ELEŞTİRİ TARİHİ - Ünite 1: Edebî Eleştirinin Tanımı, Kapsamı ve Türk Edebiyatında Eleştirinin Tarihî Kaynakları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Edebî Eleştirinin Tanımı, Kapsamı ve Türk Edebiyatında Eleştirinin Tarihî Kaynakları
Eleştirinin Tanımı, Kapsamı, Sınıflandırılması, Nitelikleri
Eleştiri hem bir işin adı, hem bu iş sonunda ortaya çıkan ürünün adıdır. Bundan dolayı bu terimin genel kullanımda iki farklı anlamı vardır:
- En geniş anlamında eleştiri, sanatın yahut edebiyatın incelenmesi, tartışılması, değerlendirilmesi ve yargılanması işidir.
- Edebi bir eser yahut bir sanat eseri üzerine verilen hükümdür.
Scaliger, eleştiriyi “zihinsel eserlerin üstün ve zayıf yönlerini ortaya koymak” olarak tanımlar. Jules Lemaître eleştiriyi “kitaplardan zevk almak, onlarla duyguları inceltmek ve zenginleştirmek sanatı” olarak tanımlar. Sainte Beuve, eleştirmeni “eleştirmen, okumayı bilen ve başkalarına öğreten adamdır” şeklinde tanımlar.
Edebiyat tarihleri, kültürel gelişmeleri, yazarları ve eserleri kronolojik bir sırayla ele alır ve onları değerlendirir. Edebiyat tarihi genel olarak geçmişte kalan eserlerle ilgilenir. Onları tarihi olaylar olarak ele alır, gün ışığına çıkarır ve sınıflandırır. Edebiyat kuramları, edebiyatın yöntemlerini, ilkelerini, kategorilerini ve ölçütlerini araştırır. Edebi eleştiri, daha çok somut sanat eserlerini inceler. Edebiyat tarihinden farklı olarak daha çok yeni eserlerle ilgilenir. Ancak bu üç alan öylesine birbiriyle ilişkilidir ki; onların birisi olmadan diğerinden söz etmek hemen hemen imkansızdır. Edebiyat tarihinin ve eleştirinin ortaya koyacağı somut edebi olgular olmaksızın bir edebiyat kuramı kurmak mümkün değildir. Böyle bir kuram, tarihi ve edebi gerçeklere dayanmayacak, bir takım hayali ölçütler, kategoriler ve boş şemalar üretecektir. Diğer taraftan edebiyat kuramları olmadan bir edebiyat tarihi yazmak, yahut edebi eleştiri yapmak da mümkün değildir. Edebiyat tarihi yazmak, yahut edebi eleştiri yapmak için de bazı ölçütlere, seçme ve değerlendirme ilkelerine ihtiyaç vardır. Edebiyat kuramları, edebi eleştiri ve edebiyat tarihi bilim dalları, birbiriyle sıkı şekilde ilişkilidir, aynı konuları ele alırlar ve karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler ve değiştirirler. Bununla birlikte konulara yaklaşım tarzları, amaçları ve yöntemleri birbirinden farklı olduğundan araştırma sahaları olarak birbirinden ayrı bilim dalı sayılırlar.
Eleştirileri, Thumerel’e göre; “Hüküm Eleştirileri” ve “Açıklayıcı Eleştiriler” diye iki ana sınıf altında toplamak mümkündür.
- Hüküm Eleştirisi: Eserin değeri problemiyle ilgilenir, onun hakkında iyi/kötü, güzel/çirkin, faydalı/zararlı tarzında bir hüküm verir. Diğer eserlere göre değerli olup olmadığı konusunda bir yargıya varır. Hüküm eleştirilerinin yarı nesnel, nesnel ve öznel olan tipleri vardır. Öznel eleştiriler, gazete eleştirileri, yazarların zevklerine yönelen eleştiriler, genellikle birer hüküm eleştirisidir.
