EKONOMİK COĞRAFYA - Ünite 7: Çok Uluslu Şirketler ve Küresel Finansal Akımlar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Çok Uluslu Şirketler ve Küresel Finansal Akımlar

Ünite 7: Çok Uluslu Şirketler ve Küresel Finansal Akımlar

Küresel Ekonomik İlişkiler

Dünya ekonomisi, Bretton Woods Sistemi ve ikiz kurumları olan Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (WB) ile uluslararası hâle gelmiştir. Bu süreç, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması -GENERAL AGREEMENT ON TARRIFS AND TRADE-

(GATT) ile gelişmiştir. 1995 yılında kurulan Dünya Ticaret Örgütü (WTO), GATT’ın yerini almıştır. Dünya Ticaret Örgütü (WTO)’nun lokomotif rolünü üstlendiği dünya ekonomisinde, ulusal ekonomiler artan bir hızla uluslararası ticaret, sermaye ve iş gücü akımları ile etkileşime girmiştir. Böylece bir tür uluslararası entegrasyon süreci ya da ekonomik küreselleşme başlamıştır. Ekonomik Küreselleşme ile ilgili üç farklı yaklaşım bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Hiper Küresel Yaklaşım, ikincisi Şüpheci Küresel Yaklaşım ve üçüncüsü Dönüşümcü Küresel Yaklaşımdır.

Küreselleşmeye eşlik eden bilgi çağında, bilgiye dayanan yenilikçilik ve ekonomik bağımlılığı temel alan karşılaştırmalı üstünlükler kaçınılmaz hâle gelmiştir. Çok uluslu şirketler küresel ekonomik alanda karmaşık teknolojilerin transferi için birer özne olarak faaliyet göstermektedir. Bazı devlet yönetimleri ulusal egemenliği çok taraflı kurallar ve kurumlar ile paylaşmaktan çekinseler de büyümekte olan uluslararası ticaret kendi kendine yeterli olan ulusal ekonomileri kuşatmakta ve onların yerini almaya başlamaktadır.

Ekonomik küreselleşmenin belirgin özelliklerinden biri de, sermayenin hızla artan hareket yeteneğidir. Soğuk savaş sonrası uluslararası ortamın verdiği güvenin bir sonucu olarak finans piyasaları küreselleşince büyük ölçekli sermaye akımları ortaya çıkmıştır. Bilgi çağının sağladığı olanaklar sayesinde uluslararası sermaye için ulusal sınırların önemi kalmamıştır. Bu sayede coğrafyanın veya mekânın sonu olarak nitelenebilecek bir gelişme ortaya çıkmıştır.

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin uluslararası ticaret faaliyetleri son on yıl içinde büyük artış göstermiştir. Teknolojik gelişmeler, bu sürecin hızlanmasına katkıda bulunmuştur. Bilgi teknolojileri sınır ötesi hareketlerin maliyetlerinin azalmasını sağlamaktadır. Bu sayede tam rekabet piyasasının özelliklerinden biri olan mükemmel bilgiye, piyasadaki tüm aktörlerin sahip olmasına doğru bir yönelim gözlenmektedir.

Küreselles¸me Sürecinin Temel Bileşenleri

Teknolojinin küreselleşme süreci için yeter koşul olmadığı ama gerek koşul olduğu yaygın kabul görmektedir. Buna göre olağanüstü bir hızla ucuzlayarak yaygınlık kazanan bilgi teknolojileri, küreselleşme sürecini hızlandırmaktadır. 1945 yılından beri, okyanus ötesi taşıma maliyetleri % 50, hava taşımacılığı maliyetleri % 80 ve transatlantik telefon görüşmesi maliyetleri de % 99 oranında gerilemiştir.

