FİLM VE VİDEO KÜLTÜRÜ - Ünite 3: Türkiye Sineması Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Türkiye Sineması
Başlangıç Yılları ve Altın Çağ
Türkiye sineması, son on yılda uluslararası platformda ilgiyle izlenen ülke sinemalarından birisi haline gelmiştir. 80’lerden bu yana yaşanan dönüşümün ve yeni bir sinemacılar kuşağının ortaya çıkışının yerli sinema için yeni bir dönemin başlangıcı olduğu söylenebilir.
Türkiye sinema tarihinin analizini gerçekleştirmek iki nedenle güçtür. İlk olarak, Türkiye’de sinemanın başlangıcı yeterli biçimde belgelenmemiştir. İkinci olarak ise, sinemanın ilk yılları, çok uluslu ve çok kültürlü bir toplum olan Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine rastlamakta, bu da belli bir filmin ilk “ulusal yapım” olarak belirlenmesi kadar, ilk film gösterilerinin gerçekleştirildiği merkezin saptanmasını da zorlaştırmaktadır.
İlk ulusal filmin hangisi olduğunu da sorunlu bir konudur. Sinema tarihiyle ilgili kitaplarda, I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Fuat Özkınay tarafından çekilen Ayestefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı(1914) adlı belgeselin Osmanlı döneminde çekilen ilk film olduğundan söz edilmektedir. Ancak daha yakın zamanlardaki çalışmalarda ilk filmin 1905’ten başlayarak Balkanlar’da bazı kısa filmler çeken Yunanlı fotoğrafçılar Manaki kardeşler tarafından gerçekleştirildiği öne sürülmektedir.
Diğer yandan araştırmaların çoğu yerli sinemanın tarihini film yapımıyla başlatma eğilimdedir. Cumhuriyetin kurulduğu 1923’e kadar yerli kurmaca film sayısı yalnızca sekizdir ve ilk yerli yapım şirketi olan Kemal Film 1922’de kurulmuştur. Şirketin başına Türkiye’de tiyatronun önde gelen isimlerinden Muhsin Ertuğrul getirilmiş ve Ertuğrul, 1922 ile 1953 arasında 29 film yönetmiştir. Yerli sinema, sınırlı sayıda yapım şirketi ile filmle ve 1940’ların sonuna kadar marjinal bir sektör olarak varlığını sürdürmüştür. 1917-1946 yılları arasında çekilen film sayısı ise yalnızca 47’dir.
Türkiye sinemasının canlanması ise İkinci Dünya Savaşı sonrasına denk gelmektedir. Özellikle büyük kentlerde popüler bir eğlence aracı haline gelen sinema, ulaştırma ve kentleşme alanlarında gerçekleşen gelişmelere paralel olarak küçük Anadolu kentlerine ve köylere kadar yayılmıştır. Böylece yerli sinema bir kitle mecrası haline gelerek, giderek kurumsallaşmıştır. 1950’lerde ilk canlandırma sineması filmi olan Evvel Zaman İçinde(Turgut Demirağ) yapılmış, 1951’de yapılan Mezarımı Taştan Oyun(Atıf Yılmaz) filmi ilk gişe rekortmeni olmuştur. 1953’te ise Halıcı Kız(Muhsin Ertuğrul) ismi ile ilk renkli film çekilmiştir. 1950 ve 60 arasında 50’nin üzerinde yönetmen ilk filmlerini çekmiştir. Bu büyüme dönemi 1960’larda zirveye ulaşmış, 1960-72 arasında Türkiye sineması, çekilen film sayısı ve bu filmlerin iç pazarda kazandığı geniş popülerlik açısından altın çağını yaşamıştır. 1972’de 301 filmle kendi tarihinde bir rekora ulaşmıştır. Bu çerçevede, 1950 sonu ile 1970’lerin ilk yarısına kadar olan dönem Türkiye sinemasının “altın çağı” Yeşilçam dönemi olarak adlandırılmıştır.
Yeşilçam sineması, 1950 ve 80’lerin ilk yılları arasında Türkiye’de hakim olan belirli bir film yapım anlayışını temsil etmektedir. Yeşilçam sineması Türkiye’de sinema filmlerinin popülerleşmesine öncülük etmiştir. Yeşilçam, bir süre sonra alışkanlık yaratan kültürel bir olgu haline gelmiş, diğer yandan entelektüel izleyici tarafından sıradan ve yozlaşmış bir ticari ürün olarak da değerlendirilmiştir. Nasıl ki Hollywood ve Bollywood gibi kavramlar ABD ve Hindistan ana akım sinemalarına karşılık geliyorsa Yeşilçam da Türkiye’de ana akım sinemayı temsil etmektedir.
