ESKİ ANADOLU TARİHİ - Ünite 2: Anadolu’nun İlk İmparatorluğu: Hititler Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Anadolu’nun İlk İmparatorluğu: Hititler
Giriş
“Hitit” kelimesinin açıklaması: Hitit kelimesinin temelinde hat(t)-kökü vardır. Aynı kök başkentlerine verdikleri Hattuş(a) ve ülkelerine verdikleri Hatti adlarında da görülmektedir. Hatti, Hattiler, Hititlerden evvel Anadolu’da bulunan ve eskiden yerli halkı olarak kabul edilen toplumdur. Hitit ve Hititler kelimeleri ise, Tevrat’ta geçen (Eski Ahit) bir kelimeye dayanmaktadır (Het Oğulları, İbranca hittim, Arapça Ben-i Het). Ancak Tevrat’ta geçen Het Oğulları ile Anadolu’da büyük bir devlet kuran Hititler aynı değildir. Tevrat’ta bahsedilen Het Oğulları, MÖ birinci binyılda, yani Hitit İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra, ağırlıklı olarak Kuzey Suriye’de kurulan Geç Hitit Devletleri’dir. Geç Hitit Devletleri, Hitit İmparatorluğu’nun çöküşünden bir süre sonra ortaya çıkan ve Anadolu’da yerel iktidarların devam ettiğini gösteren küçük ve yerel yönetimlerdir (Bkz. Ünite 4). Het Oğulları olarak Tevrat’ta geçen bu isim, daha sonra modern dillere, Almanca Hethiter, ingilizce Hittites, italyanca İttiti, Fransızca Hittites olarak geçer. Türkçe’ye bu isim Fransızca’daki Het Oğulları isminden Fransızca sıfat Hétéen kelimesinden girmiştir ve başlarda Fransızcada okunduğu gibi, yani baştaki [h] sesi olmadan, Eti olarak yazılmıştır. Zamanla bu hatalı yazılışından vazgeçilmiş ve Hitit kelimesinde karar kılınmıştır. Türkçe yazılışındaki bu değişiklik nedeniyle eski nesil Hititleri, hâlâ Eti olarak bilmektedir
Çivi yazısı: Çivi yazısı ilk olarak Mezopotamya’da ortaya çıkan bir yazı sistemidir. Yazı malzemesi olarak kilden yapılan tabletler yaygın olarak kullanılmıştır. Tabletlerin adı Sümerce’de DUB, Akkadca’da TUPPA, Hititçede ise Tuppi idi. Bir kil tabletin alışılmış formu dikdörtgendir. Çivi yazılı tabletlerin büyüklükleri çeşitlilik göstermektedir. 1,6 x 1,6 cm boyutlarında tabletlerin yanı sıra, 36 x 33 cm boyutlarında tabletler de belgelenmiştir. Tabletler tek sütunlu olabileceği gibi, çok sütunlu olmaları da mümkündür. Çivi yazısı soldan sağa yazılan bir yazı sistemidir. Kil tabletlerin alışılmış formu dikdörtgen olsa da, bunun yanı sıra farklı formlar da mevcuttur. Mektuplar, günümüzde olduğu gibi kilden yapılmış olan zarflar içine konulurdu. Zarfların kullanılması ilk defa III. Ur Sülalesi Dönemi’nde özellikle idari metinlerin yazımında kullanılmıştır. Bu zarflara, kil tabletlerde yazılan bilgiler aynen geçirilirdi. Önceleri resim yazısı olarak başlayan yazı, evrimleşerek, özellikle kil tabletlerin yuvarlak hatlı resimler çizmeye pek elverişli olmaması nedeniyle daha çizgisel bir görüntü almıştır.
