EKOLOJİ VE ÇEVRE BİLGİSİ - Ünite 4: Çayır ve Mera Ekolojisi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Çayır ve Mera Ekolojisi

Bitki Örtüsünün Oluşumu

Farklı bitki türlerinden oluşan, belirli bir bölgede yaşayan, birbirleri ve çevresel faktörlerle sürekli ilişki içerisinde olan bitki topluluğuna bitki örtüsü denilmektedir. İklim, toprak ve diğer çevresel faktörler ile biyotik ilişkiler, bitki topluluklarının dengeli bir seviyeye ulaşıncaya kadar değişimine neden olmaktadır. Bitki topluluklarının düzenli bir biçimde birbirini takip ederek mevcut alanı kaplamasına sıralı değişim ya da süksesyon denir. Bir diğer deyişle, belli bir zaman periyodunda belli bir alanda farklı bitki türlerinin birbirini izlemesi, zamanla zayıf türlerin yerini baskın (dominant) türlerin almasıdır. Baskın tür, belli bir alandaki kommunite içerisinde sayı ve faaliyetleri açısından önde olan türdür. Süksesyonda ulaşılan en son ve kararlı bitki örtüsüne klimaks bitki örtüsü adı verilmektedir. Süksesyon birincil (primer) ve ikincil (sekonder) olmak üzere iki grupta incelenmektedir.

Birincil (Primer) Süksesyon: Hiçbir bitki örtüsü bulunmayan ortamlarda bitki topluluklarının ilerleyerek gelişmesi olayıdır.

Kurakçıl bitki süksesyonu: Çıplak kayalar veya kumullar üzerinde başlayan ve doruk (klimaks) bitki örtüsü ile sonlanan kurak bitki gelişimidir. Suyun yetersiz olduğu durumlarda başlayan süksesyonların farklı gelişim safhalarına kseroser denir. Kseroser kaya yüzeyinde başlamışsa lithoser , kumullarda başlamışsa psammoser adını almaktadır. Kurakçıl bitki gelişimi; liken, yosun, otsu ve doruk bitki örtüsü olarak birbirinden kolayca ayrılan safhalardan meydana gelmektedir.

Likenler , mantarlar ile alglerin birleşerek morfolojik ve fizyolojik bir bütün halinde meydana getirdikleri simbiyotik birliklerdir. Görünüm ve yaşam biçimi bakımından kendilerini oluşturan alg ve mantarlardan tamamen ayrı bir yapı göstermektedirler. Likenler genel olarak morfolojik yapılarına göre kabuksu (crustose), yapraksı (foliose) ve çalımsı (fruticose) olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır. Yaşadıkları substrata göre de ağaç, gövde, dal, yaprak ve kabuk üzerinde gelişen epifitik likenler, çeşitli taş ve kaya üzerinde gelişen saksikol likenler ve toprak üzerinde gelişen terrikol likenler olmak üzere üç grupta incelenmektedir.

Küçük yaprak formunda tallus oluşturan yapraksı likenler, kabuksu likenlere oranla daha yüksek boyludur ve kabuksu likenlerin ışıktan yararlanmalarını engelleyerek ortamdan yok olmalarına neden olmaktadır. Tallus, bir likeni oluşturan yapı veya gövdenin tamamına verilen isimdir. Toprak oluşumu ile birlikte likenlerin yerini kara yosunları alarak ortamda baskın hâle gelirler. Karayosunlarında kök benzeri yapılar olan rizoidler bulunmaktadır ve bunların esas görevi bitkinin ortama tutunmasını sağlamaktadır. Karayosunları kendi kuru ağırlıklarının 10-15 katı kadar su tutmakta ve ortamın nemli kalmasını sağlamaktadırlar. Karayosunları; üzerlerine düşen tohumların çimlenmesine yardımcı olur, mineral madde depolar, erozyonu önler ve hayvanlara besin kaynağı oluştururlar. Toprak oluşumunun tamamlanması ile birlikte bitki örtüsünün gelişmesinde durgunlaşma başlamakta ve önceki evrelerde görülen hızlı değişimler azalmaktadır. Doruk evresi ya da klimaks adı verilen bu evrede yüksek bitki türlerine sahip meralar oluşmaktadır.

