ESKİ TÜRK EDEBİYATININ KAYNAKLARINDAN ŞAİR TEZKİRELERİ - Ünite 2: 16. Yüzyıl Şair Tezkireleri-I Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: 16. Yüzyıl Şair Tezkireleri-I
16. Yüzyıl Şair Tezkireleri
16. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar devam eden tezkire türü, geniş zaman dilimi içinde farklı biçimsel görünümlerle karşımıza çıkar. Bu eserler Herat ekolü tezkirelerini kendilerine örnek almakla birlikte, başta tertip tarzı olmak üzere birçok değişikliğe de uğramışlardır. Herat tezkireleri tasniflerini tabaka üzerine kurarken bizde bu yöntemi Latifî çok pratik bir şekle dönüştürmüş ve şairleri alfabetik olarak sıralamaya başlamıştır. Latifî’den sonra bu çağdaş usul, küçük istisnaları dışında Türk tezkireciliğinin vazgeçilmez tertip tarzı olmuştur. Latifî sadece tertip tarzıyla değil, biyografiye kazandırdığı ivme ile artık klasik biyografinin sınırlarını çizmiş, Âşık Çelebi ve antoloji tipi tezkireler hariç kendinden sonraki biyografi yazarları büyük ölçüde onu izlemişlerdir. Başka bir ekol olan Âşık Çelebi, tertip tarzının kullanışsızlığı ve ortaya koyduğu geniş biyografi yapısı, çok özel yeteneklere ihtiyaç gösterdiğinden kendisinden sonra pek takipçi bulamamıştır. Sehî ve Ahdî dışındaki 16. yüzyıl tezkirecileri, şairlerin kendilerine has bir sınıf olduklarına, meslek ve diğer sosyal ölçülerine bakılmaksızın bir bütün olarak ele alınmaları gerektiğine inandılar.
Türkçe şair biyografisi yazma geleneği 16. yüzyılda Doğu Türkçesi’nde başlamış olmakla birlikte bu yazı dilinde gelişimini sürdürememiş, Nevayî’den sonra ancak Sadıkî ile ikinci bir örnek verebilmiştir. Türün bu coğrafya yerine Osmanlı Devleti içinde hayatını devam ettirebilmiş olmasının sebebi, uzun ve istikrarlı bir devletin varlığı ile mümkün olabilmiş, Orta Asya’da tersine bir yapı söz konusu olduğu için, başka kültür ve sanat faaliyetleri gibi, 16. yüzyıldan sonra yeni örnek üretilememiştir.
Latifî- Tezkiretü’ş-Şuara ve Tabsıratü’n-Nuzema
1491 Kastamonu doğumlu olan Latifî’nin asıl adı Abdüllatif’tir. Gördüğü eğitimin süresi ve seviyesi hakkında bilgi yoktur; ancak şiir ve inşa alanında iyi bir altyapı ile kendini yetiştirdiği görülmektedir. Katiplik yaparken Bahriyye kasidesini İskender Çelebi’ye sunmasıyla tanındı ve Belgrad imaret katipliğine atandı. Uzun yıllar Rumeli’de kalıp imaret katipliği yapan Latifî, 1543’te İstanbul’a olgun bir inşa ustası ve şair olarak döndü. O dönemde Sehî Bey’in Heşt-Behişt adlı eserinin tamamlanıp büyük ilgi görmesi, Latifî’de tezkire yazma isteği uyandırdı. Âşık Çelebi’nin de yardımıyla 1546’da tamamladığı tezkiresini devrin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’a sundu. Karşılığında Ebu Eyyub-i Ensari Vakfı’na katip tayin edildi. On yıl sonra azledilerek Rodos’a sürgün edildi. Ömrünün son yıllarında tekrar İstanbul’a döndü, ancak Yemen’e giderken 1582’de öldü. Latifî, yaşadığı dönemde ilgi uyandırmış pek çok eserin sahibi olduğu halde sıkıntılı bir hayat yaşadı. Eserlerinde farklı vesilelerle kıymetinin bilinmediğinden yakınmıştır.