Hitit çivi yazısı: Hititler, dillerini yazıya geçirmek amacıyla, bir hece yazısı sistemi olan Hitit çivi yazısını kullanmışlardır. Çivi yazısı o dönemde, yani MÖ on yedinci yüzyılda bin seneye aşkın bir zamandır Mezopotamya’da kullanılmaktaydı. Anadolu, çivi yazısı ile ilk defa Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nda (yak. MÖ 1950-1750), Assur’dan gelen tüccarlar sayesinde tanışmıştır. Ancak Hititler kendilerinden evvel Anadolu’da kullanılan bu yazı üslubunu (biçemini) değil, Eski Assur Çivi Yazısı’ndan farklılıklar gösteren Eski Babil Çivi Yazısı üslubunu kabul etmişlerdir. Hititçe, Hint-Avrupa Dil Ailesi’nin yazılı belge bırakmış en eski üyesidir. Bu dil ailesi ise, Hint Okyanusu’ndan Atlas Okyanusu kıyılarına kadar uzanan coğrafyada, TürkçeMacarca-Fince dışında konuşulan tüm dilleri içine alır. Hititler çivi yazısının yanı sıra ikinci bir yazı sistemini de kullanmışlardır. Kayalara yapılmış kabartmalardaki yazıtlarda, taş stellerdeki yazıtlarda, kral ve şahıs mühürlerinde, bazı kaplar üzerinde hiyeroglif sisteminde yazılmış yazılar mevcuttur. Hitit-Luwi Hiyeroglifi olarak tanımladığımız bu yazı sisteminin esin kaynağı muhtemelen Mısır Hiyeroglif yazısıdır.
Hitit İmparatorluğu’nun Siyasal Tarihi
Hititlerin kimliği: Hititlerin Anadolu’ya MÖ üçüncü binyılın sonunda ya da ikinci binyıl başlarında göç ettikleri varsayılır. Hititler öncesinde Anadolu’da, ülkeye adlarını veren Hattilerin yaşadıkları bilinmektedir. Hattice ve Anadolu’nun güneydoğusu ve Kuzey Suriye ve Kuzey Mezopotamya’da konuşulan Hurri Dili, modern akrabaları açısından Kafkas dillerine yakınlık göstermektedirler. Hurri Dili , Kuzey Suriye’de Anadolu ile Mezopotamya kültürlerinin geçiş bölgesinde yer alan Hurri toplumunun dilidir. Hititlerin başkenti, Çorum sınırları içinde kalan ve eski adı Hattuşa olan Boğazköy’dür. Çoğunlukla kabul edilen görüşe göre, Hititlerin Anadolu’ya küçük gruplar halinde geldikleri ve kültürel olgularını yavaş yavaş kabul ettirdikleri şeklindedir. Tarihleri boyunca genişlemeci bir politika izleyen Hititler, düzenledikleri askeri seferler ile Kuzey Suriye’ye, Batı ve Güney Anadolu’ya kadar yayılmışlardır. MÖ on üçüncü yüzyılda Hitit Devleti altın çağını yaşamış, birçok ülkeyi kendine bağlamış, böylece hem siyasi hem de ekonomik açıdan güçlenmiştir. Boğazköy (Hattuşa)’deki arşivlerde 25.000’den fazla sayıda tablet ve tablet parçası bulunmuştur. Ayrıca Anadolu’da yapılan diğer kazılarda Tokat ilinin Zile ilçesi yakınlarındaki Maşathöyük (Tapigga), bugün Çorum’a bağlı olan Ortaköy (fiapinuwa) ve Sivas-Kuşaklı (fiarişşa)’da da arşivler ortaya çıkartılmıştır. Başkent Hattuşa’daki arşivler tam anlamıyla bir devlet arşivi niteliğindedir. Mitolojiden tıbba, dinden hukuka çeşitli konularda kayıtlar bulunmasına rağmen halkın yaşamı hakkında doğrudan bilgi veren tabletler yoktur.
