EPİSTEMOLOJİ - Ünite 4: Şüphecilik ve Bilginin Olanaklılığı Sorunu Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Şüphecilik ve Bilginin Olanaklılığı Sorunu

Descartes’ın Kökten Epistemolojik Sorgulamaları

Felsefecilerin bazıları varlık ve bilgi noktasında önemli konulara işaret ederler. Örneğin Eski Yunan felsefecilerinden Platon ve Aristoteles bilinebilen gerçeklik ve görünen dünyanın temelinde yatan tözsel varlıkların bilgisine ulaşılabileceğini öne sürmüşlerdir. Şüphe ise felsefe tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. Şüpheci düşüncenin adım adım nasıl ilerleyebileceğini en iyi gösteren felsefecinin ise Rene Descartes olduğu genel olarak kabul edilir.

Şüpheci Sorgulamaların Motivasyonu ve Descartes Örneği

Descartes’in şüpheciliğini anlamak için onun içinde bulunduğu toplumsal ve tarihsel konumu anlamak gerekir. Descartes’i kapsayan tarihsel dönem, Ortaçağ’dan çıkışı ve kilise örgütlenmesinin düşünce üzerine koyduğu kısıtlamaların çözülmeye başlamasını temsil eden 16.ve19.yüzyıllar arasında Modern Dönem’dir. Modern Dönem düşünürlerinin çoğu, kendileri oldukça dindar kişiler olmakla birlikte insan aklının kavrama ve keşfetme yeteneğine büyük bir güven duymaktalardır. Ancak dünyanın anlaşılmasında dinsel kabullerden ziyade matematik ve fizik öncül olarak kabul edilmiştir. Descartes bu anlamda yaşadığı çağdan bağımsız düşünülmemelidir.

Sıradan Bilgiye Dair Sıra Dışı Düşünceler

Descartes Düşünceler adlı yapıtında önemli şüpheci düşünceler sergiler. Descartes, aldığı eğitimin ve eleştirmeden benimsediği fikirlerin sonucu olarak, kişisel bilgi dünyasının güvenilirlikten oldukça uzak bir yapıda oluştuğuna ilişkin inancı açık yüreklilikle ifade eder. Ayrıca inandığı önermeler arasında ne kadar çok yanlışın bulunduğunu görmenin kendisini düşünmeye sevk ettiğini belirtir. Descartes’in sorgulama sistemine bir örnek olarak onun şu ilerleyişi örnek verilebilir:

  • Benim kabul ettiğim inançlarım veya önermeler algı yoluyla edindiğim bilişsel unsurlardır.
  • Kesin ve mutlak olarak kabul edilirler. Peki gerçekten de böyle kabul etmeli miyiz?
  • Algılarımız bizi çeşitli durumlarda yanıltabilirler.
  • Ancak bu algılarımızın büyük oranda gerçeklikten uzak olduğunu düşündürmeyebilir.

Hatta gerçeğin rüya veya rüyanın gerçek şeklinde karıştırmalar yapabileceğimiz üzerine düşünür. Burada önemli olan ‘gerçeğe yakın rüya’ türünden deneyimler yaşarken o deneyimin içinden baktığımızda yaşananların rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu saptayacak bir ölçütümüzün olmayışıdır.

Bu tartışmanın epistemolojik açıdan önemi; uykuda rüya görürken algıladıklarımızın ‘gerçek’ olduğundan o an emin olmamıza karşın, rüyada ‘algıladıklarımız’ aslında var olmayan durumlardır. Benim ‘gerçek olmayan bir şeyleri deneyimlemekte olduğumu’ rüya içinde bilmem genelde olanaksız bir durumdur. Eğer bu dediklerimiz doğruysa, ‘algıların’ ve ‘gözlemlerin’ dünya bilgimizin yanılmaz temelini oluşturduğunu iddia etmek zordur

‘Kesin bilgi’ için iyi bir aday aritmetik ve geometrik bilgidir. 2+3=5 rüyalarda sonucu 9, 100, 355 gibi aynı sonucu veren bir işlem olmayabilir. O halde, güvenilirliği algısal bilgiden çok daha fazla olan matematiksel bilginin, bilgimize temel teşkil edecek kesinliğe sahip olduğu savlanabilir.