- Açıklayıcı Eleştiri: Bu tarz eleştiri, eseri yargılamak amacını gütmez, onu açıklamak, anlamak ve yorumlamak ister. Eseri açıklayabilmek için tarihi ve psikolojik şartları araştırır, metin üzerinde çözümleme çalışmaları yapar. Açıklayıcı eleştirilerin de yarı nesnel, nesnel ve öznel olan tipleri vardır. Açıklayıcı eleştiri kendi içinde ayrıca üç sınıfa ayrılabilir: a) Yorumlayıcı eleştiri: Bu tip eleştiri, yazarın niyetini dikkate almaz, eserin anlamını kavramaya yönelir. b) Bilimsel eleştiri: Metni açıklamak için metnin dışındaki nesnel olguları araştırır, nesnellik kaygısı büyüktür. c) Biçimsel eleştiri: Edebi eserin yapısına, üslubuna ve türüne yönelmiş bir eleştiri anlayışıdır.
Edebiyat kuramcıları, Rene Wellek ve Austin Varren, birçok düşünür tarafından kabul görmüş olan bir geleneğe uyarak edebiyatı inceleme tarzlarını iki başlık altında toplar:
- Dış Yaklaşım: Dış yaklaşım olarak kabul edilen araştırmalar, edebiyat ve biyografi arasında, eser ve yazar arasında, edebiyat ve psikoloji, toplum ve felsefe arasında, edebiyat ve diğer sanatlar arasında ilişki kuran ve bunları sergileyen çalışmalardır. Bunlar genel olarak edebi eseri araştırmanın merkezi olarak almayan, dış şartlar üzerinde yoğunlaşan yaklaşımlardır.
- İç Yaklaşım: Edebi eserin üslubu, ahengi, ritmi ve vezni üzerine yapılan çalışmalar, mecaz, istiare gibi edebi sanatlar üzerinde yapılan çalışmalar, mit ve semboller üzerindeki çalışmalar, hikaye etme bilimi çalışmaları, edebi türler üzerine çalışmalar iç yaklaşım örnekleridir. Bunlar genel olarak edebi eseri araştırmanın merkezine koyan, edebi eserden yola çıkan araştırmalardır.
Jean Molino, edebiyat incelemelerinin, metin analizi türlerinin beş başlık altında toplanabileceği görüşündedir. Bunlar, başlıca eleştiri çeşitleri olarak düşünülebilir.
- Kurallar modeli: Belâgat, retorik ve poetik alanıdır. Takip edilecek yöntemlerin kuramsal ve pratik esaslarını belirler.
- Tefsir yahut yorum modeli: Edebi ve dini metinleri yorumlama geleneğidir. Metnin derin ve mecaz anlamlarını, ikinci anlamlarını araştırma amacı esastır.
- Tarihsel model: Edebi eserlerin, edebi türlerin kaynağını ve etkilerini araştırır. Açıklama amacını güder. Bu görüşe göre, eser anlamını, tarihi gelişim içindeki yerinden ve yaptığı sonuçlardan alır.
- Dilbilimsel ve yapısal model: Bu anlayışa göre eş zamanlı analiz, art zamanlı analizden bağımsız bir şekilde yapılabilir yani edebi eser, tarihi bağlamından bağımsız olarak incelenebilir.
- Dış yaklaşım modeli: Eseri, eserin dışındaki toplumbilimsel ve psikolojik olgularla açıklar.
Bazı eleştirmenlere göre eleştiri deneme, tarih, roman gibi yaratıcı bir sanattır. Bazı eleştirmenlere göre ise bir bilim dalıdır. Bundan dolayı, sanata yaklaşan eleştiri tipleri ve bilime yaklaşan eleştiri tipleri görülür.
Eleştiri tarihine bakıldığında çok değişik eleştiri anlayışları olduğu görülür. Bundan dolayı, eleştiri türlerini bilmek kadar onun genel niteliklerini kavramak da önemlidir.
- Eleştirinin yöneldiği nesnelerin ve bakış açılarının çokluğu: Eleştiri konuları oldukça çeşitlidir. Eleştirinin başlıca niteliklerinden birisi, bu değişkenlik ve çok yönlülüktür. Aynı nesneye farklı açılardan bakılabilmekte, bu da farklı sonuçlara ulaşılması sonucunu doğurmaktadır.
- Eleştirinin göreceliği: Yazarlar ve eserler üzerinde verilecek değer hükümleri de yapılacak tasviri açıklamalar da çok zaman görecedir. Eleştiri hükümleri, çok zaman karşılaştırma fikrine dayandığından ve farklı konuları ele aldığından göreli bir nitelik gösterir.