Hitit siyasal tarihi’ne genel bir bakış: Assurlu tüccarlar döneminde, yerel beyler arasında başlamış olan, birbirlerinin topraklarını zorla ele geçirerek ve aralarında bazı ittifaklar yaparak egemenlik alanlarını büyütme ve böylece ticaretten daha çok kazanç elde etme girişimleri, Hint-Avrupalı soyundan olan Kuşşar kralı Pithana ve oğlu Anitta tarafından başarılı bir biçimde uygulanmıştır. Böylece MÖ 1750 dolaylarında Anadolu’da ilk siyasal birlik kurulmuştur. Başkentini Kuşşar’dan en büyük pazar yeri olan, Kayseri yakınındaki Kaneş’e taşıyan Anitta, sonradan Hitit Devleti’nin başkenti olacak Hattuşa kentini fethetmiştir. Kendi adını bu kentten alan Hattuşili, Hattuşa’yı başkent olarak seçmiştir. I. Hattuşili veliaht olarak torunu I. Murşili’yi atamış ve onun iyi yetiştirilmesi ve korunup, kollanmasını da vasiyet etmiştir. I. Hattuşili’nin ilk Hitit Büyük Kralı sayılmasının nedeni, onun Anadolu sınırları dışına taşan yayılımcı bir politika izlemesidir. Bu kraldan sonra başa gelenler, onun koyduğu Kuzey Suriye’yi elde tutma hedefini benimsemişlerdir. Kendisi Kuzey Suriye’ye yaptığı seferde Alalah kentini almış, torunu I. Murşili, daha ileri giderek, Halpa’yı da egemenlik alanına katmıştır. Fakat bu başarıların verdiği cesaret, I. Murşili’nin sonunu hazırladığı gibi, devleti de uzun bir kargaşa dönemine sokmuştur. Murşili, topraklarını Babil’e kadar genişletmeyi başarmıştır. Ancak bu başarı kısa süreli olmuş, Hitit ordusu uzun ikmal yolu nedeniyle fethettiği Babil’de fazla kalamamış, elde ettiği ganimetleri dahi yollarda bırakarak, Anadolu’ya geri çekilmiştir. I. Murşili, eniştesi Hantili tarafından öldürülmüştür. I. Murşili’nin öldürülüşünden sonra Hantili tahta çıkmıştır. Bundan sonraki dönem bir entrikalar, ihanetler ve cinayetler dizisine dönüşmüş, Hitit Devleti’nin gittikçe azalan askerî ve siyasî gücü sadece iç sorunların çözümü için harcanmıştır. MÖ 1525 yılı dolaylarında, kral Huzziya tarafından hazırlanan komplodan, onun kız kardeşiyle evli olması sayesinde kurtulan Telipinu, kralı devirip başa geçmiştir. MÖ 1450 yıllarında tahta çıkan ve otuz yıl kadar egemen olan kral II. Tuthaliya ve kraliçesi Nikkalmati döneminde devletin yeniden toparlandığı görülmektedir. Bu kral çiftini Arnuvanda ve kraliçesi Aşmunikal izler. Arnuvanda’dan sonra oğlu III. Tuthaliya ve kraliçesi Taduhepa egemen olmuşlardır. Bu çiftin Genç Tuthaliya olarak belgelere geçen oğulları daha tahta geçemeden, kardeşi Şuppiluliuma tarafından öldürtülmüştür. Hitit tahtını kan dökerek elde etmesine karşın bu kral, devleti imparatorluk haline dönüştüren kişidir. Şuppiluliuma’dan sonra oğlu II. Arnuvanda kral oldu. Ancak kendisi vebaya yakalanması nedeniyle tahtta kısa bir süre kaldı. Onu izleyen kardeşi II. Murşili, Hitit tarihinin hem kudretli krallarından biridir hem de babası Şuppiluliuma’nın ve kendisinin icraatı hakkında yıllara göre yazdırdığı ayrıntı belgeleri bırakması bakımından, önemli bir tarih yazıcısı sayılır. II. Muvatalli, bir egemen kral gibi davranan Hattuşili’den uzaklaşmak için başkentini Konya’nın güneyinden Toros Dağları’na kadar uzanan ovalık bölgeyi kapsayan Aşağı Ülke’de, bugünkü Karaman yakınlarındaki Kızıldağ ile