Yine de Descartes bu tür deneyimlerde bile yanılsama olabileceğini söyleyerek şüpheciliğin bırakılmaması gerektiğini söyler. Kötü niyetli bir varlığın belki de 7 olması gereken sonucu bize daima 5 olarak göstermesi de mümkün olabilir. Dolayısıyla hiçbir zaman tam bir garanti verilemez.

Yöntemsel Şüphe

Bir önceki konuyla ilgili olarak Descartes’a iki önemli eleştiri getirilir. Öncelikle, eğer kafamızın içinde kötü niyetli bir varlık veya insanları sürekli aldatan güçlü bir varlık varsa bu durum, kozmik varlığın Tanrı’da değil onda olduğunu gösterir. Bu da Tanrı inancı güçlü olan Descartes için çelişkili bir düşüncedir. İkincisi ise, matematiğin ve bilimin bulgularına büyük bir güven duyuyorsa nasıl oluyor da şüphe kavramıyla birlikte anılıyor?

Dolayısıyla Descartes için şüphe, akıl yürütmenin yöntemidir. Bu şüphe yöntemsel şüphe olarak bilinir. Buna göre Descartes’ın fikirleri üzerine bahsedilen iki eleştiri noktası, çelişkilerin olmadığı bir durum da olabilir. Birincisi için Descartes’ın yaptığı şey, Tanrı’nın varlığını ve gücünü doğrudan kabul edip felsefi sorgulamasını sonlandırmak yerine sahip olduğu tüm inanışları askıya alarak şüphesine ve sorgulamalarına devam etmektedir. İkinci eleştiri için de denilebilir ki Descartes matematiksel ve bilimsel bilgi tiplerinin güvenilirliğini varsayarak değil, onlara kritik bir test uygulayarak başlamaktadır.

Şüphecilik her zaman yöntemsel olmak zorunda değildir. Felsefe tarihinde, Descartes’tan farklı olarak, şüpheciliğe samimiyetle sonuna kadar savunan düşünürler çıkmıştır. Radikal anlamda şüpheci olan kişiler genel olarak bizim gerçekliği sınırlı bilgisel yollarla kavrayabileceğimize ilişkin şüphe duyarlar. Şüphecilere göre pratik yaşamda işlerin yolunda gidiyor gibi görünmesi ile insanın varlık alanının kendisine dair bilgi sahibi olması birbirinden ayrılması gereken durumlardır.

Olgusal Düzenlilik Konusunda Şüphecilik

Dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, Descartes şüpheci akıl yürütmenin önemli ve güzel örneklerini sergilemiş olsa da, kendisi şüpheci fikirlere sahip bir düşünür değildi. Descartes’tan sonra şüpheci eğilimleri en belirgin olan düşünür David Hume’dur (1711-1776).

Şüpheciliğin en kökten hali, gerçekliğin bilinebilmesine ilişkin sorgulamalar içerir. Ancak bunun dışında günlük durumlarda da daha az metafizik gerektiren, olgusal düzenlilikler ya da olgusal düzenliliklerin gözlemlenmesine dayanan tümevarımsal çıkarımlar da mevcuttur. Konuyla ilgili olarak bilinmesi gereken kavramlar şu şekilde sıralanabilir:

  • Çıkarım, en az bir öncülden hareket edilen ve bir sonuca varılan düşünce zincirine verilen addır.
  • Tümdengelim (veya tümdengelimsel çıkarım) öncüllerden sonucun %100 kesinlikle çıktığı durumlardır.
  • Tümevarım, öncüllerden sonucun kesin bir şekilde çıkmadığı durumlar için kullanılır.

