EĞİTİM TARİHİ - Ünite 2: Orta Çağ’da Avrupa, Asya ve Amerika’da Eğitim Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Orta Çağ’da Avrupa, Asya ve Amerika’da Eğitim,
Orta Çağ Avrupası’nda Eğitim
Orta Çağ Kavramı Nedir, Ne Değildir?
Orta Çağ, geçmişin son derece tartışmalı bir dönemidir. Orta Çağ, bir yönüyle dinî kurum ve kuralların insan hayatına azami müdahale ettiği, insan ve toplum hayatının sınırlarını belirlediği, bu nedenle barbarlığın, akıldışılığın ve batıl inançların hâkim olduğu suçlamasına maruz kalmış bir dönemdir. Hem Hristiyan Batı, hem Müslüman Doğu diğer kıtalar hariç tutulacak olursa- birbirinden son derece farklı inanç, mezhep, akım ve düşünce sistemleri içerisinde gelişme göstermiştir. Ekonomik, toplumsal, kültürel veya politik değişimler sonucunda farklı süreçler ortaya çıkmıştır.
Orta Çağ’da İnsan Anlayışı
Orta Çağ Hristiyan düşüncesine göre Tanrı, insanı altıncı günde yaratmış; şoraya ve faunaya egemen bir varlık olarak donatmıştır. Orta Çağ düşüncesine göre, yaratılışın özü insanın kurtuluş mücadelesiyle ilişkilendirilmiştir. İnsan, hem sosyal planda hem politik alanda üste, kesinlikle itaat etmek zorundadır. Şayet din adamı ise kendisinden daha yüksek rütbeli ruhbana; laik ise krala, senyöre, yerel yöneticiye boyun eğer. Hiyerarşik üstlere ve otoritelere kayıtsız şartsız itaat düşüncesi, 13. yy.dan itibaren zayıflamaya başladı.
Orta Çağ’da Din Adamı Olmayan/Laik (Seküler) Sınıfa Yönelik Eğitim Sistemi
Modern dönemdeki okulların inşasından çok önce eğitime ilişkin yasal bir altyapı hazırlamak, ailelerin çocuklarını okula göndermeleri için gerekli tedbirlerin alınması gibi koşulları sağlamak, Orta Çağ’da mümkün olmamıştı. 5. ve 7. yüzyıllar arasında kitlesel eğitime yönelik ilkokullarda pagan unsurlarla Hristiyan ögelerin bir arada bulunduğu söylenebilir. Pagan ve Hristiyan öğretmenlerin aynı okulda çalışabildiği, Hristiyan ayin ve ritülleri ile antik dönemden kalma Retorik ve Gramer derslerinin bir arada verilebildiği ortamları düşünmek, erken Orta Çağ (5.-9.yy.lar) için daha doğrudur. 5. ve 6. yy.lardan itibaren eğitim, özellikle halkın eğitimi tamamen kilisenin kontrolü altına girmiştir. Piskopos okulları, Avrupa kıtasında hemen bütün piskoposluk bölgesinde açılmıştır. Her ne kadar temel amacı “tapınak şövalyeleri” yetiştirmek olsa da buna niyeti olmayan öğrenciler de kabul edilmiştir. Tapınak şövalyeleri, Haçlı Seferleri sırasında Hugues de Payen isimli bir şövalye tarafından sekiz şövalye ile birlikte 1119’da kurulmuştur. 1099’da Kudüs şehrinin alınmasıyla kendilerini şehrin muhafızları ilan eden tapınak şövalyelerine katılabilmek için; fakirlik yemini etmek, bekaret ve kiliseye itaat gerekmektedir. Görevleri din adamlarını ve Kudüs’e gidenleri korumaktır.
