EPİSTEMOLOJİ - Ünite 9: Bilgi Kavramının Çözümlemesi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 9: Bilgi Kavramının Çözümlemesi

Bilgi Kavramını Oluşturan Unsurlar

Bilginin nasıl tanımlanabileceği ve kavramsal olarak nasıl çözümlenebileceği konusuna değinerek önermesel bilginin ne olduğu anlaşılabilir.

Bilgi rastgele olmayan bir zihinsel durumdur; bilgi gerçeklik veya dünya içindeki nesnelerin ya da oluşumların özneler tarafından kavranması ile ilgilidir; bilginin ‘doğruyu’ yakalamakla ilgili bir yönü vardır. Bilgi tanımlaması konusunda felsefeciler farklı görüşlere sahiptir. Bu görüşleri anlayabilmek için bilginin oluşmasının kavramsal ve deneyimsel koşullarını ayırt etmek gerekmektedir.

Bilginin deneyimsel koşullarının yerine gelmesi genellikle fiziksel ve pratik şartların uygun olmasıyla ilgilidir. Felsefeciler bilgiye kavramsal olarak yaklaşırlar ve bilginin kavramsal gerektirmelerini aydınlatmaya çalışırlar. Bilginin ne olduğunu aydınlatma konusuyla ayrıntılı ve sistematik bir tarzda ilk ilgilenen düşünür Platon olmuştur. Theaitetos diyaloğunda bilginin ‘gerekçelendirilmiş doğru inanç’ olabileceğine ilişkin irdelemeler sunar.

İnançla bilgi arasında bir açıklamaya gidilmesi gerekmektedir. İnançlar üzerinde çok büyük ontolojik ve epistemolojik kısıtlamalar yokken, bilgi iddiaları üzerinde ciddi kısıtlamalar olacağı açıktır. Deneyimsel boyutta inanç sahibi olmak önermesel bilginin oluşması için yeterli değildir. Bilginin oluşmasında inançlarımız deyim yerindeyse, gerçekte ne olduğu konusunda ‘sorumluluk taşımak’ durumundadır. Daha açıkça ifade edilmesi gerekirse, önermesel bilgi, ‘ inanç ’ olmaktan ziyade ‘ doğru inanç ’ olmak zorundadır. Ancak buna rağmen ‘doğru inanç’ kavramının tek başına ‘bilgi’yi tam olarak karşıladığını söylemek zordur. Doğru inançlar çok önemli bilişsel durumlardır ancak eğer doğru inançların diğer bazı kritik epistemolojik özellikleri yoksa tek başlarına bilgi olarak nitelenmeleri zor olabilir.

Tesadüfen doğru çıkan inançları bilgi saymak, aslında, insan bilgisinin en ayırt edici özelliği olan logos yetisini devre dışı bırakması nedeniyle oldukça sorunlu bir yaklaşımdır. Bu yüzden çoğu felsefeci böyle durumlarda tesadüfen bilinmiş şeylerle bilginin aynı şey olduğunu reddederler. Dolayısıyla bilgi, ‘doğru inanç’ kavramıyla eşlenik olamaz; bilgi iyi gerekçelendirilmiş doğru inanç gibi bir tanımla daha doğru bir şekilde ifade edilebilir.

Bu tanım veya betimleme, ilk olarak Platon tarafından ifade edilmiştir. Ancak onun bilgi konusunda esas savunduğu görüş başkadır. Platon’un dile getirdiği ‘gerekçesi olan doğru inanç’ ifadesi pek çok felsefeci tarafından benimsenmiş ve bilginin en iyi tanımı olarak kabul edilmiştir. Burada not edilmesi gereken nokta, Platon’dan sonra 20. Yüzyıla gelene kadar bilginin tanımı konusunda çok fazla miktarda irdeleme sunulmadığı, bu konunun araştırılmasının özellikle geçtiğimiz yüzyıl içinde ivme kazanmış olduğudur.

