ETİK - Ünite 5: 20. Yüzyılda Etik Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: 20. Yüzyılda Etik

20. Yüzyılda Etik

20. yüzyılın ikinci yarısı, etiğin araştırma alanını genişlediği bir dönem olmuştur. Etiğin özgürlük, ödev, etik bilgi, etik doğru, değerler, değerlendirme gibi geleneksel konu ve sorunlarının yanına, daha önce etikle ilgili görülmeyen kimi yeni konular/sorunlar da eklenmiştir. Ötanazi, kürtaj, pornografi, savaş, şiddet, kadın sorunları vb. sorunlar da etik boyutu ile ele alınmaya başlanmıştır. Bu olgular uygulamalı ya da pratik etik kapsamı içerisinde değerlendirilmiştir. 20. yüzyılda bunun yanı sıra etiğin temellerine, bilgisel sorunlarına ilişkin tartışmalar da yaşanmıştır. Değerler etiği, etiğin temelini oluşturan değerlerin varlık tarzlarına ve bilinmelerine ilişkin bilgiler ortaya koyan bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Meta etik ise geleneksel etiğe analitik eleştiriyi getirerek etiğin alanını daraltmıştır. Bilgiyi ortaya koymayı, doğrudan yanlıştan, adil olandan, yapılması gerekenden ya da ödevden söz etmeyi metafizik kabul etmiş, etiği yalnızca çözümleme ve temellendirmeler yapan analitik (çözümlemeci) bir etik haline dönüştürmeye çalışmıştır.

Değerler Etiği

“Değerler etiği” yaklaşımı, özellikle değerlerin ontolojik özelliği ve bilgisi üzerinde durur. Değerlerin kendi başına var olduğunu, bilgilerine ulaşmanın da olanaklı olduğunu söyleyen görüşleri içerir.

Değerler etiği yaklaşımı özellikle Kant’ın etik görüşünü temel alır. Kant’ın eksik ya da sorunlu yanlarına işaret eder. etiği yaklaşımının arka planında yer alan önemli bir diğer görüş ise Fenomenoloji akımıdır. Fenomenolojik düşünce geleneğinden gelen Max Scheler ve Nicolai Hartmann’ın etik ve değer görüşlerine bakıldığında, bunu açık bir biçimde görmek mümkündür.

Max Scheler’in Değer ve Etik Görüşü

Kant’ın etikle ulaşmak istediği hedefe ulaşmak için, Scheler’e göre ona yöneltilen formalizm eleştirisine karşılık verilmesi gerekir. Scheler, Kant’ın etik yaklaşımında iki önemli hata yaptığını düşünür: İlk olarak Kant, a prirori ile formal olanı karıştırmıştır. İkinci olarak da a priori olanı rasyonel (ussal) olanla karıştırmıştır. Scheler etiği, bir içerikli değerler etiği ve bir duyusal a priorizm geliştirerek, işte bu iki yanılgıyı düzeltmeye girişmektedir.

Kant, ahlaklılığı; duygularından, isteklerinden, arzularından, sevgi ve nefretinden arındırılmış bir akıl varlığına, onun kendi deyişiyle bir “X’e” dayandırmaktadır. Bu durum ise yaşamımızı belirleyen ilkeler olarak değerler karşısında aklın kör kalmasına yol açmaktadır. Scheler bilgisel a priori yanında, duyguyla ortaya çıkan apaçık, kesin bilme anlamına gelen bir “duyusal a priori”den söz eder. Değerlerin insandaki taşıyıcıları duygulardır. Değerlerin nitelikleri, renk, ton nitelikleri gibi ideal objelerdir. Onlar bilinmez, ulaşılamaz, karanlık objeler değil, açık biçimde duyulabilen fenomenlerdir. Onların -duyusal a priori- bilgilerine ulaşılabilir kılan bu nitelikleridir. Değerler “taşıyıcıları” bakımından üç gruba ayrılabilirler:

  1. Kişi değerleri
  2. Vital değer(ler)
  3. “Şey”lerin taşıdığı değer(ler)

Birinci grupta iyi-kötü, sevgi- nefret gibi kişinin taşıyıcısı olduğu değerlerdir. İkinci gruptaki değerler ise sağlıklı olma-hasta olma, bitkin-dinç olma, gürbüz-cılız olma gibi temelini canlı varlık dünyasında bulan değer(ler)dir. Üçüncü grubu oluşturan ise hoş, yararlı gibi değerlerle, kültür değerleri, ekonomik ve estetik değer(ler)dir. Değerler bulundukları basamağa göre “daha aşağı” ya da “daha yüksek” değerlerdir. “Kişi değerleri” ve “kutsal değerler” yüksek değerlerdir. Bir değerin yükseklik derecesini gösteren özelliklerini Scheler şöyle belirler: Bir değer,

  1. zaman üstü olması anlamında “devamlılığı”,
  2. başka değerlere ayrışmaması anlamında “bölünebilir olmaması”,
  3. başka değerlere dayanmaması,
  4. gerçekleştirilmesinin gerçekleştirene derin bir sevinç vermesi,
  5. “mutlak” bir değer olmasına göre yüksek bir değer olmaktadır.

Scheler’de, “en yüksek değer”, “mutlak anlamda iyi”dir. En yüksek değerden kastedilen, bu aktı gerçekleştiren varlığın bilgi derecesine göre en yüksek olan değerdir. Bu sebeple bütün nihai değer fenomenleri gibi “iyi” ve “kötü” tanımlanamazlar, doğrudan doğruya yaşanırlar. “iyi” olan, yüksek ve pozitif değeri gerçekleştiren aktlardır (dolayısıyla eylemlerdir). “İyi” değerinin taşıyıcısı bu eylemlerdir. Ama bu aktlar (edimler) tüm diğer aktlar gibi nesne haline getirilemezler. Kişi ancak bu aktları gerçekleştirerek değerleri yaşama geçirir ve kendi yaşantılarından hareketle onların bilgisini edinebilir.

Nicolai Hartmann’ın Değer ve Etik Görüşü

N. Hartmann, Scheler’in Kant eleştirilerinin ve etik-değer görüşlerinin izinden giderek yeni bir yaklaşım ortaya koyar. Hartmann, Scheler’den farklı olarak değer(ler) sorununu ontolojik bakışla ele alır. Hartmann’a göre değerler alanı ideal varlık alanı içinde yer almaktadır. Değerleri bu dünyada bir kez yaşatan her eylem ya da insan onların real dünyayla bağını kurmuş olur. Değerlerin sesini duyan, onu gerçekleştirebilecek ya da onlara sırtını dönebilecek olan tek varlık olan insandır.. İnsan, vicdan, değer duygusu, gibi bilinç ve duygusal yaşantılarla ideal varlıklar olan değerlerin dünyada (real varlık alanında) gerçekleşmesini sağlar.

Değerler, özlükler(özler)dir. Özlükler olarak değerler özne tarafından bilinmelerinden bağımsız olarak varlıklarını sürdürürler. Başka bir deyişle, öznenin onları bilmesi onları var etmemektedir.

Hartmann’ın değerle, değerlerin kişiyle ilişkisiyle, onları bilmesi ve yaşanmasıyla ilgili olarak karşımıza çıkardığı ana kavram “değer duygusu” ya da “değer bilinci”dir. Kişiye değer sıradüzeninin “bilgisini” veren, değer çeşitliliği ve değer çatışmaları karşısında yol gösteren, seçim yapmasını sağlayan bu duygu ya da bilinçtir. Daha yüksek değeri görmemizi sağlayan da odur. İnsanı değerli olarak gördüğü şeye yönelten, değersiz olarak gördüğü şeydense uzaklaşmasını sağlayan da bu duygudur.