Bu dönemde Paris’in, Arles’nin, Poitiers’in, Bourges’un, Clermont’un, Viyana’nın, Chalons-sur Saone ve Gap’in öğrenci kayıtları oldukça zenginleşmiştir.Piskoposlukların denetimindeki okulların yanı sıra kilise yahut cemaat okulları da Orta Çağ’ın önemli eğitim kurumları arasındaydı. Vaison Konsili’nin 529’da verdiği karar doğrultusunda okul açmakla yükümlü kılınan papazlar, bu sorumluluklarını ilk önce İtalya’da uygulamış ve zamanla kuzeye doğru yaymışlardır. Rahiplerin sayısındaki artış, manastır okullarına, ruhban sınıfına dahil olmayan/laik kimselerin yetişmesinde en önemli rolü kazandırmıştır. Benedikten tarikatının Fransa’da yaygınlaştırdığı okullaşma faaliyeti, St. Martin of Dume tarafından İspanya’ya ve St. Augustine tarafından İngiltere’ye taşınmıştır. Apenin Yarımadası’nda Benediktenlerin yanı sıra Roma Kilisesi’nin doğrudan ve muhtelif cemaatler vasıtasıyla idaresindeki okullarda İrlanda’daki gibi- eğitim faaliyetleri gerçekleştirilmekteydi.
Beşinci ve Altıncı Yüzyıllar
Kilisenin kontrolündeki okullarda Latincenin yanı sıra antikitenin Yedi Temel Bilimi (veya Sanatı) öğretilmiştir. Bu bilimler, dil bilgisi, belagat ve diyalektik derslerini kapsayan trivium ile aritmetik, geometri, astronomi ve müzik derslerini kapsayan quadrivium ’dan oluşmaktadır.
Yedinci ve Sekizinci Yüzyıllar
Skolastik eğitimin muhtelif biçimleri keşfedilmeden önce Hristiyan okullarındaki eğitim anlayışı, öğrencilere sağlam bir din ve ahlak eğitimi vermekten ibarettir. Her şeyden önce din ve ahlak eğitimi gelmekteydi. Bu öncelik, pagan bir muhit içerisinde büyüyen çocukların, Hristiyanlık’ın maneviyatına sadık kalmalarını sağlama isteğinden kaynaklanmıştı. Sekizinci yüzyıldan on ikinci yüzyıla dek manastır okulları, diğer tüm Hristiyan öğretim kurumlarını gölgede bırakmıştı. Hatta Avrupa eğitim tarihinin 6. ile 16. asırlar boyunca manastır okullarından ibaret olduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Özel öğretim kurumları, çoğu belediyeler tarafından desteklenmiş ve idareleri tüm Orta Çağ boyunca laik öğretmenlerin elinde kalmaya devam etmiştir. Antik Roma eğitiminin bir anlamda temsilcileri olarak telakki edilen özel okullardaki bu öğretmenler, 11. yüzyıla dek kilise okullarıyla yan yana faaliyet göstermişler.
Asillerin çoğunluğu ise manastır ve piskopos okullarına gitmeyi tercih etmişlerdir. Eğitim faaliyetleri saray sınırları içerisinde gerçekleşmiş ve bu okullar, dönemin en meşhur din adamları ile laik meslek adamlarının kaynaklarından biri olmuştur. Saray okullarının en tanınmışları arasında; Alcuin’in (735-804) başöğretmenliğini yaptığı ve bizzat kralın kız ve erkek çocukları ile kız kardeşinin ve diğer saray halkının katıldığı İngiliz Kraliyet Okulu gelmektedir. Alcuin, asistanlarının yardımıyla takip ettiği yöntem sayesinde öğrenmeyi öğrenmenin lezzetini evvela İngiltere’ye ardından kıtaya yaymıştır. Orta Çağ Avrupası’nda Hristiyan misyonerlik hareketlerini Friesland’den, Thuringia’ne, Bavyera’dan Galya’ya yayan ve Hristiyan kilisesinin kurumsallaşmasına önderlik eden St. Boniface’in manastırları ve kız ve erkek çocukları için başta İngiltere’de olmak üzere açtığı okullar yer almaktadır. 789’da kabul edilen kilise kurulu kararında; her manastırın bir okul açması ve erkek çocuklarına gramer, aritmetik ve mezmurların öğretilmesi ile koro çalışmalarının yaptırılması gerektiği açıklanmıştır. 802’de yayınlanan bir fermanda erkek çocukların okula gönderilme zorunluluğu kabul edilmişti. Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak piskoposluk bölgelerinde de orta ve ilköğretim düzeyindeki okullaşmayı tetikleyen bir eğitim reformu başlatılmıştır. Böylece manastırlardan sonra her piskoposluk bölgesinde, bir ilkokulun açılması teamül hâline gelmiştir. 843 yılında da yoksul öğrencilerin eğitim masraflarına karşılık keşişlere yüklü bir yardım yapılmıştır. Papaz okullarının denetiminden başpapazlar ve manastır rahipleri sorumlu tutulmuşlardır. Roma Kilisesi 853 yılında, piskoposların ve papazların yetkili bulundukları bölgelerde edebiyat ve sosyal bilimler ile kilise doktrinlerinin yayılmasına/gelişmesine çalışacak bir öğretmen heyetinin kurulmasına karar vermişti.