Descartes’tan başlayarak Modern Dönem felsefecilerinin temel epistemolojik sorunu bilginin kaynakları konusundaydı. 20.yüzyıla gelindiğinde ise önermesel bilgi tekrar epistemolojinin ilgi odağına yerleşmiş, ‘bilgi’ kavramı ile ‘inanç’, ‘doğru’ ve ‘gerekçelendirme’ kavramları arasındaki ilişkinin ayrıntıları büyük bir araştırma alanı açmıştır.

Bilginin Çözümlemesi ve Tanımı

‘Bilgi’, geleneksel perspektife göre, bileşik ve karmaşık bir kavramdır. Bu kavramın bileşenleri –veya kavramı oluşturan basit unsurlar- ‘inanç’, ‘gerekçelendirme’ ve ‘doğru’dur. Eğer bir zihinsel durum ‘bilgi’ ise, o gerekçelendirilmiş doğru inançtır. Ve eğer bir zihinsel durum gerekçelendirilmiş doğru inanç ise, o durum için ‘bilgi’ diyebiliriz. Tarihteki bilgi kuramcıları üçlü betimlemenin bir 2tanım’ olduğundan şüphe duymuş olsalar da, özellikle son 10-15 yıldır yapılan çalışmalar bu konuda bazı soru işaretlerinin oluşmasına neden olmuştur. ‘inanç’, ‘gerekçelendirme’ ve ‘doğru’ kavramlarının bilginin kavramsal unsurlarını oluşturduğu iddiası doğru olabilir; ancak bu unsurların oluşturduğu ‘üçlü tanım’ın gerçekten bir tanım olup olmadığı çağdaş felsefede tartışmalı olan bir konudur.

Özetle, bilginin klasik ‘tanımı’ aslında kavramsal bir çözümleme görüntüsü vermekte olup, bu çözümlemenin gündelik dildeki ‘bilgi’ teriminin anlamını yansıtan bir tanım olmadığını söylemek olanaklı görünmektedir.

Bilişsel açıdan normal ve sağlıklı olan her bireyin zihninde dünyaya ilişkin anlamlar ve tanımlar bulunur. Doğal olarak, toplumdaki bireylerin çoğunun sahip olduğu kavramlar bir parça belirsiz olabilir. Dahası, insanlar – iyi eğitim almış olsalar bile- özellikle soyut kavramların tanımlarını dile getirirken genellikle zorlanırlar. Buna karşın, bir konunun uzmanları yaptıkları çalışmaların ve araştırmaların sonucunda, toplumda kullanılan kavramların ilk bakışta hemen fark edilemeyecek inceliklerini bulurlar ve bulgularını kuramsal bir çerçevede sunarlar. Çözümlemeler bu türden kuramsal işlevlerdir.

Çözümlemelerin işlevinden de bahsetmek gerekir. Sahip olduğumuz bazı yargılar, çözümlemeler sayesinde düzelir. Örneğin çoğumuz balinanın büyük bir balık olduğunu düşünürken zoologlar balinaların balık değil memeli olduğu gerçeğini söylerler. Yani çözümlemeler zihindeki hatalı tanımları düzeltebilir veya eksiklikleri giderebilir.

Edmund Gettier’in Yıkıcı Argümanı ve Sonrası

‘Bilginin üçlü tanımı’ olarak kabul gören çözümlemenin epistemolojide çok önemli bir yer tuttuğu açıktır. Ancak Edmund Gettier’in 1963’de yayımlanan ‘Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Bilgi midir?’ başlıklı makalesi, bilginin üç koşulunun birden sağlanması durumunda bile tümcesel bilginin oluşmayabileceğini göstererek önermesel bilgi alanında büyük bir sarsıntı yaratmıştır.

Üçlü tanım konusunda Gettier’in iddiası, bir inancın gerekçelendirilmiş ve doğru olmasının bile onun bilgi olması için yeterli koşulları sağlamayabileceğidir.