İoanna Kuçuradi’nin Değer ve Etik Görüşü

Kuçuradi, değerlerin bilinmesiyle ilgili “değer duygusu”, “değer bilinci” türünden özel bir bilme yolundan da söz etmemektedir. Ancak, değerlerin onları bilen, yaşayan, eylemlerinde yaşatan kişiden bağımsız olarak varolduğu konusunda Scheler ve Hartmann ile benzer düşüncelere sahiptir. Değerler insanın varlığa kattığı bir boyuttur, insanla varolan şeylerdir. Kuçuradi ,ideal varlıklar kavramını kullanmasa da değerlerin varlık tarzlarının farklılığını öngörür. Onların diğer şeyler gibi nesneleştirilip, kavramlaştırılabileceklerini söyler. Kuçuradi, değerleri ele alınırken bilgi kuramsal bakışın da ontolojik bakışın da, yeterli olmadığını söyler. Değerler ancak insan yaşamıyla bağlantı içinde, yani antropolojik olarak ele alınırsa, değer sorunları anlaşılıp aydınlatılabilir. Bu nedenle değerleri ele alırken antropolojik bakışın da gerekli olduğunu düşünür.

Kuçuradi, değer sorunlarını değerlendirme sorunundan hareketle ele alır. Onu bu konu üzerinde durmaya götüren, yaşamda karşılaştığı değerlendirmeler, aynı şeyin farklı kişilerce farklı şekilde değerlendirilmesi ve her kişinin kendi değerlendirmesini tek doğru değerlendirme saymasıdır. Buradan hareketle değer probleminin felsefede değerlendirme ve değerler problemi olarak karşımıza çıktığını söyler.

Bunun dışında, değer ve değerler kavramları üzerinde durur. İkisinin temeldeki farkını, sonra da değerler arasındaki farkları, yani tür olarak insanın başarıları olan bilgi, bilim, sanatlar, felsefe, teknik, kültürler-gibi değerler ile kişilerarası ilişkilerde ortaya çıkan sevgi, dürüstlük olma, bağlılık, saygı, adil olma gibi etik değerleri ve de açık düşünebilme, doğru bağlantılar kurabilme gibi kişisel değerleri ortaya koyar.

Meta-Etik

Meta-etik ya da analitik etik, pozitivist ve analitik geleneğin ,Mantıkçı Pozitivizmin, etikteki yansıması ya da etiğe uygulanmasıdır. Pozitivizmin ve bununla bağlantılı olarak pozitif bilim düşüncesinin tek bilgi biçimi olarak görülmesi, bunun dışında her türlü bilginin “metafizik” sayılmasının bir sonucu olarak gelişmiştir. Böylece, etiğin varlığını sürdürebilmesinin yolu olarak etikte analitik yaklaşım ağırlık kazanmış; bunun sonucunda ise etik, önermeler ortaya koymak yerine, bir şey söylemeden çözümleme ve temellendirme yapan bir bilgisel alana dönüşmüştür. Bu bağlamda, meta-etik, “metafizik olma”, “anlamsız olma”, “aşkın olma” suçlamalarından kurtulabilen etiktir. Etiği meta-etik olarak görenlere ya da öyle olması gerektiğini düşünenlere göre; “meta-etik, dolaylı sonuçları dışında eyleme ilişkin olarak hiçbir ahlaki ilke ya da hedef önermez, tamamen felsefi analizden oluşur. Meta-etik çözümleme ve temellendirme esasına dayanmaktadır.

Çözümleme

Meta-etiğin birincil ve ana bilgisel etkinliği çözümlemedir. Eğer etik bilgi ortaya koyamayacaksa, etik bilgi mümkün değilse, etiğe kalan iş en başta kavramların çözümlenmesidir. Etik terimlerin açıklığa kavuşturulması, anlamlarının ortaya konulması etik sorunların aydınlatılmasını sağlayacaktır. Meta-etiğin dört sorusundan üçü çözümlemeyle ilgilidir. Bu sorular;

