ESTETİK VE SANAT FELSEFESİ - Ünite 6: Çağdaş Sanat ve Estetik Anlayışı Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 6: Çağdaş Sanat ve Estetik Anlayışı
Marksist Estetik
Marks’ın sanat ve estetik üzerine yazdıklarından hareketle bir estetik kuram geliştirmiş olduğunu söylemek oldukça zor. Ancak, Marksizm’in temel tezlerinden hareketle Lukacs, Adorno ve Marcuse gibi düşünürler Marksist yaklaşım ve eleştirel kuram çerçevesinde bir Marksist estetik kuram geliştirmeye çalışmışlardır.
Marks’ın sanat ve estetik konusundaki görüşleri onun tarihsel materyalizm görüşüyle doğrudan ilişkilidir. Çoğu Marksist estetikçi de sanat ve estetik konusunu bu görüş etrafında ele almıştır. Marksizm’in temel savlarından biri olan tarihsel materyalizme göre toplumsal değişmenin temelinde ekonomik unsur yer alır.
Marks, sanat konusunu tarihsel materyalizm ve sanatın toplumsal gelişimi ilişkisi açısından ele alır.
Marksist estetikçiler Marks’ın düşüncesinde herhangi bir çelişki olmadığını savunurken genel olarak şu iki yolu izlemişlerdir:
- Bunlardan birincisi, maddeci belirlenimciliği katı ve tekyönlü bir belirlenimcilik olarak almamak gerektiği üzerinde durur.
- İkinci olarak, bazı Marksist estetikçiler Marks’ın çelişki gibi görünen yukarıdaki sözlerini yorumlarken şöyle bir yol izlemişlerdir. Evet, Marks ve Engels’in sanata yaklaşımı genel olarak bağlamsalcı yaklaşımdır (Rockmore, 2005:277). Sanat, ortaya çıktığı toplumun yapısına, ekonomik ilişkilerine ve tarihsel kültürüne bağlıdır. Ancak bu, sanat ürünlerinin ait oldukları toplumsal ve sınıfsal yapıyı aşarak tüm zamanlarda kabul gören evrensel ve sınıf üstü bir estetik beğeni yaratamayacağı anlamına gelmez.
Engels'e göre, tarihi maddecilik görüşünü tek yönlü bir belirleme olarak ele almamak gerekir. Politik, hukuksal, felsefi, dinsel, yazınsal, sanatsal vb. gelişme, ekonomik gelişmeye dayanır. Ama bütün bunlar, birbirlerini olduğu gibi, ekonomik temeli de etkiler.
Marksist sanat ve estetik yirminci yüzyılda çeşitlenerek gelişmiştir. Bunlar arasında Lukacs’ın savunduğu sosyal gerçeklik yaklaşımı önemli bir yer tutar. Marksist estetiğin önde gelen kuramcılarından Georg Lukacs (1885-1971) Macaristanlı bir felsefeci ve edebiyat eleştirmenidir.
Lukacs;
- Genellik,
- Özgünlük ve
- Bireylik olmak üzere üç varlık kategorisi tespit eder.
Bireylik kategorisi deneyimle doğrudan karşılaştığımız ve algıladığımız “bu masa”, “bu kaya”, “bu renk”, “bu insan” olarak varlığı ifade ederken genellik kategorisi; soyut ve genel kavramlarla ifade edilen “masa”, “kaya”, “renk”, “insan” varlıklarına karşılık gelir. Özgünlük ise genellik ile bireylik arasında orta yerde bulunur.
Lukacs’a göre, genellik, özgünlük ve bireylik kategorileri öznel değil, nesnel kategorilerdir ama bunlar arasında sürekli geçişler vardır (Tunalı, 2003:140). Özgünlük kategorisi bu geçişlerin başlangıç ve sonuç noktalarını kendinde bulundurması açısından ayrı bir yere sahiptir.
Lukacs, sosyal gerçekliği savunan Marksist bir estetikçidir. Ona göre, başarılı bir sanat eseri ortaya çıktığı toplumun sınıfsal, ahlaki, düşünsel, değersel yapısını yansıtır.