1980’li yılların başlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde devletin küçülmesi piyasa ekonomisinin faaliyet alanından çekilmesiyle küreselleşme sürecinin ilk adımları atılmıştır. Bu süreçte Doğu Bloku’nun yıkılması ile liberal piyasa ekonomisine yönelik güven artmıştır. Böylece kısa sürede tüm maliyetine rağmen, eski devletçi ekonomiler, piyasa mekanizması süreci içinde serbest ticaretin ve yabancı sermayenin imkânlarından yararlanma çabası içine girmiştir. Bir diğer ifade ile duvarların yıkılmasının ardından, küreselleşmenin önündeki en büyük engellerden biri ortadan kalkmıştır.

Ekonomik küreselleşme kavramı, mal ve sermayenin uluslararası düzeyde serbest olarak dolaşımını, ekonomik birimlerin uluslararası piyasalarda faaliyette bulunmasını engelleyecek faktörlerin ortadan kaldırılmasını ifade etmektedir. Bu açıdan ele alındığında küreselleşmenin temel belirleyici faktörleri arasında ekonomik faktörlerin önemi diğerlerine kıyasla daha fazladır. Çünkü sürecin kendisi her ne kadar çok boyutlu olsa da temelde ekonomik bir çerçevede ele alınıp değerlendirilmektedir.

Küreselleşme Sürecinin Aktörleri

Bu açıdan ele alındığında küreselleşmenin temel belirleyici faktörleri arasında ekonomik faktörlerin önemi diğerlerine kıyasla daha fazladır. Çünkü sürecin kendisi her ne kadar çok boyutlu olsa da temelde ekonomik bir çerçevede ele alınıp değerlendirilmektedir. Temelde ulus devletlerin ekonomi politikalarının ana hedefi, yurt içi katma değeri ençoklayacak bir ulusal üretim hacmine ulaşmaktır. Küreselleşme, tek tek devletlerin kendi kaderlerini belirleme gücünü zayıflatmaktadır. Önemli kararlar giderek küresel düzeyde alınmaktadır. Küreselleşme süreci ve uluslararası entegrasyon hareketleri, ulus-devletlerin sınırları içinde egemenliklerinin bir çok bakımdan sorgulanmasına yol açmaktadır. Gelişmiş ülkeler, teknolojik örgütlenme ve teknoloji üretimi, finansman sistemi gibi işlevleri ellerinde tutarken, üretim çevre ülkelerde gerçekleşmektedir. Küreselleşen bu yeni iş bölümü, esas olarak finansman süreci tarafından belirlenmektedir. Bu soruna ilişkin olarak ulusal devletlerin çaresiz kaldıkları ve giderek etkilerini yitirdikleri söylenebilir. Ağır dış borç yükleri, gelişmekte olan ülkeleri büyük ölçüde uluslararası finansman pazarına bağımlı kılmaktadır.

Karar mekanizmalarına Çok Uluslu Şirketler kadar etki etmeseler de birçok ülke üzerinde bağlayıcı kararlar alabilen kuruluşlar bulunmaktadır. Bu kuruluşlara Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Çalışma Örgütü, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü örnek gösterilebilir. Günümüzde bu kuruluşların önerdiği politikalardan Türkiye, Arjantin, Meksika, Endonezya, Polonya, Rusya, Bulgaristan ve daha birçok ülke yoğun olarak etkilenmektedir. Son dönemde, uluslararası kuruluşlar ve sanayileşmiş ülkeler; üstlendikleri sorumlulukları yeniden yorumlama ve küreselleşme sürecine birlikte yön verme eğilimi içerisine girmiştir. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD), Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun ticaretin gelişmesi konusunda faaliyet gösteren organıdır. Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), temel olarak küresel iş birliğinin önemine dikkat çekmektedir.