  1. “Doğru”, “yanlış”, “iyi”, “kötü” gibi etik terimlerin ya da kavramların anlamı ya da tanımı nedir? Bu tür terimleri ya da kavramları içeren yargıların doğası, anlamı ya da işlevi nedir?
  2. Bu tür terimlerin ahlaki anlamda kullanılışı, ahlaki olmayan kullanılışından, ahlaki yargılar normatif yargılardan nasıl ayrılır? Ahlaki olmayanın zıddı olarak alındığında ahlakinin anlamı nedir?
  3. “Eylem”, “vicdan”, “irade”, “özgür irade”, “niyet”, “söz verme”, “özür dileme”, “güdü”, “sorumluluk”, “akıl”, gibi birbiriyle bağlantılı terimlerin ya da kavramların açıklaması ya da anlamı nedir?”

Temellendirme

Meta-etiğin dördüncü sorusu temellendirmeye ilişkin; “Etik yargılar ve değer yargıları kanıtlanabilir mi ya da bu yargıların geçerli oldukları gösterilebilir mi? Evetse, nasıl ve ne şekilde? Ya da ahlaksal akıl yürütme ile değere ilişkin akıl yürütmenin mantığı nedir?” sorusudur.

Bu sorular, meta-etiğin standart sorulardır çünkü etik tartışmalar söz konusu olduğunda esas bilmek istediğimiz, anlamdan çok, kabul ettiğimiz ahlak ve değer yargılarının temellendirilip temellendirilemeyecekleri, temellendirile- biliyorlarsa, bunun hangi temele dayanarak yapıldığıdır.

Uygulamalı Etik

“Pratik etik” ya da “uygulamalı etik”, ölüm cezası, işkence, kürtaj, ötanazi, genetik araştırmalar, işkence gibi günümüzün öne çıkan kimi önemli etik sorunlarını ele alan bir yaklaşımdır.

Etikte Teori- Pratik Sorunu

Höffe’nin, Aristoteles ve Moore’dan hareketle dile getirdiği saptamalarda, etik, “pratiğin teorisi” olarak adlandırılan bilgi alanında yer almaktadır. Bu durumun nedeni etiğin hedeflediği şeyin ne olduğuna ilişkin sorunun soruluş biçimidir. Daha açık bir deyişle “etik bilgiyi mi hedefler, eylemi mi?” sorusudur. Bu soru, ya biri ya öteki türünden bir yanıt bekleyen bir sorudur; gerçekte ise eylem ve bilgi karşı karşıya konulabilecek şeyler değillerdir. Tam tersine etik bilgi alanı söz konusu olunca bunlar birbirinden ayrılamayacak şeylerdir. Etik eyleme ilişkin bilgiler ortaya koymaya çalışır, onun hedefi budur. Bu bilginin hakkında olduğu şeyse, geniş anlamda eylemdir: insanın yapıp etmeleri, bu yapıp etmelerin başlangıcını oluşturan değerlendirmeleri, bu değerlendirmelerin dayandığı değerlerdir.

İki Örnek: Genetik Müdahale ve Ölüm Cezası

Etiğin bir “theoria” etkinliği olduğu, pratikle doğrudan bağı olmadığı ya da somut etik sorunları ele almada yetersiz kalacağı sayıltısından yola çıkan “pratik etik” savunucuları günümüzün kimi etik -ya da etik boyut da taşıyan- sorunlarını konu edinmektedir. Bu soranlar kürtaj, kök hücre ve genetik araştırmaları, ötanazi gibi biyoetik sorunları olabildiği gibi, hayvan hakları feminizm gibi sorunlara, hatta açlık ve yoksulluk sorunu gibi siyasalekonomik sorunlara kadar uzanabilmektedir.

Genetik Müdahaler ve Etik

Günümüzde biyolojideki ve/veya tıptaki genetik (örneğin kök hücre) araştırmalarının bugün ulaştığı düzey, bu konuda teknolojinin daha fazla uygulanabilir, genlere tıbbi olarak müdahale edilebilir olması, bu konuya ilişkin kaygıları, etik sorgulamayı da birlikte getirmiştir.