Tümevarımsal çıkarımlar gündelik bağlamlarda daha sıkça ortaya çıkmaktadır. Gerekçeler, varılan sonuçları zorunlu kılmaz, ancak olanaklı ve akılcı hale getirir. Dünya bilgimizin çoğu, gerekçelendirilmiş ancak kesinlikten uzak bilişsel unsurlardan oluşur.

Olgusal düzenlilikleri bilme, sahip olunduğu düşünülen bilginin temelinin aslında sanıldığından daha az sağlam olduğunun ortaya koyulmasıyla ilgilidir. Örneğin her sabah güneşin doğması sebebiyle ertesi gün de doğacağını biliriz. Bu bilgi, önceki deneyimlerden gelir. Ancak bu bilgi kesin değildir, bir gün güneşin doğmaması ihtimali de vardır. Burada dikkate alınması gereken iki kavram vardır:

  • Fiziksel olanaksızlık : Bir durumun fiziksel olarak olanaksız olması, o olgunun yaşanılan ve anlaşılan fiziksel dünyanın görünen yapısıyla çelişmesidir.
  • Mantıksal olanaksızlık : Evrenin mantıksal yapısıyla çatışan durumlar için kullanılır. Bir örnek olarak, üçgenin dörtkenarlı olması durumu verilebilir. Mantıksal olanaksızlık, diğer olanaksızlık türünden daha güçlü bir olanaksızlık türüdür. Çünkü fiziksel olanaksızlıklardan farklı olarak, mantıksal açıdan olanaksız bir durumu kafamızda bile canlandıramayız.

Şüpheci Düşüncelere Tepki: Moore’un Sağduyusal Yanıtı

Şüpheciliğin rahatsız edici sonuçlarıyla ilgilenen ve çözüm üretmeye çalışan düşünürlerden biri George Edward Moore’dur(1873-1958). Onun önemli argümanı ‘ sağduyusal argüman ’dır.

Sağduyusal tavır, genelde pratik ve işe yarar sonuçlar verebilen kararlar alma ya da yargılarda bulunma eğilimi ile ilintilidir. Şüphecilik, sağduyu ile ciddi oranda çatışmaktadır. Ancak önemli olan ‘düşünsel sorumluluk’tur. Yani kişiye uygun bir düşünce olmadığı zaman bu düşünceyi bertaraf etmek değil, o görüşün neden zayıf olduğunu anlatma, üzerine düşme çabasıdır. Moore’un şüpheciliğe yanıtı ve karşı çıkışı da bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Argümanın Arka Planı: Kesin Olarak Bilinenler ve Nesnelerin ‘Var Olmasının’ Anlamı

  • Moore, kanıtlama işinde birden dazla yöntem yolunun olabileceğini söyler.
  • Gündeme getirdiği önemli konulardan biri ‘nesnelerin varlığı’ kavramının açıklamasıdır.
  • Moore için nesneler, öznelerden bağımsız olarak fiziksel özelliklere sahiptir. Bu görüşü ile, nesnenin özneden bağımsız olmadığını düşünme eğiliminde olan düşünürlerle ters düşerler.
  • Moore’a göre, biz ‘varlık’ kavramını zihinden ve özneden bağımsız şeyler için kullanırız.

Şematik Haliyle Moore’un Argümanı ve Çıkarımın Değerlendirmesi

Argümanların çıkarımsal biçime uygun olmaları için şu adımlar ile irdelenmelidir:

  • (1) öncüller iyi bilinen önermeler olmalıdır.
  • (2) sonuç önermesi öncülleri bilgisel olarak aynen tekrarlamamalıdır.
  • (3)öncüller sonucu yeterince güçlü bir düzeyde desteklemelidir.

Böylece sonuç, öncüllerden kesin bir şekilde çıkabilir hale gelir. Ancak bu yöntemde Moore’a çeşitli eleştiriler getirilir.