Marksist sanat ve estetik kuramın bir diğer öncüsü Frankfurt Okulu’nun önde gelen düşünürlerinden Alman felsefeci ve müzikolog Theodor Adorno (1903-1969)’dur. Adorno’ya göre Aydınlanma düşüncesi ikici bir epistemik anlayışa dayanır; bir yanda bilen özne, diğer yanda da onun algıladığı nesne. Bu anlayışa göre bilgi öznenin kendini nesne ile özdeşleştirmesi, tüketmesi ve ona hâkim olması olarak idealize edilir. Özne, nesneyi kavrayacak şekilde kendi kategorilerini düzenler.
Adorno’ya göre kapitalist toplumlarda sanat özerklik ve toplumsal karakter yönleriyle bir çatışma yaşar. Sanat yapıtı hem toplumdan bağımsızdır, hem de topluma bağlıdır.
Adorno'ya göre, sanat yapıtları birer monaddırlar. Birbirine kapalıdırlar ve pencereleri yoktur. Ama her sanat yapıtı dışarıda olanı temsil eder.
Tolstoy: Sanat Duygu Aktarımıdır
Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910) estetik üzerine görüşlerini Sanat Nedir? adlı eserinde ortaya koymuştur. Bu temel soruyu yanıtlarken Fichte, Schelling, Hegel, Schopenhauer ve Cousin gibi felsefecilerin savunduğu “nesnel mistik” güzellik anlayışı ile güzeli herhangi bir yarar veya çıkar olmaksızın duyduğumuz hazza dayandıran güzel anlayışlarına karşı çıkar.
Tolstoy’a göre sanat ürünleri bir insan etkinliği olarak ortaya çıksalar da tüm insan etkinliklerini sanat olarak görmek yanlıştır.
Tostoy’a göre sanat duygu aktarımıdır: “Bir insanın yaşadığı bir duyguyu, belirli dışsal işaretlerle ve bilinçli olarak başkalarına yansıtması ve o başkalarının da aynı duyguyu yaşamalarından ibaret insani bir etkinliktir sanat” (Tolstoy, 2007: 50)
Tolstoy seçkinci sanat anlayışına karşı çıkar. Sanat tüm toplumun kültürünün içine yayılmış estetik yaşam biçimlerinin hepsini kapsar ve bu yaşam biçimlerinin kendisinden beslenir.
Tostoy’un sanat kuramına göre, gerçek sanatçı duyguyu hem aktarır hem de uyandırır; sanatı yoluyla izleyicisine kendi deneyimlediği duyguları bulaştırır. Tolstoy bu kuramı sanatın genel değerlendirmesinde bir ölçüt olarak kullanmıştır.
Benedetto Croce: Sanatsal Bilgi Sezgisel Bilgidir
Benedetto Croce (1866-1952) Italyan felsefesinin en önde gelen temsilcisidir. Yaşamı boyunca faşizme karşı savaşan Croce başta felsefe, mantık, tarih, eleştiri, edebiyat tarihi, sanat tarihi gibi alanlar olmak üzere eser vermiş olmakla birlikte özellikle estetik konusundaki görüşleriyle isim yapmıştır
Croce’ye göre;
- Sezgisel ve
- Mantıksal olmak üzere iki tür kuramsal bilgi vardır.
Bunlardan sezgisel bilgi bireyselin, mantıksal bilgi ise tümelin bilgisini verir. Croce, estetik bilginin mantıksal bilgiden bağımsız ve kendi başına yeterli olmasına karşın mantıksal bilgi için zorunlu olduğunu çünkü sezgiler olmaksızın kavramların olamayacağını savunur. Bu düşüncesiyle, estetiğin mantığa önceliğini savunduğunu görmekteyiz.
Croce sanatı bir görüş ya da seziş olarak görür (Croce, 2004, 39). Ona göre, sanat tümelin değil de bireyselin bilgisidir. Sezgi bize içinde yaşadığımız dünyanın bilgisini; genelin, tümelin ve numenin bilgisini değil de bireyselin ve fenomenin bilgisini; yani bu nehir, bu ağaç, bu gölün bilgisini verir.
Croce'ye göre sanat fiziksel bir gerçeklik, yarar gözetici ya da ahlaksal bir etkinlik değildir. Sanat, tümelin ve genelin bilgisini de vermez. Ona göre sanat, bir görüş ya da seziştir.
