EKONOMİK COĞRAFYA - Ünite 8: Kurumsallaşma ve Ekonomik Coğrafya Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Kurumsallaşma ve Ekonomik Coğrafya

Ünite 8: Kurumsallaşma ve Ekonomik Coğrafya

Kurumsal İktisat Akımı

Geleneksel veya ana-akım iktisadın ilgilendiği konular; parasal büyüklükler, verimlilik, kısıtlı üretim kaynaklarının en düşük maliyetle tahsisi ve kaynakların optimal dağılımıdır. Burada geleneksel iktisat kavramı ile iktisada giriş kitaplarında okutulan Neoklasik İktisat görüşü ifade edilmektedir. Ana-akım iktisat; gelişmiş kapitalist ekonomilerin sorunsuz işleyen piyasalarının her yerde geçerli olduğu, piyasalarda kendiliğinden oluşan fiyatların var olduğu, marjinal kavramına uygun kararların verildiği, bireysel fayda ve kâr hesaplarının kolaylıkla yapıldığı, tüm üretim ve girdi piyasalarında denge çıktı miktarının bulunduğu bir dünya görüşü ortaya koymaktadır. Neoklasik iktisat akımı ekonomik “rasyonelliği” ön plana çıkaran, ekonomik karar vermeye ilişkin olarak da materyalist ve bireysel çıkara dayalı bir yaklaşıma sahiptir.

Kurumsal iktisat akımını geleneksel Neoklasik akımdan ayıran en önemli özellik kurumlara bakış açısıdır. Kurumsal iktisat akımı, kurumları her hangi bir ekonomik karar biriminden (firma, hane halkları, kamu sektörü vs.) daha fazlası olarak görmüşlerdir. Kurumlar; John R. Commans tarafından “bireysel eylemin genişletilmesi, serbestleşmesi ve denetiminde ortaya çıkan toplu eylem” olarak tanımlanmıştır. Bir başka tanım; kurumların, bireylerin diğer bireylerle olan ilişkilerinde makul olarak beklentiler oluşturmalarında yardımcı olduğunu ve böylece bireylerin aralarında es güdüm kurmasını sağlayan bir yapı olma özelliğini ön plana çıkarmıştır. Bu tanım ise Kurumsal iktisadın günümüzde önde gelen isimlerinden Vernon W. Ruttan ve Yujiro Hayami tarafından yapılmıştır.

Kurumsal iktisadın ortaya koyduğu “kurum” tanımının anlaşılması için yararlı olacak bir başka araç ise kurumların ne olmadığının ortaya konulmasıdır. Örneğin Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) isminde kurum geçmesine rağmen Kurumsal ve Evrimsel İktisat bağlamında kurum değildir. Yine ilişkileri düzenlemesine rağmen gelenek ve görenek ya da yönetmelikler ve kanunlar tek başlarına kurum oluşturmazlar. Bu basit örnekler kurumların ne olmadığının anlaşılmasına yardım etmektedir.

Kurumlar bir amaca dayalı olarak oluşturulmuş veya kendiliğinden ortaya çıkmış, karşılıklı beklentilere dayanan, devamlılık gösteren ve nispeten istikrarlı sosyal uygulama biçimleridir. Hem daha basit hem de kurumların coğrafya ile bağını da belli ölçüde açıklayan bir tanım da şöyledir; coğrafya kolektif ve bireysel aktörlerin hareket ettiği fiziksel/ mekânsal düzlemdir, kurumlar da benzer şekilde bu aktörlerin hareket ettikleri sosyal/ekonomik düzlemdir. Kurumların bu sosyal coğrafya düzlemi daha önceki tanımlarda açık veya örtük biçimde belirtildiği gibi değişmez yani sabit değildir. Aktörlerin birbirleriyle, çevreleriyle ve kurumsal yapıyla olan ilişkileri değiştikçe kurumlarda bir devinim içinde farklılaşma, değişme göstereceklerdir. Başka bir deyişle kurumlar bireyleri etkilediği, değiştirdiği gibi bireyler de kurumları etkilemekte ve değiştirmektedir.

