ENDÜSTRİ SOSYOLOJİSİ - Ünite 8: Türkiye’de Sanayileşme Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Türkiye’de Sanayileşme

Giriş

James Watt’ın 1763 yılında buharlı makineyi icat etmesi, Batı’nın sanayileşme sürecinde önemli bir aşama olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de sanayileşmeye yönelik ilk girişim, buhar makinesinin icadından 100 yıl kadar sonra, 1863’te Islahı Sanayi Komisyonu’nun kurulması olmuştur.

Sanayileşme Kavramı ve Göstergeleri

Sanayileşme Kavramı

Sanayileşme, üretim faktörlerinin kullanılarak hammaddelerin daha faydalı ürünlere dönüştürüldüğü ve ara veya nihai malların imal edildiği sınaî faaliyetleri içermektedir.

Sanayileşmenin dar anlamı; bu sektörün kapsadığı alt sektörler olan imalat, madencilik ile elektrik, su ve gaz üretiminin gelişmesini ve/veya genişlemesini kapsamaktadır. Dolayısıyla dar anlamda sanayileşme, sanayi sektöründeki toplam üretimin ve/veya milli gelirdeki payının artışını ifade etmektedir.

Ekonomi literatüründe sanayileşme kavramının sınai üretimin teknolojik ve verimlilik düzeylerini de içerecek biçimde “kalkınma” ile eş anlamda kullanıldığına sıklıkla rastlanmaktadır.

Ekonomik ve sosyal gelişmenin sanayileşme ile özdeşleştirilmesinde birkaç önemli hususa dikkat edilmesi gerekmektedir. Zira günümüzün gelişmiş ülkelerinde sanayi sektörünün payı ya oldukça düşük düzeydedir ya da azalma trendi sergilemektedir.

Günümüz toplumlarının en gelişmiş düzeyi bilgi toplumu, onların sahip oldukları ekonomik yapı da bilgi temelli ekonomiler olarak tanımlanmaktadır.

Sanayileşme Göstergeleri

Bir ülkede bir yıl içerisinde üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyatlarıyla değeri, milli gelir ile ölçülmektedir. Yıllık büyüme oranları, ülkelerin genel ekonomik performansını gösteren oranlardır. Sanayi sektörünün büyümedeki payı artıyorsa sanayileşme gelişiyor demektir.

Sanayi üretimin toplam üretim içindeki payının artması, sanayileşmenin en önemli göstergelerinden biridir.

İstihdam içinde sanayi sektörünün payının artması, sanayileşmenin geliştiğini işaret eden göstergelerden biridir.

Sanayileşmenin geliştiğinin bir diğer göstergesi de ihracat içinde sanayi mallarının payının artmasıdır.

Sanayileşmenin geliştiğine dair göstergelerden bir diğeri de imalat sektörü içinde yatırım mallarının üretim oranının artmasıdır.

Osmanlı’da Sanayileşme Çabaları ve Faaliyetleri

Osmanlı Devleti’nin, Batı Avrupa ülkelerinin makineli bir üretime geçmediği dönemde sanayi yönünden gelişmiş ülkeler arasında yer aldığı kabul edilmektedir. Henüz Batı Avrupa ülkelerinin makineli üretime geçmedikleri dönemde Osmanlı Devleti, sanayi yönünden gelişmiş ülkeler arasında yer almaktaydı.

Gelişen milliyetçilik akımlarının da etkisiyle sanayileşme alanında dışa bağımlılığın ortadan kaldırılması ve yerli sanayinin geliştirilmesine yönelik olarak çeşitli girişimlerde bulunulmuştur. Milliyetçilik akımlarının gelişmesinin de etkisiyle yerli sanayinin geliştirilmesi için çeşitli girişimlerde bulunulmuş 1863 yılında Islahı Sanayi Komisyonu kurulmuş, 1913 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarılmıştır.

Osmanlı Devleti’nin son döneminde sanayileşmede geri kalmasının veya batı ülkeleri ile rekabet edememesinin en önemli nedeni, sanayileşmenin gerekliliği konusundaki kafa karışıklığıdır.