Yeşilçam filmleri en iyi karşılığını Amerikan filmlerinde bulan klasik anlatının formüllerini benimsemiştir. Bütün klasik anlatılarda olduğu gibi Yeşilçam filmlerinde de belirli bir amaca ulaşma sürecinde çeşitli engellerle karşılaşan ve bunları alt etmek durumunda kalan erkek ya da kadın bir kahraman, bir ana figür kullanılmıştır. Ancak kader, Yeşilçam filmlerinde çatışmalara neden olan ve tesadüfler biçiminde ortaya çıkan temel bir faktördür ve amaçların gerçekleşmesi ile arzuların karşılığını bulmasında kahramanın çabası ve mücadelesinden daha önemli bir role sahiptir. Diğer yandan Yeşilçam sinemasında aile, filmlerin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Ailenin Batı melodram sinemasında da önemli bir rolü bulunmakla birlikte, aileyle ilişkili olarak bireyin önem kazandığı Batı melodramındaki durumun tersine, Asya tarzı melodramda odak noktası ailenin kendisidir. Bu çerçevede bir çok filmde, özellikle Anadolu’dan İstanbul’a göç eden aileler ele alınmaktadır.
Yeşilçam sineması kendi popüler film türlerini yaratmıştır. Melodram bu sinemanın başat ürünüdür. Buna göre melodram, “kadın filmleri” “köy filmleri” ve “gangster filmleri” gibi, bazıları 1960’lı yılların ortasında ortaya çıkan, Türkiye sinemasına özgü bir çok popüler film türünün ortak eksenidir. Yeşilçam’ın işleyişindeki en belirleyici unsur yıldız oyunculardır. Filmlerin türleri ve hikayeleri onlara göre belirlenir.
Kriz Yılları ve Yeniden Yükseliş Dönemi
Yeşilçam döneminde artan film ve yapım şirketleri sayıları, yeterli bir altyapıya sahip olmayan sinema sektörünün sarsıntı yaşamasına neden olmuştur. Çekilen filmlerin nitelik açısından yetersizleşmesi, televizyonun yaygınlaşması, siyasal ve ekonomik alanlarda yaşanan olumsuzluklar Yeşilçam filmlerine olan ilgiyi azaltmıştır. Ülkemiz sineması için 80’ler, 70’lerde başlayan krizin giderek derinleştiği bir dönemdi. 1960’larda ve 1970’lerde ortalama 200 civarında olan film yapım sayısı 1980’li yılların ilk yarısında 70’lere düşmüş, aynı dönemin ikinci yarısında, yerli sinemanın imdadına koşan video sektörünün yarattığı pazar için yapılan filmlerle bu sayı 100’ü biraz geçebilmiştir. 90’larda kriz daha da derinleşmiş, örneğin; 1987’de film sayısı 186 iken, 1992’de 25’e düşmüştür. Bu dönemde, büyük Hollwood dağıtım şirketleri Türkiye pazarında yaklaşık dörtte üçlük bir paya sahip olmuşlardır.
Filmlerimizin 1990’ların ilk yarısındaki toplam pazar payı % 1-2 civarındadır. Ancak aynı dönemin ikinci yarısında başlayan canlanma, Türkiye sinemasını on yıl içinde bambaşka bir noktaya getirmiştir. 1996’dan itibaren değişmeye başlamıştır. Türkiye sinema tarihinin en popüler filmlerinden biri olan Eşkıya(Yavuz Turgul, 1996) 31 hafta gösterimde kalarak 2.426.570 kişi tarafından izlenmiş ve sinema mevsiminin gişede en başarılı on film listesinin başına yerleşmiştir. Yerli filmlerin toplam Pazar payı bu dönemden başlayarak artmış, 2003 yılında % 2223’lere ulaşmış ve Türkiye’de sinema 120 milyon dolarlık bir pazar haline gelmiştir.
2000’li yılların başında yerli filmlerin izlenme oranı hızla yükselmeye başlamıştır. Yeni dönemde seyirci sayısının artmasında yerli filmler etkili olmaktadır. 2004 yılında toplamda 204 film gösterilmiş ve 30 milyona yakın bilet satılmıştır. Bu süreçte yerli filmler gişe hasılatının %38.75’ini elde etmiş, 2005’te bu pay %42 olmuş, 2006 yılında ise %45’e yükselmiştir. Bu rakam Avrupa’nın en yüksek rakamıdır.
