EPİSTEMOLOJİ - Ünite 10: Bilgisel Gerekçelendirme Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 10: Bilgisel Gerekçelendirme

Giriş

Edmund Gettier’in karşı örneklerinin doğal bir sonucu olarak, felsefeciler bilginin klasik çözümlemesi konusunda yeni fikirler üretmeye ve bilginin daha savunulabilir bir tanımını vermeye yönelmişlerdir. Bu konuyla ilgilenen düşünürlerin farkına vardığı önemli bir nokta, bilginin geleneksel tanımında yer alan ‘gerekçe’ kavramının derinlemesine incelenip açıklığa kavuşturulmaması durumunda önermesel bilginin tanımının veya çözümlemesinin ciddi sorunlar barındıracağı gerçeği olmuştur.

‘Gerekçe’ kavramının içinin çok farklı şekillerde doldurulabileceği yönünde olmuştur. Bu farkındalığın en önemli sonucu, gerekçelendirme konusunda farklı tartışma eksenlerinde birbirine rakip bir dizi kuramın ortaya çıkmasıdır.

Epistemoloji alanında kullanılan ‘gerekçe’ kavramı, diğer alanları ilgilendiren ‘gerekçe’ kavramlarından ayrı tutulmalıdır. Bir inanca sahip olmanın etik, politik veya pratik gerekçeleri olabilir. Ancak bunların genelde bilgisel gerekçelerden farklı olduğu görülür.

‘Gerekçe’ kavramının epistemolojideki yerine ve önemine ilişkin iki farklı yaklaşım vardır. J. K. Pollock gibi bazı bilgi kuramcıları, epistemolojibib merkezinde yatan esas konunun bilgisel gerekçelendirme olduğunda ısrar etmişlerdir. Öte yandan A. Goldman ve P. Kitcher gibi bazı felsefeciler bilginin asıl hedefinin önermesel doğru olduğunu savlamışlardır.

Birinci gruptaki düşünürler, gerekçelerin ve gerekçelendirme süreçlerinin yapısına ilişkin yapılacak çalışmaları epistemolojinin temeline yerleştirirken, ikinci grup felsefeciler önermesel doğruya ulaşma konusunu asıl amaç olarak belirlemişlerdir.

Sonuç olarak denebilir ki gerekçenin ve kanıtın felsefi olarak anlaşılması, bilginin tam olarak ne olduğunun anlaşılmasına yardımcı olmakta, bu yüzden üzerinde durulması gerekmektedir.

‘Geriye Gitme’ veya ‘Gerekçenin Gerekçesi’

Deneyimsel bilginin en önemli özelliklerinden biri, bilgi sahibi olan öznenin gerekmesi durumunda her zaman belli gerekçeler gösterilerek bilgi iddiasını destekleyebilecek durumda olmasıdır. Bu yüzdendir ki, felsefeciler çoğunlukla bilginin tanımında ‘doğru inanç’ın yeterli olmadığını, ‘gerekçelendirmenin’ de işin içinde olması gerektiğini düşünmüşlerdir.

Eper bilgi iddiaları gerekçesel bir zincir içinde başka gerekçelere bağlanıyorsa, bu zincirin yapısı ve ‘sonu’ için ne denilebilir? Bu konu İngilizcede ‘the regress problem’ adıyla anılır ve Türkçeye ‘geriye gitme sorunu’ veya ‘gerekçenin gerekçesi sorunu (kısaltma olarak, GGS)’ olarak çevrilebilir. Bu sorun, epistemolojide devam etmekte olan çok önemli bazı tartışmaların özünde yatmaktadır.

GGS’nin bir felsefe sorunu olarak ortaya çıkmasındaki esas neden, insanların inanma ve gerekçelendirme sistemlerinin ağırlıklı olarak çıkarımsal bir yapıya sahip olmasıdır. İnanç sistemlerimizin ve dünya bilgimizin önemli bir bölümü bu anlamda ‘çıkarımsaldır’.

Bilgi kuramcıları GGS için ilkesel olarak dört olası çözüm yolu olabileceğini düşünmüşlerdir. Bunlar, gerekçelerin sonsuza gitmesi, geriye gitmesinin gerekçesi olmayan inançlarda son bulması, gerekçelerin kendi aralarında bağdaşımsal bir sistem veya ağ oluşturması ve gerekçelerin geriye gitmesinin ‘temel inançlarda’ son bulması.