Gettier’in Serimlemesi: Bilginin Gerek ve Yeter Koşulları

Gettier’in ünlü makalesi, önermesel bilginin üçlü tanımının farklı şekillerde sunulabileceğini belirterek başlar. Bu seçenekler aşağıda verildiği gibidir:

a. Eğer ve sadece aşağıdaki koşullar sağlanırsa K kişisi Ö önermesini biliyordur:

  • Ö doğrudur,
  • K kişisi Ö’ye inanır,
  • K kişisinin Ö’ye inanması için gerekçe vardır.

b. Eğer ve sadece aşağıdaki koşullar sağlanırsa K kişisi Ö önermesini biliyordur:

  • K kişisi Ö’yü kabul etmektedir,
  • K kişisi Ö için yeterli kanıta sahiptir,
  • Ö doğrudur.

c. Eğer ve sadece aşağıdaki koşullar sağlanırsa K kişisi Ö önermesini biliyordur:

  • Ö doğrudur,
  • K kişisi Ö’nün doğruluğundan emindir,
  • K kişisi Ö’nün doğru olduğundan emin olma hakkına sahiptir.

Bu üç tanım esas olarak aynı fikri taşımaktadırlar. Genelde (a) tanımı veya çözümlemesi bilgi kuramcıları tarafından daha çok benimsenmiştir.

Tanımlarda ‘eğer ve sadece’ bileşik deyiminin geçmesi, o tanımlardaki ifadelerin birbirini karşılıklı olarak gerektirdiğini, yani karşılıklı gerek ve yeter koşullar oluşturduğunu gösterir. ‘Gerekçeli doğru inanç’ sahibi olmak ‘bilgi’ sahibi olmanın gerekli koşuludur; ‘bilgi’ sahibi olmak da ‘gerekçeli doğru inanç’ sahibi olmanın gerekli koşuludur.

Gettier’in makalesinde başardığı iş, neredeyse evrensel bir bilgi tanımı statüsü kazanmış olan üçlü tanıma ilişkin birbirine benzeyen iki adet karşı örnek sunması ve böylece bu klasik tanımın evrensel olarak geçerli bir ifade olduğu kanısını felsefi bir yöntem kullanarak yıkmasıdır.

Gettier’in Karşı Örnekleri

Gettier’in bir sonraki adımı iki olası senaryo sunarak klasik tanımın yetersizliğini ortaya koymaktır:

Senaryo 1. Örneğin bir kişinin işe alınacağı bir işe Ayça ve Mehmet adında iki kişi başvurmuş olsun. Ayça, işe alınacak olan kişinin Mehmet olduğuna dair güçlü bir kanı taşısın ve işe alınacak olan Mehmet’in cebinde 100 lira olduğunu varsaysın. Dolayısıyla Ayça işe alınacak kişinin cebinde 100 lira olduğuna inanmaktadır. Ayça işe alınan kişi olduğunda ve kendi cebinde de 100 lira olduğunu gördüğünde, 100 liranın gerekçeli olduğu söylenebilir. Burada sorulacak soru şudur: Ayça gerekçeli bir şekilde inandığı ve doğru olan E önermesini gerçekten bilmekte midir?

Senaryo 2. Hakan ve Elif adında aynı iş yerinde çalışan kişiler olsun. Hakan ‘F: Elif’in Ford marka bir arabası vardır’ önermesine inanıyor. Onu bu kanıya ulaştıran güçlü delilleri vardır, Elif’i Ford marka bir araba sürerken görmek gibi.

Diğer taraftan Hakan’ın Ahmet adında bir arkadaşı olsun. Ahmet şehir dışındadır. Ancak Hakan onun nerede olduğunu bilmemektedir. Hakan mantıksal bir işlem olan ‘veya’yı kullanarak rastgele şehirler seçerse şu önermeler ortaya çıkar:

G: Elif’in Ford marka arabası vardır VEYA Ahmet şu an İstanbul’dadır

H: Elif’in Ford marka arabası vardır VEYA Ahmet şu an Barcelona’dadır.

I: Elif’in Ford marka arabası vardır VEYA Ahmet şu an Urfa’dadır.

G, H ve I önermeleri F’nin mantıksal ve zorunlu bir sonucu olduğu için, F önermesinin iyi gerekçelenmiş durumda olması nedeniyle, G, H ve I önermeleri de iyi gerekçelenmiş önermeler konumuna gelirler.