Çok Uluslu Şirketler (Ç.U.Ş.) son derece esnek bir yapıya sahiptir. Sermayelerini, istihdamlarını, üretim yapılarını, satışlarını hızla yeni koşullara göre ayarlayabilme yeteneğine sahiptir. Dünya ekonomisinin küresel piyasa güçlerinin denetimi altına girmesi, Çok Uluslu Şirketler aracılığı ile olmaktadır. Bu şirketler, hiçbir ulus-devlete ayrıcalık tanımamaktadır. En yüksek kâr veya avantaj kuralını uygulamaktadır. Çok Uluslu Şirketlerin, dünyanın dört bir tarafına dağılarak, kendi patentlerini taşıyan ürünleri diğer ülkelere ulaştırması, küresel ekonominin en somut göstergesidir. Serbest Ticaret Bölgeleri, Bölgesel Birlikler, GATT, WTO gibi örgütler ve yapılanmalar; ulus-ötesi faaliyet gösteren sermayenin dolaşımını kolaylaştıracak uluslararası ortamın hazırlanmasına yardımcı olmaktadır.

Küreselleşme süreci ile birlikte temel kararların kamusal alandan özel alana aktarılması sonucunda bugün, dünyanın en büyük 200 ekonomisinin yarıdan fazlasını ülkeler değil, şirketler oluşturmaktadır. 200 büyük şirketin küresel cirosu, bütün dünyadaki ekonomik faaliyetin dörtte birinden fazlasını oluşturmaktadır. Yine, General Motors’un cirosu Danimarka’nın, Ford’unki Güney Afrika’nın, Toyota’nın cirosu ise Norveç’in gayri safi milli hasılasından fazladır. En büyük 200 şirketin toplam satışı, yoksulluk çeken 1.2 milyar insanın yılık gelirinin 18 katı kadardır. Yine, en büyük 200 şirketin satışları, dünya ekonomik aktivitesinin % 27.5’ine eşittir. Görüldüğü üzere, ulus-ötesi şirketler, son derece güçlü yapılarıyla küresel ekonominin en büyük aktörleri durumundadır.

Çok Uluslu Şirketlere Bakış

Şirketler giderek artan bir hızla uluslararasılaşmaktadır. Şirketlerin temel amacı piyasa değerini ve kârını arttırmaktır. Şirketlerin karlılık oranları artış gösterdiğinde elde edilen fonlar yeniden yatırıma yönlendirilmektedir. Yeniden yatırımlar operasyonların büyümesini de beraberinde getirmektedir. Yeniden yatırım sürecinin kendini tekrar edebilmesi verimlilikteki artışa bağlıdır. Verimlilik ile birlikte kârlılık artışı sürmektedir. Bu süreçteki sürdürülebilirlik herhangi bir nedenle aksadığında şirketlerin organizasyonunu verimli olabileceği yeni coğrafyalara taşıması gerekmektedir. Sözü edilen süreç uluslararasılaşmanın temellerini güçlendirmektedir. Çok Uluslu Şirketler, ülkelerin sınırlarını aşan ve gereksinim duyduğu girdileri dünyanın değişik yerlerinden karşılayan, üretimini değişik ülkelerde gerçekleştiren ve ürünlerini birçok ülkeye pazarlayabilen işletmelerdir. Çok uluslu şirket kavramı çoğunlukla küresel işletme kavramıyla eşleştirilmektedir.

Şirketler tarafından denizaşırı ülkelerde üretim amacıyla; sıfırdan kurmak, satın almak dahil olmak üzere yapılan yabancı doğrudan yatırımlar küresel ölçekte 1945 yılından bugüne kadar, mal ticaretinin artmasına eşlik eder biçimde artış göstermektedir. Doğrudan yabancı yatırımlardaki artış özellikle iki dönem altında incelenebilir. Bu dönemler ilk olarak 1945-1960 ve ikinci olarak 1985’ten bugünedir. Doğrudan yabancı yatırımlar ihracatı geçerek entegrasyonun birinci mekanizmasını oluşturmuştur. Bu sayede ticaret doğrudan yabancı yatırım biçimine dönüşmüştür. İzlenen dönemde doğrudan yabancı yatırımların artışı çok uluslu şirketlerin küresel ekonomideki anahtar aktör olma pozisyonunu da güçlendirmektedir.