Öne çıkan eserleri şunlardır:
- Füsul-i Erbaa: Dört mevsimin özelliklerini sanatlı bir dille anlattığı nazım nesir karışımı bir eserdir.
- Nazmül-cevahir : Haz Ali’nin 207 sözünün kıtalar halinde tercümesidir.
- Risale-i Tarif-i Evsaf-ı İstanbul: İstanbul hakkında yazılmıştır. Önce Kanuni Sultan Süleyman’a, sonra da mukaddimesi değiştirilerek III. Murat’a sunulmuştur.
- Suhhatü’l-uşşak: Yüz hadisin kıtalar halinde Türkçe tercümesidir.
Tezkiretü’ş-şuara ve Tabsıratü’n-nuzema : Anadolu’da, Sehî Bey’in Heşt-Behişt adlı eserinden sekiz yıl sonra yazılmış ikinci tezkire, Latifî Tezkiresi veya Tezkiretü’şşuara ve Tabsıratü’n-nuzema olarak bilinen eserdir. Latifi Tezkiresi, bir mukaddime, üç fasıl ve bir hatimeden meydana gelmiştir. Latifî, 1546 yılında tezkiresini tamamladıktan sonra devrin sultanı, Kanunî Sultan Süleyman’a sunmuştur. Tezkiredeki toplam şair sayısı 334’tür.
Latifî, tezkiresini yazarken Camî’nin Baharistan ’ı, Ali Şir Nevayî’nin Mecalisü’n-nefais’ i ve Sehî Bey’in HeştBehişt’ini model alsa da, tezkiresini yazarken onların kronolojik tasnifini değil, alfabetik sırayı tercih etmiştir. Bu ise Türkçe ’de ilk defa denenmiştir. Eserin mukaddime bölümünde besmele, hamdele ve salvele ile başladıktan sonra şiirin özelliklerini anlatmıştır.
Tezkirenin yazılış sebebi şu şekilde anlatılır: O güne kadar on iki adet kitap ve risale kaleme aldığı hâlde Latifî’nin aklında böyle bir eser yazma düşüncesi yoktur. Bu fikri dostu Zaifî vermiştir. Bir gün elinde Camî’nin Baharistan ve Ali Şir Nevayî’nin Mecalisü’n-nefais adlı eseriyle yanına geldiğini ve kendisinin de Anadolu şairleri için böyle bir eser meydana getirmesini istediğini belirtir. Her ne kadar yazar, yapamam diye ısrar etse de sonunda kabul etmek zorunda kalır.
Latifî eserin Mukaddime bölümünde, tezkiresine aldığı şairleri hangi ölçülere göre seçtiğini, bunları seçerken karşılaştığı güçlükleri de anlatarak bir anlamda divan şiirinin poetikasına ışık tutacak görüşleri ortaya koyar. Ardından eserini nasıl ve hangi ölçülere göre tasnif ettiğini belirtir. Latifî, alfabe sırasına göre II. Murat devrinden 1546 senesine gelinceye kadar Osmanlı ülkesindeki şairleri tezkiresine almıştır. Eserin bundan sonraki kısımları üç fasıl hâlinde şairlere ayrılmıştır.
Latifî Tezkiresi , zamanında çok okunmuş bir kaynaktır. Yazar, eserini bitirdikten sonra ortaya çıkan eleştirilere göre tezkireyi tekrar ele almış ve böylece farklı nüshalarda farklı şair sayıları ortaya çıkmıştır. Tezkire üzerinde yapılan edisyon kritikli doktora çalışması sonucunda toplam 334 şair biyografisine ulaşılmıştır. Edisyon kritik, farklı nüshaları bulunan yazma veya matbu eserlerin aralarındaki ayrılıkları tespit ederek aslına en uygun metne ulaşma demektir.
Latifî Tezkiresi, Heşt-Behişt’ten birçok yönden üstün bir eserdir. Latifî bu eserinde hem alfabetik usulü ilk kez kullanmış, hem de her harf için ayrıca üç harfe kadar bir sıralama yapmıştır. Şairler hakkında isabetli eleştiri ve değerlendirmeler içermesinin yanı sıra verdiği doğru bilgiler bakımından da oldukça önemlidir. Latifî, objektif olmaya çalışmış, beğenmediği şairleri de açıkça eleştirmiştir. Tezkirenin dili sade, cümleleri kısa ve seçilidir. Üslubu akıcı, ahenkli ve yer yer alaycıdır.
