ESTETİK VE SANAT FELSEFESİ - Ünite 4: Antik Çağ ve Orta Çağda Estetik ve Sanat Felsefesi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 4: Antik Çağ ve Orta Çağda Estetik ve Sanat Felsefesi
Giriş
Modern estetik kuramlardan farklı olarak Antik Çağ ve Orta Çağ sanat ve estetik anlayışları ilgili filozofun veya dönemin egemen metafizik ve ontolojik anlayışı üzerine kuruludur. Hem Antik Çağ’da hem de Orta Çağ’da güzel ile iyilik ve yetkinlik arasında yakın bir ilişki, kimi kez de özdeşlik kurulmuştur.
Platon’da Güzelin Kavramsal ve Özsel Olarak Belirlenmesi
Platon’un genel felsefi gelişimi üç farklı dönemi kapsar:
- Gençlik döneminde; felsefe tarihinde ilk kez sistematik bir şekilde “Güzel nedir?” sorusunu bazı kavramsal çözümlemelerle yanıtlamaya çalışır.
- Olgunluk döneminde; güzel sorgulamasının amacı “güzel” kavramının tanımından çok onun ontolojik temellerini araştırmaktır. Bu yaklaşımda güzel, oluşa ve görüngüler dünyasına karşıt, zihinsel ve tözsel bir varlık olarak görülür.
- Yaşlılık döneminde, Pitagorasçılığın etkisi altında olan Platon “güzel” kavramını sayı ve ölçüyle ilişkili olarak ele alır.
Büyük Hippias diyalogunda tek tek güzel şeylerin güzelin kendisini tanımlayamayacağı vurgulanarak güzel ile uygunluk, kullanışlılık, yarar ve haz arasındaki ilişki irdelenmiştir. Bu diyalogda Sokrates, Güzel kavramını, güzelin herhangi bir kişiye, duruma, nesneye veya ölçüte göre değişmeyeceği şekilde tanımlamaya çalışır. Bu kavramsal irdeleme güzelin gerekli ve yeterli koşullarını belirlemeyi amaçlar ve güzelin metafiziksel olarak ele alınmasına bir temel oluşturur.
Olgunluk dönemini yansıtan Şölen’de Platon, güzelin özsel bir irdelemesini sunar. Güzel, doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzelliktir; ebedi ve ezelidir, bütün diğer güzellikler ondan pay alırken o kendinde var, kendinin nedeni ve kendisiyle hep bir örnektir.
Platon, yaşlılık dönemi eserlerinden olan Timaios diyalogunda güzeli daha somut ve ölçülebilir bir şey olarak tanımlar: Doğru ve uygun orantı olarak güzel salt geometrik formdur. Ayrıca Platon, Devlet adlı eserinde sanatın doğası, toplumdaki ve insan hayatındaki yeri üzerine çözümlemelerde bulunarak kendi metafizik ve ontolojik kuramı çerçevesinde “Sanat nedir?” sorusuna yanıt arar. Sanat gerçeklikten üç derece uzak olan, kopyanın kopyasını üreten mimetik veya taklitsel bir insan etkinliğidir. Sanat gerçekliğin bilgisini vermez çünkü mimetik etkinlik sanılar alanıyla sınırlıdır. Bu açıdan, Platon’la birlikte ilk kez sanat epistemolojisinin temellerinin atıldığını söyleyebiliriz. Devlet'te sanatın devletteki yeri, konumu ve önemi de ele alınır. Platon, bazı sanatların gençleri yanılttığını, toplumu kötü etkilediğini, akıldan çok duygunun kontrolüne izin verdiğini belirterek sanatın ideal bir devlette daima kontrol altında olması gerektiğini düşünür. Platon'a göre İdeal devlette sadece gerçek güzeli ve erdemleri algılamaya yardım edecek sanatlara yer vardır ve gerektiğinde sanat ürünleri sansür edilmelidir.
Aristoteles'te Mimesis ve Katharsis Olarak Sanat
Antik Çağın bir diğer önemli düşünürü Aristoteles Poetika ( Şiir Üstüne ) adlı eserinde Platon’un sanatın mimetik bir etkinlik olduğu görüşüne katılır ama estetik edimin değerini ve özerkliğini de savunur. Aristoteles’in sanat anlayışında sanat insan psikolojisi çerçevesinde temellendirilir. Sanatın insan doğasından kaynaklanan iki temel nedeni vardır:
- Taklit içtepisi ve
- Taklit ürünler karşısında duyulan hoşlanma.