İstanbul, İzmir, Bursa ve İzmit gibi batı bölgelerindeki sanayinin mevcut durumunu saptamak amacıyla Ticaret ve Ziraat Vekâleti tarafından sanayi sayımları yapılmış ve 1913-1915 Sanayi Tahriri adı altında bu sayımın sonuçları ilan edilmiştir. Osmanlı sanayisinin temel karakteristikleri aşağıdaki gibidir:

  • Tarım sektörünün ekonomik yapı içindeki büyük payı nedeniyle Osmanlı sanayisi büyük ölçüde hammaddesi tarıma dayalı olan sektörlerde yoğunlaşmıştır.
  • Osmanlı sanayisinin önemli bir özelliği de bölgesel yoğunlaşma içerisinde olmasıdır. Osmanlı sanayisinin bir diğer önemli özelliği, bölgesel olarak İstanbul ve İzmir gibi kentlerde yoğunlaşmasıdır.
  • Osmanlı sanayisinde ara mal ve yatırım mallarının üretimi oldukça düşük kalmış, daha çok tüketim mallarının üretimi ön planda olmuştur.
  • Osmanlı sanayisinde yabancı sermaye yatırımı düşük düzeyde kalmıştır.

Osmanlı Devleti’nin sanayileşme konusundaki durumu ekonomik performansına da yansımıştır. 1880 yılında Osmanlı Devleti’nde kişi başına düşen milli gelir (satın alma gücü paritesine göre) 900 ABD doları iken 1913 yılında 1200 dolar civarına yükseldiği tahmin edilmektedir (Pamuk, 2007a:312-313).

Cumhuriyet’in İlk On Yılında Sanayileşme

Milli Mücadele sonunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti, uzun yıllar süren ve büyük bir tahribat yaratan savaşlar nedeniyle Osmanlı Devleti’nden çökmüş ve oldukça geride kalmış bir sanayi devralmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, büyük tahribatlar yaratmış olan savaşlar nedeniyle Osmanlı Devleti’nden oldukça geri kalmış bir sanayi devralmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve daha sonra yönetiminde söz sahibi olan kadrolar, iktisadi gelişme ile sanayileşmeyi özdeş kabul etmiş ve kapitalist bir sanayileşme tarzıyla gelişmeyi amaçlamışlardır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında sermaye, altyapı, nitelikli eleman ve tecrübe yetersizliği nedeniyle özel sektör bir sanayileşme hamlesi gerçekleştirememiş; sanayi sektöründeki gelişme, tarımın gerisinde kalmıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında hem genel alanda hem de sanayileşme alanında kurumsal yapının oluşturulmasına gayret gösterilmiştir.

1927 yılında Türkiye’de sanayinin gayri safi Yurt İçi hasıla içindeki payı %36’dır ve istihdamın ancak %8,9’u sanayi sektöründedir.

Cumhuriyet döneminde teşviklerle geliştirilmeye çalışılan ilk sanayi alt sektörü, şeker üretimidir; çünkü şekere yönelik talep yüksektir ve ham maddesi de yurt içinde üretilebilmektedir.

Sanayi sektörüne yönelik verilen teşviklere ve korumacı tedbirlere rağmen serbest girişimcilerden beklenen başarının elde edilememesi, bu politikanın zaman ve para kaybına neden olduğu yönünde bir kanaatin yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır.

Devletçiliğe Geçiş ve Sanayileşmede İlk Plancılık Deneyimleri

Cumhuriyet’in modern kapitalist bir ekonomi inşa etmek için gerekli gördüğü mekanizmanın iktisadi kökleri, 1923 yılında düzenlenen Türkiye İktisat Kongresi’nde oluşmuştur.

Devletçilik uygulamaları, 1930 yılından itibaren her alanda etkisini hissettirmeye başlamıştır.

Birinci Sanayi Planı’nın oluşturulması, devlet tarafından plan dışında sanayi yatırımlarının yapılması ve özel sektörün sanayi faaliyetlerini düzenleme girişimleri; devletçilik uygulamalarının sanayi üzerindeki etkileridir.

Devletin Birinci Sanayi Planı dışındaki en önemli yatırımları, Türkiye İş Bankası aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Banka, dokumacılık ve madenciliğin yanı sıra şeker üretiminde de öncü roller üstlenmiştir.

