EKOLOJİ VE ÇEVRE BİLGİSİ - Ünite 6: Küresel Çevre Sorunları ve Çözüm Arayışları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Küresel Çevre Sorunları ve Çözüm Arayışları

Giriş

Küreselleşme, ticari, mali ve sanayi faaliyetlerinin giderek artan ölçüde ülke sınırları aşarak dünya çapında yayılması ve bunun uzantısı olarak ta küresel iktisadi sistemin iktisadi ve siyasi yönetiminin ulusal çapı aşan düzenlemelerle yönetilmesidir. Sanayi, iletişim ve ulaşım teknolojisindeki gelişmeler dünyadaki toplumların siyasi ekonomik ve kültürel yönlerden birbiri ile yakın ilişkide bulunmasını gerektirmiştir ve bunun sonucunda toplumların birbirlerinden etkilenir hale gelmelerini sağlamıştır. Bu kapsamda küresel anlamda yaşanan sanayi devrimi ile beraber çevre sorunlarında da artış meydana gelmiştir. Küreselleşme sonucunda çevre sorunlarında ülke sınırlarını aşarak küresel bir boyut kazanmıştır.

Küresel çevre sorunları, ulusların kendi başlarına çözebileceği problemler olmadığı için bu sorunların çözümüne yönelik olacak şekilde uluslararası nitelikteki örgütler ve kurumlar bu görevi üstlenmiştir. Bu kurum ve kuruluşlar ülkeler arasında çevrenin korunmasına yönelik çeşitli eylem planları konusunda anlaşmalar hazırlamaktadır.

Küresel Çevre Sorunları ile İlgili Kavramlar

İnsanlığın ortak varlığı olan hava, su, toprak, bitki ve hayvan türleri ile doğal ve tarihi zenginlikler bütünü olarak tanımlanan çevre, sanayi devrimi ile yıpranmıştır. Çevrenin ekonomik, politik ve toplumsal ögelerinin tek bir çevre sistemine doğru yönelmesi sürecine küreselleşme denir. Bu yönelim çevre sisteminin nesnel ve nesnel olmayan unsurları içinde gelişir ve insan yaşamındaki değişimlere etki eder. Küreselleşme doğrudan insan ile ilgili ve çevre ile bağlantılıdır. Küresel çevre sorunları günümüzün en önemli ve güncel sorunudur. Doğal süreçler ve küreselleşme günümüzde yaşanan çevre sorunlarını yerel sorunlar olmaktan çıkarıp küresel çevre sorunları haline getirmiştir. Bir bölgede meydana gelen çevre felaketi; bulutlar, rüzgârlar ya da yeraltı sularıyla çok uzak mesafelerdeki bölgelerde de çevre yıkımlarına neden olabilmektedir. Küresel çevre problemleri aşağıda ayrıntılı olarak açıklanmıştır:

