistemindeki eğitimin yapısı ve toplumsal hareketlilik arasında olumlu ve yapıcı bir ilişki olduğunu öne sürenler ile bu ilişkiyi eşitsizlikler açısından olumsuz olarak ele alan yaklaşımlar olmak üzere ikiye biçimde tanımlanabilir. Bazı açılardan farklılaşmakla birlikte modern toplumlarda sınıf yapısından kaynaklanan sınırlıkların ve sınıflar arasındaki sınırların fırsat eşitliği ve yaygın eğitim aracılığı ile önemli ölçüde ortadan kalktığını, böylelikle sınıf yapısının toplumsal hareketliliğe olanak tanıyacak hale dönüştüğünü öne süren yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımların en etkililerinden biri yapısal işlevselciliktir. Bu yaklaşımların bir diğer ortak özellikleri ise eğitimi özellikle olumlu özellikleri ve işlevleri açısından ele almalarıdır. Bu yaklaşımlar modern toplumlarda gereksinim duyulan vasıflı insan gücünün yetiştirilmesi amacıyla eğitimin farklı gelir gruplarına açık hale getirilerek tüm nüfusu kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması yönünde bir eğilimden söz etmektedir. Bu yaklaşımlardan bazıları ise eğitimde fırsat eşitliği konusunda bazı sınırlılıkların olduğunu, bu nedenle de demokratik toplumlarda devletlere, serbest piyasa mekanizmasından kaynaklanan eşitsizlikleri azaltma ve eğitimde daha çok fırsat eşitliği yaratma konusunda önemli roller düştüğünü hatırlatmaktadır. Bununla birlikte bu yaklaşımların hepsi tarafından, günümüz modern toplumlarında, fırsat eşitliği ilkesi çerçevesinde, giderek daha yaygın hale geldiği iddia edilen eğitim ile demokratikleşme süreci arasında önemli bir ilişki kurulmaktadır.

Alanyazında, günümüz toplumlardaki sınıfsal bölünmeyi bireysel yetenekler ve başarılar arasındaki farklılıklardan ziyade, toplumdaki üretim araçlarının özel mülkiyetine ve kontrolüne sahip olanlar ile olmayanlar arasındaki ayrıma dayandıran kimi yaklaşımlar da mevcuttur. Bu yaklaşımlar öncelikle kendi içinde ayrışmakla birlikte aralarında önemli ortak özellikler bulunmaktadır. Öncelikle “modern” yerine “kapitalist toplum” kavramını kullanmayı tercih eden bu yaklaşıma göre, kapitalist toplumlarda, genel olarak üretim araçlarının özel mülkiyetine ve kontrolüne sahip olan bir egemen sınıfı ile bundan yoksun olan bir “işçi” ya da “emekçi” sınıf mevcuttur. Bu iki sınıf arasında sömürüye dayalı ve eşit olmayan ilişkiler vardır. Bu yaklaşıma göre, eğitim de olumlu bazı işlevlerine karşın, kapitalist toplumdaki eşitsizliklerin ve sömürüye dayalı ilişkilerin yeniden üretilmesini sağlayan bir araçtır. Zira kapitalist toplumlarda eğitimin en önemli işlevi, çalışma yaşamında kullanılacak emek gücünün yeniden üretilmesini sağlamaktır. Ayrıca bu yaklaşıma göre, kapitalist toplumlarda endüstride kullanılacak iş gücünü oluşturmak üzere eğitilen bireyler, farklı sınıf ve tabakalara mensup oldukları için gerçek anlamda hiçbir zaman eğitimde bir fırsat eşitliğine sahip olamazlar. Ayrıca, belirli bir aşamadan sonra eğitimin kendisi de kaçınılmaz olarak, sistemde var olan sömürü ve eşitsizlikleri meşrulaştırmaya yarayan bir araca dönüşmektedir.

Eğitim ve Fırsat Eşitliği İlişkisi

Sosyal bilimciler, açık toplum olmanın önemli bir göstergesi olarak kabul edilen toplumsal hareketliliği genellikle iki yoldan incelemeye çalışırlar. Bunlardan ilki, toplumsal hareketliliği bireylerin çalışma yaşamlarındaki yukarı ve aşağı doğru hareketleriyle ölçmektir. Bu genellikle kuşaklar içi hareketlilik olarak adlandırılır.

