FİLM VE VİDEO KÜLTÜRÜ - Ünite 6: Televizyon ve Kültür Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 6: Televizyon ve Kültür
Giriş
Her kültür bir uyum yaratmak, yeni rol ve davranış modellerinin temelinde yatan norm ve değerleri topluluğun bütün üyelerine kabul ettirmek ister. Uyum, bir kültür aşılama sürecinde sağlanır ve sürdürülür. Kitle iletişim araçları ve kültür arasındaki ilişkide kültürü oluşturma, tamamlama veya değiştirme gibi özellikler ön plana çıkmaktadır. Kitle iletişiminin öneminin vurgulanmaya başlandığı dönem olarak kabul edilen yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan toplumbilim incelemelerinde, iletişim ve kültür alanlarının önemi de güçlü bir biçimde vurgulanmaya başlamıştır.
Kitle İletişim Araçları ve Kültürel Süreç
Kitle iletişim araçlarınca biçimlendirilmiş olgular kişilerin kendi dışlarındaki dünyaya ilişkin gerçek yaşam deneyimlerinin yerini almaya başlamıştır. Bir yandan kitle iletişim araçlarının inanılmaz gelişimi bir yandan da insanların dünyanın bir yerinden başka yerine göçlerinin artması kültürel süreçte de önemli ölçüde değişikliğe neden olmuştur. McLuhan kitle iletişim araçlarını tarihsel olarak üç bağlam içinde ele almıştır:
- Kabile Çağı (1500’ler öncesi): Temel iletişim aracı olarak kendisini konuşma ya da şarkı biçiminde “söze” bağlaması.
- Kabileleşmeden Çıkma Çağı (1500-1900): Özellikle baskı biçimindeki mekanik medyanın ortaya çıkışı ve egemenliği.
- Yeniden Kabileleşme Çağı (1900’ler sonrası): Televizyon ve radyo gibi elektronik kitle iletişim araçlarının egemenliği.
İletişim tarihinde birer devrim olarak nitelendirilebilecek en önemli gelişmeler İ.Ö. dördüncü yüzyılda yazının bulunması, 15. yüzyılda matbaanın işlerlik kazanması ve 19. yüzyılın ortalarından itibaren de telgraf, radyo, sinema, televizyon ve bilgisayar gibi modern teknolojilerin insan yaşamına girmesidir. Her gelişme beraberinde farklı bir yaşam biçimini ve kültürünü de getirmiştir. Elektronik kitle iletişim araçlarının icadıyla birlikte okuryazarlık yetisi gerektirmeden bilgiye erişim herkes tarafından paylaşılmıştır. Sözlü iletişimden yazıya, basılı yayınlardan televizyon yayınlarına geçişle birlikte gerçekle ilgili fikirler de değişir. Sözlü kültürde gerçek, bilge kişilerin ve filozofların sözlerinde ifadesini bulurken, düşüncelerin kuşaktan kuşağa aktarılabilecek bir belge niteliğine dönüşmesine olanak sağlayan yazı ve özellikle matbaa bu kavramın sorgulanmasını ve bir anlamda da bireyselleşmesini getirmiştir.
Kültürel Bir Kurum Olarak Televizyon
Geniş bir izleyici kitlesine sahip olmasından dolayı çok fazla beğeni kültürüne seslenerek bir bakıma toplumsal bir uyum oluşturma görevi de üstlenen televizyon, büyük bir kitleyi ve bu kitlenin birçok alt kültür, alt izleyici grubunu kapsadığından diğer kitle iletişim araçlarına göre kitle kültürünü oluşturmada daha etkin bir araç olarak gösterilmektedir. Televizyon, çağdaş kültürümüzün temellerinden biri olarak kabul edilmektedir. Genellikle kültürel mallara ve hizmetlere, eğitime, beğeniye en uzak olan tüketici izleyiciler için, başka kültürel biçimlerin yerini dolduran televizyon, “her işe yarayan araç” olarak tüm iletişim biçimlerine erişim kapısı işlevi görür.