Sucul bitki süksesyonu: Sucul ortamlarda bitki örtüsünün gelişimi, çok derin olmayan sığ suların durgun yüzeylerinde başlamaktadır. Su altı evresi, yüzme evresi, bataklık evresi, kofalık evresi ve klimaks evresi olmak üzere beş ana evre sonucunda oldukça verimli çayırlar veya ormanlık alanlar oluşmaktadır. Sığ göller, bataklıklar, havuzlar veya herhangi bir sucul ortamda başlayan süksesyonun safhalarına hidroser adı verilmektedir.

Su altı evresi; sığ sulak alanlar içerisinde tamamen suyun altında gelişen, örneğin Elodea, Potamogeton, Ceratophyllum ve Najas cinslerine ait türler hidroser basamağının öncü türlerini teşkil etmektedir.

Yüzme evresi; derinliğin yaklaşık 20 cm’lere kadar azaldığı yerlerde nilüfer (Nymphaea sp.) (S. 84,Resim 4.1), su sümbülü (Eichhornia sp.) , su mercimeği (Lemna sp.) gibi yüzen bitkilerin alana yerleşerek öncü türlerin yerini alma evresidir.

Bataklık evresi, tabanın iyice yükselmesi ve suların sığlaşması ile başlamaktadır. Bu evrede alan Typha sp., Phragmites sp., Scirpus sp. gibi dallanmış rizomlara sahip bitki türleri ile işgal edilmektedir. Bataklık evresinde bitkilerin yaprakları ile birlikte gövdeleri de su yüzeyinde bulunmaktadır.

Kofalık evresi, bataklık bitkilerinin ortamdan uzaklaştığı taban suyunun yakın olmasından dolayı Carex sp., Juncus sp., Cyperus sp., gibi çayır türlerinin yaygın olduğu evredir. Bu safhada toprak oldukça kurumakta ve taban suyu daha derinlere inmektedir.

Klimaks (doruk) evre , toprağın kuruması ve taban suyunun derinlere inmesi ile ekşi çayır otlarının yerini daha yüksek değerde tatlı çayır otlarına bıraktığı evredir.

İkincil (Sekonder) Süksesyon: Doğal yollarla oluşmuş bitki örtüsünün yangın, tarla açma, otlatma, erozyon gibi nedenlerden dolayı tahrip edilmesi sonucu oluşan alanlarda zamanla yeniden bitki örtüsünün gelişmesine subser denilmektedir. Tahrip olan alanlar terk edildiğinde, yapısı ve içeriği bozulmuş toprak üzerinde bölgenin florasına uygun bitki türleri yavaş yavaş gelişmeye baslar. Öncelikle tek yıllık, sonra iki yıllık ve daha sonra Gramineae familyasına ait çok yıllık bitki türlerinin gelişimi, ikincil (sekonder) süksesyonu oluşturmaktadır.

Çayır ve Mera Sinekolojisi

Sinekoloji: Bir ekosistem içerisinde bulunan çeşitli türlerin ya da tür topluluklarının çevreleri ile arasındaki ilişkileri araştıran bilim dalıdır. Belirli bir bölgedeki çayır ve meralarda yaşayan ve birbirleri ile sürekli etkileşim içinde olan canlılar ile bunların cansız çevrelerinin oluşturduğu bütüne çayır ve mera ekosistemi adı verilmektedir. Çayır ve mera ekosistemlerinin belli başlı öğeleri şu şekilde sıralanabilir;

  • Abiyotik (cansız) maddeler; toprak, su, kaya, çevrede bulunan temel organik ve inorganik bileşikler,
  • Üreticiler, ototrof organizmalar; fotosentez yapan yeşil bitkiler,
  • Tüketiciler, heterotrof organizmalar; diğer canlılarla beslenenler,
  • Ayrıştırıcılar; genelde bakteri ve mantarlar olup ölü protoplazmik kompleks bileşikleri daha basitlerine parçalayanlar.