Şirketler arasındaki uluslararası ticaret bağlantıları uzun süredir bulunmasına rağmen çok uluslu şirketlerin küresel ekonomide önemli aktör olarak yerini alması 1960’lara kadar izlenebilmektedir. İkinci dünya savasından sonra Avrupa’da barış ve politik istikrarın eşlik ettiği uluslararası ticaretin büyüdüğü ve şirketlerin doğrudan yabancı yatırımlara ağırlık verdiği bir dönem başlamıştır. Doğrudan yabancı yatırımlar 1960’larda ihracatın büyüme oranından ortalama % 40 daha hızlı büyüme gerçekleşmiştir. 1970’lerde bu rakam kısa süreli olarak gerilemiştir. 1980’lerin başında ise yeniden hızlı bir büyüme yaşanmıştır.

Doğrudan Yabancı Yatırımların geçen yüzyılda değişen coğrafyası küresel ekonominin gelişimi ile uyumludur. 1914’ten 1970’lerin sonuna kadar küresel ekonominin baş aktörü olan İngiltere sermaye kaynağı ve yatırımcı kimliğini Amerika Birleşik Devletleri karşısında kaybetmiştir. Bu dönemde özellikle ikinci dünya savaşı sonrası Avrupa’nın yeniden imar edilmesi sürecinde Amerikan Doları küresel para birimi haline gelmiştir. 1960’lardan itibaren Japon şirketlerinin denizaşırı yatırımları dikkat çekmektedir. Bu dönemde Japon şirketlerine Fransa ve Almanya gibi ülkelerin firmaları da katılmıştır. Bu gelişmelere rağmen Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin Doğrudan Yabancı Yatırımlardaki payı hala önemli ölçüde yüksektir.

Yatırım faaliyetlerini birden fazla ülkede sürdüren ve üretimle ilgili kararları bir merkezden alan ve çeşitli yollarla bağlı işletmelerin kararlarını etkileyebilen çok uluslu işletmeler bir ana merkeze bağlı olarak farklı ülkelerde faaliyet gösteren işletmeler topluluğudur. Çok Uluslu Şirketlerin sahip oldukları büyüklükleri koruyabilmek için belirli unsurlara dikkat etmeleri gerekmektedir. Bunlar; maliyet düşürme, ölçek ekonomileri, birkaç yerde üretim, bilgi arayışı ve yerli müşteriyi muhafaza etmek şeklinde sıralanabilir.

Çok Uluslu Şirketlerin Stratejileri bu şirketlerin var olmasına temel teşkil etmektedir. Aynı zamanda var olan yapının sürdürülmesine katkıda bulunmaktadır. Bu kapsamda ele alınacak Çok Uluslu Şirket Stratejileri;

  • Kârlılık,

  • Büyüme,

  • Rekabetçilik,

  • Ahlaki Bakış,

  • Örgütlenme,

  • Yüksek Hareketlilik,

  • Tek Tipleştirme

başlıklarında toplanmıştır.

Finansal Piyasalar ve Küreselleşme

Finansal Piyasaların Küreselleşme süreci incelerken, 1870 ve 1914 yılları arasında ekonomiye yön veren üç önemli gelişme dikkat çekmektedir. Bunlardan birincisi dünya coğrafyasının fiziksel olarak birbirine bağlanmasını sağlayan iletişim ve ulaşım teknolojisindeki ilerlemelerdir. İkincisi sanayide ileri Avrupa toplumları ile diğer toplumlar arasındaki ticarette yaşanan artıştır. Üçüncüsü ise gelişmiş Avrupa ülkelerinin sanayileşmiş ülkelere yapmış oldukları doğrudan yatırımlardır.