Aristoteles’e göre, sanat bilgi veren ve öğrenmeye katkıda bulunan bir mimetik etkinliktir; bu yüzden de değerlidir. Sanatın sağladığı bilgi genel ve mümkün olanın bilgisidir. Aristoteles, estetik deneyim ve yargıyı estetik nesneye, estetik özneye ve onlar arasındaki ilişkiyi dayanarak açıklamaya çalışır. Bu açıklamayı Platoncu mimetik sanat kuramına katharsis kuramını ekleyerek yapar..
Katharsis kuramına göre sanatın amacı uyandırdığı duygularla insan ruhunu tutku ve arzulardan temizlemektir. Buna göre sanat sadece bilişsel boyutu olan bir şey değil, aynı zamanda duyuşsal boyutu da olan bir şeydir. Estetik değer, bu duyuşsal boyut insan ruhunda arınma yarattığı sürece artar; tersi durumunda azalır. Bu bağlamda Aritoteles, estetik ile etik arasında ilişki kurarak sanatın ve sanatçının amacının toplumsal normlar ve düzenle ilişkili olarak bir arınma ortamı yaratmak olduğunu söyler. Aristoteles’in kuramında estetik, etik ile yakından ilişkili hatta onun güdümü altındadır.
Plotinos'ta Güzel'in Bir'den Taşması
Plotinus Yeni-Platonculuğun kurucusudur. Çalışmalarında mistik öğeler hakimdir. Dokuzluklar adlı eserinde kendi metafiziğiyle doğrudan ilişkili bir güzel kuramı ortaya koyar.
Plotinus’un metafiziği akılsal alan ve duyusal alan ikilemiyle başlar. Akılsal alan, değişmeyen, uzamsız gerçeklik alanıyken; duyusal alan uzamsal, değişen ve gerçek olmayanın alanıdır. Her iki alan da kendi içinde hiyerarşik bir varlık düzenine sahiptir. Bu hiyerarşik ontolojide akılsal alanın en üstünde “Bir” olmak üzere sırasıyla “Akıl”, ondan sonra da “Ruh” yer alır. Duyusal alanda ise cansız bedenler ve madde bulunur.
Plotinos iki çeşit güzel olduğunu tespit eder:
- Birincisi, tözlerinden dolayı değil de ideaya katılma nedeniyle araçsal güzel olan cisimler;
- İkincisi kendinde güzel olanlar. Güzel, ruhun algılamış olduğu, kendi özüne akraba olandır; çirkinse, ruha yabancı olan, onun kaçındığı şeydir.
Ona göre, tüm varlıkların nedeni olan Bir ezeli, ebedi, bölünmez, yetkinlik ve bütünlük sahibidir. Duyusal dünyanın varlıkları güzelliklerini sudûr yoluyla Bir'den alırlar. Bu varlıklar aynı zamanda Bir’e ulaşmada aracı görev görürler. Estetik deneyim, tutum, duyum ve yargılar insanı Bir’den uzaklaştırmaz; tam aksine onu Bir’e yaklaştırır. Tek tek varlıkların güzelliklerinin deneyimlenmesi mutlak Aklın ve Bir’in deneyimlenmesinde ilk basamağı oluşturur
Plotinus felsefesinde tüm varlıkların en üst kademesinde yer alan Bir, mutlak anlamda yalın ve tek olan, kendinde var olan ve kendi kendinin sebebidir. O, varlığa aşkındır; bölünmez, çokluk barındırmaz, bütündür ve birliktir; yetkindir, ezeli ve ebedidir. Bir’e herhangi bir düşünce, irade veya etkinlik atfedilemez; çünkü bunlar onda bölünme ve ikililik yaratır. Akıl ise çokluk içerir. Bir’in birliği bozulmadan çokluk içeren Akıl’la ilişkisini açıklamak için Plotinus sudûr (taşma) kuramını geliştirir. Bir’den ilkin Akıl taşar. Bir, güneş gibidir; akıl da ondan yayılan ışık. Akıl’dan da duyular dünyasını düzenleyen Ruh; ondan da duyular dünyası ve doğa meydana gelir.
Akıl kendi nedeni Bir’i temaşa ederken kendisi başka bir varlığın, Ruh’un nedeni olur. Akıl’ın temaşa etkinliğinin amacı sadece başka bir varlığa sebep olmak değildir; aynı zamanda Bir’e geri dönmektir. Görülüyor ki, Plotinus’un metafiziğinde çift yönlü bir hareket vardır. Bir yandan ruhun aklı temaşa etmesiyle evrensel ruh ortaya çıkarken öte yandan duyusal dünyayı temaşa ederek biçimlendirmesinden de bireysel ruhların bedenle buluştuğu doğa ortaya çıkar
Plotinus, güzel olan şeylerin güzelliklerini kendilerinden mi, yoksa bir başka varlıktan mı aldıkları sorusunun yanıtını ararken iki çeşit güzel olduğunu tespit eder:
- Birincisi, tözlerinden dolayı değil de ideaya katılma nedeniyle araçsal güzel olan cisimler;
- İkincisi kendinde güzel olanlar.