Ernest Sosa gibi felsefeciler dikkate alsa da ‘sonsuza gitme’ seçeneği epistemoloji literatüründe pek rağbet görmemiştir. Bunun en temel nedeni, sıradan insanların bilişsel sınırlarının sonsuz sayıda inanç sahibi olmayı pratikte olanaksız kılmasıdır. İkinci görüş de fazla ilgi görmemiştir. Üçüncü görüş, gerekçelendirmenin yapısını sonlu sayıda elemanların bir tür ‘halka’ oluşturması olarak betimler. Daha karmaşık şekillerinde ise, gerekçelendirme ilişkisi yalnızca ardışık elemanlar arasında ve doğrusal olarak değil, bütünlükçü bir tarzda gerçekleşir. Son olarak gerekçelerin geriye gitmesinin ‘temel inançlarda’ son bulması görüşüne göre gerekçelendirme zincirinin son noktasında gerekçelendirilmiş bir inanç bulunur; ancak bu nihai inancın gerekçesi diğer inançlara bağlanmasından değil algısal deneyimin kendisinden kaynaklanır. Gerekçelerin geriye gitmesini engellemenin tek yolu budur. Temelcilik kuramına sıcak bakan felsefeciler bu görüşü desteklemişlerdir.

Geleneksel epistemoloji kuramları incelendiğinde iki büyük tartışmanın bu alana egemen olduğu görülür. Bu tartışmalar, temelcilik-bağdaşımcılık ile içselcilikdışsalcılıktır.

İlk kuramların ortaya çıkış sebebi GGS tartışmalarıdır. Bağdaşımcılar yukarıda bahsedilen üçüncü görüşü desteklerken, temelciler dördüncü çözümün doğru olduğunu savunurlar. Ancak içselcilik ve dışsalcılık görüşleri GGS ile ilgili değildir. Dışsalcılığın ana fikri, bir özne belli bir gerekçeli inanca sahipse, o inancı veya önermeyi gerekçelendiren olgulara bilgisel erişiminin olması şart değildir. Önemli olan, öznenin inancını gerekçelendiren bir olgunun gerçekten var olmasıdır. Gerekçe, öznenin zihinselliği veya bilgisi dışında olabilir.

İçselciler ise, bir inancın veya önermenin bir özne için gerekçeli olabilmesi için, gerekçenin özne tarafından bilinmesi, öznenin zihinsel dünyasının kapsamı içinde olması gerektiğini öne sürerler.

İçselcilik-dışsalcılık ve bağdaşımcılık-temelcilik tartışmaları arasında belli ilşkiler bulunur. Bağdaşımcıların büyük çoğunluğu içselci görüşü benimserken, temelci düşünürler dışsalcılığı kabul eder. Öncelikle kısaca bahsedilen görüşlerin neler olduğuna değinmek gerekmektedir.

Temelcilik

Tarihsel olarak bakıldığında, temelciliğin en belirgin savunucusu Descartes olmuştur. Descartes’ın temel epistemolojik amacı, anımsanacağı gibi, dünya bilgimizin kesin, şüphe götürmez ve deneyimsel bilgilerimizin tümüne dayanarak oluşturan bir temeli olup olmadığını bulmaktır. Descartes bu ‘temeli’ düşünce halindeyken zorunlu olarak var olması gereken zihninde, yani zihinsel varlığında bulunur.

Temelci felsefecilere göre, gerekçelendirilmesi gereken inanç veya önerme ne kadar uzun ve karışık bir haklılaştırma zinciri gerektirirse gerektirsin, en nihayetinde algısal inançlara gelindiğinde gerekçelendirme süreci sonlanmak zorundadır.

Temelciliği savunan felsefeciler insan bilgisinin kavramsal olarak iki farkı yapıda önermelerin veya inançların bileşiminden oluştuğunu düşünürler. Birinci olarak, gerekçelendirmesini başka önermelerle olan çıkarımsal bağıntılar sayesinde kazanan önermeler vardır. ikinci olarak, temel inanç başka inançlar nedeniyle değil, tam da o deneyimi yaşamaktan dolayı kazanılmıştır. Sonuç olarak, insanın inanç/bilgi sisteminin çıkarımsal inançlardan ve temel inançlardan oluştuğunu söyleyebiliriz.

