ETİK - Ünite 2: Etik Tarihinde Ana Yaklaşımlar Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Etik Tarihinde Ana Yaklaşımlar
Mutluluğu ve Hazzı Temel Alan Yaklaşım
İnsan bütün davranışlarında iyiye ulaşmak ister. İnsan için iyi, amaçtır; kötü ise kaçınılacak şeydir. İnsanın istediği şeyler içinde mutluluk, en önemli amaçlardan birisidir. Bundan dolayıdır ki filozoflar iyi ve mutlu yaşamın nasıl olabileceği üzerinde durmuşlardır.
Mutluluk sorununu ilk ele alan filozof Demokritos’tur (M.Ö 460/70-370). Demokritos’a göre mutluluk yüzeysel bir haz duyma veya iyi hissetme durumu değildir. Ruhun sürekli iyi durumda olma halidir ve bu mutluluğa ulaşmanın yolu, kesintisiz bir iç dinginliğine, huzura ve esenliğe sahip olmaktan geçer.
Bütün bunlar için yapılacak en önemli şey ise aklı ve düşünme gücünü geliştirmektir.
Demokritos, haz derken, duyusal hazdan çok düşünsel hazza önem vermiştir. Mutluluk, kaba ve gelişigüzel hazza değil; ruhun iyi durumda (eythymia) olmasına bağlıdır.
Demokritos’a göre, mutluluk için gereken hazzı anlık ve gelip geçici şeylerde değil; ölümlü olmayan şeylerde aramak gerekir. Kendi ifadesiyle “Büyük hazlar, güzel eserlerin temaşasından doğarlar.”(Kranz 1984 173)
Bu durumda, mutluluk hazla ilgili olmakla birlikte mutlu yaşam için hazdan daha öncelikli bir ilke vardır. Bu ilke ölçülülüktür. İnsan ruhunun sarsılmaması için ölçülülük gereklidir. Ölçülülük, kendiliğinden hazır bulunan bir ilke değil; akıl ile elde edilecek, çaba gerektiren bir ilkedir.
İnsanın düşünme özelliğinin yanı sıra isteme özelliği de vardır. İnsan doğal olarak hazza yönelir ve bu hazzı isteme konusunda ölçülü olmazsa yanlışa ve aşırılıklara düşer. Duyusal hazlar çekici ama kalıcı değildir. Bundan dolayıdır ki ruhu kolayca aşırılıklara götürür, onu sarsar ve dinginliğini bozar.
İnsanın ölçülülüğü bilmesini ve bulmasını sağlayacak olan yanı da düşünme yetkisi, yani aklıdır. Akıllı olmak, elinde olanın değerini bilmeyi ve bundan sevinç duymayı; elinde olmayan şeyleri isteyip bunların peşine düşme yanılgısından kurtulmayı sağlar.
Felsefi söylemin gelişmesine katkı yapan sofistler, etik tarihi ile ilgili bir görüş ortaya koymamıştır. Ancak ortaya attıkları görüş, hazcılığın ve faydacılığın doğup gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Sofistler, erdem üzerinde durmuş, iyi yurttaş olmanın ancak erdem sahibi olmakla mümkün olacağını savunmuşlardır. Önde gelen sofistlerden Protogoas “her bir şey bana nasıl görünürse benim için böyledir; sana nasıl görünürse yine senin için öyledir” diyerek her şeyin ölçüsünün insan olduğunu savunmuştur.
Mutlu yaşamak için hazzı temel alan yaklaşımın ilk örneği Aristippos’un kurduğu Sokrotesçi okullardan Kyrene okuludur. Bu okula göre yaşamda haz, başlı başına bir amaçtır. Haz iyidir. Her şey, haz verdikleri ölçüde iyidir.
Epikouros da (M.Ö 341-270) hazzı, yaşamda ana amaç olarak görür. Epikourus’un hazcılığının, Kyrene okulunun ve Aristippos’un haz anlayışından farkı, hazzın iyi olduğunu düşünmesi ve her türlü hazza yönelmemesidir. Epikouros için haz, acısızlık durumudur.
Etik tarihinde Ortaçağ, hazzı ve buna bağlı mutluluğu temel alan yaklaşımın hiç benimsenmediği bir dönem olmuştur..
Yeniçağ da ise toplumsal gereksinimlerle birlik hazza dayalı mutluluğu temel olan yaklaşım canlanmıştır ve yeni bir biçim kazanarak faydacılığın oluşumunda etkili olmuştur.
Erdemi Temel Alan Yaklaşım
Bu yaklaşımın en önemli temsilcilerinden Sokrates, Platon ve Aristoteles, etik sorunları ele alırken erdeme öncelik vermişlerdir. Hazza tamamen karşı çıkmazlar. Mutlu bir yaşam için erdemin ne olduğunun bilinmesi gerektiğini öne sürerler. Onlara göre, erdemin ve ölçülülüğün ne olduğu bilinmeden hazza yönelmek, insanı hatalara ve mutsuzluğa götürebilir.
Etik tarihinde iyi ya da mutlu yaşamın ve doğru eylemin bilgi ile olan ilişkisini doğrudan ele alan ilk filozof Sokrates’tir.
Sokrates’e göre erdemi bilmek gereklidir. Çünkü doğru olanı yapmak, adil olabilmek ya da iyi yaşamak için erdemin bilgisi gerekir. Sokrates mutlu yaşam için hazzı temel alan yaklaşımlarına karşı çıkar. Sokratesçi okullar da (kynik okulu) bu yaklaşımı benimser.