Enerji Piramidi: Canlıların doğal enerjiden yararlanarak yaşamlarını sürdürmeleri besin zincirine dayalı enerji akımı ile gerçekleşmektedir. Ekolojide kullanılan ekolojik piramit ya da enerji piramidi kavramının (S. 86, Şekil 4.1) ilk basamağını üreticiler (yeşil bitkiler, bazı bakteriler ve protistler) yani ototrof canlılar oluşturmaktadır ve bu canlılar güneş enerjisini fotosentez yolu ile kimyasal enerjiye çevirerek depolamaktadır. Heterotrof organizmaların yani besinini dışarıdan alan organizmaların ilki birincil tüketiciler yani otoburlar (herbivor) piramidin ikinci basamağını oluştururlar ve ikinci basamağın üretimi birinci basamaktan azdır, çünkü otoburlar bitkilerden (üreticiler) aldıkları enerjinin tümünü bir sonraki basamağa aktaramazlar. Enerji piramidinin üçüncü basamağında bulunan etçiller (karnivor) aldıkları enerjinin az bir kısmını dördüncü basamağa ulaştırmaktadırlar. Dördüncü basamaktaki hayvanlar da bu enerjinin bir kısmını, eğer varsa beşinci basamağa aktarabilirler. Geri kalan kısmı ise topraktaki organik madde içerisinde depolanmakta ya da ayrıştırıcılarla beslenen organizmalar tarafından alınmaktadır. Sonuç olarak, bitkiler tarafından yakalanan enerjinin büyük bir kısmı dönüştürülmekte ve az bir kısmı ise ısı olarak kaybedilmektedir. Çayır ve meralarda enerji akışı tek yönlüdür ve sistemin yaşamanı sürdürebilmesi için üreticilerin yani bitki örtüsünün güneş enerjisini tutma işlemini sürekli yapmaları gerekmektedir.

Ototroflar tarafından alınan güneş enerjisinin fotosentez ürünlerine dönüştürülmesine toplam birincil üretim denir ve bunun bir kısmı solunumda harcanırken geriye kalanı yeni dokular yapmak için kullanılmaktadır (net birincil üretim).

Kloroplastlarda yer alan ve tilakoid zarlara bağlı bulunan klorofil a, klorofil b, klorofil c, karatinoid ve fikobilin gibi fotosentez pigmentleri zar içinde homojen olarak dağıldığı gibi kompleks teşekkülleri de yaparlar. Kompleks oluşturan pigmentler ışıklı reaksiyonlarda fotokimyasal ünite olarak çalışırlar ve enerjilerini reaksiyon merkezinden alırlar. E.T.S. (Elektron Tasıma Sistemi) de ilk alıcı klorofil a’dır ve ışıklı reaksiyonlarda E.T.S.’nin ilk basamağı olan klorofil a’dan kopan elektron yüksek enerjisini verdikten sonra tekrar klorofil a’ya döner ise devresel fotofosforilasyon , dönmez ise devresel olmayan fotofosforilasyon adını almaktadır.

Karanlık reaksiyonlar ise bu olayı ilk kez açıklayan bilim adamının adı ile Kalvin Döngüsü olarak bilinmektedir. Bu basamakta, karbondioksit redüksiyona uğrayarak ışıklı reaksiyon ürünleri karbon özümlemesi olayına katılmakta ve kimyasal enerji CO2’i şekere çevirmek için kullanılmaktadır. Işıklı reaksiyonlara oranla karanlık reaksiyonlar daha yavaş ilerlemektedir.

Çayır ve mera ekosistemlerinin primer prodüktivitesi , fotosentez yapan canlılar tarafından besin maddesi olarak kullanılabilen organik maddeler halinde enerji depo etme derecesini göstermektedir. Buna bağlı olarak gözlenen iki prodüktivite; ölçme sırasında bitkiler tarafından solunum ile kullanılan kısmı içine alan toplam fotosentez ürününe toplam primer prodüktivite , ölçme sırasında bitkiler tarafından kullanılan kısım hesaba katılmadan, bitki dokusunda organik madde depo etme derecesi ise net primer prodüktivite olarak adlandırılmaktadır.