Kurumsal iktisat yirminci yüzyılın başlarında Amerika Birleşik Devletlerinde ortaya çıkmış bir akımdır. Kurucusu olarak akla ilk olarak Thorstein B. Veblen hemen ardından da John R. Commons gelmektedir. Her ikisi de Amerikan Sivil Savaşı ve I. Dünya Savaşı arasında ABD’de gerçekleşen dönüşümün bizzat şahidi olmuşlardır. Bu dönüşümü yaşamış olmaları iktisada yönelik bakış açılarını ve yaklaşımlarını belirlemede önemli rol oynamıştır. Bu dönemde gerçekleşen hızlı ekonomik, sosyal ve politik değişimler tek bir teorinin her zaman ve her toplumda geçerli olamayacağı fikrinin kurumsal iktisat akımı içinde güçlü bir şekilde yer edinmesinde etkili olmuştur. Bu görüş Kurumsal İktisatta yerini korusa da Veblen’in ortaya attığı evrimsel yaklaşım Commons tarafından göz ardı edilmiş ve II. Dünya Savaşı sonrasında da tamamen bu yaklaşımdan uzaklaşılmıştır. Commons’dan sonra Mitchell ve Ayres kurumsal iktisadın önde gelen isimleridir ve kurumsal iktisadın takip ettiği yönü belirlemede önemli rol oynamışlardır. Her ne kadar kendileri evrimsel yaklaşımdan uzaklaşmış olsalar da, kurumsal iktisadın günümüzde yeniden canlanan evrimsel yaklaşımının anlaşılmasında fikirleri önemli yer tutmaktadır.

Veblen özellikle eleştirel çalışmalarıyla tanınmaktadır; sosyal bilimleri özellikle diğer iktisat ekollerini ve içinde bulunduğu toplumu hicivsel tarzıyla eleştirmekte hiçbir çekince görmemiştir. Klasik iktisatçıları, tek bir denge noktasına giden kıvrımlı eğrilerle oyalanmakla eleştirmiştir. Marksist iktisatçıları ise klasiklerin hazcı yaklaşımından kopamamış olmakla eleştirmiştir. İçinde bulunduğu Amerikan toplumu da bu eleştirilerden payını almıştır. Toplumda saygı gören kesimin “Aylak Sınıf ” olduğunu ve verimlilik veya üretimden ziyade gösterişçi davranışların toplumun beğenisini kazandığını belirtmiştir.

Ekonomik rasyonalite belli (maliyete ilişkin) kısıtlar altında en yüksek faydayı elde etmek olarak tanımlanabilir. Neoklasikler bu tanımı iktisat teorisi içinde kullanılabilir hâle getirmek amacıyla “fayda” kavramını ölçülebilir veya en azından farklı ekonomik durumlar için karşılaştırma yapılabilir hale getirmişlerdir. Ancak Veblen Neoklasik analizin dayandığı bu kavramı sert şekilde eleştirmiştir. Veblen’e göre Neoklasik okulun geliştirdiği “rasyonalite” kavramı (ve de ilgili “kısıtlı fayda maksimizasyonu”) bireyi hazları peşinde koşan ancak bu isteklerinin yerine gelmesi sonucunda değişmeyen ve de kendisine en yüksek hazzı verecek durumu bulmaya çalışan ışık hızında hesap makineleri şeklinde düşünmektedir.

Erken dönem Kurumsal İktisadın diğer önemli isimleri Commons, Mitchell ve Ayres’dir. Commons çalışma ekonomisi, Mitchell para konusunda çalışmıştır. Ayres ise felsefe ve iktisadı birleştirmeye çalışmıştır. Kendi çalışma alanlarının yanı sıra Kurumsal iktisadın da şekillenmesinde önemli rol oynamışlardır.

Schumpeter, bir başka ekonomik düşünce okulu olan Avusturya ekolü üyesi olarak sınıflandırılsa da, Avusturya okulunun birçok temel görüşünü reddetmiştir. Marx’ın, Walras’ın, Alman tarihçi ekolünün ve Weber’in fikirlerini, içinde yetiştiği Avusturya ekolünün görüşleriyle kaynaştırmış ve kendine ait yepyeni bir görüşe dönüştürmüştür. Schumpeter kendisini kurumsalcı olarak tanımlamamıştır. Hatta “Kapitalizm Ekonomisi ve Sosyolojisi” adlı antolojisinde “Kurumsalcılık Alman tarihçi okulunun metodolojik hatalarından başka bir şey değildir... Sadece hatadır, başarı değil. Amerikan [bilimsel] atmosferindeki bir kara lekedir” şeklinde sert eleştirilerde bulunmuştur. Buna rağmen aslında kurumsal iktisatçıların yapmak istediği pek çok şeyi onlardan daha iyi yapabilmiştir. Bu nedenle Kurumsal İktisatçıların kendi teorilerine temel kazandırmak için sıkça başvurdukları bir kaynak olmuştur. Diğer önemli bir nokta da Schumpeter’in ekonomik gelişim teorisinin Veblen’in ve Ayres’in teorilerin_ tamamlayıcı nitelikte olmasıdır.

