ENDÜSTRİ SOSYOLOJİSİ - Ünite 6: Risk Toplumu Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 6: Risk Toplumu
Toplum Kavramı ve Toplum Modelleri
Modern toplumlarda bireyler, geleneksel toplumlara göre çok daha gelişmiş bir toplumsal yapıda yaşamaktadırlar. Ancak modernliğin olumlu yanları kadar olumsuz yanları da bulunmaktadır. İçinde yaşanan dünyanın giderek daha güvensiz ve tehlikeli duruma gelmesi, günümüz toplumlarını etkilemekte ve adeta bir risk toplumu haline dönüştürmektedir. Bu bağlamda yeni toplumu karakterize eden temel kavram, risktir.
Toplum bir arada yaşayan insanlardan oluşmaktadır. Toplum insan-doğa ve insan-insan etkileşimi doğrultusunda oluşan ve biçimlenen nesnel bir gerçektir. Toplum insanlar arasındaki ilişkiler ve bu ilişkilerin biçimlendirdiği yapıyla var olabilmektedir. Dolayısıyla toplum, birbirinden farklı kurumlar ve kültürler oluşturan insanlar arasındaki ilişkiler bütünüdür. Toplum insanın gelişmesinin ileri aşamasında ortaya çıkan bir biçim ya da ilişkiler sistemi olup, insan ve toplum, tarih içinde sürekli bir değişimden geçmektedir. Bu sebeple her zaman ve yerde geçerli olabilecek olan bir toplumdan söz etmek mümkün değildir. Bu gerçekten hareket ile çeşitli toplum modelleri sınıflandırılması yapılmıştır:
- Tönnies; toplum ve topluluk,
- Durkheim; mekanik dayanışma ve organik dayanışma,
- Maire; statü ve sözleşme,
- Spencer; savaşçı ve barışçıl toplum,
- Redfield ise folk toplumu ve kent toplumu olarak ikili sınıflandırmalar gerçekleştirmiştir.
Herbert Spencer, toplumu bir organizma hâlinde birbirleriyle ilişkili parçaların oluşturduğu bir sistem olarak kabul etmektedir.
Talcott Parsons ise toplumu, kendisini oluşturan ögeler ile bu ögeler arasındaki ilişkileri içeren bir bütün olarak değerlendirmektedir.
Öte yandan Karl Marx, toplumun temelde ekonomik ilişkilerin gelişmesine dayanan belirli yasalarca yönetilen doğal tarihsel bir süreç olduğu görüşündedir.
Yaklaşık 10.000 yıl öncesine kadar tüm toplumlar avcı ve toplayıcı özelliği taşımaktaydı. Avcı ve toplayıcı toplumlarda insanlar hayvanları avlayarak, balık tutarak, bitkileri toplayarak yaşamlarını sürdürürler. Basit bir teknoloji kullanırlar ve küçük göçebe toplumlardan meydana gelirler.
Zamanla toprağı ekip biçmeye başlayan göçebe topluluklar tarımsal üretime başlanması ile yerleşik düzene geçmiştir. Yaklaşık 5000 yıl önce tarım toplumları görülmeye başlanmıştır. Tarım insanların toprağı işlemelerini ve hayvanların gücünden yararlanmayı beraberinde getirmiştir.
Demir ustalığı, inşaat yapımı gibi yeni iş kolları ve teknolojiler gelişmiştir. Tarım, teknoloji, uzmanlaşma, yerleşik hayat, ticaret gibi çıktılara sahip olup insan evladının daha karmaşık toplumsal yapılara ve kurumlara sahip olmasının yolunu açmıştır.