1938 yılına gelindiğinde 21’i dokuma, madencilik, kâğıt, seramik ve kimya sanayii içerisinde yer alan 23 fabrikadan yalnızca 4 tanesinin temeli atılamamıştır. 1936’da Ankara’da toplanan Sanayi Kongresi’yle başlayıp 1938 yılında yürürlüğe konan İkinci Sanayi Planı, birinci planın hâlen devam etmesi ve II. Dünya Savaşı koşulları nedeniyle fiilen uygulanması söz konusu olmamıştır. Önceki plana göre daha geniş kapsamlı, ihracatı hedef alan bu planda 100 civarında işletme yer almaktadır.

1946 İvedili Sanayi Planı ve 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma Planı, devletçiliğin sanayileşme alanındaki plancılık hareketinin II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında da sürdüğünü göstermektedir.

1946 İvedili Sanayi Planı, Kadro Hareketi’nin önemli temsilcileri tarafından hazırlanmış ve “Kadrocu Planlama” anlayışı geniş ölçüde uygulanmak istenmiştir.

1948 fiyatlarıyla hesaplanan 1933 yılı gayri safi milli hasılası (GSMH) 6 milyon TL iken 1947 yılında 8.1 milyon TL’ye yükselmiş, kişi başına düşen gelir ise 45 USD’den 170 USD’ye çıkmıştır.

Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’na girmemesiyle birlikte uyguladığı silahlı tarafsızlık politikası ve savaş koşulları, GSMH’da gerilemeye ve enflasyona neden olmuştur. 1940 yılında çıkarılan Milli Koruma Kanunu; hangi malın, kimin için ve nasıl üretileceğini piyasaya göre belirleyen kapitalist sistemin sınırlarını zorlamıştır.

Türkiye, II. Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu oluşumda tercihini;

  • NATO (Kuzey Atlantik Paktı),
  • IMF (Uluslararası Para Fonu),
  • IBRD (Dünya Bankası) ve
  • OECD (Ekonomik İşbirliği Teşkilatı) gibi global kurumlara üye olarak Batı’dan yana kullanmıştır.

1950-1960 Döneminde Sanayileşme

1950-1960 döneminde Demokrat Parti’nin uygulayacağı liberal iktisat politikalarının ilk göstergesi, Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin (KİT) özelleştirileceği vaatleri ile ortaya çıkmış; daha sonra ise Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu (1951) ve Petrol Kanunu (1954) ile mevzuata yansımıştır.

Bu dönemde özel sektörün elinde yeterli sermaye olmadığı için KİT’lerin özelleştirilmesi vaatten öteye gidememiş; hatta SEKA, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ve Türkiye Çimento Sanayi gibi yeni KİT’lerin kurulmasıyla kamu kesiminin ekonomideki ağırlığı artmaya başlamıştır.

Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB), bu dönemde sanayi sektöründeki özel girişimciliğe finans ve teknik destek sağlamak üzere kurulmuş ilk özel yatırım ve kalkınma bankasıdır. Dünya Bankasının desteği, hükümet, T.C. Merkez Bankası ve ticari bankaların iş birliğiyle kurulan bankanın amaçları şunlardır:

  • Türkiye’de öncelikle sanayi olmak üzere bütün ekonomik sektörlerdeki girişimlere ait yatırımları desteklemek,
  • Yabancı ve yerli sermayenin Türkiye’de kurulmuş veya kurulacak şirketlere iştirakine yardımcı olmak,
  • Türkiye’de sermaye piyasasının gelişmesine yardım etmektir.

Bu dönemde kamu yatırımlarının sektörel dağılımı daha dengeli yapılmış, sanayi sektörüne verilen önceliklere son verilmiştir. Kırsal kesimdeki refah artışı, göçleri beraberinde getirmiş ve sonuçta istihdam içinde tarım sektörünün payı azalmıştır.

Sanayi sektöründe özel kesimin önemli gelişmeler gerçekleştirmesine rağmen kamunun varlığı da sürmüştür. Sanayi sektöründe kamu sektörü ve özel sektör arasında karşılıklı olarak bir işbölümü ve bütünleşme oluşmuştur.

