EKONOMİK COĞRAFYA - Ünite 1: Ekonomik Coğrafyanın Kapsam ve Gelişimi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Ekonomik Coğrafyanın Kapsam ve Gelişimi
Ünite 1: Ekonomik Coğrafyanın Kapsam ve Gelişimi
Giriş
Ekonomik coğrafya, dünya üzerindeki çeşitli doğal kaynakların dağılışını ve bu kaynakların insan tarafından kullanılışını konu alan bilim dalıdır. Yani ekonomik coğrafyada insanın hayatını devam ettirmek için yürüttüğü faaliyetler incelenmektedir. Kısaca ekonomik coğrafyada ekonomiyi anlamak ve yorumlamak için coğrafi yaklaşımın kullanıldığını söyleyebiliriz. Günümüzde mekân ve ekonomik aktiviteler arasındaki ilişkiyi ele alan önemli yaklaşımlardan biri olan Yeni Ekonomik Coğrafya (NEG) yaklaşımı 1990’ların başında Paul Krugman tarafından ortaya atılmış ve son dönemin ilgi çeken teorilerinden biri olmuştur. Teorinin temel konusu firmalar açısından ilgili çekici olan ve tercih edilen yerleşim yerlerinin özelliklerini belirlemeye çalışmak ve ekonomik aktivitelerde coğrafi yapının önemini açıklamaktır. Krugman ekonomik aktivitelerin belli bir alanda yığınlaşmasını bir genel denge modeli ile açıklayarak bu alandaki literatüre önemli bir katkı yapmıştır.
Küreselleşme ile birlikte Çin gibi yeni ekonomik güçler ortaya çıkmış, bazı bölgeler ve ülkeler hızla gelişip kalkınırken, daha önce çok hızlı büyüyen ve dünyada öncü olan ekonomiler yavaşlama sürecine girerek geride kalmaya başlamıştır. Küreselleşme, dünyanın tek bir mekân olarak algılanabilecek ölçüde sıkışıp küçülmesi anlamına gelen bir süreci ifade etmektedir. Küreselleşme 21. Yüzyılın başından itibaren birçok iş adamı, gazeteci, akademisyen tarafından desteklenerek ülkeleri ve toplumları derinden etkileyen bir olay olarak karşımıza çıkmıştır. Bu kişilere göre küreselleşme, bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte coğrafyanın sonunu getirmektedir. Bölgeler arasındaki kalkınma hızındaki farklılıkların nedenlerini ve sonuçlarını açıklamak da ekonomik coğrafyanın temel ilgi alanlarından biri olmuştur. Ekonomik coğrafya sadece bir ülkenin hangi bölgesinde hangi tarımsal ürünlerin yetiştiği, hangi madenlerin çıkarıldığı ve sanayi üretiminin hangi bölgelerde yoğunlaştığı gibi konularla ilişkili değildir. Ülkeler içerisinde ekonomik etkinliklerin gerçekleştiği yerleri bilmek başlı başına önemli bir konu olup, ekonomik aktivitelerin uluslararası boyutlara gelmesinden dolayı, ülkeler arası bağlantılar artmakta ve bu nedenle ekonomik coğrafyanın önemi fazlasıyla artmaktadır.
Ekonomik coğrafyanın ilgi alanında olması gereken konulardan bazıları şunlardır: doğanın insan tarafından algılanma biçimi, değerin hesaplanması ve ölçülmesi, toplumsal ilişkiler ve değerler ile üretim ve tüketimin değişik şekilleri, iş bölümü, belirli sosyal ilişkiler ile kalkınmanın koşulları, üretim ve tüketim süreçlerine kamu müdahalesi, toplumsal yapının değişimi, tarihsel süreçler, küresel yaklaşım. Coğrafi ekonomi, köklerini uluslararası iktisat teorisinden alarak bir yöntem geliştirmeye çalışan iktisat dalıdır. Birden fazla alandaki büyümeyi ve bunlar arasındaki ticareti analiz etmeye çalışan iktisatçılar bu grupta yer almaktadır. Ekonomik coğrafya ise ekonomik farklılıkları, yerler arasındaki eşitsizliği, endüstriyel ve bölgesel gelişimin politik, kültürel, sosyal ve tarihsel boyutlarını, küresel ve yerel ekonomik ilişkileri ve bunların firmalar, endüstriler ve bölgeler açısından önemini, dünyadaki eşitsizliğin nedenlerini ve sonuçlarını incelemektedir.
