ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ - Ünite 2: Endüstri İlişkilerinin Teorik Çerçevesi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Endüstri İlişkilerinin Teorik Çerçevesi
Endüstri İlişkileri Teorisi
Teori (kuram) bilgi edinme sürecinin herhangi bir aşamasında ortaya atılan geçerlik ve güvenirliği bilimsel yöntemlerle saptanmış iç tutarlılığı olan bir genel bilgi ve açıklama düzenidir. Endüstri ilişkileri ekonomik, sosyal ve politik çevrenin etkisi altında bulunan, çok disiplinli ve içinde bulunulan zamana ve mekâna bağlı olarak farklı gelişmeler gösteren dinamik bir alandır. Bu nedenle araştırmacılar farklı kuramlar geliştirmişlerdir.
Sistem Teorisi
Endüstri ilişkilerinin bir sistem olduğu görüşü ilk kez John Dunlop tarafından ortaya atılmıştır. Kısaca sistem teorisi olarak adlandırılan Endüstri İlişkileri Sistemi Teorisi o tarihten günümüze en çok kabul gören, en çok tartışılan ve eleştirilen kuram olmuştur.
Dunlop, endüstri ilişkilerini toplumun ekonomik sisteminin bir parçası olarak görmekte fakat aynı zamanda farklı ve kendine özgü bir sistem olduğunu ileri sürmektedir. Toplum, birbiriyle ve sistemin bütünüyle karşılıklı ilişkilerde bulunan endüstri ilişkileri, ekonomi ve politik alt sistemlerine ayrılmaktadır. Endüstri ilişkileri sisteminin aktörler, çevre ve ideolojiden oluşan üç bağımsız değişkeni vardır. Bağımsız değişken, başka bir değişkene bağlı olarak farklı değerler almayan ve diğer değişkenleri etkileyen değişkendir. Sistemin aktörleri sahip oldukları ideolojiye ve içinde bulundukları çevreye bağlı olarak sistemin işleyişini düzenleyen kurallar yapmaktadır.
Dunlop’a göre bir endüstri ilişkileri sistemi gelişme süreci içindeki herhangi bir zamanda belli aktörler, belli çevreler, sistemi birbirine bağlayan bir ideoloji ve aktörlerin iş yerindeki ve iş toplumundaki davranışlarını yönlendiren kurallar bütününden oluşur.
Endüstri ilişkileri sisteminin temel amacı olan kuralların oluşumu üç aktör tarafından gerçekleşmektedir. Bunlar yöneticiler ve yöneticilerin temsilcilerinden oluşan bir hiyerarşi, işçiler ve işçi temsilcilerinden oluşan bir hiyerarşi ve işçi-işveren ilişkilerinde uzmanlaşmış kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar olarak sıralanmıştır. Dunlop, endüstri ilişkileri sistemi aktörlerinin etkileşim içinde bulunduğu üç çevresel faktör olduğunu ileri sürmektedir. Bu çevreler endüstri ilişkileri sistemi aktörleri tarafından oluşturulan kuralların şekillenmesinde kesin olarak rol oynamaktadır. Dunlop aktörleri etkileyen ve sınırlayan çevreleri işyerinin ve iş toplumunun teknolojik özellikleri, ürün piyasası ya da bütçe kısıtları ve gücün toplumdaki dağılımı olarak belirlemiştir.
Teknoloji, işyeri büyüklüklerini, işletme yönetim şeklini, yoğunlaşmayı, işçi sayısını, işçi örgütünü, işçilerin işyerinde birbirinden uzak ya da yakın çalışmalarını ve yapılan işin içeriğini belirleyerek endüstri ilişkileri sistemi üzerinde etkili olmaktadır. Yalnızca işyerini değil, işçilerin mesleki özelliklerini de etkilemektedir.
Ürün piyasası ya da pazar ve bütçe kısıtları ikinci temel çevresel özelliktir. Bu çevresel etki bazen ürün piyasasındaki sınırlamalar ya da bütçedeki kısıtlar ya da her ikisinin birlikte varolmasıyla oluşmaktadır. Ürün piyasası rekabetin seviyesine ve karakterine göre tam rekabetçi ya da oligopol olabilir. Endüstri ilişkileri sistemine bağlı olarak yerel, ulusal veya uluslararası olabilir ya da mevsime göre değişebilir.
Gücün toplumdaki dağılımı üçüncü çevresel özelliktir. Toplumun genelinde aktörler arasında gücün dağılımı endüstri ilişkilerine yansımakta; aktörlerin prestij, pozisyonu ve otoritesi endüstri ilişkileri sistemini şekillendirmekte ve sınıflandırmaktadır.