1950-1960 dönemi imalat sanayi iş yeri ve çalışan sayısı ile katma değer göstergeleri incelendiğinde aşağıdaki hususlar göze çarpmaktadır:

  • İmalat sanayinde faaliyet gösteren işyerlerinin %4’ü kamuya ait iken istihdamın %40’ını ve katma değerin %60’ını bu işletmeler sağlamaktadır.
  • Dönem başında 2515 olan özel imalat işyeri sayısı dönem sonunda 5284’e, kamuya ait işleri sayısı ise 103’ten 219’a çıkarak %100’den fazla artış göstermiştir.
  • Kamuya ait iş yerleri ölçek ve teknoloji açısından özel sektöre göre çok daha gelişmiştir.

1950’li yılların ilk yıllarında, iç ve dış konjonktürün etkisiyle GSMH’de olağanüstü bir performans sağlanmıştır. Ancak dönemin ikinci yarısından itibaren öncelikle dış ticarette ortaya çıkan istikrarsızlıklar, kısa bir sürede ekonominin bütününe yansımış ve 1958 yılında bir istikrar programı uygulanmasına neden olmuştur.

1958 yılında kurulan Koordinasyon Bakanlığı, uluslararası kredi çevrelerinin taleplerine uyum sağlamayı, ekonomik eşgüdümü sağlamayı ve 1950’lerin ikinci yarısında Türkiye ekonomisinde görülen istikrarsızlıkları ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Koordinasyon Bakanlığı 1960 sonrasında lağvedilene dek planlı kalkınmaya geçişin kurumsal ve psikolojik temellerinin atılmasına yardımcı olmuştur.

1968 fiyatlarıyla hesaplanan GSMH, 1948 yılında 37 milyon TL iken 1960 yılında 70.8 milyon TL olmuştur. Kişi başına düşen gelir ise 170 USD’den 350 USD’ye yükselmiştir.

Uluslararası sisteme eklemlenmek amacıyla yola çıkan Demokrat Parti, dönem başında ekonominin hızla gelişmesini sağlayacak dış kaynaktan atıl verimli topraklara, ucuz iş gücünden özgürlük ortamına uzanan bir çizgide olumlu bir ortama sahip olmuştur. Ancak dış dünya ile bütünleşme kısa vadeli dış borçlara dayalı tüketim malı ithalatını artırmaya dönüşünce olumlu ortam tamamen ortadan kalkarak bir kambiyo kriziyle ve IMF istikrar programının kabul edilmesiyle sona ermiştir.

Planlı Kalkınma ve Sanayileşme

1950’li yılların ikinci yarısında ortaya çıkan ekonomik darboğazların giderilmesi konusunda geniş kesimlerin üzerinde ittifakla kabul ettiği görüş, plancılıktır.

Kalkınma planlarını hazırlaması için 1960 yılında kurulan Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) 1961 Anayasası’nda yer almasıyla plancılık anlayışı resmî ve sağlam bir zemine oturmuştur.

Büyüme hedeflerine ulaşılamamasının nedenleri; hedeflenen yatırım miktarına ve yatırımların sektörel dağılım hedeflerine ulaşılamaması, iç tasarrufların yetersiz oluşu ve sermaye/hasıla kat sayılarının yanlış hesaplanmış olmasıdır.

Sanayi sektöründeki büyüme oranları, ortalama büyüme oranından daha yüksek olduğundan sanayi sektörünün GSMH içindeki payında artış meydana gelmiştir.

1950’li yıllarda zenginleşen büyük toprak sahipleri, yabancı şirketlerin temsilciliğini alan tüccarlar ve genişleyen eğitilmiş insan gücü tabanından gelen meslek sahipleri; 1960’larda yeni sanayi burjuvazisini oluşturmuşlardır.

Yatırım malları ile ara mallarındaki gelişme, plan hedeflerinin gerisinde kalırken dayanıklı tüketim malları, öngörülenin üstünde gelişmiştir. Yerli sanayinin dış rekabete karşı çeşitli araçlarla yüksek oranda korunması; rekabetçi olmayan, geri teknoloji kullanan, ölçek ekonomilerinden yararlanamayan ve eksik kapasite ile çalışan, rekabet ve maliyet endişesinden uzak yer seçimi yapan bir sanayi ortaya çıkarmıştır.

1980’li yıllara gelindiğinde dünyada ve Türkiye’de görülen petrol fiyatlarındaki olağanüstü artışla beraber ortaya çıkan enflasyon ve işsizlik olgusu (stagflasyon), ithal ikamesine dayalı Keynesyen yaklaşıma olan güveni sarsmış ve yerini köklerini liberal iktisat felsefesine dayalı akımların hakimiyetine bırakmıştır.