Croce sanatın seziş olduğunu söylerken onun ne olamayacağını da belirlemiş olur:
a.Sanat fiziksel bir gerçeklik değildir.
b. Sanat yarar gözetici bir etkinlik değildir.
c. Sanat ahlaksal bir etkinlik değildir.
d. Croce son olarak sanatın, felsefe, tarih, doğa bilimleri ve matematikle özdeşleştirilemeyeceğini; çünkü bu alanların sadece olanın olduğu gibi, tümelin, genelin veya gerçeğin kavramsal bilgisine odaklandığını; halbuki, sezgi olan sanatın düşünceden önceki imgelerle ortaya çıktığı için bu alanların bilgisinden farklı bir bilgiye sahip olduğunu söyler.
Sanatın bir ifade veya anlatım olduğu görüşü sadece Croce’ye ait bir görüş değildir. Örneğin, Croce’nin çağdaşı Robin George Collingwood (1889-1943) Sanatın İlkeleri adlı eserinde sanatın zihinsel durumların ifadesi olduğu görüşünü savunur.
Martin Heidegger: Sanat Yapıtının Kökeni
Martin Heidegger (1889-1976) varoluşçu felsefenin önemli düşünürlerinden biridir. 1927 yayınlamış olduğu Varlık ve Zaman adlı eserinde “varlık” ve “varlığın Varlığı” arasında bir ayrım yaparak bir varlığı varlık yapanın, onun olduğu gibi olmasını sağlayanın “Varlık” olduğunu savunur. Ona göre, insan varlığının sorgulanması Varlık sorgulamasıdır.
Heidegger’e göre, insan için fırlatılmış olduğu dünyada sanat bir “umut” veya “ışık” olarak durur.
Heidegger’in sanat felsefesine yaptığı en önemli katkılardan biri estetiğe ontolojik bir yaklaşım katmasıdır. Yanıtlamaya çalıştığı temel soru “Sanat yapıtının kökeni nedir?” sorusudur.
Heidegger, köken sorununu sanat, sanatçı ve sanat yapıtı arasında var olan karşılıklı ilişkiyle açıklar. Ona göre, sanatçı yapıt sayesinde, yapıt da sanatçı sayesinde; her ikisi de sanat sayesinde ortaya çıkar. Bunlardan biri olmadan diğeri olmaz.
Heidegger sanat yapıtının nesnel yönünün ne olduğunu sorgularken felsefe tarihinde nesne kavramına yönelik yaklaşımları irdeler.
Heidegger sanatta nesne-araç ilişkisini, nesneden yapıta giderek değil de yapıttan nesneye giderek açıklar.
Heidegger’e göre, sanat hakikati bildirirken “dünya kurar” ve “yeryüzü üretir” (Heidegger, 2011: 37). Sanat eseri her insanın kendi dünyasına sahip olması anlamında “dünya kurar”. Sanat yapıtında üretilen “yeryüzü” ise eserin kendini koyduğu yere, bu kendini koyuşta ortaya çıkmasına karşılık gelir (Heidegger, 2011: 41).
Heidegger güzel anlayışını da hakikatle sanat yapıtı arasındaki ilişkide ortaya koyar.
Kendi dönemine kadar sanatın “güzel ve güzellikle” uğraştığını “hakikatle” uğraşmadığını belirten Heidegger, hakikatin mantığa, güzelliğin ise estetik alanına ait olduğunu söyler.
John Dewey: Deneyim Olarak Sanat
C. S. Pierce ve W. James gibi pragmatik felsefenin öncülerinden olan John Dewey, psikoloji, felsefe ve eğitim alanındaki çalışmalarıyla tanınır. Onun Deneyim Olarak Sanat (1934) adlı eseri yirminci yüzyılda estetik alanda yazılmış başlıca yapıtlardan biri olarak nitelendirilir.
Diğer birçok çalışmasında olduğu gibi, “deneyim” kavramı Dewey’in estetik görüşünün merkezinde yer alır. Ona göre, her deneyimin bir birliği, bütünlüğü, devamlılığı ve onu diğerlerinden ayıran belli bir niteliği vardır.
Dewey'e göre bir amaca, başarıya ve hedefe ulaşan her eylemde ve etkinlikte bir estetik yön bulunur. Estetik deneyim günlük yaşam deneyiminden ayrı tutulamaz.
Dewey, müzeci sanat anlayışına karşı çıkarak sanatın varlık alanını genişletir ve daha demokratik hâle getirir.