İdeoloji, siyasi veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dini, moral ve estetik düşünceler bütünüdür. Dunlop’ a göre endüstri ilişkileri sistemindeki ideoloji “sistem içinde her aktörün rolü ve yeriyle her bir aktörün sistemdeki diğer aktörlerin yeri ve işlevleri konusundaki yaklaşımlarını tanımlayan bir düşünceler bütünüdür.”. Sistemin ideolojisinin daha geniş olan toplumsal ideolojiden farklı olmakla beraber, ondan etkilendiğini ve toplumdaki hâkim ideolojiden ayrı tutulamayacağını belirtmektedir.
Aktörler sahip oldukları ideolojiye bağlı olarak bir kurallar ağı meydana getirir. Kurallar, endüstri ilişkileri sisteminin bağımlı değişkenidir. Bağımlı değişken, başka bir değişkene göre farklı değerler alabilen ve diğer değişkenlerden etkilenen değişkendir. Dunlop’a göre kural oluşturmak ve uygulamak endüstri ilişkilerinin temel amacıdır. Bu kurallar ağı, kuralların belirlenmesi için prosedürlerin oluşturulması, kuralların kendileri ve kuralların hangi durumlarda uygulanacağına karar vermek için prosedürlerin oluşturulması şeklinde üç temel unsurdan oluşur.
Kuralların belirlenmesi ve uygulanması endüstri ilişkilerinin temel çıktısıdır. Kurallar çok çeşitlidir, yazılı, sözlü, gelenek ve uygulama şeklinde olabilir. Sadece ücret ve çalışma koşullarını değil disiplin, çalışma yöntemleri, işçi ve işveren hakları ve görevleri gibi konuları kapsar. Kurallar o anki aktörün gücünü yansıtır ve zamanla değişime uğrar. Dinamik bir toplumda kuralların ve kural uygulamasının sık sık gözden geçirilmesi ve değiştirilmesi gerekir.
Klasik Teori
Endüstri ilişkilerinin kuramsal temelleri İngiliz bilim adamları Sidney ve Beatrice Webb tarafından atılmıştır. Webb’ler, yaptıkları ilk çalışmada işçi sendikalarının işlevleri üzerinde durmuşlar ve işçi sendikalarının temel amacının ücretlilerin çalışma koşullarını geliştirmek ve korumak olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Klasik teoriye göre, sendikalar amaçlarını iki yöntemle gerçekleştirebilirler: Toplu pazarlık ve yasal düzenlemeler. Webb’ler endüstriyel demokrasi kavramını açıklamışlardır. Endüstriyel demokrasi, insanın kişiliğine saygı gösterilen ve tüm bireylerin fırsat açısından eşit olduğu, ancak sarf ettikleri çaba, teşebbüs gücü ve sahip oldukları zihinsel ve bedensel niteliklerle ödüllendirildikleri bir toplum düzenidir. İşçilerin ve işverenlerin sendikalaşma hakkı, toplu pazarlık hakkı ve grev ve lokavta başvurma hakkı kuramın üç temel kavramıdır. Webb’ler endüstri ilişkilerinin gelişimine üç şekilde katkı sağlamıştır. Birincisi, çalışma koşullarına yönelik standartlar geliştirilmesi gerektiği görüşü işgücüne yönelik politikaların belirlenmesini sağlamıştır. İkincisi, sendikacılık ve işçilerin ve işverenlerin toplu pazarlık gücüne ilişkin kuram geliştiren ilk teorisyenlerdir. Üçüncüsü, çalışmalarını deneysel araştırmalara dayandırmışlardır.
Marksist Teori
Marksizm kapitalist toplum içinde endüstri ilişkilerinin analizine yönelik uygulamaları da içeren toplumun ve sosyal değişimin genel bir kuramıdır. Sanayi ve toplumdaki gücün kaynağı olarak mülkiyet ilişkisini ön plana çıkarır. Marksist kurama göre, toplumsal değişimin kaynağı olan sınıf çatışmasının ve eşitsizliğinin temelini sermaye sahibi ve emek sahibi olanlar arasındaki farklılık oluşturmaktadır. Marksistler, sınıf çatışmasını toplumsal değişimin bir kaynağı olarak kabul etmektedir.