Ekonomik Coğrafyanın Temel Kavramları
Ekonomik coğrafyada en sık karşılaşacağımız temel kavramlar küreselleşme, dengesiz kalkınma ve konumdur. Buradaki coğrafi kavramlar ölçek, mekân ve yer ile ilişkilendirilmektedir. Bunları kısaca açıklamak gerekirse; ölçek; yerel, bölgesel, ulusal ve küresel boyutta ortaya çıkan faaliyetlerin değişik coğrafi seviyelerini belirtir. Ekonomik coğrafyacılar tarafından sıkça kullanılan mekânsal ölçekler şunlardır:
Küresel ölçek,
Makro bölgesel ölçek (Güneydoğu Asya, Orta Avrupa, Kuzey Amerika),
Ulusal ölçek (Türkiye, Almanya, İtalya, Fransa, Japonya),
Bölgesel ölçek (Doğu Anadolu, Kaliforniya),
Yerel ölçek (Çukurova, Ihlara Vadisi, Silikon Vadisi),
Yaşam yerleri (iş yerleri ve yaşam alanları).
Her ne kadar mekânsal ölçekleri kendi aralarında sınıflandırsak da bazen ayırt etmekte zorlanabiliriz. Örneğin yerel ve bölgesel ölçekler çoğu zaman aynı şeyi ifade etmek üzere kullanılırlar.
Mekân insanı çevreden belli bir ölçüde ayıran ve içinde eylemlerini sürdürmesine olanak tanıyan boşluk ve sınırları gözlemciler tarafından algılanabilen uzay parçası olarak tanımlanabilir. Kısaca mekân kavramı fiziki mesafeyi ve alanı ifade etmektedir. Bu kavramı kullanarak belli bir işlemin nerede gerçekleştiği sorusuna cevap arayabiliriz. Mekân kavramı ile ilişkili bileşenler de şu şekilde özetlenebilir:
Bölgesellik ve form (belli bir ülkenin bölgesel yapısı)
Konum (belli bir ülkenin dünya üzerindeki konumu)
Dünya üzerindeki akımlar (ülkeler arasındaki ticari akımlar)
Kapitalist sistemin gerçeklerinden biri olan eşitsiz mekân.
Yer ise, bir grup insanın bir araya gelerek ona anlam ve önem yükledikleri belirli bir alandır. Kısaca mekân kavramı fiziki mesafeyi ve alanı ifade etmektedir. Yer ise bir grup insanın bir araya gelerek ona anlam ve önem yükledikleri belirli bir alandır. Dünyanın çeşitli yerlerindeki ekonomik faaliyetler mal, para bilgi akışları yoluyla ve insanlar arası iletişimle birbirine bağlanırlar. Bu tür ilişkiler yeni olmayıp çağlar boyunca farklı yerlerdeki insanlar arasında malların değiş tokuşunu içeren ticari ilişkiler her zaman var olmuştur. Ancak küreselleşme kavramı son dönemlerde bu tür ilişkilerin hacminde ve kapsamında yaşanan artışa vurgu yapmaktadır. Emtia zincirlerinin, üretimin farklı aşamalarının değişik yerlerde gerçekleştirildiği özel bir coğrafi niteliği bulunmaktadır. Üretim sürecinin bazı aşamalarında daha fazla değer yaratılıp daha fazla kâr elde edildiği için, zincirin halkaları arasında kâr paylaşımı konusunda eşitsizlikler yaşanabilmektedir.
Giderek derinleşen ve çok boyutlu hâle gelen küreselleşme süreci, ülkelere büyüme ve gelişme yönünde önemli fırsatlar sunduğu gibi, bazı tehdit ve riskleri de beraberin de getirmektedir. Eşitsiz ya da dengesiz kalkınma olarak adlandırabileceğimiz bu olgu, kapitalist ekonomik sistemin doğasında yer almakta olup, yatırım ve büyüme eğiliminin belli bölgelerde yoğunlaştığını ifade etmektedir. Küreselleşme, yerlerin ekonomik hayatın önemli bir boyutu olma özelliğini silmemekle birlikte, homojen ve sınırları açıkça çizilmiş geleneksel yapılarını değiştirmiştir. Günümüzde yeri, sosyal ilişkilerin ve bağlantıların kurulduğu bir buluşma alanı olarak tanımlamak daha doğru olur. Yerler, sermayenin, mal ve hizmetlerin, bilginin, insanların akımları ile birbirine bağlanmaktadır. Örneğin; ananas gibi meyvelerin ticareti, Türkiye’nin değişik yerlerini tropikal ada ekonomilerine bağlamaktadır.