Tarihsel Süreç
Televizyon üzerine yapılan çalışmalarda ilk dönemlerde, genel olarak televizyondan izleyiciye oradan da televizyona dönen bir güçlülük kavramından söz edilebilir. Bu dönemlerde televizyonun en azından mesaj aktarım düzeyinde güçlü bir araç olduğu ileri sürülür. İzleyiciler, televizyona aynı biçimde maruz kalan ve çok temel sosyodemografik özellikler bazında tanımlanan geniş ve homojen gruplar alarak değerlendirilirler. Televizyonun yaygın kullanımı ile birlikte 1970’li yıllardan sonra iletişim kuramlarında yeni ve önemli bir takım yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Televizyon izleyicisi aracı bir haz kaynağı olarak kullanmaktadır ve aktif bir konumdadır; ancak bu sefer de televizyon izleyicisine doğru kaydırılan bir güçlülük kavramı ortaya çıkmıştır. Televizyon çalışmalarında, televizyonun akademik soruşturmaya konu edilen bağlamı, artan bir biçimde metinsel bir bağlam olmaya başlamıştır. Televizyon çalışmalarındaki eleştirel yön değişikliği tarihsel bir gelişim çizgisi izlemiştir. Eleştirel kuram altında yapılan çalışmalar televizyon söylemini incelerken taklit, temsil, ideoloji ve öznellik sorunları üzerinde yoğunlaşmıştır.
Kültürel Dışavurum Aracı
Televizyon, hemen hemen bütün toplumlarda en merkezi kültürel dışavurum aracı olarak kabul edilir; kendini toplumsal yaşamdan soyutlayamaz, zamandan ve mekândan bağımsız değildir. Televizyon aracılığıyla yayılan mesajlar var olan kültürel yargıları ve değerleri yansıtır ve bireyin toplumdaki rolleriyle ilgili algılamalarını da oluşturur. Televizyonda sunulan, sonuçta toplumsal yapı ve gerçeklik içinde biçimlendirilen güçlerin karşılıklı etkileşiminin bir sonucudur. Televizyon, çağdaş kültürlerde değişikliği üreten ve aynı zamanda var olan değerleri ve normları sürdüren kültürel bir araçtır.
Öykü Anlatma Fonksiyonu
Dünyaya televizyonun gösterdiği pencereden bakarız. Televizyon çağımızın önemli bir öykü anlatma aracıdır. Estetik bir nesne olarak öykü anlatma fonksiyonuyla da bir kültürü sorgulamaktadır. Uzun bir süre öykü anlatımı sadece yüz yüze gerçekleşmiştir. Ağız yoluyla öykü anlatımı kabile tipi yaşamdan kaynaklanmıştır. Bütün topluluklar öykü anlatım sürecine dâhil olmuşlar ve bu süreç öykünün dinleyicisi olmaktan çıkıp anlatıcısı olma dönüşümünü de sağlamıştır. Matbaanın bulunması ve onun da buhar gücüyle birleşmesi sonucu öykü anlatımının endüstrileşmesi de hızlanmıştır. Öyküler zamanla mekân ve statü sınırlarını aştılar. Önce kitap insanları geleneksel bağlardan kopardı, zamanla buna dergi ve sinema filmi de eklendi. Televizyon bir öykü anlatıcısı olarak sembolik dünyamıza hâkimdir ve kafamızdaki imajların belirlenmesinde önemli rol oynar. Bu anlamda televizyonun gücü her gün gösterilen gerçek hayat dramalarının sembolik içeriğinde saklıdır.