Marksistlere göre, endüstri ilişkilerinin kendisi bir amaç değil, emek ve sermeye arasındaki sınıf savaşını sona erdirmek için bir araçtır. Onlara göre, sayısal olarak çoğunlukta olan işçiler bölünmüş durumdadır. Sermaye karşısında kendi aralarında rekabet eder ve eşit koşullarda sözleşme yapmazlar. Bireysel olarak işçilerin zayıflığı, kendi sınıf çıkarlarını korumak için sendikalaşmalarına ya da örgütlenmelerine neden olmaktadır. Marksistlere göre, sendikacılığın ve grevlerin önemi verdiği sınıf bilinci ve dayanışma dersinde yatmaktadır. Sendika yalnızca, iktisadi bir örgüt değil, politik işlevi olan ve kapitalizmin ortadan kaldırılmasını sağlayacak bir sınıf örgütüdür. Marks’a göre işçi sınıfının politik hareketi iktidarı ele geçirmek içindir ve işçi sınıfının sermayeye karşı giriştiği her ekonomik mücadele sonuçta bir siyasal mücadeledir.
Marksist analizin gücün eşit ve adil olmayan dağılımını vurgulaması ve ideolojik kaynakların bir güç unsuru olarak kullanılmasına önem vermesi, endüstri ilişkileri analizlerine farklı bir bakış açısı kazandırmaktadır. Endüstri ilişkilerine Marksist açılımları sağlayan Hyman olmuştur. Güç mücadelesinin endüstri ilişkilerinin temeli olduğunu belirten Hyman, gücü bir bireyin veya grubun kendi fiziki ve sosyal çevresini kontrolü olarak tanımlamaktadır. Gücün eşit ve adil olmayan dağılımını vurgulaması ve ideolojik kaynakların bir güç olarak kullanılmasına önem vermesi endüstri ilişkileri analizine farklı bir açı kazandırmıştır. Marksistlere göre, iş piyasası güç ve kontrol ilişkilerini içerir.
Marksist bakış açısına göre, endüstri ilişkileri yalnızca çalışma koşullarının örgütsel düzeyde belirlenmesi gibi basit değil; sosyal, politik ve ekonomik boyutları olan karmaşık bir süreçtir. Endüstri ilişkileri politik ve ekonomik sistemlerden ayrı olmayan ve onlarla bütünleşmiş bir alandır.
Çoğulcu Teori
Çoğulcu Teori’ye göre, toplumda farklı amaç ve çıkarları olan ve birbirleriyle rekabet eden değişik çıkar grupları vardır. Gücün toplumdaki çıkar grupları arasında dengeli ya da en azından birbirine yakın bir şekilde dağılmamış olmasından dolayı toplumda hiçbir çıkar grubu diğeri üzerinde baskın değildir. Devlet değişik çıkar grupları arasındaki çatışmanın kurallarını belirler. Çoğulcu toplumda temel hedef devletin müdahalesi olmadan toplumsal bütünleşmeyi sağlamak ve korumaktır.
Çoğulcu Teori’nin en önemli isimlerinden Flanders’a göre, endüstri ilişkileri “iş düzenlemesi kurumlarının” incelenmesidir. Endüstri ilişkilerinde en önemli iş düzenleme kurumu, kural yapma süreci olarak görülen toplu pazarlıktır. Flanders’a göre “toplu pazarlık ile çalışma koşullarının belirlenmesi ve çalışanlara istihdam güvencesinin sağlanması, bir toplu pazarlık örgütü olan sendikaları da önemli ve güçlü kuruluşlara dönüştürmektedir”. Çalışanlar emek piyasasının ve çalışma hayatının düzenlenmesi ve kendi haklarının ve statülerinin belirlenmesi için sendikalara katılarak yönetimin, devletin veya işverenlerin keyfi tutum ve davranışlarından kurtulacaklardır. Flanders, toplu pazarlığın iktisadi niteliğinden çok işçilerin onurlarını koruyup geliştirerek onların karar verme sürecine katılmasını sağlamasından dolayı sosyal değeri olduğunu savunmaktadır. Çoğulculara göre, toplu pazarlık olmasaydı sendikalar küçük, zayıf ve etkisiz örgütler olarak kalacaktı.
Çoğulcu Teori’ye göre, endüstri ilişkilerinin en temel özelliği, işyerinde işçi ve işveren ile yönetenler ile yönetilenler arasında meydana gelen potansiyel çatışmadır. İşçiler ve işverenler arasındaki bu çıkar çatışmasında toplu pazarlık taraflar arasında arabuluculuk işlevi görür. Toplu pazarlık bir süreç olarak düşünülürse çatışma ve düzensizlik sistemin girdisi, kurallar da çıktısı olmaktadır. Sendikalar, çatışmaya neden olmaktan çok toplu pazarlığın bir tarafı olarak çözümlenmesine katkı sağlar.