Günümüzde Türkiye sinemasında kabaca iki farklı film yapım modelinin uygulandığını söylemek mümkündür. Bunlardan ilki, bütçesi on milyon dolar civarında olan Kurtlar Vadisi gibi aksiyon filmleri ile özellikle televizyon dünyasından tanınmış komedyenlerin yer aldıkları Recep İvedik ve Eyvah Eyvah gibi düşük bütçeli güldürülerdir. İkinci kategori ise daha çok küçük bütçelerle gerçekleştirilmiş, ulusal ve uluslararası festivallerde yarışan yenilikçi filmlerdir. Bu filmlerin seyirci sayısı 150 bin ile 10 bin arasındadır. Bu tür filmleri “yönetmen filmi” ya da “sanat filmi” başlıkları altında değerlendirmek mümkündür.
Sanat Filmi
1980’lerde video pazarındaki patlamanın, televizyon kanallarında gösterilen klasik filmlerin ve sinema konulu programların, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerde düzenlenen sinema festivallerinin, sinema izleyicisinin talepleri ve tercihleri üzerinde etkili olduğu söylenebilir. Ayrıca 1980’lerde sinemanın yapım sektöründeki değişim sonucunda yapımcı ve yönetmenler kişisel ifadeye öncelik veren daha yaratıcı projeler geliştirmişlerdir. Özellikle sansürün yumuşaması, sinemacılar için daha liberal bir ortam oluşturmuş ve devletin yaklaşımı sektörle daha olumlu bir biçimde ilgilenmek, özellikle sanat filmlerini desteklemek yönünde değişmiştir.
Sanat filmi, sinemamız için görece yeni bir kavramdır. Türk sinemasının “koca çınarı” olarak bilinen Lütfü Akad, kendinden önceki sinemacılardan farklı olarak sinema tekniği ve diline yeni bir anlayış getirmiştir. Akad’ın Gelin, Düğün, Diyet üçlemesinden Refiğ’in gene iç göçü konu alan Gurbet Kuşları’na, Karanlıkta Uyananlar(Ertem Göreç) ve Bitmeyen Yol(Duygu Sağıroğlu) yapımlarına, bu çerçevede azımsanmayacak bir sayıda filmden söz etmek mümkündür. 70’li yıllarda ise Yılmaz Güney’in öncülüğünü yaptığı ve Türkiye sinema tarihinde bir kilometre taşı sayılan Umut(1970) adlı filmiyle başlatabileceğimiz, politik yönelmesi güçlü yeni bir toplumcu gerçekçi dalganın, dönemin hareketli siyasal atmosferinin de katkısıyla kayda değer bir popülerlik yakaladığını söylemek mümkündür. Şerif Göre, Erden Kıral, Zeki Ökten ve Ali Özgentürk gibi Güney’in çizgisinden giden ve onun senaryolarını yazdığı bazı filmleri yöneten yeni kuşak sinemacılar, Yeşilçam’ın sınırlarını zorlamışlar ve döneme damgalarını vurmuşlardır.
Yeşilçam’ın baskın karakteri her ne kadar izin vermese de 80’lerle birlikte sanat sineması için giderek daha elverişli bir ortam oluşmaya başlamıştır. Ömer Kavur’un 1990’lı yıllarda yaptığı filmler, gerçekten de karakterlerinin durumu, açık uçlu sonları ve anlatılarında yer alan kimi belirsizlikler nedeniyle modernist sanat sinemasının Türk sinema tarihindeki en profesyonel örnekleri arasında yer almaktadır. Yönetmenin, Nobel ödüllü ünlü yazar Orhan Pamuk’un eserinden uyarlanan Gizli Yüz(1990) adlı filmi bu bağlamda çarpıcı bir örnektir.