Çayır-Mera Kullanımı ve Yönetimi

Çayır ve meralar; toprakların verimliliğini artıran ve koruyan, su kaynaklarının kalitesini ve oluşumunu etkileyen, iklim değişikliği nedeni ile karbondioksitin sera etkisinin azaltılmasına katkıda bulunan, hayvanların beslenmesinde büyük rol oynayan, kırsal kesimin yakacak ihtiyacının karşılanmasını sağlayan önemli bitki gen merkezleridir. Bitki gen merkezi , bitkilerin ilk olarak ortaya çıktıkları ve/veya evrimlerini ilk olarak tamamladıkları yerdir.

Çayırlar genellikle düz ve taban suyu yüksek olan taban arazilerde oluşmuştur ve bu tür arazilerde toprak uzun süre nemli olduğundan vejetasyonda suyu seven bitkiler hâkim durumdadır, bitki örtüsü sık ve yüksek boyludur. Çayır topraklarının, mera topraklarına göre organik maddesi zengin, pH’ı düşük ve su bilançosu daha yüksektir. Çayırlar oluşumlarına göre doğal ve yapay olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Taban yerlerde ve nemli alanlarda kendiliğinden oluşan doğal çayırlar da topraktaki nem içeriği bakımından yaş ve kuru çayırlar olarak iki kısma ayrılmaktadır. Yaş çayırlar , yaz mevsimi süresince yaş ve nemli topraklar üzerinde doğal olarak gelişen üç köşeli otlar ve sazların yoğun bulunduğu alanlardır. Kuru çayırlar , yaz mevsiminde topraktaki nemin kaybolması ile hem toprağı hem de bitkileri kuruyan çayırlardır. Doğal çayırlar bulundukları yerlere göre de dört sınıfta incelenmektedir. Dağ çayırları: Dağlık meralarda çok küçük alanlarda ya da bölge koşullarına göre daha geniş alanlarda biçilecek ölçüde bitki örtüsünün geliştiği çayırlardır. Yayla çayırları: Derin ve nemli toprakların bulunduğu yaylalarda gelişen çayırlardır. Orman çayırları: Orman ağaçlarının altında veya ormanlık alanlar içerisindeki boşluklarda gelişen biçilmeye elverişli çayırlardır. Biçenekler: İlkbahar mevsiminde otlatmadan sonra tekrar büyüyerek biçilen çayırlardır.

Meralar ise taban suyunun bulunmadığı veya derinde olduğu meyilli ve engebeli alanlarda oluşmaktadır (S. 88, Resim 4.3). Engebe sebebi ile yağış sularının bir kısmı sızarak veya yüzey akışı ile kaybolmaktadır. Toprakları; sığ, kumlu veya çakıllı, su tutma kapasitesi düşük ve yağışlı dönem haricinde kurudur. Genellikle su; bitkiler için yeterli değildir, bitki örtüsü seyrek ve kısa boyludur. Bu tür arazilerin en iyi değerlendirme şekli otlatmadır. Meralar da çayırlar gibi yapay veya doğal oluşmaktadır. Yapay meralar; nemli veya kurak koşullarda, mera veya tarla arazilerinde uzun veya kısa süreler için insanlar tarafından ekilerek oluşturulan yüksek verimli yem alanlarıdır. Doğal meralar ise dört ana baslıkta şu şekilde incelenebilir: Kıraç meralar: Kurak ve besin maddesi bakımından fakir topraklarda oluşurlar ve Türkiye’nin büyük bir kısmı bu tür meralara sahiptir. Alp meraları: Dağlık bölgelerde orman sınırlarının üzerinde gelişen meralardır. Yaylalar: Orman içerisindeki açıklıklar veya ağaç sınırının üstünde bulunan ve genellikle yaz mevsiminde hayvanların otlatılmak üzere götürüldüğü, kış mevsiminde ise ulaşılamayan dağ meralarıdır. Orman içi meralar: Orman içerisindeki açıklıklarda veya seyrek meşcerelerin hâkim olduğu alanlardaki otsu bitki türlerinin oluşturduğu ve belli zamanlarda planlı bir şekilde hayvan otlatılan mera alanlarıdır.