Schumpeter’in kapitalist gelişim teorisinde girişimci önemli bir kurumsal faktördür. Girişimcinin genel tanımı; organizasyonu kurma ve yönetme olarak risk alma temeli üstüne kurulmuştur. Ancak Schumpeter farklı bir yaklaşım izlemiş ve girişimi inovasyon temelli kullanmıştır. Schumpeter için girişimci bir risk taşıyıcı değildir, risk taşıyan sermayedardır. Buradan anlaşıldığı gibi Schumpeter girişimci ile sermayedarın farklı olduğunu kabul etmiştir. Schumpeter’e göre sermayedar girişimcilere yenilik yaratmaları için kredi sağlayan bir tür banka görevi görmektedir.

Schumpeter’in bilimsel çalışmalarında kapitalist piyasa sisteminin işleyiş biçiminin değişimi incelenir. İncelemesine döngüsel akım modeli ile başlar. Döngüsel akım modelinde kapitalist sistem içinde aktörlerin mal, hizmet, üretim faktörleri ve para mübadelesini ele alır. Bu durumda inovasyon ekonomi dışında tutulursa statik durumu elde ederiz. “Her dönem sadece bir önceki dönem üretilen mallar tüketilir ve... bir sonraki dönem tüketilecek mallar üretilir...bu sadece bir mübadele meselesidir.” Herhangi bir inovasyonun olmaması dışsal etkenler dışında ekonomide bir değişikliğin olmaması anlamına gelmemektedir. Bu nedenle ekonomik aktörler, hisse senedi, opsiyon piyasaları, kredi alımı gibi işlemlerle uğraşmazlar. Ekonomi sadece bir mübadele ekonomisidir. Bu durumu Schumpeter ‘statik’ olarak tanımlar ve Walrascı denge ile ifade edildiğini belirtir.

Evrimsel iktisat 1970’lerde Kurumsal İktisattan kopmuş bir ekoldür. Kurumsal İktisat gibi Neoklasik okulun tam bilgi ve rasyonellik varsayımlarını eleştirmiştir. Evrimsel İktisat ekonomik büyüme, teknolojik gelişme, sanayileşme ve rekabetin doğası gibi Neoklasik teorinin açıklamakta yetersiz kaldığı konuları ele almaktadır.

Değişimin evrimsel bir modeli ekonomik coğrafya alanında analiz için oldukça kullanışlı bir çerçeve oluşturmaktadır. Evrimsel yaklaşım, genelde teorik modelde olduğu gibi gerçek dünyaya ait olgu ve olayların belli yönünü vurgularken diğer yanlarını ihmal etmek zorunda kalmaktadır. Buna rağmen evrimsel yaklaşım ekonomik coğrafyaya bağlı olarak kalkınma konusunu ele alırken oldukça elverişli bir teorik çerçeve sunmaktadır. Evrimsel yaklaşım (hem bireylerin davranışlarını biçimlendiren hem de bireyler tarafından şekillendirilen) bireylerin içinde bulunduğu ortam bağlamında bireylerin davranışları ve birbirleriyle olan ilişkileri ile ilgilenir. Evrimsel ekonomik yaklaşımın değişim dinamikleri politik ekonomik birimlerin davranış kalıplarıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle bu birimlerin davranışları ancak tarihsel ve mekânsal boyutları ele alındığında anlaşılabilir.

Hem kurumsal iktisadın hem de evrimsel iktisadın önemli ve ortak bir karakteristiği patika bağımlılığıdır. Patika bağımlılığı kurumsal yapıdaki süreklilik ve değişimlerin bireyden bireye ve nesilden nesile aktarımını modellemektedir. Ayrıca bu kurumsal yapıdan ayrılmalar da patika bağımlılığın bir parçası olarak modellenmektedir. Günümüze kadar farklı patika bağımlılık modelleri geliştirilmiştir. Bunlardan biri ve de en çok bilineni Schumpeter’in yaratıcı yıkım süreci modelidir. Model toplumdaki inovasyon sürecini anlatmaktadır. Yaratıcı yıkım çerçevesi hatırlanacağı üzere inovasyonunun meydana gelmesini bir değişm süreci olarak ele almaktadır ve inovasyon kendinden önceki yapıyı yıkarak yeni bir yapılanma getirmektedir.