Sinemamız 1960’larda ve 70’lerin ortalarına kadar kitle seyircisi ve film sayısıyla kendi pazarında etkili bir sinema olmuştur. Ancak uluslararası ilişkilerinde ise yetersiz kalmıştır. Türkiye’nin Eurimages’e üye olması bu anlamda önemli dönüm noktalarından birisidir. Eurimages, Avrupa sinema ve görsel işitsel endüstrisinin gelişmesi için 1988’de kurulmuştur. Bu kuruluş, festivallerde ödüller kazanması muhtemel, eleştirmenlerden övgü alan ve kültürel yaşama katkıda bulunan yapımları desteklemektedir. Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu ve Reha Erdem gibi Eurimages destekli ve birer uluslararası ortak yapım olan filmleriyle Cannes ve Berlin gibi festivallerde ödüller kazanan yönetmenlerin sineması, Robert Bresson ve Andrey Tarkovsky gibi minimalist sanat sinemasının ustalarının filmlerinden esinlenmiştir. Yukarda saydığımız yönetmenlerin yanı sıra, kültür bakanlığı yardımı, Eurimages desteği, çeşitli sponsorluklar ve kolay erişilebilir sinema teknolojileri sayesinde son dönemde artan sayıda genç sinemacı sektöre katılmıştır.
Popüler Sinema
Yeni dönemle birlikte ortaya çıkan bir başka çarpıcı gelişme ise, genellikle ülke içinde büyük gişe başarıları yakalayan popüler yerli filmler için de dış satım olanağının artmış olmasıdır. Yeni popüler sinemanın Türkiye’de önemli bir kitle iletişimi ve eğlence mecrası olan televizyonun popülerliğinden büyük ölçüde yararlandığını ve kimi büyük bütçeli örnekleriyle Hollywood filmlerini model aldığını ileri sürmek daha doğru olacaktır. Geçmiş dönemlere göre türsel çeşitliliğin arttığı günümüzde yerli sinema, büyük bütçeli aksiyon filmi ve korku türü gibi daha önce denenmemiş tarzları da repertuarına eklemiştir. Örneğin; 70’lerde kazandığı popülerlik sonucu Hababam Sınıfı’nın yeni bölümleri 1990’lar ve 2000’lerde de sürmüştür. Recep İvedik ya da Eyvah Eyvah gibi güldürü türündeki film serileri ise, televizyon programlarıyla ün kazanmış yeni komedyenlerin geliştirdikleri tiplemeler ve gülünç anlar üzerine kurulu yapımlardır.
Popüler filmlerimiz, dünyanın çeşitli yerlerine de dağılmıştır. Türkiye’de büyük ilgi görmüş Eşkıya’nın Almanya sinemalarında kazandığı gişe başarılarının ardından daha çok sayıda sinema filmimiz bu ülkedeki çok salonlu sinema komplekslerinde gösterilmeye başlamıştır. Daha çok sonra Almanya’da benzer şekilde bir çok Türk filmi gösterime girmiştir. Bu başarılar, Türkiye’de film endüstrisinin ayakta kalabilmesine ve var olan canlı ortamın sürmesine de katkıda bulunmuştur. Günümüzde, Türkiye’de çekilen sinema filmi ve dizilerinin dünyanın yaklaşık 50 ülkesine ihraç edildiği ifade edilmektedir.
Göçmen Sineması
Türkiye’de sinemanın sınırların ötesine geçmesi ve ulusötesi bir özellik kazanmasının ardından bir başka gelişme de Almanya’daki Türkiye kökenli yönetmenlerin gerçekleştirdikleri filmlerin ortaya çıkardığı yeni sinema anlayışıdır. Göçmenlerle ilgili basmakalıp yaklaşımları reddeden bu filmler, kimlik olgusuna ilişkin tartışmaları gündeme getirmişlerdir. Filmleri tüm dünyada ses getiren Fatih Akın, bu sinemanın önde gelen isimlerinden sayılmaktadır. Yine İtalya’da benzer örnekler üreten Ferzan Özpetek de başka bir örnektir.
Başlangıcından itibaren neredeyse 90 yıla yakın bir süre içerisinde dış dünya ile son derece sınırlı ilişkisiyle dünyaya kapalı bir sinema olarak varlığını sürdüren Türkiye sineması son 20 yılda kabuğundan dışarı çıkmış, uluslararası ortak yağım olarak gerçekleştirilen filmlerin sayısı hızla artmış, dış pazarlara açılmış, festivallerde ödüller toplayan, küresel düzlemde tanınan bir ülke sineması haline gelmiştir. Sonuçta, Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiyeli göçmen sinemacıların da katkılarıyla, Türkiye’de sinemanın, uluslararası bağlantıları giderek güçlenen bir mecra olarak birçok açıdan kendisini daha da yenileyeceği konusunda iyimser olunabileceği söylenebilir.