Endüstri devrimi, fabrika üretim düzenin hâkim olduğu sosyal örgütlenme biçimi olarak tanımlanabilir. Doğa bilimlerinde meydana gelen gelişmeler sonucunda bilimin teknolojiye uygulanması beraberinde endüstri devrimine yol açacak gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Üretim gücü olarak insan ya da hayvan kuvveti yerine makinelerin kullanılması tarihte daha önce yaşanmamış bir verimlik artışına neden olmuştur. Endüstri toplumu; kentleşme, makineleşme, bürokrasi, ikincil toplumsal ilişkiler ve toplumsal değişme olguları ile tanımlanabilmektedir. Japonya ve gelişmiş Batı ülkeleri 1960’lardan sonra meydana gelen gelişmelerle;
- Endüstri sonrası toplum,
- Post-endüstriyel toplum,
- Enformasyon toplum,
- Bilgi toplumu,
- Modernlik sonrası toplum,
- Kapitalizm sonrası toplum,
- Hizmetler toplumu,
- Sanal toplum,
- Kişisel hizmet toplumu,
- Şebeke toplumu ve
- Üçüncü dalga toplumu gibi çok çeşitli kavramlar ortaya çıkmıştır.
Daniel Bell endüstri sonrası toplumu; dinamizmini bilgiden alan, temel sektörün hizmet sektörü olduğu, uzman bireylerden oluşan bir toplum modeli biçiminde tanımlamaktadır. Bilgi toplumunda; bilgi en önemli üretim faktörü hâlini almakta ve üretimde katma değer, bilgi ile yaratılmaktadır. Bu toplumda risk olgusu, çeşitli iş olanakları ve büyük sektörlerin oluşmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda sigortacılar, şirket yönetim danışmanları politik danışmanlar ve sosyologlar;
- Risk analizi ve
- Risk yönetimi gibi başlıklar altında öneri ve stratejiler geliştirmektedirler.
Modern endüstri toplumlarındaki değişimlerin bir yönünü bilgi toplumu oluştururken diğer yönünü risk toplumu oluşturmaktadır. Modern endüstri toplumlarının bir sonucu, karar ve eylemlerin etkilerinin öngörülemez oluşudur. Buna göre günümüzde; kutuplaşma ve bölünme, küresel piyasa, kronik değişim ve risk kavramları ile tanımlanan bir toplumda yaşanmaktadır.
Risk Toplumu Kavramı ve Yapısal Özellikleri
Risk toplumu kavramı 1990’larla birlikte oluşan toplumsal yapının açıklanmasında kullanılan bir kavramdır. İlk kez Alman sosyolog Ulrich Beck’in kullandığı risk toplumu kavramı tarihsel bir geçiş dönemi olarak görülen günümüz toplumlarının çözümlenmesinde ve toplumsal koşulları özetleyen bir tanım olarak kullanılmaktadır.
Ulrich Beck’e göre risk toplumunda “ve” felsefesi egemendir. “Ve”nin getirdiği yan yana olma, çokluk, belirsizlik çerçevesinde dünyanın düzensizliği kaotik yapılar ve işleyişler belirsizlik çaresizliği, sınırlar ve sınırsızlık sınırların ne olduğuna ilişkin yanılsama ve bunun doğurduğu korku; risk toplumunun temel konularını oluşturmaktadır. Endüstri toplumunun günümüze kadar izlediği yolda yaratılan tehditlerin bastırıldığı bir modernlik evresine işaret etmektedir. Modern toplumların yenilenme dinamiğinin yaratmış olduğu toplumsal, çevreyle ilgili ve bireysel risklerin giderek endüstri toplumlarının güvenlik ve denetim kurumlarının etkisi ile ortaya çıkmaktadır.
Risk kavramı, tehlike, zarar ve güvenlik gibi kavramlar ile ilişkili tartışmalı bir kavramdır. Riski tanımlayan çeşitli görüşlerin ortak özelliği riskin olumsuz sonuçlar ile ilişkisidir. Hangi yaklaşımı savunduğuna bakılmaksızın pek çok teorisyen, riskli kararların istenmeyen sonuçlar doğurabilecek olasılıklar içerdiğini kabul etmektedir. Risk olgusu, insanlık var olmaya başladığı dönemden beri vardır. Bir diğer anlatımla çağlardan beri insanlar, kendilerini tehdit eden risklerle karşılaşmışlardır. Ancak geleneksel kültürlerde risk kavramından söz etmek mümkün değildir. Bunun nedeni, bu tür toplumlarda böyle bir şeye ihtiyaç olmamasıdır. Dolayısıyla kavram, ancak geleceğe yönelmiş bir toplumda geniş bir kabul görmektedir. Bu anlamda risk, modern endüstri uygarlığının temel karakteristik özelliği olarak geçmişten kopmak için fiili uğraş veren bir toplumu varsaymaktadır. Nitekim modern endüstri toplumunda özgürleşen bireyler, bir bedel olarak daha fazla risk ve belirsizlikle karşı karşıya kalmaktadırlar.