Ona göre, varlık alanında olduğu gibi değerler alanında da hiyerarşik bir düzen vardır. Bu hiyerarşinin en yüksek derecesi ‘güzel’, en aşağı derecesi ise ‘çirkin’dir. Güzel, ruhun algılamış olduğu, kendi özüne akraba olandır; çirkinse, ruha yabancı olan, onun kaçındığı şeydir. Güzelliği belirleyen evreni yaratan, ruh ile nesne arasında akrabalık yaratan temel ilke, salt-biçimdir. Nesneler ya da tek tek şeyler bu salt biçime katılarak, ondan pay alarak güzel olurlar. Çirkin salt biçimden ve tanrısal akıldan pay almadığı, ona katılmadığı ve formdan yoksun olduğu için çirkindir. Ona göre madde en çirkin şey olarak ontolojik sıralamada en aşağıda bulunur.
Orta Çağ Estetik ve Sanat Felsefesinin Genel Özellikleri
Orta Çağ’da metafizik, mantık, etik gibi alanlar bağımsız alanlar olarak gelişmiştir. Estetik için ise iki farklı görüş vardır.
- Birinci görüşe göre çağdaş anlamda düşünüldüğünde Orta Çağ’da estetik olmasa da bu dönemde üretilen güzel kuramlarından ve tek tek sanatlar üstüne yapılan teknik çalışmalardan bir Orta Çağ estetiğinin olduğunu söyleyebiliriz. Modern güzel sanatlar sınıflandırması Orta Çağda yoktur, sanat denince gramer, mantık, retorik, aritmetik, geometri, astronomi ve müzik alanlarından oluşan liberal sanatlar anlaşılır. Bunların dışında kalan görsel sanatlar, yazı ve müzik performansı ve hatta şiir bu dönemde sadece pratik beceri veya zanaat olarak görülmekteydi.
- İkinci yaklaşıma göre ise, Orta Çağ’da güzel, sanat çerçevesinde değil, büyük ölçüde teolojik bağlamda düşünülür ve Tanrı’nın yaratısı olarak görülür. Bu yaklaşıma göre, Orta Çağ’da güzelin aşkınsal olarak ele alınması da tartışılır çünkü güzel, birlik, doğru ve iyi gibi tüm var olanın bağımsız niteliği veya sıfatı gibi değil de sadece iyiliğin bir yönü olarak alınmıştır. Orta Çağ estetiği, bu dönemin genel felsefi özelliğini yansıtarak, ontolojik, metafizik ve dini karakter taşır. Orta Çağ düşünürleri için akıl yoluyla kavranan güzellik deneyimi ahlaki ve psikolojik bir gerçekliktir. Bu dönemde, duyulara dayanan beğenilerin yanı sıra ilahi ve ruhsal alana yönelik beğeni, sevgi ve özlem bu estetik ilgi alanının içerisinde temellendirilmiştir. Günümüz estetik anlayışında mevcut etik ideallerle örtüşmeyen şeyler de estetik zevk duygusu yaratabilirken, böyle bir şey Orta Çağlılar için kesinlikle geçerli değildir (Eco 1999: 134). Antik Çağ’da sanat, sanatçı, sanat ürünü, güzel ve güzelin bilgisi insan edimleri çerçevesinde düşünülürken Orta Çağ’da tüm bu unsurlar Hıristiyanlığın Tanrı ve doğa anlayışı ve bunların karşılıklı ilişkisi çerçevesinde açıklanmış ve temellendirilmiştir. Orta Çağ İslam, Hıristiyan ve Yahudi dünyasında estetik sorunların birçoğu Klasik Antik Çağ’dan alınarak, kavramsal olarak güzel irdelemesi; güzelin psikolojik, algısal ve deneyimsel yönüne ilişkin temellendirmeler yapılmış olsa da tüm bunlar dönemin metafiziksel, ontolojik ve dini inanç temeli üzerine savunulmuştur.