Çayır ve meraları bazı özelliklerine göre kolay bir şekilde ayırt etmek mümkündür:

  • Çayır bitkileri genellikle kök-sap ve sülük bulunmayan dik olarak gelişen bitkilerden meydana gelirken mera bitkileri kısa boylu, yumak şeklinde, kök-saplı ve sülüklü bitkilerden oluşmaktadır.
  • Çayırlar taban suyunun yüksek olduğu nemli alanlar, meralar ise taban suyunun derin olduğu kurak alanlardır.
  • Çayırlar düz, meralar ise engebeli alanlarda oluşmaktadır.
  • Çayırlar biçilmeye, meralar ise otlatmaya uygun alanlardır.

Çayır ve meralarda etüt çalışmaları: Çayır ve mera vejetasyon etüt çalışmaları ve ölçümler başlıca iki amaç için yapılmaktadır. İlki, vejetasyonda iyi bilinmeyen bölgelerdeki çayır ve meraların kalitatif ve kantitatif karakterleri hakkında bilgiler edinmektedir. İkincisi ise çayır ve meralarda uygulanan çeşitli ıslah ve amenajman metotlarının bitki örtüsü üzerindeki etkilerini incelemektir. Bu şekilde vejetasyonu oluşturan bitki türlerinin bir listesi ortaya çıkarılmakta; bitki türlerinin miktar ve önem derecelerini bulmak için sıklık, bitki ile kaplı alan, bitki boyu, bitki hacmi ve bitki ağırlığı gibi çeşitli kantitatif karakterler incelenerek vejetasyon hakkında daha detaylı bilgiler elde edilmeye çalışılmaktadır. Bitki topluluklarının özellikleri genellikle bolluk, kompozisyon, bitki türlerinin kapladığı alan olarak kaydedilmektedir.

Meraları tehdit eden faktörler: Düzensiz otlatma, elverişsiz iklim koşulları veya çevresel etkiler ile mera bitki örtüsünde bulunan kaliteli mera bitkilerinin kaybolarak yerlerini değersiz bitkilerin almasına “mera bozulması” veya “bitki örtüsü bozulması” adı verilmektedir. Bitki örtüsü bozulmasının nedenleri:

Kuraklık: Erken ve aşırı bir şekilde otlatılmış mera bitkileri fizyolojik olarak iyice hırpalanmış ve zayıflatılmış oldukları için her türlü dış etkiye karşı daha dayanıksız bir hâle gelmekte, böylece kuraklık çok daha etkin olmaktadır.

Aşırı Otlatma: Genellikle meranın bir mevsimde ürettiği bitkinin % 60’ından fazlasının hayvanlar tarafından tüketildiği bir otlatma derecesi olarak kabul edilmektedir.

Erken Otlatma: Mera bitkileri ilkbaharda yeni büyümeye başladıkları zaman, geniş çapta depo organlarından harcadıkları yedek besin maddeleri ile beslenmektedir. Bu dönemlerde yapılan erken otlatmalar bitkilere büyük zarar vermektedir.

Kontrolsüz Otlatma: Meraların bilimsel ve teknik dayanağı olmadan gelişigüzel ve ekonomik olmayan bir şekilde otlatılması, kontrolsüz otlatmadır ve düzensiz otlatmaya devam edildiği sürece mera bozulması kaçınılmazdır.

Yakma: Kontrolsüz ve bilinçsiz mera yakma bitki örtüsüne, ortamdaki organik artıklara ve diğer organizmalara büyük zarar vermektedir. Daha çok ılık mevsim bitkilerinin hâkim olduğu meralarda uygulanan ve çok iyi sonuçlar alınan kontrollü yakma işlemine serin mevsim bitkilerinden oluşan meralarda ihtiyaç olmadığı bilinmektedir.

Yabancı Bitki İstilası: En iyi durumdaki mera bitki örtüsünde dahi bir miktar yabancı bitki türleri bulunabilmektedir. Genelde tek yıllık olan bu yabancı otlar çok yıllık bir bitki örtüsü arasında kolayca çoğalma imkânı bulamamaktadır. Ancak, meralar çeşitli etmenlerle zayıflamış ve özellikle seyrekleşmiş ise yabancı otların büyüyüp gelişmesi ve mera bozulmasının derecesine göre yavaş yavaş veya hızla çoğalmaları için uygun bir ortam kendiliğinden gelişmiş olmaktadır. Hayvan beslemede önemi olmayan yabancı bitki sorunu genellikle gelişigüzel otlatma sonunda ortaya çıkmakta ve mera bozulmasını hızlandırmaktadır.