eşitlenen Tarhuntaşşa kentine taşımıştır. Bu durum ülkenin idaresinin fiilen Yukarı Ülke ve Aşağı Ülke olarak ikiye ayrılması ve sanki bir ortak krallık kurulmuşçasına iki kardeş arasında paylaşılması anlamına gelmektedir. II. Muvatalli döneminin en önemli olayı, Hatti ülkesi ile Mısır arasındaki ilişkilerin çatışma noktasına varmasıdır. II. Muvatalli ölünce, yerine oğlu Urhi-Teşup, III. Murşili adıyla geçti. ilk icraatı başkenti tekrar Hattuşa’ya taşıyarak, ülke idaresinin bölünmüşlüğüne son vermek oldu. Bu olaydan sonra yukarı ülkede egemen olan Hattuşili, askeri gücünü kullanarak yeğeni III. Murşili’yi tahttan uzaklaştırıp kendisi kral oldu. III. Hattuşili iyi bir diplomat ve uluslararası politik dengeleri kullanmasını iyi bilen bir devlet adamıydı. Kadeş Savaşı’ndan sonraki gerginliği bitiren “ebedî barışın ve ebedî kardeşliğin” antlaşması ile Mısır ilişkilerini düzeltmiştir (MÖ 1270). III. Hattuşili’nin ölümünden sonra, Hitit tahtına oğlu IV. Tuthaliya geçmiştir. IV. Tuthaliya’nın ölümü üzerine Hatti ülkesi yeni bir taht kavgasına sahne olmuş, III. Hattuşili’nin Tarhuntaşşa kralı yaptığı UlmiTeşup=Kurunta, Hitit Krallığı üzerindeki, aslında yasal olan iddiasını gerçekleştirmek üzere, isyan etmiş ve Hattuşa’da idareyi ele almıştır. Kurunta ölünce, kendi oğlu olmadığı için yerine IV. Tuthaliya’nın oğlu III. Arnuvanda geçti. Arnuvanda çocuksuz öldüğünde, hareminde hamile bir kadın bile olmadığı belgelerde geçmektedir. Bu nedenle, kardeşi II. Şuppiluliuma tahta geçirilmiştir.
Hitit İmparatorluğu’nun Kültür Tarihi
Hititlerde devlet idaresi ve halk: Hitit Devleti’nin idare biçimi teokratik monarşi olarak tarif edilebilir. Kralların kendileri tanrı değilse de, buyrukları tanrı buyruğu kadar baş eğdirici idi. Karşı gelmenin cezası ölümdü. Ayrıca kralın gücünü tanrılardan aldığı kabul edilirdi. Diğer yandan, ölümden sonra kralların tanrı olduğuna da inanılırdı. Fakat tanrılaşmış krallar için düzenli kurbanlar yapılmasına karşın, bunların adları, diğer tanrılar gibi, örneğin antlaşma metinlerindeki yeminlerde anılmazdı, onlara tapınaklar da yapılmamıştır. Hitit krallarının üç tür görevi vardı. Önce “başrahip” idiler. Resmî tanrılar topluluğundaki tanrı ve tanrıçalar için belli bir takvime göre uygulanması gerekli dinî bayramların ihmal edilmeden yapılması, tapınaklarının tam donanımlı olması ve kurbanların eksiksiz yerine getirilmesi onların görevleriydi. ikinci olarak “başkomutan” görevindeydiler. Orduların komutası onlardaydı. Kral bazen bu iki görevinden bir dinsel töreni yönetmek üzere başrahip olarak başkente dönmek zorunda kalıyordu. Kutlanmayan bayramına öfkelenen bir tanrının gazabının, tüm ülkeye felaket getirebileceğine inanılıyordu. Buradan, rahipliğinin öneminin çok yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Kralların üçüncü görevleri “baş yargıç”lıktı. Kral, önemli davaların karara bağlanmasında görevliydi. Ancak Hitit krallığının mutlakıyetçi olduğunu söylemek, özellikle devletin kuruluş dönemi için, pek olası görünmemektedir, çünkü bir danışma kurulu niteliği de taşısa, “panku” adı verilen ve çoğunlukla kraliyet ailesine mensup devlet memurlarından kurulu asiller meclisinin yetkileri vardı. Bir