St Augustinus ve Aquinas'ın Güzel Üstüne Görüşleri
Augustinus’un güzel kuramı, birlik, sayı, eşitlik, oran ve düzen kavramları üzerine kuruludur. Birlik kavramı onun estetik kuramında daha merkezi bir öneme sahiptir. Augustinus’a göre, en eksiksiz uyum birlik olmada ortaya çıkar. Bu nedenle, tüm gerçekliğin ve her türlü güzelliğin başlıca biçimi birliktir. Birlik derecelidir. Tanrı diğer şeylere görece tam olarak birlik sahibidir. Tek tek şeylerin birlik olarak varoluşları ve onların tekrarlama imkânı oran, ölçü ve sayıya neden olur. Bütün sanatlarda istenen orantıdır. Orantı varsa her şey güzeldir. Orantı ve uyum birliği arar, birliği gerektirir. Duyular dünyasında görülen şeyler birliğe yöneldikleri ve onu gerçekleştirdikleri oranda güzeldirler. Sayılar, hem varlık hem de güzel için temeldir. Parçalar arasında benzerlik ve eşitlik artıkça birlik artar. Kısaca sayıya göre yaratılmış güzel; birlik, oran ve düzenden kaynaklanır. Augustinus’a göre, güzel dıştan gelen bir şey değildir çünkü güzele esas olan birlik varlığa da esastır ve tek tek cisimler ve canlılar tam da bu yüzden gerçekte oldukları derecede güzeldirler. Güzel yargısı aynı zamanda düzenin kavranmasını da içerir.
Düzen sayı ve bağlantı içerdiğinden rasyonel bir karaktere sahiptir. Düzeni kavramaktan elde edilen haz diğer hazlardan farklıdır ve onlarla karşılaştırılamaz. Dahası, düzenin kavranması normatiftir: Düzensel nesne olması gerektiği gibi olan olarak algılanır ve anlaşılır. Bu normatif yön sanatçılara görmeleri gerekeni olduğu gibi görmelerinde yardım eder. Ne var ki, bu duyumda verilen bir şey olmayıp ilahi aydınlanma yoluyla gerçekleşen bir şeydir. Tanrı’nın ışığı sayesinde tanrısal biçimler sanatçının zihninde oluştuğu için, güzeli gören kişi güzel yargısında tamamen nesneldir çünkü güzel öznel ölçüt kabul etmediği gibi, görecelilik içeren bir kaynaktan da gelmez.
Aquinas: Orta Çağın diğer düşünürü Aquinas’a göre, sanat beceri ve pratik gerektirirken güzel eylem içermez, tamamen biliş yetisinde var olur. Güzel onu algılayanın bilişsel yapısı tarafından belirlenir. Güzeli belirleyen estetik öznenin algısı olsa da estetik beğeniyi, dolayısıyla yargıyı belirleyen şey nesnenin kendi nesnel özelikleridir. Bir cismin güzel olarak algılanması için o cismin dört temel şartı veya özelliği (bütünlük, uygunluk, açıklık ve görkem) bünyesinde barındırıyor olması gerekir. Aquinas modern estetiğin nesnelci estetik yargı kuramının ilk örneğini ortaya koymuştur.
Aquinas’a göre, sanat belli bir pratik düzen içerisinde yapılması geren iş, pratik edim veya yapma biçimidir. Buna karşın güzellik bir eylem içermez; salt bilmedeki doyma, derin düşüncedir. Güzellik ile iyilik arasında doğrudan ilişki, hatta özdeşlik vardır. Güzel, varlığın öz niteliğidir ve birlik, doğruluk veya iyilik nitelikleriyle birlikte ortaya çıkar. Aralarındaki fark, iyiliğin arzulama yetisiyle ilişkili olmasına karşın, güzelliğin bilme yetisiyle ilişkili olmasıdır. Aquinas’a göre, bir nesne iyiyse güzeldir.
Güzellik ve iyilik ilişkili oldukları nesne bağlamında aynı gerçekliktirler çünkü her ikisi de nesnenin özsel biçimine dayanır. Güzel şeyler algılandıklarında zevk uyandıran şeylerdir. Algılamanın bilişsel olduğu düşünülürse güzel onu görenin algısıyla, bilişsel yapısıyla belirlenir. Ancak güzeli belirleyen, estetik öznenin algısı, bilişi veya bilgisi olmasına karşın tüm bunları ve bunlardan kaynaklanan estetik zevki belirleyen şey nesnenin nesnel özellikleridir. Bir cisimle ilgili güzel bir deneyiminin olabilmesi için o cisimde gerçekleşmesi gereken şartlar bütünlük veya kusursuzluk, uygun oran ve uyum, açıklık veya görkem özellikleridir.