- Eleştiri kavramlarının karşıtlığı: Kavramlar, çok zaman tek olarak değil, çift olarak, birbirlerine göre tanımlandığından bu kavramların anlaşılması, ancak karşıt kavram çiftinin birlikte kavranmasıyla mümkündür. Eleştiri çok zaman ince farkları ele aldığından karşıt çiftlerin kavranması, eleştirel düşüncenin esaslarını kavramamıza ve ince farklılıkların anlaşılmasına yardımcı olur.
Metinler arasında 5 tür ilişki vardır:
- İç metinlilik: Bir metnin içinde başka bir metnin bulunmasıdır.
- Dış metinlilik: Bir metin hakkında yazılan tenkitler, açıklamalar, tahliller ve yorumların hepsi dış metindir.
- Ek metinlilik: Bir metnin önünde, sonunda yer alan başlıklar, alt başlıklar, önsöz, sonsözler, notlar, “der-kenar”lar, yayıncı açıklamaları birer ek metindir.
- Tip metinlilik: Belli bir edebi türe ait olan tematik ve biçimsel özelliklerle bir metin arasındaki ilişkidir. Eser ile ait olduğu tür, tip, sözceleme tipi arasında bulunan benzerliklerdir. Metin tipi, sözceleme tipi ve metnin türü üst metinlilik ilişkileri yaratır.
- Art metinlilik: Yeni bir metni eski bir metne bağlayan ilişkiler bağlamıdır, başka bir deyişle bir B art metnini, bir A ön metnine bağlayan ilişkiler toplamıdır. İki metin arasında bir kaynaklık ilişkisi bulunur. Mesela, tercüme eserler, parodiler, nazireler ve taklit eserler birer alt metindir.
Türk-İslam Belagat Geleneği ve Eleştiri
Eleştiri türünün ilk başarılı örnekleri Eski Yunanistan’da görülür. İslamiyet’in doğuşundan sonra, Arap, Acem ve Türk bilginleri İskenderiye kültür çevresinin etkisiyle eski Yunan ve Roma medeniyetlerinin kaynaklarına ulaştılar, 7. yüzyıldan sonra bilimde sanatta ve teknikte büyük başarılar elde ettiler. İslam dünyasında da eleştirel düşüncenin gelişmesi bilimin gelişmesinden sonra oldu. Kur’an’ın doğru okunması ve doğru anlaşılması amacıyla bilimsel filolojik çalışmalar yapıldı. Emeviler ve Abbasiler devrinde farklı kültür ve dillere sahip milletlerin Müslüman olması bu çalışmaları hızlandırdı. Türkler, İslâmiyet’in kabulünden sonra İslâm medeniyeti dairesine girdiler, Arap yazısı kullanmaya başladılar. Arap, Acem ve Türk bilginleri, Eski Yunan felsefecilerinin eserlerini tercüme ederek yüksek bir bilim düzeyine ulaştılar. Dilbilgisi, sözdizimi, mantık, matematik, geometri, astronomi, tabiat, ilâhiyat, fıkıh ve kelam bilimleri gelişti. Eski “Retorik” biliminden yararlanarak bir edebiyat kuramı ve eleştiri kuramı bilimi olan “Belagat” bilimini kurdular. Arap, Türk ve Acem bilginleri, değerli belagat kitapları yazdılar.