Endüstri ilişkilerinde çatışma sadece kaçınılmaz değildir; aynı zamanda toplu pazarlığın, uzlaşmanın ve arabuluculuğun sosyal mekanizmalarından biridir. Ancak, toplu pazarlık süreci grevde olduğu gibi devlet tarafından düzenlenmiş kurallara tabidir. Kuramsal yaklaşımlar, devlet müdahalesinin toplu pazarlıkta bir tarafın diğer taraf üzerinde haksız bir üstünlük sağlamasını önlediğini ileri sürmektedir.
Çoğulcu Teori’de endüstri ilişkileri tarafları amaçlarına ulaşmak için lobicilik gibi işletme dışı yöntemleri kullanmaya gerek duymamaktır. Bu nedenle devletin rolü çok azdır. Çoğulcu teori, kapitalist sistemin devamını sağlamaya yönelik olarak alternatifler üretmekle eleştirilmektedir.
Tekilci Teori
Tekilci yaklaşım, sendikaların zayıflamaya başladığı 1970’lı yılların sonunda ortaya çıkan, sendikaları ve toplu pazarlığı endüstri ilişkileri sisteminin dışına çıkarmaya çalışan ilk teoridir. Her iş örgütü ortak bir amaç için oluşturulmuş uyumlu ve tek bir bütündür. İşçi ve işveren etkin üretim, yüksek kar ve işletmedeki her çalışan iyi ücret sağlamak gibi ortak amaçlara sahip bir takımın üyesidir. Ancak, bu takımın çalışması ve görevlerini tam olarak yerine getirmesi için üst yönetimim liderliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Yönetim ideolojisi , yöntemin ve işçilerin çıkarlarının aynı olduğunu ve yönetimin örgütün tümünün çıkarları için çalıştığını ileri sürerek yöneticilerin otoritesini meşrulaştırmaktadır.
Tekilci yaklaşıma göre, çatışma endüstri ilişkilerinin yapısal özelliği olarak kabul edilmemekte, uyum ve işbirliği temel alınmaktadır. İşçilerin amaçları ve davranışları, yönetimin amaç ve politikalarıyla uyum gösterdiği ölçüde kabul edilmektedir. Çatışmanın yöneticilerin hatalarından çok, yönetilenlerin hatalarından kaynaklandığını ileri sürerler ve bu çatışma yönetimin tek taraflı müdahalesi ile çözülebilir. Diğer taraftan yönetim, İnsan İlişkileri Teorisi’nin etkisiyle işçilerin işyerine bağlılığını sağlamaya çalışmaktadır. İnsan İlişkileri Teorisi, çalışanların işinden memnun ve verimli olabilmesi için çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve ihtiyaçların karşılanması gerektiğini temel alan yönetim anlayışıdır.
Sendikalar ve toplu pazarlık, çıkarları birbirine zıt iki grup olduğu anlayışıyla, örgütlerde gereksiz bir çatışmaya ve uyuşmazlığa neden olduğu için anti-sosyal mekanizmalar olarak görülmektedir. Tekilci anlayışa göre, yöneticiler işletmeyle ilgili kararlarında işçilerin çıkarlarını da dikkate aldıkları için artık sendikalara ihtiyaç yoktur.
Örgütlerde tek bir otoritenin var olmasını savunduğu, işyeri sendika temsilcilerini ve sendikaları örgütün dışına çıkarmaya çalıştığı eleştirilmektedir. Çoğulcu ve Tekilci Teorilerin ortak yönü örgüt içinde karar verme ve otorite kullanımında sendikalara her ikisinin de söz hakkı vermemesidir.
1980’li yıllarda, Tekilci Teori’nin biraz daha yumuşatılmış bir hali olarak Neo tekilci yaklaşım ortaya çıkmıştır. Tekilci yaklaşımın çalışanları geliştirebilen bir kaynak olarak değerlendiren ve sendikalara sistemde işbirliğine dayalı bir rol öngören yeni görüntüsü İnsan Kaynakları Yönetimi olarak da adlandırılmaktadır.