Ekonomik Coğrafyanın Tarihsel Gelişimi
Ekonomik coğrafyanın kökeni ve tarihsel gelişimi ile ilgili çeşitli yorumlar bulunmaktadır. Birçok araştırmacıya göre ekonomik coğrafyanın tarihsel süreç içerisinde gelişimi köklerini ticaret yollarını ve ulaşım modellerini geliştirmeyi amaçlayan İngiliz sömürgeciliğinde aramak gerekir. Bazı araştırmacılar ise köklerin Heinrich Von ünen ve Alfred Weber tarafından geliştirilen mekân teorilerine dayandığını ileri sürmektedir. Bu teorilerin amaçları, çiftliklerin, fabrikaların ve şehirlerin coğrafi zenginlikleri ve ulaşım olanakları var iken en verimli işletilebilmesi için uygun yerin seçilmesidir. Marshall endüstriyel yığınlar kavramını ilk ortaya atan ve sanayide ölçek ekonomilerinin önemini vurgulayan ilk bilim adamıdır. II. Dünya Savaşı sonrası ekonomik coğrafyanın yönünü ve ilgi alanlarını tamamen değiştirmiştir. Ayrıca yerlerin ve bölgelerin önemini vurgulayan geleneksel görüş savaş sonrası dönemde gelişen neoklasik iktisat teorilerine uyum sağlayamamıştır. 1950 ve 1960 dönemlerinde ekonomik coğrafya alanı tanımlayıcı çalışmalardan ve deterministik teorilerden uzaklaşmaya başlamıştır. Bu dönemde son olarak Weber, Christaller ve Lösch gibi Alman teorisyenlerinin çalışmaları ile ekonomik coğrafyanın mekânsal bilime doğru kayması damga vurmuştur. 1960’lı yılların sonlarından itibaren ekonomik coğrafyacılar yeni çalışma alanlarının arayışına girmişlerdir. Bu arayışta, o dönemlerde etkili olan jeopolitik çatışmalar, çevresel ve politik krizler, 1960’ların sosyal kargaşa ortamı ve 1970’lerdeki küresel ekonomik yavaşlama etkili olmuştur. 1990 sonrası ekonomik coğrafyada 70’li yıllarda yaşanan krizlerin etkisi ile ortaya çıkan çeşitli kaymaların etkisi görülmektedir. Ekonomik coğrafyanın yeniden doğuşu olarak değerlendirebileceğimiz “Yeni Ekonomik Coğrafya” (NEG) Krugman’ın (1991) çalışmaları ile ortaya çıkmıştır. Bütün bu değişimler ekonomik coğrafyayı, bağımlılık teorisi ve Dünya Sistem Teorisi gibi diğer sosyal bilimlerde baskın olan teorilerin etkisine sokmuştur. Dünya sistem teorisi, dünyanın merkez ve çevre olarak bölündüğünü ve bunlar arasında yapısal ve kurumsallaşmış bir iş bölümü olduğunu savunur. Bağımlılık Teorisi az gelişmiş ülkelere yapılan yardımların asıl amacının, yoksul ülkeleri yardım veren ülkenin ekonomik kıskacına almak olduğunu ileri sürer.
Ekonomik Coğrafya ve İktisadi Gelişimler
Ekonomi nedir denince, üretim, tüketim, dolaşım, değişim gibi faktörlerin ilişkilendirilerek refahın yaratıldığı süreçtir. Bu süreç içerisinde insanlar ihtiyaçlarını karşılayarak yaşamlarını sürdürmek için ücret, kâr ya da rant olarak adlandırabileceğimiz bir gelir elde ederler. Üretim, insanların ihtiyaçlarını dolaylı ya da doğrudan karşılayacak mal ve hizmetleri meydana getirme çabasıdır. Üretimin gerçekleşmesi için üretim faktörleri olarak adlandırılan toprak (doğal kaynaklar), sermaye, emek ve girişimcilik bir araya gelmelidir. Üretim süreci doğal kaynaklara da ihtiyaç duyduğundan, ekonomik faaliyetlerin çevre üzerinde doğrudan bir etkisi bulunmaktadır. Üretilen ürünler ya doğrudan üreticileri tarafından tüketilir ya da daha sık karşılaştığımız bir durum olarak piyasada bireysel tüketicilere ve hane halklarına satılır. Toplumlar ekonomik faaliyetlerini üretim biçimleri ile yapılandırırlar. İktisadi sorun bütün ulusların çözüm bulmak durumunda olduğu ortak sorundur. Ancak, her ulusun iktisadi sorunu nasıl çözeceği konusu tamamen o ulusun sahip olduğu iktisadi sisteme bağlıdır. Bir başka ifadeyle iktisadi sisteme göre, hangi malların ne miktarda, nasıl ve kimler için üretileceği belirlenir. Bu kapsamda ulusların tercih etmek zorunda oldukları iktisadi sistemler feodalizm, kapitalizm, sosyalizm ya da karma ekonomik sistemdir.