Örnek Metin İncelemesi
Şairler tezkiresi türü, Latifî’nin tezkiresi ile standart bir kimlik kazanmıştır. Tezkirelerde biyografisi yazılan şairler asıl isimleriyle değil mahlaslarıyla bu kaynaklarda yer almıştır. Ahmet Paşa gibi az sayıda şair bir mahlas kullanmadan şiirinde kendi adını kullanmıştır.
Tezkireciler, ele aldıkları kişinin şairlik konumu yanında onun sosyal statüsünü de göz önünde bulundurarak üsluplarını oluşturmuştur. Şairlerin hayatlarını anlatırken daha süslü ve ağdalı bir dil kullanmışlardır. Bu örnekte de Ahmet Paşa’nın önemini vurgulayacak pek çok övücü sıfat kullanılmıştır.
Eğer biyografisi yazılan kişi hayatta değilse, mahlastan sonra ona rahmet dileyen bir dua cümlesi eklemişlerdir. Bu dua cümlesi de genellikle şairin adı ve konumu ile ilgili kelimelerden seçilmiş veya en azından mahlasla ses veya ahenk bakımından uyumlu olmasına dikkat edilmiştir.
Klasik Doğu biyografisi geleneğinde, mahlasın ardından şairin doğum yeri belirtilir. Bu örnekte de Ahmet Paşa’nın Bursalı olduğu belirtilmiş ve soyu sopu ile ilgili bilgiler verilmiştir.
Tezkirelerde şairlerin şiir kabiliyetini vurgulamak için cevher (çoğulu cevahir, Farsça gevher, güher) kelimesini sıkça kullanılmıştır. Rum kelimesi de tezkirelerde, 16. yüzyıldan itibaren Rumeli’yi de kapsayan ‘Osmanlı ülkesi’ anlamında kullanılmıştır.
Tezkirelerde daha sonra şairin eğitim durumu, hocaları ve görevleri belirtilir. Ahmet Paşa örneğinde eğitime değinilmemiş, ancak önemli görevleri yazılmıştır. Eğer şairlerin babaları önemli kişilerse, onlar da mutlaka belirtilmiştir. Ahmet Paşa’nın babası da önemli bir bilgin ve bürokrat olduğu için tezkirede bahsedilmiştir.
Aile ile ilgili bilgilerden sonra, şairlerin şairlik yönü ve eserlerine dair bilgiler verilir. Latifî, bu konuda en dikkate değer değerlendirmeleri yapan tezkirecimizdir. Ahmet Paşa’nın şairliğini uzun uzun değerlendirmiş ve kendi çağının bu konudaki tartışmalı bakış açısını bize yansıtmıştır.
Her biyografide rastlanmamakla birlikte zaman zaman tezkireciler ele aldıkları kişinin hayatıyla ilgili çeşitli anekdotlara yer verirler. Ahmet Paşa’nın biyografisi bu anlamda da zengin malzeme içermekte ve kendi çağına özgü¨ bir aşk anlayışı ile ilgili uzun bir hikâyeye yer vermektedir. Bu hikâyeye bağlı olarak da meşhur Kerem Kasidesi’nin yazılış sebebi izah edilmektedir.
Ahmet Paşa biyografisinde, hayatının ardından birkaç beytine yer vermek yerine, son bölümü onun şiirine ayrılmıştır. Bu uygulama başka biyografilerde pek görülmez.