Öncelikle, özellikle şüpheci bir tavırla yaklaşıldığında, Moore’un gösterilmeye çalışılan noktayı’ baştan varsaydığı, yani döngüsel bir açıklama yaptığı söylenebilir. Döngüsel açıklamalar veya akıl yürütmeler, felsefi açıdan çok değerli değildir. Moore kendi argümanının döngüsel olmadığını iddia etse de bu tartışmalıdır.

Sağduyu Kavramına İlişkin Notlar

Dünyanın anlaşılması çabası ve dünyaya yönelik yargılara genellikle sağduyu egemendir. Buna karşın, fizikçilerin sözünü ettiği fotonlar veya algılanan dünyaya yönelik felsefi şüpheler sağduyuya çok yakın şeyler değillerdir. Bu iki kesim arasında bir zıtlık olduğunun düşünülmesi çok sık karşılaşılan bir durumdur. Ancak bu durumun incelenmesi gerekmektedir.

W.V.O. Quine gibi 20.yy. Amerikan pragmacılarının vurguladığı önemli bir nokta, bilimin sağduyudan türediği ve ikisi arasında bir uçurum değil sürekliliğin olduğudur. Bilim ve felsefe, üst düzey bir logos’un sonucudur. Ancak bu durum ‘bilim ve felsefeyi var eden canlı’ ile ‘hareket eden, beslenen, üreyen ve yaşamını sürdürmeye çalışan canlı’nın farklı varlıklar olduğunu göstermez. Fizik ve felsefe, insanın gelişiminin bir sonucudur ve bu işlevleri gerçekleştiren ‘zihin’ bu dünyaya ait bir şeydir.

Felsefi tartışmalar ve argümanların karşısına hemen sağduyuyu yerleştirmek ve ‘sağlamlık testi’ yapma eğiliminde olma iki açıdan sakıncalı olabilir:

  • Birincisi, sağduyu kavramının her durumda ve her bağlamda aynı sonucu vermesi beklenemez. Yani sağduyunun bir sorun karşısında verdiği tepki, bağlamsal ve görece yönler içerebilir.
  • İkincisi, sağduyunun genelde kabul gören sonuçları bazen son derece yanıltıcı olup, bu sonuçları düzeltmek için bilim ve felsefe gibi alanların işlevlerine ihtiyaç olabilir.

Dolayısıyla denilebilir ki sağduyu, en üst epistemolojik merci veya kapasite olarak görülmemelidir. Aklın kritik kullanımı hem önemli hem de değerlidir.

Şüpheci Tavrın Felsefi Değeri

Felsefi ‘tavırlar’ ile sonu –izm ile biten ‘akımlar’ arasında, önemli bir fark vardır. Bu farkı anlamak için şüpheci-lik ile şüpheci tavır arasındaki ayrım incelenmelidir.

  • Şüphecilik , felsefede bilginin olanaklılığı konusunda sunulan çok kökten ve sıra dışı bir görüş veya akımdır.
  • Şüpheci tavır , anlaşılması için tersi olan kavramlara değinilmesi gereken kavramdır. Şüpheci tavrın zıttı olan bir kavram dogmatizmdir. Yani belli bir kişi veya topluluk tarafından benimsenen, tartışmadan ve sorgulamadan kabul edilmesi beklenen inanç ya da inanç kümesidir. Ancak burada önemli olan bir nokta, dogmatiklik karşıtı duruşun insanlar için tahminen ancak belli bir dereceye kadar olanaklı olabileceği gerçeğidir. Sürekli şüphe halinde olmak insanların kolayca yapabileceği şeyler değildir.

Şüpheci tavır için önemli bir sonuç da şudur: Şüpheci yönleri olan kişiler, kendilerini karşı görüşlere ve akıl yürütmelere çekinmeden açmalarından ve radikal sorgulama alışkanlığı edinmelerinden dolayı, inanç sistemlerini darbelere daha dayanıklı ve daha iyi gerekçelendirilmiş bir konuma çekeceklerdir.