Sosyolojik Teori
Sosyolojik yaklaşıma göre, endüstri ilişkileri aktörlerin davranışlarını açıklayabilmek için bu davranışlara yükledikleri kişisel anlam yorumlanmalıdır. Endüstri ilişkilerinde yer alan insanlar bu ilişkilerin belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Bireyler çeşitli faktörlerin etkisiyle kendi ve diğer bireylerin davranışlarına bir anlam yükler ama değer sistemleri farklı olduğu için davranışlara yüklenen anlam farklı olabilir. sosyolojik yaklaşım, bireysel aktörlerin davranışlarının bir anlamı olduğunu vurgulamakta ve endüstri ilişkilerinde de sadece açık ve gözlenebilir davranışların incelenmemesi gerektiğini ileri sürmektedir.
Sosyolojik teoriye göre, endüstri ilişkilerinin karşılaştırılması ve sosyal çatışmaların analizi için toplumun sosyal yapısı temel alınmalıdır. Endüstri ilişkileriyle ilgili incelemeler sosyokültürel unsurları yeterince dikkate almadığı sürece hiçbir değere sahip değildir. Sosyolojik yaklaşıma göre, endüstri ilişkilerinde yapı ve kurumlardan çok aktörlerin davranışları önemlidir.
Sosyolojik yaklaşım aktörlerin içinde bulunduğu endüstri ilişkileri sisteminin çevresel özelliklerinin aktörlerin davranışlarına olan etkisini göz ardı ettiği için eleştirilmektedir.
Neokorporatist Teori
Ekonomik, politik, sosyal ve endüstri ilişkileriyle ilgili pek çok bilgi ve değerlendirme gazete ve televizyonlar aracılığıyla yayılmaktadır. Bu durumda medyaya sahip olmak ya da medyayı etkileyebilmek endüstri ilişkileri aktörleri için önemli bir güç kaynağı oluşturmaktadır.
Korporatizmin üç modeli olduğu ileri sürülmektedir. Bunlar toplumsal korporatizm, devlet korporatizmi ve pazarlık korporatizmidir. Neokorporatizm ise sendikaların merkezleşme ve yoğunlaşma düzeylerine, toplu pazarlık düzenlerine, devletin müdahale derecesine, enflasyon, ekonomik büyüme ve işsizlik dereceleri gibi kriterlere dayanılarak güçlü, orta ve zayıf olarak derecelendirilmiştir.
Korporatizmin üç modeli olduğu ileri sürülmektedir. Bunlar toplumsal korporatizm, devlet korporatizmi ve pazarlık korporatizmidir. Neokorporatizm ise sendikaların merkezleşme ve yoğunlaşma düzeylerine, toplu pazarlık düzenlerine, devletin müdahale derecesine, enflasyon, ekonomik büyüme ve işsizlik dereceleri gibi kriterlere dayanılarak güçlü, orta ve zayıf olarak derecelendirilmiştir.
Devlet korporatizminde, devlet benzer yapıdaki örgütleri yaratır ve bunların faaliyetlerini düzenleyerek ve meşruluğunu sağlayarak kendisine bağımlı hâle getirir. Pazarlık korporatizminde devlet, toplumun farklı örgütleri ve çıkar grupları ile pazarlıklar ve anlaşmalar yapmaktadır.
Zayıf neokorporatizme örnek olarak İngiltere ve İtalya verilebilir. Bu ülkelerde emek ve sermaye, sosyoekonomik politikaların oluşturulması ve uygulanması aşamasında yer almaktadır ancak ulusal politika belirlenmesi sürecine bu katılım sınırlı sektörlerde ve alanlarda söz konusudur. Bu modelde toplu pazarlık daha çok işyeri düzeyinde yapılmaktadır. Orta derecede neokorporatizme Belçika, Almanya, İrlanda ve Danimarka örnek olarak verilmektedir. Ulusal politikanın belirlenme süreci olarak zayıf korporatizme benzer özelliklere sahiptir. Genellikle toplu pazarlıklar ulusal ve endüstri düzeyinde yapılmaktadır. Güçlü neokorporatizme örnek olarak Avusturya, Finlandiya, İsveç ve Norveç verilmektedir. Bu ülkelerde işçi ve işveren örgütleri,ekonomik ve sosyal konsey gibi kurumlarla, ekonomik ve sosyal politikaların belirlenmesi ve uygulanması aşamasına etkili bir şekilde katılırlar. Toplu pazarlıklar daha çok ulusal düzeyde yapılır.
Neo-korporatizmin gerileyip gerilemediğini ölçmek için iki temel kriter belirlenmiştir. Birincisi sendikalaşma oranındaki değişiklikler, ikincisi ise ücretlerin belirlenmesinde hükümet, işveren ve sendikalar arasındaki ilişkiler. Sendikalaşma oranının azalması, toplu pazarlığın kapsamının daralması ve devletin sisteme müdahalesinin artmasıyla birlikte neo-korporatist modelin zayıfladığı ileri sürülür.