İkincisi de bireylerin ebeveynlerinin ve diğer aile büyüklerinin mesleklerini ne ölçüde sürdürdüklerini ölçmeye dayalıdır. Bu da kuşaklar arası hareketlilik olarak adlandırılır. Bu çerçevede, kuşaklar arası toplumsal hareketlilik oranlarına bakılarak modern toplumların ne ölçüde açık oldukları ve eğitimin bu süreçte nasıl bir rol oynadığı tespit edilmeye çalışılır. Bununla ilgili olarak sosyal bilimcilerin irdeledikleri birtakım sorunlar bulunmaktadır. İrdelenen sorunların yanıtlanması için pek çok araştırma yapılmıştır. Anthony Giddens’ın (2000) belirttiği gibi, eğitimin gerçekten bir eşitlik aracı olarak işleyip işlemediğine yönelik olarak yapılan çoğu sosyolojik araştırmaların sonuçları, eğitimin mevcut eşitsizlikleri değiştirmekten çok onları açık hale getirme ve pekiştirme yönünde etkilere sahip olduğunu göstermektedir. Bu da modern toplumlarda yaş, cinsiyet, din ve sınıf gibi verilmiş statülerin bireylerin eğitimsel başarılarında ve de toplumsal konumlarının belirlenmesinde, sanıldığından çok daha önemli etkilere sahip olduklarını göstermektedir. Geleneksel toplumlara oranla günümüzün modern toplumlarında, eğitim bireylerin toplumsal hareketlilik şanslarının belirlenmesinde etkin bir rol oynamakla birlikte, eğitim dışındaki etmenler de çok defa beklenenden daha belirleyici bir rol oynayabilmektedirler. Örneğin; günümüzde, demokrasinin evrensel fırsat eşitliği ilkesi gereği, pek çok toplumda cinsiyet ayırımı gözetilmeksizin, kadın-erkek herkese eğitimde fırsat eşitliği sağlanmıştır. Ancak az çok tüm toplumlarda hâkim olan ve kadınlar ile erkekler arasında ayırım yaratarak kadınları arka plana iten cinsiyetçi ideoloji ya da bakış açısı nedeniyle demokratik olarak bilinen tüm toplumlarda kadınların eğitim düzeylerinin erkeklerden daha düşük olduğu görülür. Benzer bir durum Türkiye açısından da geçerlidir. Özellikle, kırsal kesimlerde erkek egemen toplumsal yapı olarak tanımlayabileceğimiz ataerkillik ve geleneksel baskılar kadınların eğitim öğretim hakkını önemli ölçüde sınırlayabilmektedir.

Eğitimde fırsat eşitsizliği olgusuna Türkiye örneği açısından baktığımızda olumlu gelişmelerin yanı sıra ciddi sorunların da var oluğunu söylemek olasıdır. Toplumsal hareketlilik açısından bakıldığında, Türkiye’de nüfusun belli bir bölümünün, eğitim fırsatlarından “iyi” yararlanabilmesi bir tarafa, bu fırsatlara çeşitli nedenlerden dolayı, hiç ulaşamadığı bilinmektedir. Kısaca belirtmek gerekirse modern toplumda eğitim, farklı sınıf/tabaka ve/ya cinsiyetlere ayrılmış grupların toplumsal hareketliliklerini farklı şekillerde etkilemektedir. Nitekim konuyla ilgili olarak yapılan araştırmalarda da fırsat eşitliği ve yaygın eğitimin olduğu modern toplumlarda, bireylerin ve grupların farklı toplumsal hareketlilik biçimlerine ve oranlarına sahip oldukları yönünde sonuçlara ulaşılmıştır. Ancak yine de modern ve demokratik toplumlarda, bireylerin toplumsal hareketlilik şansları, az ya da çok belirli düzeylerde, eğitimsel başarılarından giderek daha fazla etkilenmeye başlamıştır. Bu açıdan, geleneksel toplumlara oranla modern toplumlar, dikey toplumsal hareketlilik oranının daha yüksek olduğu açık toplumlar olarak nitelenebilirler.

Sosyal bilimcilerin önemli bir bölümü, modern toplumlarda, mesleki statülerin giderek liyakat sistemine -başarının kişisel beceri, yetenek, kabiliyet ve benzeri özelliklerce belirlendiği bir sisteme- dayalı olarak kazanıldığını öne sürmektedirler. Dolayısıyla bireyler, modern toplumda en çok arzu edilen kademelere ve toplumsal konumlara, çalışılarak ulaşılacağı konusunda ikna edilirler. Bununla birlikte yapılan çalışmaların, alt sınıflardan en üst sınıflara uzun dönemli ve mesafeli hareketliliğin çok az olduğunu göstermeleri, bu ifadenin ancak kısmen doğru olarak kabul edilebileceğini ortaya koymaktadır. Sınıflar arasındaki maddi güç farklılıkları da bu süreçte önemli bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla daha iyi bir eğitim başarıya giden yolu kısaltmaktadır. Bu durum, toplumsal tabakalaşma hiyerarşisinin üst kısımlarında kendilerine avantajlı bir konum edinmiş olan bireylerin konumlarını sürdürmelerini sağlamaktadır. Nitekim toplumsal hiyerarşinin en üst mertebelerine erişmiş olanların önemli bir bölümünün varlıklı ailelerden gelmesi bu durumu desteklemektedir.