Sokrates’in öğrencisi olan Platon da doğru ve adil olabilmek ve iyi, mutlu yaşamak için erdemi temel almış; erdemin ne olduğunu detaylı bir şekilde soruşturmuştur.
Erdemi temel alan yaklaşımı temsil eden bir diğer önemli filozof Aristoteles, erdemin huylar olduğunu; “ruhun huyları” veya “özellikleri” ama övülen özelikleri olduğunu belirtmiş; erdemleri, düşünce erdemleri (dianoetikai) ve karakter erdemleri veya etik erdemler (Ethikaiaretai) olmak üzere ayırmıştır.
Erdemi temel alan yaklaşımın Eskiçağ’da son temsilcisi Stoa Okuludur. Stoa okulu, Platon ve Aristoteles’in etik görüşlerini esas almıştır.
Faydayı Temel Alan Yaklaşım
Bu yaklaşımın temelleri Jeremy Bentham tarafından atılmıştır. Daha sonra James Mill ve John Stuart Mill tarafından geliştirilmiştir. Bu yaklaşımın, Eskiçağ’da Kyrene Okulunda görülen haz ve hazza bağlı mutluluk düşüncesine ve sofistlerin erdem anlayışına dayandığı söylenebilir.
Bu yaklaşımın yanıtlamak istediği ana soru şudur:
“Eylemlerimizin değerini belirleyen ölçü ne olmalıdır?” Bu yaklaşıma göre bir eylemin değeri, sağladığı fayda ile belirlenir. Bir eylemi uygun veya doğru kılan şey, o eylemin olabildiğince çok sayıda insan için en yüksek düzeyde mutluluk sağlıyor olmasıdır.
James Mill fayda kavramının insan eylemlerinin değerinin sağladıkları fayda ile ölçülmesi ve değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Mill’e göre bu kavramı doğru anlamak ve önemsemek gereklidir. Çünkü iyinin ne olduğunun belirlenmesi için Eskiçağdan beri çaba gösterilmiş ama bu kavram hakkında o gün söylenenden daha öte ve daha açık bir şey ortaya konamamıştır. Bundan dolayı Mill, eylemlerimizin doğruluğunu bize verdikleri mutlulukla ölçmenin uygun olduğunu ileri süren faydacılığı benimsemiş ve iyinin ne olduğunu bilmek için de en yüksek mutluluğu ölçü saymayı bir çıkış yolu olarak görmüştür.
Böylece faydacı anlayışa göre bir eylem, sağladığı fayda ölçüsünde iyi ya da doğru olur. Eylemin değeri için fayda dışında bir ölçüt aramaya da gerek yoktur.
Metaetik Yaklaşım
Bu yaklaşım 20. yüzyılda yeni felsefe arayışları içerisinde kendi göstermiş bir yaklaşımdır. Dönemin gereksinimlerinden kaynaklanan bu yönelimde felsefe kendini yeniden konumlandırma, yeniden kurma çabasına girmiştir.
Felsefeyi yeniden kurma çabasına genel olarak yeni bir anlayış getirmiştir. Felsefenin neyi ya da neleri bilme konusu yapabileceğiyle ilgili yeni felsefe arayışında etiğin bir bilgi alanı olma durumu da sorgulama konusu yapılmıştır. Bu sorgulamada bir grup felsefeci, etiğin bir bilgi alanı olmadığını ve olamayacağını, dolayısıyla felsefe dışında tutulması gerektiğini savunmuşlardır. Bu düşünceyi savunan düşünürler arasında öne çıkan isimler H. Reichenbach, A. J. Ayer ve R. Carnap’tır. Bu düşünürler benimsedikleri yeni felsefe anlayışı içinde etik önermelerin bilgi önermeleri olmadıklarını; bunların yalnızca bilgi “Duygu ifadeleri” veya “Buyruk yargıları” olduklarını göstermeye çalışmışlardır. Bu durumda etikten doğrulanabilen veya yanlışlanabilen bilgi önermeleri ortaya koymasını beklemek boşunadır.
Metaetik, etik tarihinde alışılagelmiş sorulara doğrudan doğruya yönelmez. Çünkü bu yaklaşımın dayandığı felsefe anlayışı, felsefeyi bir “Konu” bir “Üstdil”, bir “Meta” etkinlik veya “Meta” düşünme işi olarak görmektedir. Bu durumda etik iyi, doğru, erdemli, mutlu ve yaşam gibi yaşama dünyasıyla ilgili soruları araştıran bir alan olamaz.
Eylemler bakımından doğrunun veya yanlışın, iyinin veya kötünün ne olduğu gibi sorularla uğraşmak bizi “Metafizik” veya “Anlamsız” önermeler ortaya koymaya götürür. Bu durumda Metaetik’in yapabileceği şey etik ve ahlakla ilgili kavramların ve kuralların dile getirilmiş düşüncelerin, gereklilik bildiren ifadelerin dilce anlamlarını ve temellerini araştırmak, temellendirilebilirlikleri üzerinde durmaktır.
Sonuç olarak Metaetik yaklaşım etik soruları “çözümleyici” ve “eleştirel”bir bakışla ele alır. Metaetik yaklaşım 20 yüzyılda etiğin gelişimine etik sorunların yeniden gündeme alınması ve bu sorunların tartışmaya açılması yönünde katkı getirdiği söylenebilir.