Feminist Teori
Endüstri ilişkileri aktörleri olan sendikalar, yönetim ve devlete yönelik yapılan kuramsal çalışmalar, cinsiyet temelinden bağımsız olarak ele alındığı ve endüstri ilişkilerinin maskülen yönünü ön plana çıkardığı için eleştirilmektedir. Bu gelişmelere bağlı olarak Feminist Teori, kadınların çalışma yaşamına katılımını ve çalışma yaşamında konumunu sorgularken cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki ayrıma dikkat çekmektedir. Cinsiyet, kadın ve erkek arasında biyolojik olarak belirlenen farklılıklardır. Toplumsal cinsiyet ise kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel rol beklentileri olarak tanımlanmaktadır. Cinsiyete dayalı iş bölümü, kadın ve erkek arasındaki iş bölümünün hem cinsel hem de toplumsal ve kültürel yapısını ifade eder.
Feminist teori kadın ve erkek arasında eşitliği sağlamayı, toplumsal cinsiyeti temel alan kamusal politikalara son vermeyi ve kadınların ekonomik, sosyal ve politik yaşamın tüm alanlarında karşısına çıkan bariyerleri ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Feminist yaklaşımda cinsiyete dayalı iş bölümü salt teknik bir iş bölümü olarak görülmemekte, kadınların cinsiyetlerinden dolayı çalışma yaşamından dışlanması ve bunun sonucunda işyerlerindeki güç, tatmin düzeyi ve gelirin erkekler arasında paylaşılmasını sağlamak olarak kabul edilmektedir.
Evlilik, kadınların işgücüne katılımını ve kariyerini etkilemektedir. Özellikle evli ve küçük çocuklu kadınların işgücü katılım oranı düşüktür. Kadınlar çalışma kararı verirken ve iş tercihi yaparken ev içindeki görevlerini aksatmayacak işleri seçerler. Yönetici pozisyonunda çalışan kadınların, belirli bir aşamadan sonra yükselmelerini engelleyen faktörlerin toplamına cam tavan ya da cam tavan sendromu denir ve günümüzde hala başarılı birçok kadın bu tür engellerle karşılaşmaktadır. Diğer taraftan kadının işgücüne katılımı artmış olmasına rağmen, dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile ev ve bakım işleri aile üyeleri arasında eşit olarak paylaşılmamakta, erkekler eşlerine yardımcı olma konusunda geleneksel tutum ve davranışlarını değiştirmekte güçlük yaşamaktadırlar.
Cinsiyet rolü hangi meslek ya da pozisyonun kadın işi, hangilerinin erkek işi olduğunun belirlenmesini sağlamakta hatta çalışma hayatına başlayabilmenin temel koşulu olan eğitim ortamlarında da bunların yansımaları olabilmektedir. Toplumsallaşma süreci kadınları yönetmeye yönelik işlerden ziyade uzmanlık gerektiren işlere yönlendirmektedir.
Feminist kuramcılara göre daha önce yapılan çalışmalarda kadının erkeklere göre sendikalara katılımının düşük olması geleneksel nedenlere dayanılarak incelenmiş ve kadınların sendikalara ilgisiz olma davranışı cinsiyete bağlı olarak açıklanmıştır. Erkeklerin sendikal faaliyetleri ise “erkek olmak” ile ilişkilendirilmiş ve işçi olma statüsü ön plana çıkarılmıştır.
Feminist kuramcıların en önemli eleştirisi endüstri ilişkileri araştırmalarında “kadının” bir özne olarak yer alması, ancak erkeklerin sadece “sendikacı”, “işçi”, “yönetici” olarak adlandırılmasıdır. Bu durum ise cinsiyet temelli ayrımcılığı pekiştiren bir yaklaşım olarak kabul görür.
Postmodern toplumlarda endüstri ilişkileri çalışmaları açısından sınıf olgusu hâlâ çok önemli ancak sınırlı bir araştırma aracı olarak nitelendirilmektedir. Feminist Teori bu yaklaşımlarıyla endüstri ilişkileri açısından cinsiyete dayalı farklılıkları hem “kadın” hem de “erkek” olmak açısından ortaya koyarak önemli bir analiz alanı ortaya çıkarmış, endüstri ilişkileri çalışmalarını zenginleştirmiştir.