Manastır Okullarındaki Eğitimin Yeniden Yapılandırılması
Orta Çağ’da eğitimle ilgili çıkarılan tüm fermanlar, kilise kanunları, sinod ve konsil kararları, İmparator Charlemagne döneminde başlatılan eğitim hareketinin devam ettirildiğini kanıtlamaktadır. İmparator I. Louis’nin ilk yıllarında manastır okullarındaki eğitimin niteliği meselesi yeni bir önem kazanmıştır. 817’de toplanan Aachen Meclisi, manastır okullarında verilen eğitimin, yalnızca dinî mahiyette olması ve öğrencilerin manastır bölgesi sınırları içerisinde yaşaması gerektiği yönünde bir karara varmıştır. Manastır okullarında, rahip ve rahibe adaylarına yalnızca ilahiyat alanında uzmanlık eğitimi sunmak ve Hristiyanlık ruhunu daha yoğun bir şekilde yaşatmak istenilmiştir. Bu dönemde tek örgütlü eğitim sistemine sahip papaz, manastır, piskopos ve katedral okulları, yalnızca kilise hiyerarşisine eleman ve taşrada görev alacak din adamı yetiştirmeye başlamıştır. 9. ve 10. yüzyıllardaki savaşlar ve iç karışıklıklar dahi tüm kıtayı saran okullaşma hızını, öğrenci sayısındaki artışı kesmeye yetmemişti. Bu dönemde, piskoposluk bölgeleri içerisinde en meşhur okullar, Orleans, Rheims, Soissons, Amiens, Metz, Verdun ve Liege; manastır okulları arasında Tours, Fulda, St. Alban, Seligenstadt, Hirschau, St. Gall, Reichenau ile prenslerin çocuklarına kamu idaresi, hukuk eğitimi verenler arasında ise St. Germain D’Auxerre, St. Germain-des-Prés, St. Denis, St. Benedict, St. Liffard, Corbie, St. Riquier, St. Martin, St. Bertin ve St. Benedict of Aniane gelmekteydi. Bunlar arasındaki örneğin Fulda manastır okulunda, 10. yüzyılda 5000 öğrenci tespit edilmişti.
Onuncu ve Onbirinci Yüzyıllar
Orta Çağ Hristiyan düşüncesi, aklın emirleri ile kalbin buyruklarını ahenkli bir hâle getirebilmek için inanç ve akıl arasında bir denge arayışı içerisine girmişti. 11. yüzyılda asil yahut yoksul tabakaya mensup çok sayıda anne, çocuğuna öncelikle şiir öğretmekte ve gramer okuluna göndermekteydi. Burada, iyi bir Latince tahsilinin ardından hukukçu olmasını planlamaktaydı. Bu asırda, Latince kız çocukları için de prestij artırıcı bir hüner hâline gelmişti. Hukuk, laik kesimin eğilim gösterdikleri alanlar olup manastır yahut piskopos okulları, hukuk bilimini, sosyal bilimlerle bir arada okutmuştu. Orta Çağ boyunca eğitimi ihmal edilmeyen tek alan olması itibarıyla hukuktu. Bologna Üniversitesi, bu dönemde hareketlenen hukuk eğitiminin merkezi hâline gelmiş ve bir taraftan Roma hukukunun yeniden canlandırılmasına diğer taraftan gerçek anlamda kilise hukukunun doğmasına öncülük etmiştir.