Fiziksel Olgulara Dayanan Temelcilik

D. M. Armstrong gibi düşünürlerden esinlenen bir görüş, temel düzeyde bulunan inançların gerekçelendirmelerinin fiziksel dünyadan kaynaklandığını savunur. Temelciliğe göre, temel inançların gerekçelendirmesi diğer inançlar nedeniyle olamaz. Bazı felsefeciler gerekçelendirmenin en temelde doğrudan dünyada gerçekleşen olgulardan kaynaklandığını düşünmüşlerdir. Bu düşünürler genellikle ‘özne’ veya ‘zihin’ kavramlarına çok fazla vurgu yapılmasının bir hata olduğuna inanırlar. Onların görüşüne göre, zeki bilişsel canlılar da doğanın nedensel düzeni içinde yer alan varlıklardır. Bizim zihinsel durumlarımız da nihayetinde doğanın işleyişinin bir parçasıdır. Doğadaki nesneler arasında nasıl fiziksel ilişkiler varsa, nesnelerle inançlar arasında da onun benzeri ilişkiler bulunur.

Temelciliğe göre, temel bir inancın gerekçelendirilmiş inanç veya bilgi olması için fiziksel dünyanın o inanca neden olması yeterlidir. Açıkça görüleceği gibi, bu süreçte haklılaştırmanın veya gerekçelendirmenin nasıl gerçekleştiği, inanca sahip olan öznenin tamamen dışında gerçekleşmektedir. O yüzden, 'Fiziksel Olgulara Dayanan Temelcilik’ için temelciliğin son derece dışsalcı ve doğalcı bir türü olduğunu ifade etmemiz yanlış olmaz.

Algı Verilerine Dayanan Temelcilik

Bu görüş, yukarıda incelenen ‘Fiziksel Olgulara Dayanan Temelcilik’ten önemli bir anlamda ayrılır. Temelciliğin bu türünde, bilgisel gerekçelendirmeyi olanaklı kılan unsur doğadaki olgular değil, insanların zihninde oluşan algı verileridir.

Her iki görüşe göre, temel inançlar iyi gerekçelendirilmiştir; ancak gerekçeyi sağlayan unsur başka bir inanç değildir.

Bağdaşımcılık

Bağdaşımcılık, epistemoloji kavramları ve akımları arasında en kritik ve tartışmalı olanlardan biridir. Tutarlı olan bir inanç sisteminin elemanları birbirleriyle çelişmezler. Bağdaşımı olan bir inanç sisteminin elemanları ise içeriksel olarak birbirlerini destekler ve birbirlerini doğru olma olasılığını yükseltirler. Bağdaşımcılık, kavramsal olarak, mantıksal tutarlılıktan daha fazlasını içerir. Bağdaşımcılar Geriye Gitme Sorununu öznelerin inanç sistemleri çerçevesinde kalarak çözerler.

Fiziksel Olgulara Dayanan Temelciliğin Sorunları

Bağdaşımcı düşünürler açısından bakıldığında, ‘Fiziksel Olgulara Dayanan Temelcilik’ görüşünün en büyük sorunu gerekçelendirmeyi tamamen dışsallaştırması ve böylece gerekçelendirmenin en önemli niteliğinin kaybolmasına neden olmasıdır. Bu nitelik, öznenin gerekçelendirme süreçlerindeki sorumluluğudur. Bir inancın bir özne için iyi gerekçelendirmiş olması, öncelikle o öznenin gerekçelendirme sürecine ilişkin bir perspektifinin olmasını gerektirir. Ancak ‘Fiziksel Olgulara Dayanan Temelcilik’ görüşünün, aşırı dışsalcılığı yüzünden, kuramsal olarak önemli sorunlar barındırdığı iddia edilebilir.

Algı Verilerine Dayanan Temelciliğin Sorunları

Temelciliğin bu türüne göre, bilgisel gerekçelendirmenin olanaklı olmasının nedeni doğada bazı olgular olması ve bu olguların nedensel olarak insanlarda algısal inançlar oluşmasını sağlaması değil, zihnin içinde meydana gelen algı verileridir.