İktisadi sistemler arasında kapitalizm dünyanın büyük bölümünde tercih edilen ve uygulanmakta olan üretim biçimidir. Feodalizm sona erdiğinden beri Batı dünyasındaki egemen sistem olan kapitalizm bütün dünyaya İngiltere başta olmak üzere Avrupa’dan yayılmıştır. Kapitalizmde eğer bireylerin sınırlı düzenlemeler altında hareket etmelerine izin verilirse maksimum refahın herkese yayılacağı varsayılmaktadır. Bu sistemde devlete özel mülkiyet haklarını korumak, hukuki düzeni sağlamak ve sistemi dışsal saldırılardan korumakla sınırlı çok küçük bir rol verilmektedir. Bunun sonucu olarak, uluslararası ekonomi için küresel ölçekte maksimum refahı sağlamakta serbest ticaret öne çıkarılmıştır. Diğer bir değişle kısaca kapitalizm üretimin salt kâr amacı güdülerek yapıldığı ve bu artı değerin de pazarda satıldığı büyük bir ekonomik sistemin adıdır.
Politik ekonomi, ekonomiyi bireylerin kendi çıkarlarına göre şekillenen kurallarla işleyen ayrı bir yapı olarak değil, politik ve sosyal içeriği ile analiz eder. Rasyonel birey varsayımına dayanan ana akım iktisatçıların aksine, politik iktisatçılar ekonomik faaliyetin sosyal ilişkilere dayandığına inanırlar. Bu sosyal ilişkiler işçiler, işverenler, tüketiciler, üreticiler gibi ekonomik sistem içindeki farklı gruplar arasındaki ilişkilerdir.
Ekonomik Coğrafyada Temel Teorik Yaklaşımlar
Ekonomik coğrafya dinamik ve sürekli kendini yenileyen ve birbirinden farklı yaklaşımlar içeren bir disiplindir. Ekonomik coğrafyanın gelişimine yön veren 4 temel teorik yaklaşım vardır:
Neoklasik konum teorisi; 1950 ve 1960’lı yıllarda parlayan konum teorisi ekonomik faaliyetlerin dünya üzerindeki dağılımını açıklamaya çalışır. Bu ekonomik coğrafya yaklaşımı neoklasik iktisat teorisinin model bazlı yaklaşımını kullanarak ekonomik faaliyetlerin konumunu inceler. Bölgesel ekonomi ve coğrafi ekonomi alanlarının gelişimine zemin hazırlayan bu dönem genellikle “nicel devrim” olarak adlandırılır. Neoklasik iktisat yaklaşımına göre piyasadaki görünmez bir el arz ve talebi birbirine eşitleyerek dengeyi sağlayacaktır. Mekânsal gelişimin neoklasik teorisine göre ise piyasa güçleri tarafından uzun dönemde bir çeşit mekânsal denge ya da dengeli kalkınma sağlanacağı için dengesiz (eşitliksiz) kalkınma geçici bir durumdur. Bu görüş rasyonel birey varsayımına dayanmaktadır. Neoklasik konum teorisinin bir uzantısı da ürünlerin sıralandığı gibi yaşam alanlarının da sıralanmasıdır. Kentsel hiyerarşi olarak adlandırılan bu kavram yaşam alanlarını metropoller, şehirler, kasabalar, köyler ve mezralar olarak beşe ayırmaktadır. Bu sıralama nüfus yoğunluğuna göre yapılmış olup en fazla nüfusun yaşadığı yerler metropollerdir. Dolayısıyla pazar olanaklarının dağılımında bir eşitsizlik söz konusudur. Bu da firmaların yer seçimi konusunda önemli bir belirleyicidir.
Davranışsal yaklaşım; satın alma ve tüketim faaliyetlerimizi incelerken ekonomik modellere ek olarak teknolojik, psikolojik ve sosyolojik etkenlerin de içinde olduğu teorilerin ortaya atılması gerektiğini savunan yaklaşımdır.
Yapısalcı yaklaşım; Davranışsal yaklaşımın aksine Marksist politik iktisat yaklaşımı, sosyal ilişkileri analizin merkezine yerleştirerek, sınıf kavramına vurgu yapmıştır. 1970’li yıllardan itibaren Marksist görüş ekonomik coğrafyayı etkilemeye başlamış ve hâlen etkisini sürdürmektedir.
Post yapısalcı yaklaşım; 1990’lı yılların ortalarından itibaren post yapısalcı görüşlerden yeni bir ekonomik coğrafya türü ortaya çıkmıştır. Yeni ekonomik coğrafyanın en önemli katkısı ekonomik olayların sosyal, kültürel ve politik bağlamdan ayrı değerlendirilemeyeceği görüşüdür. Bu teoriye göre sosyal, kültürel ve kurumsal faktörler ekonominin işleyişi açısından hayati öneme sahiptir. Dolayısıyla daha önce Marksist iktisatçılar tarafından yapılan sınıf vurgusunun yerini, cinsiyet, ırk, yaş, din ve kültür gibi kavramlar almıştır.