Avrupa’da Üniversitelerin Kuruluşuna Doğru
Toplumda yeni ortaya çıkan ihtiyaçlar; tüccarın, senyörün, devlet görevlilerinin defter tutma zorunluluğu, matematiğin de toplumda yayılmasına yol açmıştı. Hesaplamalarda tam sayılar çokça kullanılmaya başlandı. 11. yüzyılın entelektüel üretim merkezi, manastır hayatından kent okullarına doğru kaydı. Bu dönemin kentli aydın tabakası meslek sahibi olmuştu. Öğretmenleri ve öğrencileri bir araya getiren loncalar, üniversiteleri meydana getirdi. Üniversitelerin kapsamı, günümüzde ulus-devlet ve ulusçuluk kavramlarının sınırlarını hayli aşıyordu. Öğrenciler ve öğretmenler hiçbir sınır tanımadan istediği üniversitede dolaşım hakkına sahiplerdi. Hocaların mütevazı ücretleri, ya öğrencilerden toplanan öğrenim ücretlerinden yahut kilise ve devlet kanalıyla ödeniyordu.
Batı’da üniversiteler 12. yüzyılda ortaya çıktı. Üniversiteleşme, bu yüzyıla kadarki gelişmeler içerisinde kendiliğinden oluşagelen bir süreçti. 13. yüzyıldan günümüze dek varlığını sürdürebilmiş üniversiteler arasında İtalya’da Bologna; Fransa’da Paris, Orléans, Toulouse, Montpellier; İngiltere’de Oxford ve Cambridge ve İspanya’da Salamanca Üniversiteleri sayılabilir. Ayrıca Almanya’da Heidelberg, Prag; Polonya’da Cracow; İskoçya’da St. Andrews; Portekiz’de Lizbon, Coimbra; Avusturya’da Viyana; İsviçre’de Basel, Uppsala; Danimarka’da Kopenhag Avrupa’nın geri kalan yerlerinde bir sonraki asırdan, 14. yüzyıldan bugüne kalabilmiş üniversiteler arasındadır.
Üniversiteler Nasıl Bir Yapıda Kurulmuştu?
Orta Çağ üniversiteleri, kendilerine ait bir mekândan, yerleşik bir düzenden yoksundu. Öğrenciler, üniversitelerin bulundukları kentlerde evler kiralamakta ve kira müddeti çoğu zaman tüm eğitim süresini kapsamaktaydı. Ayrıca üniversitelerin bazıları -Paris Üniversitesi gibi- katedral okullarından doğabiliyor, bir kısmı ise -Bologna, Salerno gibi- katedral yahut manastırla ilgisi olmayan kolej vs. okullardan gelişebiliyordu. Üniversitelerin kendi mekânlarının bulunmayışı, hocalara ve öğrencilere hareket alanı ve özgürlük sağlamıştı. Papa’nın denetimi altında, çoğu ruhban sınıfından hocalar aracılığıyla yedi temel bilimin yanı sıra, hukuk, tıp ve ilahiyat alanlarında yüksek öğretim imkânı tanınmıştır. Diğer tüm lonca sistemlerinde olduğu gibi üniversitelerdeki öğrenciler de çırak olarak kabul edilmişlerdir. Üniversitelerdeki öğrenci yapısı uluslararası nitelikte olup, nereli olursa olsun 14 ile 40 yaşları arasında herkes kabul edilirdi. Teknik ve ekonomik zorunluluklar dolayısıyla derslerin sabahın en erken saatlerinden başlayıp teneffüslerle birlikte akşam en geç 5’e kadar devam ettiği tespit edilmiştir.
Üniversitelerdeki Öğretim Materyalleri
Öğretim materyalleriyle ilgili olarak Orta Çağ üniversitelerinin tamamını kapsayacak şekilde yapılabilecek tek genelleme, otorite olarak kabul edilen uzmanların kitaplarına dayalı eğitim yapılmış olmasıdır.
Üniversitelerdeki Öğretim Yöntemi
Öğrencilerden hem okunan metni hem yorumu ezberlenmesi istenirdi. Skolastik bir öğretim metodu uygulanmıştır. Gözlem, araştırma, deney gibi bilgiye ulaşma yöntemleri Orta Çağ’da henüz bulunmamıştı.