Mesajların Yapısı
Televizyon mesajları çok yönlüdür. Bu mesajların çoğu yaşam biçimlerimiz, ait olduğumuz gruplar, inanç ve değerlerimizle ilgilidir. Mesaj kategorilerinin çoğu normallikle ilgilidir. Neyin normal bir davranış, kimlerin normal insan olarak kabul edilmesi, normal olmayan insanların hangi davranışlarının anormal olduğunun tanımlanması söz konusudur. Kültürlendirme kuramına göre televizyon mesajlarını değerlendirebilmemiz için bazı noktalara dikkat etmemiz gerekmektedir. Bunlar Gerbner’ in tespitleriyle aşağıdaki gibidir:
- Varoluş: Televizyonun çıktıları nedir, içerik nasıldır ve hangi sıklıkla yapılır?
- Öncelikler: Ne önemlidir, nasıl göze çarpar, hangi unsurlar merkezdedir ve daha kuvvetli verilir?
- Değerler: Kültürel mesaj sistemleri içinde hangi değer yargıları vurgulanır? 4. İlişkiler: Ne neyle ilişkilidir, mesajın yapısal anlamları nedir?
Televizyon Program Türleri
Televizyon programcılığı tür kavramı üzerine temellenmiş olarak devamlılık gösterir. Televizyonda komedi, söyleşi, haber, magazin, drama, spor, çocuk, eğitim ve yarışma programları, reality show, soap opera, belgeseller gibi temel sınıflamalar olsa da aslında bu türlerin altında yer alan geniş bir tür skalası da söz konusudur. Drama şüphesiz tiyatrodan türemiştir. Televizyon yayıncılığının ilk yıllarında birçok kurgusal program tiyatro oyununun televizyona uyarlanmış halidir. Televizyon haberleri, haber değeri kavramlarını ve editör ve muhabirlerin kurumsal yapısını gazeteler ve radyo haber yayıncılığından geliştirmiştir. Eğlence türleri örneğin skeçler ve durum komedileri müzikhol ve varyete yönlerinden tiyatro kökenlidir; bunlar önce radyo için sonra da televizyon için düzenlenmiştir.
Kültürel Norm ve Geleneksel Yapı
Türlerin sınıflandırılmasında hem kültürel norm hem de yapım sınırlandırmaları ile ilgili gelenekler belirgindir. Bu geleneksel yapılar; karakter, öykü, ortam, kostüm ve dekor, müzik, ışık, diyalog, görsel biçim gibi ögeleri içerir. Öncelikle haberlerin dramatik bir müzik eşliğinde anonsu gelenekseldir. Bir veya daha fazla haber spikeri yan yana oturmuştur; ne çok genç ne çok yaşlıdırlar (genelde erkekler için 30-55, kadınlar için 25-45 yaş arasıdır); stüdyoda bir masa, bir bilgisayar bağlantısı, bir kâğıt destesi ve spikerin arkasında veya yanında görüntüler veya şekillerin yer aldığı hayali bir pano vardır; ışıklandırma doğrudandır; görsel biçim olarak başlangıçta genel çekim vardır ve daha sonra çekim ölçekleri küçülerek değişir. Böyle gelenekler izleyici kitlenin kolayca anlamasını ve benzer düzenleri takip etmesini sağlar. Gelenekler program formatlarını, alt türleri, genel özellikleri, karakter tiplerini ve olay örgüsü tiplerini yaratır. Türün kodları ve geleneksel yapıları bir toplumda belirli bir zamandaki baskın değerleri, toplumsal normları ve inançları yansıtır; ancak sabit veya değiştirilemez değildirler. Tür kavramı dönemsel, kültürel ve geleneksel olarak değişime açıktır. Türler ve onların gelenekleri kültürel gelişmeler gibi değişir.
Üretim Süreci
Tür aynı zamanda televizyon endüstrisindeki fiili üretim sürecini organize etmede kullanılır. Türlerin bir başka tanımlaması da bütün bir yayın akışındaki yerleriyle de yapılabilir. Bir başka açıdan da türlerin ideolojik anlama sahip olduğu söylenebilir.