prense, örneğin babasının vasiyetinde bildirdiği görevleri hatırlatmak gibi, hanedan içi sorunlara ilişkin konular da “panku”nun yetkisindeydi. “Tuliya” adlı bir başka kurul ve “panku” yüksek mahkeme fonksiyonuna da sahiptiler. Ülkenin idari mekanizması içinde, taşra kentlerinde bulunan ve bir tür senato diyebileceğimiz “yaşlılar meclisi” de görev yapmaktaydı. Ayrıca sınır bölgelerinde görev yapan askeri valiler ve kentlerde belediye başkanları da bulunmaktaydı. Halk, özgür insanlar ve köleler olmak üzere iki sınıfa ayrılmaktaydı. Özgür insanlar sınıfını, köylüler, deri işleyicisi, demirci, dokumacı v.s gibi zanaatkârlar ve aşağı rütbelerdeki memurlar oluşturuyordu. Zanaatkârlar kentli nüfustandı. Bunların bir bölümü ürettiklerini kendileri satarken, bir bölümünün de tapınaklar için çalıştıkları varsayılmaktadır. Tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar için özgürlük kısıtlıydı. Bunlar en çok angaryaya (zorunlu hizmet) koşulan kesimdi. Yine de, evleri, bir kısım arazileri ve hayvanları için özel mülkiyet hakkı tanınmıştı. Köleler, alınıp satılabilen, miras yoluyla sahiplenilebilen kişilerdi. Bugünkü “köle” anlamının aksine, kölelerin haklarının da yasalarca korunmakta olduğu görülmektedir. Kölelerin mülkiyet hakları vardı ve Hitit evlilik hukukunda yeri olan “başlık parası”nı verdikleri takdirde, özgür kadınlarla evlenebiliyorlardı. Toplumda bir de yabancı ülkelerden sürülüp getirilmiş ve “ucuz iş gücü” olarak kullanılan sivil esirler vardı. Bunlar toplumsal bir sınıf veya kast değillerdi ve diğer insanlarla kaynaşma şansları vardı.
Hitit ekonomisi: Ekonomilerinin temelinde toprağa bağlı üretim, yani tarım ve hayvancılık vardır. Hitit devletinde toprak üçe ayrılır: en büyük grubu, saraya ait olanlar oluşturmaktadır. Bu topraklara, devlet için bazı görevleri yerine getirerek sahip olunması mümkündü. ikinci toprak grubu tapınağa ait olanlar oluşturmaktadır. Üçüncü grup ise, şahsa ait topraklardır. Devlet, kamu arazisine hâkimdi, onu düzenleyebilir ve satabilirdi. Halkın büyük bir kısmı çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşırdı. Çiftçiler, aslında tam anlamıyla bağımsız hareket edememekte ve devlet için bazı angaryaları yerine getirmektedir. Bir bağımsız çiftçi dört gün kendisi için, dört gün kendi tarlasına yakın olan bir tımar arazisi için çalışırdı. Bu bağımsız çiftçilerin yanı sıra bir de tapınak ve saray arazisinde sürekli çalışan işçiler vardı. Hayvancılık sayesinde et, süt, deri ve yün üretiminin gerçekleşmesi sağlanıyordu. Ülkedeki hayvan varlığının çokluğu, bir zenginlik kaynağı sayılıyordu. Bu bakımdan kralların yaptığı başarılı askeri seferler sonunda elde edilen ganimet içinde sığır ve koyunların sayısı da bildiriliyordu. Hititler bundan başka özellikle askeri alanda kullanmak üzere at yetiştiriyorlardı. Hititler döneminde uzun mesafeli ticaret oldukça canlı, tüm Akdeniz ve çevre bölgelerini kapsayan bir ticarettir. Bu ticaret ağı içinde, özellikle coğrafi konumlarından dolayı, bazı merkezler öne çıkmış ve zenginleşmişti. Bu kentler arasında öncelikli olarak Ugarit (Ras fiamra), Ura (Mersin-Kızkalesi), Halep, Alaşiya (Kıbrıs), Alalah, Troia ve Mikenai sayılabilir.