Beşinci ve Onbeşinci Yüzyıllar Arasında Hindistan’da Eğitim
Vedik dönemdeki bireysel ve istisnai eğitim anlayışından farklı olmak üzere MÖ 600-MS 600 yıllarını kapsayan Budist dönemde sistemli, örgütlü, kurumsal bir eğitim yapısı belirmiş ve “Vihara” adı verilen manastırlar, en önemli eğitim ve kültür merkezleri olarak faaliyet göstermişlerdi. Budist eğitimin temel özelliği; yaklaşık 2500 yıl önce Buda olarak bilinen Prens Siddhata Gautam’a ait öğretilerin tedrisiydi. Budistler, Buda’nın vaazlarının Pali-Kanon adlı bir kitapta toplandığına ve 400 yıl kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarıldığına inanırlar. Budist eğitimin temeli; Buda’nın bir aydınlanma sonucu bulduğu gerçekleri, dogma hâlinde sunmak yerine, aydınlanma yöntemini öğretmek ve böylelikle metodu öğrenen kimselerin kendi çabalarıyla, bu gerçekleri kendilerinin bulup kişisel tecrübeleriyle doğrulamalarına dayanmaktadır. Bu anlayışa göre Budalık yolu herkese açıktır. Eğitimli sınıfın amacı tektir: Nirvana’ya ulaşmak. Vedik eğitim anlayışında öğrencinin “Bodhisattva” denilen döneme gelmesiyle birlikte zihinsel eğitim programı da uygulanmaya başlanırdı. Bu program, aşağıdaki metotlar çerçevesinde takip edilmiştir:
- Sözlü (Verbal) eğitim
- Tartışma
- Akıl ve mantığın üstünlüğü
- Geziler
- Konferanslar
- Meditasyon
- Eğitimliler Meclisi
Budist eğitim sisteminde öğrenciler, öğretmenlerin kişisel asistanlığı ve hizmeti dâhil her türlü işten mesul tutulmuşlardı. Viharalardaki eğitimin amacı; Nirvana’ya ulaşmak olduğuna göre öğrencilere kurtuluşun yollarını öğretmek, müfredatın en önemli konusu hâline gelmişti. Özellikle din kitaplarını incelemek, araştırmak, rahip olmak isteyenlerin eğitiminde esastı. Viharalardaki disiplin son derece sert olup öğretmenlerin, kötü davranış veya itaatsizlik durumlarında, öğrencilerin eğitimlerine son verme hakkı vardı. Budist eğitim anlayışının temel ilkelerini aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:
- Eğitimin gelişmesi/yayılması
- Karakter eğitim
- Dinî eğitim
- Yaşam için eğitim
Budist Dönemde Halk Eğitimi
Bu dönemde Budist manastırlarında yani viharalarında yapılan din eğitimi, eğitim sisteminin temelini oluşturduğundan halkın eğitimi konusunda herhangi bir politika geliştirilmemişti.
Budist Dönemde Kız Çocuklarının Eğitimi
Bu dönemde kız çocukları için hiçbir sistemli ve kurumsal eğitim yoktur. Ancak Buda’nın öğrencilerinden Anand, üvey annesinin aracılığıyla bulduğu 500 kız öğrencinin, yoğun sınırlamalar ve kurallar altında dahi olsa ilk defa viharalarda eğitim görmesini sağlamıştı.
Budist Dönemde Meslek Eğitimi
Manastırlardaki tedrisat, öğrencilerin tüm işleri kendileri yapmalarından dolayı meslek eğitimini de kapsamaktaydı. Böylece öğrenciler, eğitimlerini tamamlamalarının ardından Hindistan’ın farklı yerlerinde yeni viharalar yapabilecek, eskilerini restore edebilecek niteliklere sahip kılınmak istenmişti.
Budist Eğitim Sisteminde Öğretmenin Rolü
Budist öğretmenler, huzur ve barış içerisinde bir yaşam biçiminin yollarını öğreten “aydınlanmış sınıf” olarak kabul edilmişlerdi.
Budist Eğitim Sisteminde Öğrencilerin Yeri
Öğrenciler “edilgen alıcılar” olarak kabul edilmişlerdi. Öğrenci, hocası tarafından her an manastırdan kovulabileceğini bilir ve bu korkuyla söylenenleri kusursuz yerine getirmeye çalışırdı.