“Belâgat” ve “Retorik” arasında temel yaklaşım bakımından büyük benzerlikler bulunmasına rağmen; aralarında önemli bazı farklar da vardır. Aristo ve Platon etkileri, ikisinin de ortak yönlerini oluşturur. Ancak İslâm bilimleri, esas olarak Tanrı’nın tekliği fikrinden yola çıkılarak yeniden sistemleştirilmiş bilimlerdir. Dolayısıyla her bilim, İslâm kavrayışı içinde tekrar düzenlenmiştir. Aynen tercüme edilmiş bilimler değildir. Batı retoriği; Yunan felsefesi, mitolojisi, destanları, trajedisi ve şiirleri üzerine kurulmuşken İslam belagatı; Kur’an’ın, hadislerin ve Arap edebiyatının çerçevesinde, Kur’an merkez ve ölçü olarak alınarak kuruldu. İslâm belagatçıları, belâgatın en mükemmel örneği olarak Kur’an’ı görüyorlardı. Amaçları şüphesiz Kur’an’ın erişilemez belâgatına ulaşmak değildi. Ama metin inceleme tecrübelerini orada geliştirdiler. Anlamanın ve anlatmanın bütün problemlerini bu metin üzerinde yaşadılar ve sonra bu tecrübelerini edebiyata taşıdılar. Kur’an’ın “hitabi” karakteri ve hadislerin sözlü birer ürün olması, İslâm bilginlerini sözlü ifadeyi incelemeye yöneltti. Bunun sonucunda, o devirde adı konulmamış da olsa edimbilimin “pragmatik” esaslarını keşfettiler. Böylece İslâm belâgatı yeni kuramlar kazandı. Osmanlılar devrinde Türkçeye çevrilmiş ve Türkçe olarak yazılmış birçok belagat kitabı vardır. Bu kitaplar, Türk edebiyat kuramları ve eleştiri kuramlarının ilk ve temel kaynağıdır. Türk divan edebiyatı estetiğinin temelini, belagat kuramları teşkil eder. Türkler bu estetik anlayışı içinde 19. yüzyıla kadar yüksek sanat eserleri yaratmışlardır. Önemli kuramlara dayanmasına rağmen İslâm belagat geleneği, görünüşe bakılırsa, Rönesans’tan sonra geliştirilemedi. Hatta mevcut önemli kuramlar ve kurallar göz ardı edildi, çok ağır ve süslü ifadeler kullanılmaya başlandı ve edebiyat hayattan oldukça uzaklaştı. Türk-İslâm bilim adamları tarafından kurulan Belâgat bilimi, önemli eleştiri kuramlarına sahiptir. Konunun ilgi çekici olan yönü ise bin yıllık bir geleneği oluşturan bu kuramların birçoğunun çağımızda Batı dünyasında geliştirilen dil ve edebiyat kuramları ile benzerliğidir. Bu olgu, edebiyat incelemelerimizde Batı kaynaklı kuramlar kadar Doğu kaynaklı kuramlara da ilgi gösterilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır.
Dil aracılığıyla yazılı yahut sözlü bir bildirişimin gerçekleşebilmesinde R. Jakobson’a göre altı temel element rol alır.
- Verici: Konuşan yahut yazan kişidir. Mesajı, yani haberi veren kişidir.
- Alıcı: Mesajı dinleyen, yahut okuyandır.
- Nesne: Sözü edilen varlıktır.
- Mesaj: Verici tarafından ifade edilen önermedir, metindir. Vericinin, alıcıya gönderdiği haberdir, bilgidir.
- Kanal: Metni veya mesajı taşıyan maddi araçtır. Konuşmada ses, yazıda kağıttır.
- Kod: Verici ile alıcının her ikisi tarafından bilinen ortak dildir. Diller, birer kodlama, şifreleme sistemidir.
Bildirişimin bu temel altı elementi, altı fonksiyona sahiptir:
- Nesneyi gösterme fonksiyonu yahut haber fonksiyonu: Bu fonksiyon nesne üzerinde yoğunlaşır. Okuyucuya dış dünya yahut bir kavramla ilgili bir haber verilir. Nesnel bildirişimi mümkün kılan bu fonksiyondur.
- İfade fonksiyonu: Verici merkezlidir. Yazar üzerinde yoğunlaşır. Yazarın kendisine ait duygularını, heyecanlarını, hükümlerini ifade etmesinden doğar. İfade fonksiyonuyla metin, öznel bir karakter kazanır.
- Etkileme fonksiyonu: Alıcı ya da okuyucu merkezli bir fonksiyondur. Verici, alıcıyı çoğu zaman etkilemeye çalışır. İfadesinde karşı tarafı etkileyecek, yönlendirecek unsurlar bulunur.
- Algılama fonksiyonu: Kanal merkezlidir. Mesajın algılanmasını ve alıcı ile verici arasındaki temasın kurulmasını kolaylaştırmak için kullanılan bütün unsurları içine alır.
- Üst-dil fonksiyonu: Kod merkezlidir. Bir dil işaretinin yine o dil aracılığıyla açıklanmasıdır. Dilin yine dil vasıtasıyla açıklanması, dilin üst-dil fonksiyonudur.
- Estetik fonksiyon: Mesaj merkezlidir. Aynı mesaj, dilin çeşitli imkanları kullanılarak verilebilir; bunlar arasından birisi çoğu zaman estetik amaçlarla seçilir. Böylece hem mesaj verilmiş olur, hem de o mesajı verenin estetik tercihleri ifade edilmiş olur.