Hitit imparatorluğu’nda hukuk düzeni: Bulunan iki tabletin birincisi “eğer bir adam”, ikincisi ise “eğer bir bağ” sözleriyle başlamakta ve toplam 200 kanun maddesini içermektedir. İlk tablet bireylerin hukukunu ve mülkiyetini koruyan konuları; ikincisi ise, arazi edinme ve tarım gereçlerine sahip olma ile ilgili konuları kapsamakta, bir fiyat tarifesi içermekte ve cinsiyete ilişkin suçlara verilecek cezaları saymaktadır. Tabletin kendisi ele geçmemiş olmakla birlikte, arşiv dışında bulunmuş bir kitaplık etiketi üzerinde “üçüncü tablet: eğer bir adam” şeklindeki bir içerik özetinin varlığı, muhtemelen bulunan iki tablete ek olarak bir üçüncünün daha yazıldığını kanıtlamaktadır. Hitit kanunlarının genel olarak dört aşamadan geçtiği söylenebilir:
- İlk önce geleneksel düzenlemeler toplanmıştır.
- İşkence cezaları (suçlunun ayrı yönlere sürülen öküzlere bağlanıp, parçalatılması gibi) yerine tazminat olarak hayvan kurbanları konmuştur.
- Ölüm cezaları kısıtlanmış ve maddi cezalar arttırılmıştır.
- Para cezalarının miktarlarında indirimlere gidilmiştir.
Hititlerin savaş açmayı dahi bir haklılık ve haksızlık sorunu olarak gördüklerini, bu bakımdan, haklı olan tarafın savaşı kazanması için, tanrıların bu konuda yargıya varmaları gerektiğine inandıklarını biliyoruz. Bundan da anlaşılacağı gibi, Hititlerin hukuka bakış açısı, bütünüyle dinseldi. Tanrılar, onlara göre, bütün varlıkların hakkını koruyan, adil ve dürüst efendilerdi. Devlet, öncelikle toplum düzeninin sağlanması ile yükümlü olduğundan, bireysel intikamın en aza indirilmesini veya tamamen ortadan kaldırılmasını ister. Bu bakımdan kanunlarda rastlanan talion ilkesi (göze göz, dişe diş), zarara uğrayanın, suçluya, kendisine gelenden daha çok zarar vermesini önlediği için, belki de intikam hislerinin artarak devamını engellemek yönünde atılmış ilk adımlar olarak kabul edilebilir. Hitit kanunları bu açıdan Mezopotamya’ya nazaran, oldukça ileridir. Pek çok suçun karşılığında tazminat ödenirdi, ölüm cezaları kısıtlıydı ve bedeni sakatlama cezaları ise, sadece “köle”lere verilebilirdi. Kanunlarda ölüm cezası, ırza geçme, hayvanlarla cinsel ilişkide bulunma ve devlet otoritesine karşı gelme suçlarına verilmekteydi. Eğer suçlu bir “köle” ise, efendisinin emirlerine uymaması veya kara büyü yapması halinde de öldürülüyordu. Hitit yasalarının eski versiyonunda bazı maddelerde görülen ve mağdur tarafın suçludan tazminatı almasını garantileyen, günümüzdeki haciz ile karşılaştırılabilecek bir uygulama dikkati çeker. Mülkiyet korunması ile ilgili kanun maddelerinde tespit edilen cezalar, genellikle tahribe uğrayan, kaybolan veya kullanılmaz duruma gelen malın yerine yenisinin konması ve değerinin tazmin ettirilmesi ilkesine dayanmaktadır. Aile reisi olan erkek, karısı ve çocukları üzerinde egemendir.
Hitit dini: Hitit inanç sisteminin temelini farklı etnik kökenlere ait birçok öğe oluşturur. Bu nedenle gerek dininde gerek mitolojisinde bir kültür mozaiği ile karşılaşılır. Hititler kendilerine ait kültür öğelerinin yanı sıra, tanıştıkları yeni kültürlerden, bünyelerine uygun gördükleri pek çok unsuru da kabul etmişlerdir. Hitit dinindeki çeşitliliği en iyi şekilde geniş pantheonlarında görmekteyiz. Pantheon , bir devletin oluşturduğu resmi tanrılar topluluğuna verilen isimdir. Hititler kendilerini “bin tanrılı” olarak tanımlarlar. Resmi pantheonlarında Hint-Avrupalı Tanrılar (Hitit-Luwi-Pala), Asyanik Tanrılar (Hatti-Hurri-Sümer), Indo-Ari Tanrılar (Eski Hint) ve Semitik Tanrılar (Assur-Babil) gibi farklı etnik kökenli toplumlardan alınan tanrılar bulunmaktadır. Asyanik, Asya kökenli anlamına gelmektedir. Birçok dini unsuru ve farklı dini uygulamaları bir arada görebildiğimiz için, Hitit dininde synkretizmin varlığından bahsedilebilir.