Hindistan’da Türk-İslam Hâkimiyeti Döneminde Eğitim
İslamiyet’in Arabistan ve Orta Asya üzerinden Hindistan’a sızması ve nüfuz etmeye başlamasıyla Müslümanlar, 11. yy.dan itibaren ilk ve ortaöğretim okulları açmaya başlamışlardı. İslamiyet’in hâkim olduğu tüm topraklarda olduğu gibi Hindistan’da da vakıflar yoluyla kurulan okul ve kütüphanelerin çokluğu dikkati çekmekteydi. “Mekteb” adı verilen ilkokullarda Arapça ve Farsça okuma, yazma, ilmihal, aritmetik; “medrese” olarak adlandırılan ortaokullarda ise ağırlıkla dil ve edebiyat eğitimi verilirdi. Sultanlar, hanım sultanlar ve toplumun ileri gelenleri tarafından kurulan medreselerin sayısı hiç de az değildi. Medrese eğitimi, öğrencileri nitelikli hukukçu ve devlet memuru olarak yetiştirmek üzere yapılandırılmıştı. Varlıklı Hindu ailelerin yardımlarıyla kıtanın muhtelif bölgelerinde inşa edilen evlerin verandalarında, Budist tapınaklarında ve nadiren müstakil binalarda, “pathshalas” denilen ilkokullarda Hinduizm öğretilmeye devam etmişti. Pathshalas’da eğitim ücretsiz olup öğretmenler ailelerin verdikleri hediyelerle geçimlerini sağlamışlardı.
Yükseköğretimde ise Nalanda, Takshila, Ujjain, Vikramshila’da Hindu üniversiteleri açılmış; sanat, mimarlık, resim, mantık, gramer, felsefe, astronomi, edebiyat, Budizm, Hinduizm, ekonomi, siyaset bilimi, hukuk ve tıp alanlarında eğitim verilmişti.
Orta Çağ’da Türklerin Yaşadıkları Coğrafyada Eğitim-Öğretim Faaliyetleri
Göktürklerde, etkili bir yaygın eğitim sisteminin yanı sıra yüksek oranda okur-yazarlığın olduğu söylenebilir. Tarihte Türk adının geçtiği runik alfabe ile yazılmış en eski Türkçe metin olarak bilinen Orhun Abideleri ; 732’de dikilen Kültegin, 735’te dikilen Bilge Kağan ve 720-725 yıllarında dikilen Tonyukuk yazıtlarından oluşmaktadır. Göktürklerdeki yaygın eğitim, Hunlardakine benzer şekilde töre içerisinde ve töre kanalıyla verilmiştir. 745 yılında II. Göktürk Devleti’nin yıkılmasından sonra Türk birliğinin başına Uygur Devletleri geçmiştir. Uygurlar; Maniheizm, Budizm, Hristiyanlık ile tanışmış, yerleşik hayat ve din değişikliği nedeniyle İslamiyet öncesi Türk eğitim tarihinde ayrıcalıklı bir konum elde etmişlerdir.
Mezo-Amerikan Uygarlıklarında Eğitim
Sömürgecilikten önceki dönemde Nahua, Mayan Quiche, Chibcha ve Incásica, Amerika’nın ileri düzeyde bir siyasi örgütlenmenin, yoğun tarımsal faaliyetlerin, gelişmiş bir sanat ve kültürün izlerinin yer aldığı bölgeleridir.
Mezo-Amerika’nın eski Mayaları, bütün Amerikan uygarlıklarının en gösterişlisi ve en uzun ömürlüsüydü. Mayalar’ın geliştirdiği takvim; bir yılı 365 güne ayırarak Avrupa’daki Jülyen takvimine göre daha doğru hesaplar vermiştir.
Maya Sayı Sistemi
Mayalar, Ay’ın, Güneş’in ve Venüs gezegeninin hareketlerini takip ederek astronomi, geometri ve matematik alanlarında ileri düzeyde bilgi sahibiydiler.
İnka Medeniyeti’nde de (1438-1533) astronominin yanı sıra; Mayalar tarafından geliştirilen hiyeroglofi yazı sisteminin ilerletildiği ve şehirleri birbirine bağlayan geniş yollarla nafia mühendisliğinde muazzam başarılara imza attıkları bilinmektedir. İnkaların, Güney Amerika’nın yağmur ormanlarında 12.000 mil uzunluğunda yol inşa ettikleri tespit edilmiştir. Mezo-Amerikan Medeniyetlerinde dine önem verilmiştir.
Günümüzde bu uygarlıklara ait çok sayıda belge ve bulgu bulunmamasına rağmen anıt mimarilerin, büyük binaların, dinî törenleri yaptıkları piramit tapınakların, kamu binalarının, büyük heykellerin, sütun yazılarının, seramik yapılarının, çömleklerin ve iskelet kalıntılarının bir kısmı muhafaza edilebilmiştir.