Tarla Açma: Meraların toprak işlemeli tarım alanlarına dönüştürülerek kültür arazisine çevrilmesi ile sadece mera bitki türleri yok olmamakta bununla birlikte erozyon da şiddetlenmektedir.

Tarımsal Mücadele: Tarımda yoğun pestisit ve gübre kullanımı, bilinçsiz ağır toprak işleme uygulamaları zamanla bitki örtüsünün verimliliğini azaltmakta ve ortamdan yok olmasına neden olmaktadır. Sürülen topraklarda tarımsal işlemler devam ettiği sürece mera bitkilerinin gelişmesi olanaksızdır.

Mera Amenajmanı: Bitki örtüsü, toprak ve doğal kaynaklara zarar vermeden en fazla hayvansal ürünü elde etme amaçlı otlatma alanlarının kullanımının planlamasına ve planların uygulanmasına mera amenajmanı denilmektedir. Meralarda ekolojik şartlarda devamlılığın sağlanmasına mera sağlığı , ideal olan bitki örtüsüne göre vejetasyonun mevcut haline ise mera durumu denilmektedir. Mera ıslah ve amenajmanı çalışmalarının sağlıklı bir şekilde uygulanabilmesi için mera durumunun ve sağlığının iyi bilinmesi gerekmektedir. Bu amaca yönelik olarak mera vejetasyon etüt çalışması yapılmalıdır. Bu çerçevede mera otlatma kapasitesi belirlenmeli ve sürdürülebilir bir mera yönetimi bu temel üzerine tesis edilmelidir. Çalışmaların başarılı olması için meranın bulunduğu yağış kuşağının ve mera kesimlerinin tespit edilmesi, meranın haritalanması ve botanik kompozisyonun saptanması gereklidir. Mera durumunun tespitinde azalıcı, çoğalıcı ve istilacı bitki türlerinin ve bolluğunun tespit edilmesi önemlidir. Azalıcı bitkiler: Klimaks vejetasyonun aşırı otlatma şartlarında gittikçe azalan, hayvanların severek yedikleri, otlatmaya karşı hassas bitki türleridir. Çoğalıcı bitkiler: Azalıcı bitkilerden daha az lezzetli olduklarından hayvanlar tarafından ikinci sırada tercih edilen bu türler ideal otlatma şartlarında giderek çoğalırlar ve otlatmaya azalıcı bitki türlerinden daha dayanıklıdırlar. İstilacı bitkiler: Hayvanlar tarafından severek tüketilmeyen, otlatma alanları içerisinde istenilmeyen, lezzetsiz, dayanıklı çabuk gelişen ve yabani ot olarak adlandırılan türlerdir.

Meraların durum sınıfına etki eden en önemli faktörler; iklim, topografya, toprak özellikleri ve otlatma baskısıdır. Bitkilerin bolluğunu ve dağılımını etkileyen en önemli faktörler arasında ise ışık, sıcaklık, yağış ve besi elementleri gelmektedir. Meraların durum tespiti çalışmalarında nispeten homojen ekolojik alanlar tespit edilmeli ve bir sonraki basamak olan ıslah ve bakım çalışmalarına elde edilen veriler ışığında geçilmelidir. Nispeten homojen ekolojik alan , toprak yapısı, topografyası ve iklim özelliklerinin birbirine benzerlik gösterdiği mera alanlarının bulunduğu çevredir.