Kalkınma

Ekonomik büyüme ve kalkınma birbiriyle ilişkili ve bunun yanında sıkça karıştırılan kavramlardır. Ekonomik büyümeyi genelde kişi başı gelirin artışı belirler, ekonomik kalkınma ise toplumsal olarak refah artışını ifade eder. Refah içerisinde gelir veya zenginliği içerse de sadece gelir ile anlatılamaz. Refah artışı ile bireyin zenginliğinin (kişi başı gelir) artışının yanı sıra toplumun değer yargılarının, dünya görüşünün değişmesi; böylece davranış kalıplarında meydana gelen farklılaşma sonucunda bireyin ve içinde bulunduğu toplumun daha “iyi” ve “insancıl” bir yaşama yükselmesi şeklinde ifade edilir. Özetle kalkınma gelir artışının yanı sıra insan mutluluğu gibi nicel olarak ifadesi zor olan ögeleri de içinde barındırmaktadır.

Ekonomik kalkınma tanımı insani öğeleri kapsadığı için büyüme kadar belirgin bir tanımını oluşturmak zordur. Kalkınma içinde insana yapılan yatırımlar büyük yer tutmaktadır ve gelirin yanı sıra insan mutluluğunu da ele almaktadır.

İnsan mutluluğu ve toplum refahı psikoloji, sosyoloji ve felsefenin ilgi alnına girmektedir. Ancak sürekli değişm gösteren bir dünyada refah ve mutluluk tanımlarının aynı kaldıkları söylenemez. Sabit bir tanım yerine kalkınma için üç öge temel olarak kullanılabilir; bunlar yaşam idamesi, öz-saygı/onur ve özgürlüktür.

Kalkınma teorileri belli bir toplumda arzu edilen değişikliğini en iyi nasıl elde edileceğine dair iktisat, sosyoloji ve diğer bilim dallarına dayanan görüşlerdir. Çok sayıda kalkınma teorisi olmasına karşın burada popülerlik ve ele alınan konu bağlamında dört teori ele alınacaktır. Bunlar modernizasyon teorisi, yapısalcılık ve bağımlılık teorisi, neoliberalizm ve taban yaklaşımı olarak sıralanabilir.

Ekonomik Coğrafya Bağlamında Kalkınma ve Kurumlar

Ekonomik coğrafya isminden de anlaşılacağı üzere ekonomiyi incelemek için coğrafi bir yaklaşım kullanmaktadır. Kurumsal iktisat ve Evrimsel İktisat okullarının ekonomik coğrafyaya yaklaşımları benzerdir. Her iki iktisadi düşünce okulu da kurumların zaman boyutunun yanı sıra mekân boyutunun da olduğunu kabul ederler. Ekonomik coğrafya alanının da iktisadi analize mekan boyutunu dahil ettiği görüşündedirler. Zaman boyutu ile kurumların oluşumu, aktarımı, değişimi veya mutasyonunun belli bir süreç içinde meydana geldiği vurgulanmaktadır. Mekân boyutu ile kurum faaliyetlerinin fiziki bir mekânda gerçekleştiğine dikkat çekilmektedir. Kurum faaliyetinin gerçekleştiği mekanın özellikleri, çevresindeki mekânlarla olan ilişkisi bu durumda önem kazanmaktadır. Ekonomik coğrafya da burada devreye girmektedir.

Kurumsal ve evrimsel iktisadın ekonomik coğrafya yaklaşımındaki farklılık ise; evrimsel iktisat organizasyon rutinlerine odaklanırken kurumsal iktisat yöreye bağlı dayanıklı yapılar olarak kurumlara daha fazla yoğunlaşmaktadır. Evrimsel iktisadın özellikle ele aldığı organizasyon rutinleri kurum kavramının önemli bir parçasıdır. Organizasyonlar kolektif ekonomik aktörlerdir; yani içlerinde başka (ekonomik anlamda daha küçük) ekonomik aktörler barındırırlar. Organizasyon rutinleri kavramı da organizasyon içindeki birimlerin etkileşimini idare eden düzeni ifade eder. Yani birimlerin diğer birimlere ilişkin beklentiler oluşturarak, ortak davranış kalıpları edinmeleri organizasyonun rutin oluşumunu ifade eder. Bu anlamda organizasyon rutini terimi kurumlara içerik olarak oldukça yakındır. Sadece toplum için değil çok daha küçük bir organizasyon için ve kurum kadar kapsamlı bir davranışsal kalıp kümesini değil sadece organizasyonun amacı çerçevesindeki davranış kalıplarına ilişkin bir düzeni ifade eder.