Başta zihin-beden ikiciliği olmak üzere teori-pratik, bireytoplum, kamusal-özel, yöntem-konu, zihin-davranış, araçamaç, kültür-meslek gibi ikici yaklaşımlara karşı çıkan Dewey bu konular etrafında cereyan eden tartışmaları yeniden yapılandırarak bu karşıtlığı gidermeye çalışır.
Sartre ve Merleau-Ponty: Fenomenolojik Estetik
Fransız romancı, oyun yazarı, gazeteci, edebiyat eleştirmeni ve felsefeci Jean-Paul Sartre (1905-80) yirminci yüzyılın en popüler düşünürlerinden birisidir. Sartre’ın düşüncelerinin ve eserlerinin üstünde Husserl ve Heidegger’in fenomenolojisinin büyük etkisi olmuştur.
Sartre’ın varoluşçu fenomenolojik estetiği onun imge kuramında ve özgürlük ontolojisinde yatar. Fenomenolojik anlamda bilinç yönelimseldir, yani bir şey hakkındadır. Bilinç olan imgede yönelimseldir. Sartre’a göre, şu an var olmayan bir nesneyi veya kişiyi imgelemek onu gerçeklik olmayan veya hiçlik olarak konumlamaktır.
Hiçliğin ve gerçek olmayanın bu şekilde imge tarafından konumlanması Sartre’ın sanat görüşü açısından önemlidir. Tüm sanat yapıtları gerçekliğin ötesindedir. Estetik düşünme başlatıcı, doğurtucu bir rüyadır.
Sartre erken dönem çalışmalarında insanın seçtiği her şeyden sorumlu olduğunu belirten bir özgürlük anlayışını savunur. İnsan fırlatılmış olduğu bu dünyada hoşlansa da hoşlanmasa da seçim yapma sorumluluğundan kaçamaz. Kendi deyimiyle, “insan özgür olmaya mahkûmdur.”
Sartre tüm sanatlar arasında genel olarak edebiyata özel olarak da düzyazıya önem verir. Ona göre, şiir ve resim düzyazı kadar etkili bir şekilde dünyayı bildirmez veya açmaz. Şair, ressam gibi, “suskun”dur çünkü kelimeleri iletişim kurmak için işaretler olarak değil de düşünmek için nesneler olarak görür.
Maurice Merleau-Ponty (1908-61) yirminci yüzyıl Fransız felsefecilerinin önemli isimlerinden birisidir. MerleauPonty’nin en önemli eseri 1945 yılında yayınladığı insan varoluşunu, algısını ve edimini analiz ettiği Algı Fenomenolojistdir . Yazıları felsefi psikoloji, dil felsefesi, sanat felsefesi, tarih felsefesi ve politik felsefeyi içine alan geniş bir alanı kapsar.
Merleau-Ponty’in algı fenomenolojisinin temellinde “Dünya ile onu tarif eden ve açıklayan tüm bilimsel açıklamalara öncel olarak onun başlangıçtan beri var olduğu biçimiyle, ezeli yoldan nasıl karşılaşırım?” sorusu vardır. Ona göre, dünya bizim ortaya çıkardığımız bir şey değildir; onun bizden bağımsız, bizim dışımızda bir varoluşu vardır ve bu yüzden de dünya ile aramızda mesafe vardır.
Algı Fenomenolojisinin en temel iddiası bilincin yanı sıra deneyimin de yönelimsel olmasıdır. Nasıl bilinç bir şeyin bilinciyse deneyim de her zaman bir şeyin deneyimidir. Gerçeklik ve benim gerçeklik algım deneyimde iç içe geçmiştir. Deneyim bilinç ve gerçekliğin bir arada ortaya çıkmasını sağlar.
Merleau-Ponty’nin resim sanatına verdiği önem resim sanatının işlevinden kaynaklanır. Ona göre, “resim gerçek olanın imgesel dokusunu göze sunar” (Merleau-Ponty, 2005, 181). Resim şeylerin özlerinin görünüşüne götürür bizi. Şeylerin özlerini anlamak isteyen bir algı felsefesi resim sanatının ortaya çıkardığı “algı dünyasına” yönelmelidir
Resim sanatı algılanan dünyayı ortaya koyarak bizim şeyleri oldukları gibi benimsememizi sağlar. Tablo, algılanan dünyanın “insan bedenine uygun benzerini” sunar. Sanat algı dünyasını insana olduğu gibi açan belli bir yaşantı anından, belli bir yaşanılan görüş noktasından bize şeylerin özünü sunan bir alandır.