Eğer ‘Algı Verilerine Dayanan Temelcilik’ görüşü doğruysa, dışarıdaki olgular algı sırasında zihnin içinde algı verileri oluşmasına neden olmakta ve algı verileri de temel inançların zihinde oluşmasına neden olmaktadır. Bunun da ötesinde, algı verileri temel inançlara neden olurken aynı zamanda onları gerekçeli inanç konumuna da getirmektedir. Temel inançlar gerekçeli konuma gelirler çünkü algı verileri inançlara neden olurlar.

Bu görüş, temel inançların gerekçelendirmesini anlamlandırılmamış, kavramlaştırılmamış veriler yoluyla yapmayı düşünüyorsa, bu durumda inanç gibi kavramlaştırılmış bir unsurla algı verisi gibi duyulara ait, yani kavramlaştırılmamış bir unsurun nasıl bir bağıntı içine girebileceği belirsizdir. ‘İnançlar’ ve ‘algı verileri’ farklı türden zihinsel durumlardır. Gerekçelendirme söz konusu olduğunda, ‘dünyanın nesnelerinin’ veya ‘kavramlaştırılmamış duyusal unsurlarının’ yalnızca var olmaları sayesinde inançları haklı veya gerekçeli kılmaları olanaksızdır.

Konuyla ilgili olarak bağdaşımcılığın savı şu şekilde de dile getirilebilir: Eğer iki temel kuramsal seçenekten biri olan temelcilik büyük bir sorun barındırıyorsa, diğer seçenek olan bağdaşımcılık kaçınılmaz olarak doğru görüş olarak ön plana çıkar. Ancak buna rağmen bağdaşımcılık da bazı sorunlar içerir.

Bağdaşımcılığın Sorunları

Bağdaşımcı görüşe karşı iki önemli itiraz vardır:

(1)Bağdaşım haklılaştırma için yeterli değildir: ‘Alternatif sistemler itirazı’ olarak da bilinen bu akıl yürütmeye göre, bir öznenin sahip olduğu inançlar arasında oluşan bağdaşım gerekçelendirme için yeterli değildir, çünkü bağdaşım özelliği taşıyan çok sayıda inanç sistemi oluşturmak olanaklıdır.

(2)Bağdaşım haklılaştırma için gerekli değildir: Bu itiraza genel olarak ‘dış dünyadan kopukluk itirazı’ adı da verilebilir. Gerekçelendirme için bağdaşımın gerekli bile olmadığını öne sürer. ‘Gerekçelendirme’ kavramı deneyimsel bir inancın doğruluğu ile ilgilidir. Bir önermenin veya inancın doğruluğu ise gerçeklik içinde ne olduğuyla ilgilidir. İnançların oluşturduğu bir sistemle değil. Oysa bağdaşımcılığın kuramsal tanımı içinde, gerekçelendirme süreçlerini dünyada olup Birenlerle ilişkilendirmeye yönelik herhangi bir ifade bulunmamaktadır.

İki Gerekçelendirme Kuramının Değerlendirmesi

Burada bağdaşımcı görüşe getirilen iki önemli itiraz incelenmiştir. İtirazlar, bağdaşımcılık için son derece yıkıcı olmuştur denebilir. Bu kuram, pek çok kişiye sağduyudan biraz uzak gelmiştir. Algısal bir inancın gerekçesinin neden başka inançlardan gelmesi gerektiği düşüncesi zihinlerde soru işaretleri uyandırmıştır.

Yalın gözlemsel bir inancın gerekçelendirmesini, sadece o inanç üzerine yoğunlaşarak yapılamaz. Gerekçelendirmenin olması için, benim görsel algı açısından güvenilir ve kendi bilişsel yeterliliğimin bilincinde olmam gerekir. Ancak bu açıklama, bağdaşımcılığın sorunlarını çözmesinde yeterli olmamıştır.

Bağdaşımcı gerekçelendirme bir halka olarak değil ‘çatılmış tüfeklerin birbirlerine destek vermesi’ gibi daha karmaşık bir yapıda düşünülebilir. Bağdaşımcılar ‘gözlem şartı’ gibi bir koşulu kullansalar da, bu onların algısal inançların gerekçelendirmesini sistem dışında halletmeyi kabul ettikleri anlamına gelmemektedir.