Ekonomik yaşamda küreselleşmenin en ileri düzeyde gerçekleştiği alan sermaye piyasalarıdır. I. Dünya Savaşı Avrupalı devletlerin deniz aşırı yatırımları finanse etmesini gerektirmiştir. Bu dönemde Amerika Birleşik Devletleri ekonomik güç olarak ortaya çıkmıştır. 1929’a kadar finansal sisteme fon sağlayan Amerika Birleşik Devletleri daha sonra bunu durdurmuştur. Bundan dolayı II. Dünya Savaşı’na kadar piyasaların likiditesi bozulmuştur. 1947-1985 arası dönemde New York uluslararası finansal bir merkez özelliğini kazanmıştır. Bu dönemde Dünya Bankası ve IMF’nin finansal sistemdeki ağırlığı artmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan küresel finansal sistem, Bretton Woods anlaşması ile önemli bir istikrar ortamı oluşturmuştur. Bretton Woods sisteminin çöküşü ile bugüne kadar süregelen küresel finans sistemi ortaya çıkmıştır.

Ekonomik alanda yaşanan küreselleşme süreci, sermayenin serbest ve sınırsızca hareket etmesi, serbest ticaretin önündeki engellerin kaldırılması sınai üretimin dünya çapına yayılması gibi olgularla karakterize edilmektedir. Ticaretin küreselleşmesi diğerlerinden daha eski bir gelişmedir. Bu gelişme, 1947’de kurulan “GATT” çerçevesinde gümrük tarifeleri ve kotaların kaldırılarak uluslararası ticaretin evrensel boyutlarda serbestleştirilmesi çalışmaları ile başlatılmıştır.

Ekonomik küreselleşmenin bir diğer boyutu üretimin küreselleşmesidir. Burada şirketlerin sınır ötesi faaliyetleri söz konusudur. Bu faaliyetler kapsamında sabit sermaye yatırımı, sınır ötesi iştirak, fason imalat anlaşmaları ve başka yöntemlerle mal ve hizmet üretim faaliyetlerini kendi ülkeleri dışında gerçekleştirmeleri bulunmaktadır. Burada küresel düzeyde üretim zincirlerinin farklı aşamalarını kontrol edebilen, üretim faktörlerinin ve devlet politikaları ile sağlanan avantajların kullanımında coğrafi farklılıklar nedeniyle ortaya çıkan potansiyeli değerlendirebilen, kaynak ve faaliyetlerini küresel ölçekte yönlendirebilen çok uluslu şirketler gündemdedir. Üretim alanı olarak bütün dünyayı hedefleyen şirketler, faaliyetlerini cazip gördükleri ülkelere yönlendirmektedir. Bunu yaparken de ham madde maliyeti, ara malı maliyeti, işgücü maliyeti ve dışsal maliyetler göz önüne alınmaktadır. Çok Uluslu Şirketler, ücret açısından cazip olma niteliğini kaybeden ülkelerden derhal ayrılarak düşük maliyeti sağlayacak coğrafyalara yönelmektedir.

Küreselleşmenin en etkili olduğu alan finans piyasalarıdır. Finansal küreselleşme bir anlamda sermaye faktörü üzerindeki serbest piyasa mekanizmasına uluslararası ölçekte işlerlik kazandırma girişimi olarak değerlendirilmektedir. Bir başka ifadeyle, finansal küreselleşme “ulusal finans piyasalarını ayıran sınırların ortadan kalkması, finans piyasalarının çeşitli kontrol ve sınırlamalardan arındırılarak uluslararası rekabete açılması, kurların dalgalanmaya bırakılması, yatırım fonları ve yatırım ortaklıkları gibi yeni kurumsal yatırımların finans piyasalarındaki rollerinin artması” şeklinde tanımlanmaktadır.