Bütünlük gereklidir çünkü eksik şeyler, bu eksiklik özellikleri nedeniyle biçimden yoksundur. Bu bütünlük, nesne, amacına ulaşırsa gerçekleşir. Güzellik, amaçlılığın sonucudur.
Uygun oran ve uyum cismi meydana getiren parçalar arasında gereklidir. Bu estetik orantı salt matematiksel veya şekilsel bir orantı değildir; bir varlığın doğasına ve amacına uygun gelendir.
Açıklık, biçimin maddeye yerleştirilmesiyle ortaya çıkar. Açıklık nesnenin içindeki biçimin öz belirimidir. Açıklık dıştan gelen bir şey değildir, nesnenin kendindedir. Açıklık nesnenin zihin tarafından algılanmasını artırır. Nesnedeki bu yetkinlik ve açıklık bir bilinç tarafından algılandığında insanda haz duygusu meydana getirir. Estetik değer ve estetik haz bilinçli bir özne ile nesne arasındaki ilişki sonucu ortaya çıkar.
Plotinus tek tek duyulur varlıkların kendilerine özgü gerçekliğinin olduğunu kabul etmediğinden, güzellik yaklaşımında biçim gerçeğin sadece bir gölge fenomenidir. Aquinas ile birlikte biçim cisimleşerek tek tek nesnelerin güzelliği bu cisimleşen biçimde ait oldukları öz biçimin kendisini bilince açmasıyla ortaya çıkar. Bu öz biçimi tek tek nesnelerin kendi bireysel biçimleri değil, ait oldukları türlerin biçimleridir. Bu görüş Orta Çağ’ın tümeller ve tikeller tartışmasına dayanır.
Duns Scotus, Aquinas’ın görüşlerine tamamen karşı çıkar. Aquinas’a göre bütünü oluşturan parçalar bütünü oluşturduklarında kendi özsel biçimlerini yitirip oluşan bütünün özsel biçimini alırlar. Scotus’a göre ise parçaların özsel formları bütünün ya da birleşimin özsel formu karşısında edilgen değildir, tam tersine parçalar hem birbirini, hem de bütünün özsel biçimini etkiler. Güzellik parçaların kendi aralarındaki tüm ilişkilerin niteliğinden kaynaklanır.
Scotus’a göre bir şeyin “bu”luğu, yani, bireyliği ve bu şey oluşu, özden üstündür; tekil olarak belirlendiği, kusursuz ve biricik olduğu için vardır. Bu nedenle, güzellik cisimdeki “bu”luğun, bireyselliğin algılanmasıyla ortaya çıkar. Scotus’un bu yaklaşımıyla Orta Çağ sadece tümel olarak güzelin sezinlenmesi ve algılanmasını temellendirmeye çalışan bir dönem değil, aynı zamanda tekil anlamda güzelin sezgisini ve algısını temellendirmeye çalışan bir dönem olmuştur.
Orta Çağ İslam Estetiği
Orta Çağ İslam sanat ve estetik anlayışının genel özelliği ontolojik, metafizik, dinî ve ahlâkî özellikler taşımasıdır. Hem metafizik hem de psikolojik temellendirme açısından Antik Yunan felsefesinin etkisiyle iyi ve güzel arasında ilişki kurulduğu ve Tanrı-evren ilişkisine dayanarak Tanrı ile evrendeki güzelliklerin açıklanmasında sudûr kuramının kullanıldığı görülür. Sanat yapıtının değeri hakikate uygun düşmesi, yararlı, iyi ve mükemmel olmasına bağlıdır.
İslam sanatında estetik değerin soyut olana yakınlık veya uzaklığa göre belirlenmesi hakikate ve mükemmelliğe yakın olmasından dolayıdır. Bu nedenle İslam Felsefesinde güzelin metafiziksel ya da duyularla algılanamayan güzellik olarak ele alınması güzel kavramını Tanrı ile ilişkili olarak ele almayı gerektirmektedir. Zorunlu Varlık ile evren arasında söz konusu olan varlık veren-varlık verilen ilişkisi tek tek güzellerin güzelliğinin açıklanmasında da kullanılır.
İslam filozofları güzeli metafiziksel temelinin yanı sıra psikolojik veya duyumsal açıdan da incelemişlerdir. İncelemede haz, hoşlanma ve hayret kavramları önemli bir yer tutar. Sahip olduğu dini ve metafiziksel temelden hareketle salt bağlamsal bir yaklaşımla İslam sanatını anlamaya çalışmak onun duyuşsal estetik değerini görmemizi engeller. El Kindi, Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi İslam felsefecileri estetik alanında belirgindirler.