Modern toplumda, doğadan ve gelenekten gelen dışsal tehlikeler belli ölçülerde kontrol altına alınmıştır. Ancak bireylerin bilgilerinin dünya üzerindeki etkisiyle kendi imal ettikleri riskler, çevresel sorunlar, silahlanma, nükleer tehlikeler ve değişken finans piyasaları bir anda büyük felaketlere yol açma olasılığını taşımaktadır. Risk toplumu olarak adlandırılan toplumsal yapıyı geçmiş dönemlerden ayıran en önemli fark, bu özellikle belirginleşmektedir. Bu riskler iklim değişikliğinde olduğu gibi yeni, nükleer atıklar örneğinde kalıcı, finansal krizlerinde ise karmaşık bir yapıya sahiptir.
Beck, risk toplumunun yapısının açıklanmasında bazı kavramları öne çıkarmakta ve bu kavramlar temelinde toplumsal yapının değişimini içerecek şekilde risk toplumunu tanımlamaktadır. Beck, toplumsal evrimi açıklarken “ya, ya da” toplumu ile “ve” toplumu ayrımına değinmekte ve risk toplumunun bu “ve” felsefesiyle bağını kurmaktadır. Beck, bu felsefi ayrımdan hareketle modernleşmenin değişen yapısının riskleri çeşitlendirici, yoğunlaştırıcı ve yaygınlaştırıcı özelliğinden söz etmektedir. Beck, modernleşmenin risk yaratıcı yapısından söz etmekte ve küreselleşme bağlamında artık risklerin yerelle sınırlandırılmaksızın ulus üstü bir özelliğe büründüğünü belirtmektedir. Beck, modernleşmenin yarattığı risklerin aynı zamanda sınıflar üstü olduğunu ve modernleşmenin sonuçları itibarıyla “refahı artan sınıfların riskten uzak olduğu” önermesinin kabul edilemezliğini ileri sürmektedir.
Risk Toplumunu Etkileyen ve Biçimlendiren Faktörler
Küreselleşme süreci ile birlikte küresel düzeyde bir bağlantılık oluşmaktadır. Küreselleşme dönemi, bilimselteknolojik gelişmelerin ışığı altında;
- Kimi yazarlara göre bilgi çağı (Manuel Castells),
- Kimilerine göre endüstri sonrası çağ (Daniel Bell, Bertrand Russell),
- Kimilerine göre de üçüncü dalga (Alvin Toffler) kavramıyla açıklanabilmektedir.
Küreselleşmeye ilişkin pek çok tanım bulunmaktadır. Bir tanıma göre küreselleşme; ülkeler arasında mal, hizmet, uluslararası sermaye akımları ve teknolojik gelişimin hızlı biçimde artmasını serbestleşmesini ve bunlar sonucu ortaya çıkan ekonomik gelişmeyi ifade etmektedir. Bireyler, toplumlar, işletmeler, devletlerarasında yaşanan bütünleşme bu unsurlarının bir birini etkilemesi sonucunu da doğurmaktadır. Küreselleşen dünyada her an herhangi bir yerde politik, ekonomik ya da toplumsal bir olay meydana gelebilmekte ve ülkeleri etkisi altına alarak krize sürükleyebilmektedir. Sanayileşmenin ürünü olarak görülebilen çeşitli riskler, küreselleşme sürecinde etkisini arttırmıştır. Nitekim küreselleşen dünyada her an herhangi bir yerde ekonomik, politik ya da toplumsal nitelikli bir olay gerçekleşebilmekte ve tüm toplumları etkileyebilmektedir.