Mera ıslahı: Mera bitki örtüsünün nitel ve nicel olarak yükselmesini, değerli yem bitkilerinin hayvanlar tarafından optimum tüketilmesini, maksimum hayvansal ürünün elde edilmesini, toprak yapısının ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını ve erozyonun engellenmesini amaçlayan tüm metotların belirli bir bölgedeki mera üzerinde uygulanmasına mera ıslahı adı verilmektedir. Mera ıslah metotları içerisinde; otlatmanın kontrol altına alınması (otlatma zamanı, aralığı, kapasitesi ve vejetasyon tipine uygun hayvanların seçimi), aşılama (suni tohumlama, tür seçimi, ekim zamanı ve ekim şekli), gübreleme, yabani otlarla mücadele, erozyonla mücadele (teraslama, karık açma, derin yırtma, rüzgâr perdeleri, drenaj) yer almaktadır. Bitki örtüsüne yönelik ıslah çalışmalarının yanı sıra meralarda içme suyu tesisleri, ek yemlikler, tuzluklar, gölgelikler, kaşınma kazıkları, mera çitleri, mera yolları, mera kapıları, hayvan barınakları ve taş toplama gibi otlatmayı kolaylaştıran ve hayvanların sevk ve idaresini düzenleyen yapı ve tesislerin kurulması mera ıslahında direk olmasa da dolaylı yoldan olumlu etkilere sahiptirler.

Mera kanunu: Osmanlı Dönemi’nde ve Cumhuriyet Dönemi’nde meralarla ilgili yasal düzenlemeler yapılmış olmakla birlikte ihtiyaca tam anlamı ile cevap verememiştir. 25 Şubat 1998 tarihinde Mera Kanunu yasalaşmış ve 28 Şubat 1998 tarih ve 23272 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 4342 sayılı Mera Kanunu’nun amacı; daha önce çeşitli kanunlarla tahsis edilmiş veya kadimden beri kullanılmakta olan mera, yaylak, kışlak ve kamuya ait otlak ve çayırların tespiti, tahdidi ile köy veya belediye tüzel kişilikleri adına tahsislerinin yapılmasını, belirlenecek kurallara uygun bir şekilde kullandırılmasını, bakım ve ıslahının yapılarak verimliliklerinin artırılmasını ve sürdürülmesini, kullanımlarının sürekli olarak denetlenmesini, korunmasını ve gerektiğinde kullanım amacının değiştirilmesini sağlamaktır.

Kanun’a göre; mera, yaylak ve kışlakların kullanma hakkı bir veya birden çok köy veya belediyeye aittir ve bu alanlar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Mera, yaylak ve kışlaklar; özel mülkiyete geçirilemez, amacı dışında kullanılamaz, zaman aşımı uygulanamaz ve sınırları daraltılamaz. Ancak, yönetmelikle belirlenen ilkeler doğrultusunda kiralanarak kullanım hakkına sahip olunabilmektedir. Amaç dışı kullanılmak suretiyle vasıfları bozulan mera, yaylak ve kışlakları tekrar eski konumuna getirmek amacı ile yapılan veya yapılacak olan masraflar sebebiyet verenlerden tahsil edilmektedir. Umuma ait çayır ve otlak yerlerinin kullanılmasında ve bunlardan yararlanılmasında mera yaylak ve kışlaklara ilişkin hükümler uygulanmaktadır. Mera Kanunu’nda mera; hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri, yaylak; çiftçilerin hayvanları ile birlikte yaz mevsimini geçirmeleri, hayvanlarını otlatmaları ve otundan yararlanmaları için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri, kışlak; hayvanların kış mevsiminde barındırılması ve otundan yararlanılması için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri olarak ifade edilmektedir. Kanunda, tahsis; çayır, mera, yaylak ve kışlakların kullanımlarının verimlilik ve sosyal adalet ilkelerine uygun şekilde düzenlenerek, münferiden ya da müştereken yararlanılmak üzere bir veya birkaç köy ya da belediyeye bırakılmasını, tahdit; çayır, mera, yaylak ve kışlak arazisi olduğuna karar verilen yerlerin sınırlarının usulüne uygun olarak ülke nirengi sistemine dayalı 1/5000 ölçekli haritalar üzerinde belirtilmesini ve bu sınırların arazi üzerinde kalıcı işaretlerle işaretlenmesini, tespit; bir yerin mera, yaylak ve kışlak arazisi olup olmadığının resmi evrakla ve bilirkişi ifadeleri ile belgelendirilmesi şeklinde tanımlanmaktadır.