  • Nüfus artışı ve neden olduğu çevresel sorunlar: Esasında tüm küresel çevre sorunlarının temelinde nüfus faktörleri yatmaktadır. Her yıl dünya nüfusu artmakta fakat bu nüfusa yetecek insan hayatının kalitesini yükseltecek toplu yoksulluğu ortadan kaldıracak doğal kaynakların miktarları da sınırlı kalmaktadır. Nüfus artışı, kaynaklar üzerinde talebi etkileyen ve çevrenin bozulmasına yol açan önemli faktörlerden biridir. Günümüzde dünya nüfusunun yaklaşık %75’i gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde ve %25’i de gelişmiş ülkelerde yaşamaktadır. Nüfus kaynaklı sorunun temelinde niceliksel artıştan ziyade üretim ve tüketim alışkanlıklarının niteliğindeki farklılıktır. Dünyada nüfusun hızla arttığı bölgelerde tüketim miktarları az iken gelişmiş ülkelerde yaşayanların tüketim oranları daha fazla olmakta ve çevreyi kirletmektedir.
  • Kentleşme: Kentleşme; toplumun ekonomik ve toplumsal gelişime katkı sağlamasının yanı sıra hava ve su kirlenmesine, gürültü kirliliğine, sanayi ve üretim faaliyetleri ile toprağın aşırı derecede kullanılmasına yol açmaktadır. Konut ve işyerlerinde ortaya çıkan evsel ve endüstriyel atık sular ve katı atıkların kent merkezlerinden uzaklaştırılması ve bertarafı sorunları, konut yoğunluğuna bağlı artan altyapı ihtiyaçlarının artmasına, otomobil sayısındaki artışla birlikte hava kirliliğinin artmasına yol açmaktadır.
  • Sanayileşme: Sanayi devrimi ile birlikte artan üretim ve tüketim faaliyetleri ile dünya üzerindeki var olan kısıtlı kaynaklar hızla tükenirken diğer taraan çevre sorunları da ortaya çıkmaya başlamıştır. Sanayileşmiş ülkeler bugün sanayilerinin neden olduğu çevre kirliliğine çözüm ararken henüz sanayileşmekte olan ülkelerde artan ihtiyaçları karşılayabilmek için doğal kaynaklarını hızlı bir şekilde tüketmektedir.
  • Turizm: Turizmin yol açtığı hızlı değişim, çevre kalitesini olumsuz etkilerken mevcut arazi kullanımın değişmesi, bölgelerdeki tarımsal nitelikli toprakların kaybı, bitki örtüsü ve doğal çevrenin tahribi, doğal çevreye uyumsuz yapılar, kıyı şeridinin estetik yönünden çirkinleştirilmesi ve işlevini yürütmesi, mevcut altyapının kaldıramayacağı kanalizasyon ve atık sorunu, atıkların denize boşaltılması sonucun oluşan kirlilik, tarihi ve sit alanlarının tahribi gibi birçok etki ortaya çıkmaktadır.
  • Küresel iklim değişikliği: İklim değişikliği nedeniyle ekosistemlere bağlı tüm döngülerin etkilenmesi, küresel sıcaklıklardaki artışlara bağlı olarak da hidrolojik döngünün değişmesi, kara ve deniz buzullarının erimesi, kar ve buz örtüsünün alansal daralması, deniz seviyesinin yükselmesi, iklimsel kuşakların yerinin değişmesi ve yüksek sıcaklıklara bağlı salgın hastalıkların ve zararlıların artması gibi dünya ölçeğinde sosyoekonomik sektörleri, ekolojik sistemleri ve insan yaşamını doğrudan etkilemeye başlamıştır ve etkileri giderek artmaya devam edeceği tahmin edilmektedir.
  • Ozon tabakasının incelmesi: Yapılan araştırmalara göre, ozon tabakasındaki açığın %1 artması, dünyaya gelen zararlı ultraviyole ışınların %2 oranında artmasına yol açmaktadır. Artan ultraviyole ışınlarının ve küresel ısınmanın çevre ve canlı sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini şu şekilde sıralamak mümkündür; cilt kanseri vakalarında artış, katarakt vakalarında artış, canlıların bağışıklık sistemini zayıflatıcı etkisi, ürün veriminin azalması, yazların daha sıcak olması, kışın nem oranının artması, denizlerin ekolojik dengelerinin bozulması ve fitoplankton gibi türlerin zarar görmesi, okyanusların su seviyesinin yükselmesi ve kasırgaların daha sık ve şiddetli görülmesi ile kuraklıklar ve su taşkınlarının yaygınlaşması.
  • Asit yağmurları: Asit yağmurlarının uluslararası bir sorun olarak ilk ortaya çıkışı 1960’lı yıllara denk gelmektedir. Şehirlerin havasını SO2’den etkilenmesini önlemek üzere içinde önemli miktarlarda kükürtlü maddelerin bulunduğu nikel ve bakır cevherleri işleyen fabrikalar ve petrol- kömür yakan termik santrallerin bacalarının daha yüksek yapılmaya başlanması ile bölgesel olarak etkiler azaltılmış olsa bile atmosfere yayılan SO2 geniş bölgeler üstünde asit olarak yağmaya başlamıştır. Asit yağmurları; toprak ve suyun yapısında, insanlar ve diğer canlıların yaşamlarını olumsuz etkilemektedir.
  • Erozyon: Erozyon sonucunda baraj ve göletlere taşınan sedimentler nedeniyle bu yapıların ekonomik ömürleri tahmin edilenden daha çabuk bir şekilde tükenmektedir. Tarım arazilerinden fosfor sedimantasyonu ile denizlere ve göllere taşınan fosfor bileşikleri bu su ortamlarında ötrofikasyonu arttırmaktadır. Erozyon ile sadece toprak taşınmayıp aynı zamanda toprakla birlikte bitki türlerinin, çeşitli ekosistemlerin, tarım arazilerinin çoraklaşarak üretim veriminin azalmasına da neden olmaktadır.