Küreselleşme ile birlikte risk toplumunu üzerinde belirleyici etkisi olan bir diğer etmen devlet anlayışı ve devletin rolünde yaşanan değişimdir. Devlet anlayışındaki değişimlerin ışığında sosyal devletin zayıflaması toplum içinde bireylerin davranışlarında riskin daha yoğun bir şekilde etkili olmasında ve dolayısıyla risk toplumunun oluşumunda belirleyicidir. Küreselleşme sürecinde ulus devletlerin gücü azalırken sosyal devlet anlayışı da çözülmeye başlamıştır. Küreselleşme ulus devletlerin bağımsız karar verme yapısını zayıflatmıştır. Giderek ekonomi alanına uluslararası sermaye hâkim olurken ulus devletin ekonomik ve politik gücü aşınmıştır. Sermaye karşısında ulus devletin bir yenilgisini de sosyal devletin yerine piyasa güçlerinin alması oluşturur.
Risk toplumunun bir diğer belirleyicisini ise postmodernlik durumu oluşturur. Postmodernlik kimi düşünürler tarafından ekonomik süreçlerin yönlendirmesi ile tanımlanırken Kumar gibi düşünürlere göre ise postmodern çağ, sosyo-ekonomik sistemin bir yansıması değil bizzat kültürün kendisi toplumsal, ekonomik sistemin birincil belirleyicisi haline gelmiştir.
Post modernizm; yereli yerelleşmeyi önemseyen, imaj, parçalılık, farklılık, çeşitlilik, belirsizlik, simülasyon ve “ne olsa gider” ya da “her şey uyar” temelinde şekillenir.
Post-modernizm kavramı genelde;
- Dönemsel ve
- Epistemolojik olarak iki farklı biçimde ele alınmaktadır.
İlk anlamıyla post-modernizm, tarihsel olarak modernizmden sonraki dönemi ifade etmektedir. Bu dönem Bell, Jameson ve Harvey gibi çeşitli yazarlar tarafından post-endüstriyel, post-kapitalist, post-fordist gibi çok sayıda farklı kavramla anılmakta ve genel özellikleri olarak karmaşa, düzensizlik ve esneklikten söz edilmektedir. Fredric Jameson ise postmodernizmi kapitalizmin yapısında meydana gelen değişimler ile açıklamakta ve postmodernizmi geç kapitalizmin kültürel mantığı olarak değerlendirmektedir.
Bilgi teknolojilerinde meydana gelen değişimler ve postmodernizm bireyler ve toplumlar üzerinde yeni riskler yaratmaktadır. Bilgi teknolojilerinde yaşanan dönüşüm ile birlikte gelişen küreselleşme olgusu ekonomik üretimin bilgi temelli bir üretime doğru kaymasına yol açmıştır. Bu yapı içinde bilgi teknolojileri ya da elektronik devriminin çıktıları, kapitalist sistemde sermaye mallarının yapısını değiştirmektedir. Bilgisayar sistemleri üzerinden her türlü veriye ulaşmak insanlar için verimli bir yol olduğu gibi toplumsal denetim ve kontrol içinde de uygun araç olma özelliğini taşımaktadır. Bir yanda bilim ve teknolojiden beklenen ilerleme, öte yanda ise riskler yaşamın paradoksları arasında yer almaktadır. Bu noktadaki doğal yapay karşıtlığı tarım ürünlerindeki genetik gelişmeler bağlamında da ortaya çıkmaktadır. Gen teknolojileri, nükleer fizik, uzay araştırmaları alanlar; günlük yaşamdan bilimsel bilgiye yeni olanaklar sunmasının yanı sıra yüksek riskler taşımaktadırlar.
Ekolojik sorunlar , endüstriyel üretim biçiminin tarım alanına uygulanması ile ortaya çıkmaya başlanmıştır. Sanayileşme süreci ile insanların doğadan kopup kentlerde yaşamaya başlaması beraberinde yabancılaşma ve ekolojik yıkım gibi olumsuz sonuçlar getirmiştir. Refah toplumlarının gerçekleştirdiği aşırı üretim ve tüketim, doğanın kendini yenileme hızını geçmiştir. Bilim ve teknoloji ile doğaya egemen olan insan, ekonomik olarak büyük ilerle kaydetmesinin bedelini ekolojik riskler ile ödemektedir. Kısa zaman önce Japonya’da yaşanan nükleer sızıntının, doğa üzerinde oluşturacağı tahribat modern yaşamının içinde barındırdığı risk olgusunu ortaya koymaktadır.