Ahdî- Gülşen-i Şuara
Edebiyatımızda Ahdî-i Bağdadî olarak tanınan Ahdî, Bağdat’ta doğmuştur. Eğitimini tamamladıktan sonra 1552 yılında Osmanlı ülkesine gitmek üzere yola çıktı. Bu süre zarfında birçok yeri dolaştı; pek çok şairle tanışma fırsatı yakaladı. Kanunî Sultan Süleyman devrinde İstanbul’a ulaştı. Eserinde İstanbul’un güzelliğinden, bilim adamı ve şairlerin çokluğundan bahseden Ahdî, uzun süre burada ve bir süre de Edirne’de kalarak devletin ileri gelen kişileriyle, büyük âlim, bilgin ve şairlerle tanıştı; toplantılara katılarak hem bilgisini arttırdı hem de onlar hakkında bilgi topladı. Ayrıca Ahdî, Kanunî Sultan Süleyman’ın şehzadesi Sultan Selim’le de tanışma fırsatını elde etti ve onun yardımlarını görüp toplantılarına katıldı. On bir yıl kadar süren bu uzun gezinin sonunda tekrar Bağdat’a döndü ve gezisi sırasında topladığı bilgilerle tezkiresini yazdı. Ahdî, ömrünün geri kalan kısmını Bağdat’ta geçirdi ve 1593 yılında orada öldü¨.
Bir divançe oluşturacak kadar şiiri bulunan Ahdî’nin önde gelen eserleri Divançe ve G ülşen-i Şuara , diğer adıyla Ahdî Tezkeresi ’dir.
Gülşen-i Şuara , Şehzade Sultan Selim adına yazılmıştır. Anadolu sahasında Sehî ve Latifî tezkirelerinden sonra yazılmış üçüncü tezkiredir. Tezkire, daha önceki devirlerde yaşamış eski şairleri kadrosu dışında tutup yalnız kendisinin çağdaşı olan şairleri alması bakımından farklılık arz eder. Ahdî eserini sadece kendi yaşadığı çağ ile hatta ilk tertibinde Kanunî Sultan Süleyman devri ile sınırlandırmıştır. Gülşen-i Şuara’nın en önemli tarafı, büyük çoğunluğu Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu bölgesindeki şairleri ihtiva etmesi ve bunlar hakkında ilk ve tek kaynak durumunda olmasıdır. Eser, Bağdat ve çevresinde yetişen şairler hakkında verdiği bilgiler bakımından çok önemlidir ve bu hâliyle edebiyatımızda yaklaşık 147 şair için tek kaynak durumundadır.
Ahdî, Gülşen-i Şuara ’nın ilk tertibini yaptıktan sonra ölümüne kadar geçen otuz yıl boyunca eserinde bazı değişiklikler yapmıştır. Bu bakımdan Gülşen-i Şuara ’nın yazılış tarihini Ahdî’nin ölümüne kadar uzatmak gerekir. Eser, son şekliyle bir mukaddime, dört ravza ve bir hatimeden meydana gelmiştir.
Ahdî, eserinin mukaddime kısmında Kanunî Sultan Süleyman ve şehzade Sultan Selim’i övdükten sonra Sebeb-i Nazm-ı Kitâb başlığı altında yolculuğunu, İstanbul’da bilim adamları ve şairlerle tanışıp görüşmesini, sonra da Bağdat’a geri dönüşünü anlatır. Ayrıca şairler hakkında topladığı bilgiler kaybolmasın diye tezkiresini yazdığını belirtir. Eserin birinci ravzasında başta devrin padişahı olmak üzere Şehzade Sultan Selim ve diğer şehzadeleri (17 şair), ikinci ravzada devrin ileri gelen devlet adamlarını (14 şair), üçüncü ravzada ulema ve müderrisleri (25 şair), dördüncü ravzada ise alfabetik olarak dönemin şairlerini anlatır (325 şair). Esere sonradan ilavelerin yapılmasından dolayı alfabetik sistemde bazı düzensizlikler vardır.
Hatime kısmında ise Ahdî, kusurlarının bağışlanması için temennilerde bulunur ve eserini övdüğü¨ bir şiire yer verir.
Eserin mukaddime kısmında olduğu gibi devlet büyüklerinden ve tanınmış şairlerden söz edilirken ağır bir dil ve sanatlı üslup kullanılmıştır. Diğer bölümlerde ise dil, bilgi ve düşüncenin aktarıldığı araç konumundadır. Tezkiredeki bazı şairler Sehî ve Latifî tezkirelerinden alınmıştır.