Bu senaryoda iki beklenmedik gelişme olsun. F önermesi doğru değildir ve H önermesi doğrudur. Böylece Hakan’ın ‘VEYA’ bağlacını kullanarak rastgele bir şekilde oluşturduğu üç önermeden H doğru hale gelir. Sonuç olarak, Hakan’ın H inancı hem gerekçeli hem de doğru olan bir inançtır. Burada sorulacak soru şudur: Hakan, gerekçeli bir şekilde inandığı ve doğru olan H önermesini gerçekten bilmekte midir?

Yukarıda sorulan her iki soruya da ‘hayır’ yanıtını vermek akılcı görünmektedir. Bunun nedeni; her ne kadar bu iki senaryoda doğru inanca ek olarak gerekçelendirme unsuru da işin içinde bulunsa da, söz konusu gerekçelendirmelerin aslında oldukça tesadüfi bir şekilde oluştuğu ve senaryolardaki ‘bilen öznelerin’ bilgilerinin sağlam bir temelinin olmadığı açıkça görülmektedir.

Eğer Gettier’in akıl yürütmesi doğruysa, bu iki senaryoda bilginin gerekçelendirme de dahil olmak üzere üç koşulu da sağlanmakta olsa bile, inanç sahibi özneler aslında o önermeleri bilmiyorlar gibi görünmektedir. Bu koşullarda da Gettier’in geleneksel bilgi tanımına veya çözümlemesine oldukça ağır bir darbe indirdiği söylenebilir.

Gettier’e Yanıtlar

Gettier’in makalesi yayımlandıktan sonra bilgi kuramcıları bilginin klasik tanımı üzerinde değişiklikler yaparak ortaya çıkan kuramsal sorunu gidermeye ve bir anlamda, tanımı ‘kurtarmaya’ çalışmışlardır. Bu kuramcılar üç başlık altında incelenebilir:

(1)Yanlış öncülleri engelleme: bir öznenin gerekçelendirilmiş doğru inancının bilgiye dönüşmesi için, öznenin o inancın herhangi bir yanlış önermeye dayanmaması gerekir. Yukarıdaki ilk senaryoda Ayça, işe alınacak olanın Mehmet olduğuna inanmaktadır. Oysa işe alınacak kişinin Mehmet olduğu önermesi yanlıştır. O yüzden Ayça’nın D’den türettiği E önermesi içi ‘bilgi’ nitelemesi kullanılamaz çünkü açıkça görüleceği gibi öznenin inanç sisteminde konuya ilişkin yanlış bir önerme bulunmaktadır.

(2)Nedensel ilişki şartı: Konuyla ilgili sorunu yaratan durumun aslında gerekçeli inançlarla o inançların dünyadaki kökenleri arasında nedensel bağın kopukluğu olduğunu düşünenler vardır.

Nedensel ilişki şartını öne süren felsefeciler, bilginin oluşması için, ele alınan bir Ö önermesinin veya inancının nedeninin Ö olgusu olması gerektiğini savlar. Nedensellik görüşünün önde gelen savunucularından Alvin Goldman’a göre, önermesel bilginin tanımı şu şekilde verilebilir:

Eğer ve sadece aşağıdaki koşullar sağlanırsa K kişisi Ö önermesini biliyordur: Ö önermesi K kişisinin Ö’ye ilişkin inancı ile uygun bir nedensel ilişki içinde olmalıdır.

Bu tanımda ilginç olan nokta, Goldman’ın bilgiyi tanımlarken üçlü yapıyı terk etmesi ve ‘gerekçelendirme’ şartını gündeme getirmemesidir.

(3)Dördüncü bir koşulun tanıma eklenmesi: Gettier senaryolarının yarattığı sorunlara getirilen önemli bir çözüm önerisi, geleneksel tanımın üç gerekli şartını dördüncü bir koşulla desteklemek ve böylece dört koşulun bir araya gelmesiyle bilginin oluşumunda yeterli olmasını sağlamaktır.