Geçtiğimiz yüzyılda dünya ekonomisinde görülen en belirgin gelişmelerden biri finansın özellikle gelişmiş ülkeler bakımından uluslararası bir özellik kazanmasıdır. Gelişmekte olan ülkelerde de birçok adım atılmış olmasına rağmen finansal entegrasyonun gerçekleşmesi süreci devam etmektedir. İletişim teknolojisindeki gelişmeler sonucunda uluslararası yatırım son derece kolay hâle gelmiştir. Bu sayede yatırımcılar günün yirmi dört saati işlem yapabildikleri hisse senedi, bono ve tahvillerin olduğu piyasalara yönelmektedir. Eskiden sadece bulundukları coğrafyada faaliyet gösterebilen yatırımcılar, finansal küreselleşme ile birlikte dünyanın herhangi bir coğrafyasındaki piyasaya son derece rahat ulaşma imkânına kavuşmuştur.

Geçtiğimiz yüzyılda dünya ekonomisinde görülen en belirgin gelişmelerden biri finansın özellikle gelişmiş ülkeler bakımından uluslararası bir özellik kazanmasıdır. Gelişmekte olan ülkelerde de birçok adım atılmış olmasına rağmen finansal entegrasyonun gerçekleşmesi süreci devam etmektedir. İletişim teknolojisindeki gelişmeler sonucunda uluslararası yatırım son derece kolay hâle gelmiştir. Bu sayede yatırımcılar günün yirmi dört saati işlem yapabildikleri hisse senedi, bono ve tahvillerin olduğu piyasalara yönelmektedir. Eskiden sadece bulundukları coğrafyada faaliyet gösterebilen yatırımcılar, finansal küreselleşme ile birlikte dünyanın herhangi bir coğrafyasındaki piyasaya son derece rahat ulaşma imkânına kavuşmuştur.

Finansal Küreselleşme ile birlikte finansal piyasalarda oluşan yeni araçlar, yeni uygulamaların da gündeme gelmesine yol açmaktadır. Yeni finansal araçların bir örneği olan “Mevduat Sertifikası” uygulaması ile mevduat munzam karşılıklarının düşürülmesi, böylece bankaların kredi verme olanaklarının arttırılması bu konudaki örneklerden biridir. Bir diğer örnek ise “Repo” sisteminin geliştirilmesidir. Repo sözleşmesi, menkul kıymetlerin daha sonraki bir tarihte tekrar geri alınması kaydı ile satılmasını ifade etmektedir. Bankalar bu sistemi kullanarak portföylerinde bulunan devlet borçlanma senetlerini özellikle büyük mevduat sahiplerine satarak önemli miktarda fonu çekebilmektedir.

Küreselleşme ile birlikte dünyayı dolaşmaya başlayan para hacmi büyük ölçüde artmıştır. Böylece dünyanın bir coğrafyasından bir tuş ile diğer coğrafyasına aktarılabilen para miktarı hayallerin ötesinde miktarlara ulaşmıştır. Bu süreçte işlem gören finansal ürün sayısında ve çeşitliliğinde de dikkat çekici artışlar görülmüştür. Örneğin döviz piyasalarında bir günde işlem gören para miktarı 10-20 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmektedir. Bu rakam 1998 gelindiğinde 1.5 trilyon dolar seviyesine ulaşmıştır. Bu yönü ile reel ekonominin yanında sanal bir ekonominin de bulunduğu söylenebilir. Bir başka ifade ile coğrafyaya bağımlılığı en sınırlı olan ekonomi finansal piyasalarda gerçekleşmektedir. Finansal Küreselleşmenin ardında yer alarak sermayeye hiper hareketlilik sağlayan güç, iletişim teknolojisindeki gelişmedir. Finansal Piyasaların ürün ve yapı olarak iletişim teknolojisinin sağladığı olanaklardan yararlanabilmesi de finansal küreselleşmenin diğer alanlardan daha hızlı ilerlemesini sağlamaktadır. Ulus devletler günümüzde hızla yer değiştirebilen finansal akımlardan yararlanabilmek için cezbedici önlemler alarak ve cazibelerini korumaya çalışmaktadır.