Yayın Akışı
Türdeki mesajlar ve içerik tekrarlar aracılığı ile güçlendirilir. Televizyon programlarının izleyiciler tarafından okunması beklenir; çünkü bu programların hepsi bir metindir. Televizyon metinleri masal, roman ve film gibi anlatısal metinlerdir. Her anlatıda iki kısım vardır: Öykü: Ne oldu? Söylem: Nasıl? Televizyon diğer anlatı metinlerinden farklı olarak buna “yayın akışı” nı ekler. Raymond Williams, televizyon metinlerinin durmamacasına akışı olgusunu “merkezi televizyon deneyimi” olarak tanımlar. Süper Metin: Bir kanalın toplam yayın akışı; Mega Metin: Belirli bir coğrafyadaki bütün televizyon kanalları ve burada sunulan içeriklerin toplamı. Başka bir deyişle televizyonda yer alan farklı programlar bütünsel ve süreğen bir yapı içerisinde yer alan tek bir metnin parçalarıdır.
Bir Temsil Sistemi Olarak Televizyon
Temsil kavramı bir anlamlandırma sürecine işaret etmektedir. Bu anlamda temsil sözlü, yazılı ya da ikonik göstergeler kullanarak, “gerçek” maddi dünyada zaten var olan şeyleri sadece kodlayan ya da yansıtan bir süreç değil, bu anlamlandırma sürecine anlam üreterek ve anlamların değişimine olanak sağlayarak katılan bir süreçtir. Temsil, gerçek dünyadaki bir şeyin yeniden üretimi, benzeri veya imajıdır. Temsiller imajları, maddi yönden üretimleri, performansları ve taklitleri gösterebilir. Ayrıca, temsil, diğerlerinin eylemini etkilemek için yerine koyma ya da ifade etme eylemleri olarak da tanımlanabilir. Bütün temsiller seçicidir, sınırlı veya çerçevelidir, tek anlamlıdır ve mekanik bir sürecin sonucudur. Temsiller film, televizyon, fotoğraf, resim, reklam, roman, gazete ve popüler kültürün değişik biçimlerinde karşımıza çıkar. Temsillerin ideolojik içerikleri yüzünden sorgulanmaları doğal karşılanmalıdır. Pek çoğumuz ortak inanışların, umutların, özlemlerin, dilin, para biriminin ve buna benzer pek çok şeyin verili olduğu bir toplum içinde yaşamaktayız. Stuart Hall bu ortak kültürün kendi hayatlarımızda yorumladığımız anlamların (gerçek ve temsil edilen) ortak bir anlayış zemininde buluşmasına neden olduğunu söyler. Hall, kitle iletişim araçlarının hegemonik gerçeklik temsillerini ilettiğini söyler. Bu süreçte de kodlama ve kod açımından bahseder. Televizyon söyleminde farklı kod açımlama biçimleri aşağıdaki gibi açıklanabilir:
- Baskın egemen durum: Mesajın tam olarak vericinin istediği biçimde alınması.
- Anlaşmalı-müzakereli kodlama: Mesaj ya mantıklı/evrensel yelpazede verilir ya da doğal/kaçınılmaz gibi meşrulaştırılır.
- Karşıt kod açımlama: İzleyici doğru anlar ve tümüyle farklı biçimde alternatif referans çerçevesi ile karşılık verir.