Sanayileşme Politikasında Dönüşüm

Batı ekonomileri, 1970’li yılların petrol krizi sonrası stagflasyon yaşarken Japonya ve çevresindeki Asya Kaplanlarının bir iki yılda durgunluğu atlatmaları, yeni bir ekonomi modelinin gelişmesine yol açmıştır: “İhracata Dönük Büyüme”.

24 Ocak 1980 kararlarının üç temel amacı yerine getirmek için tasarlandığı ifade edilebilir:

  • Birinci amaç, piyasa mekanizmasının işlerliğini sağlamak ve bunun önündeki engellerin kaldırılması suretiyle ekonominin yeni koşullara adaptasyonunu hızlandırmaktır.
  • İkinci amaç, enflasyonist eğilimleri kırmaya yönelik olarak toplam talebin kısılmasıdır.
  • Son amaç ise devalüasyon yoluyla dış ödemeler dengesi açıklarının kapatılmasıdır.

24 Ocak 1980 Kararları, ulusal ekonomideki birikim ve kaynakların dağılımında piyasaya daha fazla rol veren ve ihracatı artırmaya yönelik yoğun bir devlet desteği sağlayan bir dışa açılma stratejisi olarak uygulanmıştır.

1980 sonrası sanayi sektörünün yapısındaki gelişme, genel ekonomik gelişmeye paralel bir seyir izlemiştir. 1980 yılında kişi başına düşen milli gelir 1539 USD iken 2006 yılında 5477 USD’ye yükselmiştir.

İstihdamın sektörel dağılımı, ekonomik gelişme ve sanayileşme göstergeleri açısından önemli bir yere sahiptir.

2009 yılı sanayi istihdamının %17’sini kadınlar oluştururken %83’ü erkek çalışanları kapsamaktadır. Tarım sektöründe çalışanlar arasında kadın oranı%54 iken hizmetler sektöründe %23’ünü kadınlar oluşturmaktadır.

1980 yılına kadar tarım sektörünün ihracat içerisindeki payı oldukça yüksek olup, elde edilen dövizlerle sanayi sektörü için ithal girdiler temin edilmiş; böylelikle tarım sektörü, dış ticaret yoluyla sanayi sektörünü sübvanse etmiştir.

Sanayi sektöründe faaliyet gösteren iş yerlerinin ölçek büyüklüğü dikkate alınarak bu sektörün gelişmişliği hakkında genel bir değerlendirme yapılabilir.

Sanayi sektöründeki kapasite kullanım oranlarının yükselmesi, ekonomik performanstaki gelişmeyi; dolayısıyla verimlilik ve istihdamın artmasını ifade etmektedir.

Türkiye’nin Rekabet Gücü

Ülkelerin ve sektörlerin rekabet gücünü oluşturmada belirleyici konumda olan firmalar; düşük maliyet ve fiyatla, üstün nitelikli mal veya hizmet üreten ve global ölçekte yüksek bir rekabet gücüne sahip olan firmalardır.

Dünya Ekonomi Forumu’nun 2009-2010 Global Rekabet Raporu’na göre ilk on sırayı İsviçre, ABD, Singapur, İsveç, Danimarka, Finlandiya, Almanya, Japonya ve Kanada alırken Türkiye, 4.16 indeks değeri ile 133 ülke arasında 61. sırada yer almaktadır.

Türkiye, piyasa büyüklüğü açısından en yüksek değere sahipken etkinlik güdümlü ekonomilerden yenilik güdümlü ekonomiye geçiş aşamasında olan ülkelerin rekabet göstergelerine göre bunun dışındaki tüm göstergelerde daha düşük bir seviyeye sahiptir.

Türkiye’nin uluslararası düzeyde rekabet konumunu gösteren çalışmalardan biri de Dünya Rekabet Yıllığı’dır (World Competitiveness Yearbook). Her yıl yayımlanan raporda 57 ülkenin rekabete yönelik birçok kritere göre oluşturulan rekabet sıralamaları yayımlanmaktadır.

Türkiye; genel rekabet, ekonomik performans, alt yapı gibi çeşitli kriterler açısından birçok ülkenin gerisinde yer almaktadır.