Bu fonksiyonlara bağlı olarak yeni bir metin tipolojisi ortaya çıkmıştır.
- Haber fonksiyonlu metinler: Yazarın nesnel gerçeklikleri ifade ettiği metinlerdir.
- İfade fonksiyonlu metinler: Yazar, duygularını ve şahsi fikirlerini ortaya koyma amacını taşır.
- Etkileme fonksiyonlu metinler: Yazar okuyucuyu etkilemek, meselenin içine sokmak, harekete geçirmek amacını güder.
- Poetik metinler: Çok anlamlılıkla yüklü metinlerdir.
Sözceleme (énonciation) kuramı, bildirişim kuramı gibi sözü bağlamı içinde, doğuş şartları içinde ele alır. Sözün söylenme sürecine sözceleme denir ve bir sürecin adıdır. Bu süreç içinde, belli bir özne, belli bir anda, belli bir yerde, belli bir dinleyici (alıcı) için belli bir sözce, bir cümle yahut metin üretir. Bu beş unsur, sözceleme kuramının temel unsurlarıdır.
Bildirişim kuramının temel kavramları belâgat biliminin de temel kavramlarıydı: Belâgatimizde verici (émetteur) için “mütekellim”, alıcı “récepteur” için “muhatab”, nesne için “haber” kavramları kullanılmaktaydı. Sözün yani kelâmın belâgatı bir sözün mevcut şartlara, bulunulan yere ve zamana uygun bir tarzda söylenmesiydi. Buna “muktezâ-yı hâle mutabakat” adını veriyorlardı. Belâgat bilimini çağdaş birçok bildirişim ve dil kuramıyla birleştiren şey, işte bu kuraldır. Vericiye, belâgat geleneğimizde “mütekellim” adı verilir. Bu gelenekte “sözlü ifade” esastır. Dilin ve ifade etmenin esası olarak söz alınmış ve söz, bildirişim ve sözceleme kuramlarında olduğu gibi doğuş şartları içinde, bağlamı içinde kavranmış ve anlatılmıştır.
Belâgat geleneğimizde sözler (lafz), kullanım yönünden yani vericinin, konuşanın, yazanın ona yüklediği anlamlar yönünden beşe ayrılarak inceleniyordu: Bunlar, hakikî anlam, mecaz, kinaye, galat ve mürteceldir. Bu ayrım, vericinin dili niyetine göre kullanma şekillerini gösterir. Günümüz eleştirisinin ve edimbilimin temel konularından birisi vericinin niyeti meselesidir. Belâgatçiler ve fıkıhçılar, edebî sanatların bağlam ile ilişkisi yani edimbilimsel yönü üzerinde durmuşlardır: Meselâ şuna dikkat etmişlerdir: Bir sözün mecaz yahut hakikat olması, kullanılan söze değil, kullanıcıya bağlıdır. Belâgatte verici ile ilgili özgün bir verici stratejisi kuramı geliştirilmiştir: Belâgatçılarımıza göre konuşanın amaçlarından birisi, dinleyene bir haberin ya “hükm”ünü yahut “lâzım”ını ifade etmektir.
Belâgat biliminde vericinin alıcıyı ikna etme yollarına “Beş Sanat” adı verilir. Bu sanat türleri aşağıda açıklanmıştır:
- Burhan: Kesin bilgi veren önermelerdir
- Cedel: Doğruluk değeri ikinci sınıf olan önermelerdir. Cedel’de amaç, itiraz etmek yerine hasmı susturmak iddiaları reddetmek için karşı bir delil ileri sürmektir.
- Hitabet: İnsanlara vaaz vermek ve nasihat vermek amacı ile yapılan konuşmalardır.
- Şiir: Şiir tarzını seçen bir konuşmacının amacı, söz kuvvetiyle alıcıyı isteklendirmek yahut nefret ettirmektir. Bu amaca ulaşmak için hatip hayâlî önermeler (muhayyelât) kullanır.
- Vehmiyyat, Safsata ve Mugalata: Vehmiyyât, kuruntu önermelerini delil olarak kullanmaktır. Konuşmacı kuruntu önermelerini bunlara inandığı için kullanıyorsa bu tip delillere boş söz “safsata” denir. Eğer konuşmacı kuruntu önermelerini sadece muhatabını yanıltmak için kullanıyorsa bu tip delillere “mugalâta” denir ve doğruluk yönünden en zayıf önermelerdir.