Çevre Sorunlarına Çözüm Arayışları

Küresel çevre sorunlarının önlenmesi ve/veya giderilmesine yönelik küresel politikalar aşağıda açıklanmıştır:

  • Büyümenin sınırlanması ve/veya sıfırlanması: Büyümenin asıl hedefi hayat kalitesinin ayrım yapmadan tüm insanlar ve çevresindeki tüm varlıklar için arttırılması olmalıdır. Bu kapsamda verimliliğin; kaynakların, ekolojik yapıdaki canlılık ve çeşitlilik düzeyine zarar vermeden, toplumların demokratik haklarını kısıtlamadan kullanılması ile gerçeklemesi gereklidir. Sürekli olarak büyüme ve gelişme isteği, toplumlarda tüketimi arttıran başlıca faktördür. Bu nedenle büyüme yerine öncelikle hayata kalitesi ve insani kalkınma endeksine uygun düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Üretim ve tüketimde küçülmeye gidilmesi: İnsan için tüketimin ne kadarı zorunlu ihtiyaç, ne kadarı ihtiyaç fazlasıdır? Zorunlu ihtiyaçların kapsamı; insanların hayatlarını minimum düzeyde sürdürebilmesini sağlayan yeme-içme ve barınma ihtiyaçları olarak tanımlanabilir. Bunun dışında kalan; güvenlik, eğitim, kültür, spor, dinlenme, rekreasyon vb. gibi diğer ihtiyaçlar isteğe bağlı değiştirilebildiği için zorunlu ihtiyaç haricidir. Bu ihtiyaçların dengeli olarak karşılanması pratikte pek mümkün olamamaktadır. Kişisel farklılıklar, refah düzeyleri, toplumsal prestij olgusu hatta kıskançlık gibi olgular bile bu dengeyi zorlaştırmaktadır. Zorunlu ihtiyaçlar ile istekler arasından kurulabilecek denge ile hem çevrenin rasyonel kullanımı ile gelecek nesiller için de yaşanılabilir olmasına, hem de tüketimin azalması ile paralel olarak çevresel sorunların azalmasına yardımcı olacaktır.
  • Alternatif enerji kaynaklarına yönelim: Nükleer enerji gibi kaynaklarda oldukça maliyetli ve çevre ve insan üzerindeki etkilerinin geri dönülemez düzeyde olması nedeniyle alternatif enerji kaynaklarına yönelim artmıştır. Bu alternatif enerji kaynakları şöyle sıralanabilir; biomas enerjisi, güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi, jeotermal enerji, hidro enerji şeklindedir. Bu tip alternatif ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ile hem doğal kaynakların korunması sağlanacak, hem de çevresel etkiler minimum düzeye indirilebilecektir.
  • Kirletici teknolojilerin kademeli olarak terk edilmesi: Nükleer ve termik santrallerin yaratmış olduğu çevresel sorunlar göz önüne alındığında bu enerji üretim teknolojililerinin yerine alternatif ve çevresel enerji üretim teknolojilerinin kullanımının yaygınlaştırılması gerekmektedir.

Sürdürülebilir Kalkınma

Birleşmiş Milletler’in 1987 tarihli Çevre ve Kalkınma Raporu, “Ortak Geleceğimiz” adı ile yayınlanmıştır. Raporun temel amacı; çevre sorunlarının uzun vadeli çözümleri ile çevre ile uyumlu ekonomik kalkınmanın önkoşullarını incelemek, ülkelere öneriler getirmektir. Çevreye uygun ekonominin temel koşulu “sürdürülebilir kalkınma”dır.