Ölüm Cezası

Cinayet işleyenlerin, özellikle vahşice işlenen cinayetlerde suçluların ölüm cezasıyla cezalandırılması gerektiği, cinayet işleyerek bir insanın yaşamına son veren kişinin yaşamına son verilebileceği düşüncesi oldukça yaygındır. Bu bilinen en eski “adalet!” ilkesidir. Buna karşılık cezalandırmayı intikam alma olarak görmeyenler, bu düşüncelere şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Ölüm cezasına karşı çıkılmasının ana nedenlerinden birisi budur

Meslek Etikleri

Günümüzde etiğe karşı olan ilginin artışı kimi mesleklerde karşılaşılan etik sorunların artmasının ya da artan sorunların farkına varılmasının bir sonucudur.

Tıp Etiği

Tıp etiği eski ve yaygın bir meslek etiğidir. Bunda tıbbın ilgilendiği sorunların çok daha can yakıcı olmasının bir payı olduğu gibi, tıpta teknoloji kullanımının da önemli bir payı vardır. Tıp alanında kullanılan teknolojik cihazlar ya da yöntemler ile insan bedenine yapılan müdahaleler, yaşamı uzatmaya yarayan, ama insanca yaşama olanağını azaltan tedavi yöntemleri, “her ne koşulda olursa olsun daha uzun yaşatma” kuralına bağlılık, zaman zaman itirazlarla karşılaşmış, bu tartışmalardan da tıp etiği doğmuştur.

İş(letme) Etiği

Ticaretin, sanayinin ve hizmet sektörlerinin gelişmesi, kurumsal yapıların oluşması ve bu kurumların salt maddi kazanç temelli faaliyet göstermeleri sonucu ortaya çıkan etik sorunlar, bu alanlara etik açıdan bakan çalışmaları gerekli kılmıştır. İşletmelerde etik sorunların nasıl ortadan kaldırılacağını açıklamak pek mümkün görünmemektedir. Ama bu amaca yönelik olarak diğer meslek ya da uğraş alanlarında olduğu gibi kimi işletme etik kodları (ilke bütünleri) geliştirilmekte, bunlar işletme çalışanlarına duyurularak, işyeri etik komiteleri kurularak işletmenin etik değerlere sahip, bu değerleri gözeten bir işletme olması sağlanmaya çalışılmaktadır.

Etik ve Meslek İlkeleri

Bugün meslek sayısı kadar çok sayıda olan meslek etiklerinin her birinin bir “etik” olduğu, felsefesinin en eski disiplinlerinden biri olan etiğin de, yeni adıyla “felsefi etiğin” de, bu etiklerden birisi olduğu düşünülmektedir. Felsefenin bir alanı olarak etiğin sorunları, diğer kişilerle ve kendimizle ilişkilerimizde verdiğimiz kararlarla ve yaptığımız eylemlerle ilgili olmalarına rağmen, yaşamda karşılaşılan etik sorunlardan farklı türden sorunlardır. Günlük yaşamdaki sorulan sorular, belirli bir kişinin belirli bir durumu, eylemi, kişiyi vb. değerlendirmesiyle ve o belirli durumda yapması gerekenle ilgili sorulardır. Buna karşılık meslek etiklerinde sorulan sorular, belirli bir mesleği icra ederken -yani belirli tek durumlar karşısında- kişinin genel olarak ne yapması gerektiğine ilişkin sorulardır. Etik ve hukuk normlarla ilgili sorunlardır. Bu nedenle meslek etikleri en başta kendi uğraşı alanlarına ilişkin normlar geliştirmeyi, bunları da söz konusu alanın etik kodları olarak saptamayı hedeflemektedirler. Ancak tüm etik sorunlar normlara ilişkin ya da normlar geliştirerek çözülecek sorunlar değildir. Farklı alanda karşılaşılan etik sorunlar özünde kimi ortaklıklar taşır. Bu nedenle farklı alanlardaki etik sorunlarını ortaya koymak, sorunun doğru çözüme kavuşmasını sağlayacak ilk aşamadır.