Synkretizm, bir toplumun birden çok dini uygulamayı kabul etmesidir. Diğer bir tanımı ise “çok dinlilik”tir. Merkezleri Hattuşa’da bulunan din adamları resmi bir pantheon oluşturmuşlardı. Bir devlet dini olarak karşımıza çıkan Hitit dininin uygulamalarına, Hitit sivil halkının katılımının olmadığı anlaşılmıştır. Hitit dininin pratiğinde halka yer verilmiyordu. Törenlere kral, kraliçe ve aileleri, tapınak ve saray görevlileri, ülke beyleri, yabancı ülke diplomatları katılmaktaydı. Hitit inancına göre, tanrılar tıpkı insanlar gibi yaşamakta, yiyip içmekte, aralarında kavga etmekte, birbirleri ile evlenmekte ve çocuk sahibi olmaktaydılar. Devlet dini oluşturan Hititlerde, halka açık bir tapınma yeri olmayan tapınak yapılarının özel bir odasında, tanrıyı simgeleyen bir de heykel bulunurdu. Bu heykel her gün belirli bir törenle temizlenirdi. Tanrıya sunulmak üzere, onu temsil eden bu heykelin önüne kurbanlar konulurdu. Tapınağın bu en kutsal mekânlarına bazı rahipler ile kral ve kraliçe dışında kimse giremezdi.
Hitit mitolojisi: Din ve mitoloji ile ilgili ilk yazılı belgeler Sümerlere aittir. Mezopotamya’da ilk defa yazılmaya başlanan mitolojik hikâyeler, Hurriler aracılığı ile Hititlere geçmiştir. Hitit toplumu, Mezopotamyalı toplumlar ile kıyaslandığında, daha pragmatik (yarar getiren) bir kafa yapısına sahipti ve günlük yaşamın getirdiği sorumlulukları daha ön planda tutmaktaydı. Bunun sonucu olarak da, dünyanın yaradılışı gibi soyut düşünmeyi gerektiren edebi ürünlerin hemen hepsi Mezopotamya kökenlidir. Hitit edebiyat ürünlerini teşkil eden mitolojileri kökenlerine göre şu gruplara ayrılır: Hatti kökenli mitolojiler; İlluyanka Hikâyesi, Kaybolan Tanrı Mitosu, Gökten Düşen Ay Mitosu, Kamruşepa Mitosu. Hurri kökenli mitolojiler; Kumarbi Efsanesi, Hedammu Mitosu, Ullikummi Şarkısı, Avcı Keşşi’nin hayatını anlatan bir masal ve Appu adlı bir adam ile oğulları “İyi” ve “Kötü”nün hikâyesini içeren masal dikkate değerdir. Mezopotamya kökenli mitolojiler içerisinde en önemlisi Gılgamış Destanı’dır. Hint-Avrupalı bir anlatım olan Zalpa Hikâyesi, Hititlerin Anadolu’ya gelişleriyle ilgili bazı ipuçları içermektedir. Kumarbi Efsanesi, adını anlatıda geçen Tanrıların Babası Kumarbi’den alır. Hurri mitolojisi özellikleri yansıtan metin, birkaç mitolojik hikâyeyi içerir. Bunlardan ilki Gökyüzü Krallığı olarak adlandırılır ve tanrılar arasındaki mücadeleyi anlatır. Kumarbi Efsanesi ile yüzyıllar sonra Eski Yunan’da antik ozan Hesiodos tarafından yazılmış, Theogonia adlı eser arasında bazı paralellikler görülür. Eski Önasya Kültürleri birbirleriyle daima bir etkileşim içinde olmuşlardır. Hiçbiri diğerinden bağımsız olarak şekillenmemiştir. Hititlerin, yüksek Mezopotamya kültürlerinden aldıklarını Batı kültürlerine aktarmış olduklarına hiç şüphe yoktur.