Kurumlar, büyüme ve kalkınma kavramları birbirleriyle ilişkilidir ve birinden bahsederken diğerlerinden bahsetmemek mümkün değildir. Kalkınma toplumun refahında artışı ifade eder ve gelir de refah kavramının önemli bir parçasını teşkil etmektedir. Bunun nedeni gelirin yaşam idamesi gereklerinin sağlanmasını kolaylaştırması ve bireyin özgür seçimini kısıtlayan eğitimsizlik, imkânsızlık vb. engelleri aşmayı kolaylaştırmasıdır. Gelirin yanı sıra kalkınmanın bir yönü de bireylerin potansiyellerine yaklaşması veya (ideali) potansiyellerini gerçekleştirmeleridir. Potansiyeline yaklaşan bireyin ekonomiye katkısı da artacaktır; çok sayıda böyle bireyin olması ekonomide üretkenlikte artış ve pek tabi ekonomik büyüme anlamına gelir. Özetle ekonomik büyüme kalkınmanın önemli bir kısmı olduğu gibi kalkınma da ekonomik büyümeyi sağlayacak üretkenlik artışını sağlar.

Coğrafya kalkınmayı etkileyen ekonomik faktörler arasında belli bir süre içinde en statik olanıdır. Dolayısıyla dinamik bir süreç olan kalkınma üzerinde ilişkisi olmadığı izlenimini uyandırmaktadır. Ancak coğrafyanın hem ekonomik büyüme hem de kurumlarla olan etkileşimi kalkınmada önemli rol oynamasına neden olur. Bu ilişkiyi anlamak için coğrafyanın kapsamı tekrar ele alınmalıdır. Coğrafya ifadesi sadece doğal kaynaklar, hava durumu, arazinin durumu ve çevresel faktörleri değil; bunun yanı sıra beşeri coğrafyayı da kapsamaktadır. Coğrafyanın bahsi geçen kapsamına bağlı olarak bölgesel kümelenmeler, inovatif bölgeler ve tedarik zinciri konuları daha önceki ünitelerde ele alınmıştır. Coğrafya ile ilişkili bu kavramlar kurumsal yapının bir parçası olan organizasyon rutinleri ile ilişkilidir. Ayrıca kurumsal yapının geçirdiği evrimsel süreçte değişimle ilişkili karakteristikle bağlantılıdırlar. Bunun yanı sıra coğrafya bireylerin içinde yaşadığı fiziki mekân olduğu için bireysel tercihlerde belli kısıtları direkt empoze etmektedir. Dolayısıyla patika bağımlılık modelinde hiçbir zaman sonsuz seçimin olduğu bir aşama oluşmamaktadır. Patika oluşum aşamalarında (ilk iki aşamada) bile bireylerin tercihleri coğrafi öğeler tarafından kısıtlanmaktadır. Dolayısıyla ileride oluşacak patika üzerinde coğrafyanın etkisi bulunmaktadır.

“Kurumlar nedir? Neyi İfade Eder?” başlığında da belirtildiği gibi coğrafya kolektif ve bireysel aktörlerin içinde hareket ettiği fiziki düzlemi, kurumlar da aynı aktörlerin içinde hareket ettiği sosyal/ekonomik düzlemi ifade eder. Dolayısıyla biri fiziki olarak diğeri sosyal olarak ekonomik aktörlerin davranışlarını etkilerler; aynı zamanda aktörlerin davranışlarından da etkilenirler. Bir tren yolunun yapılması ya da baraj inşası bölgesel olarak coğrafi değişikliklere neden olacağı gibi o çevredeki kurumsal yapıyı da değiştirir. Tren yolu üzerinde gerçekleştirilen taşımacılık bazı ürünlerin bölgeye daha düşük maliyetle ulaşmasını sağlar ve halkın tüketim alışkanlıkları değişim gösterir. Aynı zamanda seyahat alışkanlıkları değişim gösterebilir ve yeni sektörlerin gelişiminin önü açılabilir. Baraj inşasının da bölge coğrafyası üzerinde çok büyük etkisi vardır. Buna en güzel örneklerden biri GAP projesidir. Proje gerçekleştiği bölgedeki tarımsal üretimin değişmesine neden olmuştur. Böylece üretim kalıplarının değişimi sonucu organizasyon rutinleri değişmiştir. Bu tür değişimlerin oluşması için de pek tabi gerekli kurumsal aşamaya gelinmiş olması da gerekmektedir. Yani kurumsal yapı da coğrafya üzerinde etkili olmaktadır.