Bu sıralama, en kuvvetli delil önermesinden en zayıf delil önermesine doğru bir sınıflandırmadır. Yani sözlerin doğruluk yönünden sınıflandırılmasıdır. Diğer taraftan bu sınıflandırma, aynı zamanda metinlerin verici ve alıcıya göre bir değerlendirilmesidir. Bir “değer” kuramıdır, yani belâgat doğru sözü en kıymetli söz olarak görmektedir. Bu sınıflandırma, aynı zamanda belâgatçılarımızın kullandığı temel metin tipolojisidir ve günümüz için de oldukça orijinaldir.
Edimbilim, bildirişim kuramı gibidir, dili hayattan koparılmış bir parça olarak değil, hayatla birlikte, doğuş şartları içinde inceler. Edimbilim, cümlenin ve metnin yorumuyla uğraşır, ama bu işi anlam bilimi ve söz dizimi ile uğraşmadan yapar; dilin bağlamıyla ve bildirişim haliyle meşgul olur. Dilin verdiği bilginin arka planıyla ve dilbilim dışı cephesiyle (extra-linguistique) uğraşır. Türkİslâm bilim geleneği içindeki Belâgat, özellikle “ilm-i meâni” gelişmiş bir edimbilim kuramıdır ve yüzyıllardan beri kullanılmıştır.
Son yüzyılda Batıda yapılan anlam bilimi çalışmaları, en küçük anlamlı birimin kelime olmadığını, kelimeden küçük anlam birimleri bulunduğunu göstermiştir. Bu “en küçük anlamlı birimler”e anlambirimcik yahut “sem” adı verilmiştir. Kelimeleri birbirinden ayıran özel semler ve kelimeleri birbirine bağlayan genel semler vardır. Eski belagatçılarımız, kelimeleri birbirine bağlayan seme “cihet-i camia” diyorlardı. Birbiriyle ilişkili kelimelerin ortak yönlerinin oluşturduğu kümeye “ittisal” kümesi diyorlardı. Cümlelerin birbirine bağlanmasına “vasl”, bağlanmadan art arda getirilmelerine “fasl” denirdi. Birbirine bağlanan cümleler arasında da “cihet-i camia” bulunması gerekirdi.
Batı Edebiyatı Etkisinde Çağdaş Türk Eleştirisi
Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Yeni Türk edebiyatını besleyen üç temel kaynağı göstermektedir:
- Klasik Edebiyat
- Batı Edebiyatı
- Halk Edebiyatı
Bu üç eğilim, sırasıyla, üç farklı kurama dayanıyordu: a) Belagat, b) Retorik ve c) Halk edebiyatı örnekleri.
Tanzimat’tan sonra yazılan bazı belâgat kitapları, tamamen eski yolu takip ettiler, bazıları ise Batı retoriğinden ve belâgat geleneğinden yararlanarak yeni bir terkip yaratmaya yöneldiler. İki ayrı kaynaktan beslenmek edebiyat ve eleştiri kuramlarının zenginleşmesine yol açtı. Servet-i Fünûn dönemi, Millî edebiyat ve Cumhuriyet döneminde eleştiri, daha çok Batıyı örnek alarak gelişti ve büyük bir çeşitlilik gösteren çağdaş eleştiri kuramları ülkemizde geniş ölçüde tanındı. Batıyı örnek alan Tanzimat aydınları ve onları takip edenler, az yahut çok halk edebiyatımıza, kültürümüze, folklorumuza da ilgi göstermişler ve bunlardan da yararlanmışlardır. Bunun sonucunda yeni edebiyatımızın kaynaklarından birisi de halk edebiyatı olmuştur.
Eski belâgat geleneğimiz sistemli bir düşünceye dayanıyordu, ancak bu sistemli düşünce günümüzde yeterince çözümlenmiş değildir. Batı’nın retoriği de sistemli bir düşüncenin ürünüdür. Ancak onu da sistemli olarak alamadığımız için gereğince yararlı olamamaktadır. Yapılması gereken iş ise; bu iki sistemi doğru ve tam olarak kavramak ve bunlardan yeni bir senteze ulaşmaktır.