Sürdürülebilir kalkınma ile doğal kaynakları tüketmeyen, gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarının karşılayacak imkanları ellerinden almadan, ekonomi ile ekosistem arasında uyumlu bir denge kuran, ekolojik açısından sürdürülebilir bir kalkınma hedeflenmektedir. Bu ifadeleri ele alan Burtland raporunun en önemli özelliği, sürdürülebilir kalkınma hakkındaki görüşleri ülkelerin ekonomik faktörleri ön plana çıkarması açısından önem taşımaktadır.

Küresel Çevre Sorunlarına Karşı Uluslararası Anlaşmalar

Küresel çevre sorunlarının 1950’li yıllardan itibaren dünyanın pek çok bölgesinde yerel düzeyde hissedilir boyutlara ulaşması ve sınır aşan bir kavram haline gelmeye başlaması ile birlikte Birleşmiş Milletler düzeyinde 1972’de Stokholm’de düzenlenen İnsan ve Çevre Konferansı ile uluslararası düzeyde kabul görmüştür. 1987 yılında yayımlanan Brundlant raporu ile “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı teknik olarak tanımlanmış, 1992’de Rio Çevre ve Kalkınma Konferansında kabul edilen “Gündem 21” ile yol haritası çıkartılmış ve 2002’de Johannesburg’da Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Konferansında 15 yıllık uygulama iş planı oluşturulmuş ve pek çok ülke tarafından kabul edilmiştir.

Uluslararası çevre sözleşmelerin tarih, yer ve sözleşmelerin amaçlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

  • 1971-Ramsar Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme
  • 1972-Paris Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi
  • 1972-Stockholm BM İnsan ve Çevre Konferansı Bildirgesi
  • 1973-Washington (CITES) Nesli Tehlikede Olan Yabani Bitki ve Hayvan Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme
  • 1976-Barselona Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin Korunması Sözleşmesi
  • 1979-Bern Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi
  • 1985-Granada Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi
  • 1989-Basel Tehlikeli Atıkların Sınırlar Ötesi Taşınımının ve Bertarafının Kontrolüne İlişkin Sözleşme
  • 1992-Valetta Avrupa Arkeolojik Mirasının Korunması Sözleşmesi
  • 1992-Rio Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi
  • 1992-Rio Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
  • 1992-Rio BM Ormancılık Prensipleri
  • 1994-Paris Özellikle Afrika’da Ciddi Kuraklık ve/veya Çölleşmeyle Mücadele için Birleşmiş Milletler Sözleşmesi
  • 1997-Kyoto Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne Yönelik-Kyoto Protokolu
  • 1998-Aarhus Çevresel Konularda Bilgiye Erişim, Karar Vermede Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru Sözleşmesi
  • 2000-Floransa Avrupa Peyzaj Sözleşmesi
  • 2009-Cartagena Biyogüvenlik Protokolü
  • 2012-Rio Rio+20 BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı

Korunan Alanlar

Korunan alanlar, geçmişten günümüze dek azalan biyolojik çeşitliliğin korunması ve tekrar zenginleştirilmesi için kullanılan önemli araçlardan bir tanesidir. Günümüzde korunan alanlar sadece doğal korunma işlevinin yanı sıra insan refahının arttırılması, sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlayan alanlar olarak tanımlanmaktadır. Bu alanlarda;

  • Türlerin korunması,
  • Genetik çeşitliliğin korunması,
  • Ekosistem işleyişinin sürdürülmesi,
  • Bölgedeki insanlar için gelir kaynağı oluşturması ve
  • Turizm ve rekreasyon olanaklarının arttırılması gibi faydaları vardır.

Dünyadaki korunan alanlar miktar ve yüz ölçüm açısından artış göstermesine karşın, biyolojik çeşitlilik azalmaya devam etmektedir. Bu durumun sebepleri şöyle sıralanabilir;

  • Korunan alanları tüm biyomları ve önemli türleri tümüyle kapsayamamaktadır.
  • Biyolojik çeşitlilik koruma hedeflerini yerine getirememektedirler.
  • Korunan alanların kurulumu ve idaresinde bölgesel ortakların katılımı yetersizdir.
  • Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde korunan alanlar yeterli mali kaynaklara sahip değildir.