Dil bir anlamlandırma pratiğidir ve genel anlamda her temsil sistemi, dil aracılığıyla, temsilin ilkelerine göre çalışır. Televizyon göstergesi, gösterdiğinin ya da yerine durduğunun bazı özelliklerini taşıdığı için ikonik gösterge durumundadır. Televizyonun ikonik gösterge sistemi belli bir güce sahiptir. Bu güç kültür olarak dışa vurulan ortak anlamlandırmanın bir parçası olarak işlev gören bir temsil sürecinin gücüdür. Televizyon programlarında, örneğin dramalar, magazin programları, tartışma programları, yarışma programları, müzik programları, komediler, çocuk programları, haber programları ve diğer program çeşitlerinde gördüğümüz televizyon temsilinin pek çok biçimi sıradan vatandaşların kültürel-entelektüel referans çerçevelerini, yaşam deneyim ve öykülerini temel alır. Toplumda var olan gerçeklik televizyonda teknolojik olarak aktarılabilecek özelliğe bürünmekte ve izleyici için uygun bir kültürel metin haline getirilmektedir. Televizyonun gerçekliği aktarma biçimi olayların doğasını formatlara dönüştürme olanağına dayanmaktadır. Anlamlar üzerine etkili olan bu süreç, televizyona özgü bazı özelliklerle gerçekleştirilmektedir. Televizyon temsilinin güçlü yapısına karşın, televizyon imajları karışıktır; çünkü onlar görsel temsiller üzerine temellenmiştir. Televizyon imajları gerçek yaşam boyutunda değil, aracılı görüntülerdir. Oyunculuk, yönetim, kamera, ışık ve kurgu bir anlamda yakınlık, duygusallık, heyecan ve diğer duyguları yaratır. Televizyonda bizim için yaratılanlar belirli bir çerçevedendir; bu da televizyon ekranıdır. Bu, stüdyodaki gerçek dekorun boyutları değildir. Başka bir deyişle imajlar küçülmüş ya da azaltılmıştır. Kenneth Burke’nin de dediği gibi “görmenin bir yolu aynı zamanda görmemenin de bir yoludur”. Bizim algılarımız değerlerimiz, inançlarımız ve deneyimlerimizden nasıl etkileniyorsa, televizyondaki bir temsil de televizyon yapımcılarının algısal süzgeçlerinden etkilenir ve izleyicinin algısal lensleri aracılığıyla görülür. İzleyicinin kabulü imajların algılanmasına bağlıdır. Algılama bizim dışımızdan gelen bilgiler olduğu gibi içimizdeki bilgilerin de ayıklanmasıdır. Televizyon izleyicisi anlamı temsil aracılığıyla oluşturur. Gerçek, insanlar için birçok anlama sahip olduğu için temsiller de çoklu ortamlar üretirler.
Stereotipler
Televizyon belirli tipte insanlar ve görüntü ve davranış olarak tekrarlanan öğeler oluşturarak sosyal grupların temsilinden sorumludur. Burada streotipler önem kazanır. Lippmann’ın da söylediği gibi stereotipler farklı sosyal gruptaki insanlarla ilgili kafamızda oluşturduğumuz resimlerdir. Stereotipleme ideolojinin farklı sosyal, ulusal ve ırksal gruplar hakkında bozulmuş mitler yaratarak kültürü pekiştirmesinin bir başka örneğidir. Genellikle stereotipler gerçeğe fazla yakın değillerdir; buna karşılık gerçek yaşamı tanımlamada daha fazla kusursuz (veya kusurlu) ve daha fazla önceden tahmin edilebilir, bilinebilir. Stereotip kavramı bir gruptaki herkesin aynı şekilde davranacağı düşüncesi üzerine kuruludur. Stereotip kavramı Amerikalı gazeteci Walter Lippman’ın 1922’de yazdığı Kamuoyu kitabı ile sosyal bilimler literatürüne kazandırılmıştır. Stereotipler çok erken yaşlarda öğrenilir. Bununla ilgili ilk örnekler çocukların elbiselerinin rengidir; pembe kızlar, mavi erkek çocuklar içindir. Bireyler stereotiplere yaşamları boyunca sahip olurlar. Tabula Rasa olarak doğarlar, hiçbir stereotipe sahip değillerdir; fakat zamanla çeşitli sosyal grupları kategorize etmeye başlarlar. Tabula Rasa, John Locke’nin boş levha anlamında kullandığı bir kavramdır. Bu görüşe göre, insanlar doğduğunda zihinleri boş bir levha gibidir. Yaşadıklarıyla bu levhayı doldurur. Stereotipler televizyonda pozitif veya negatif olarak sunulabilirler. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir araştırmada bazı grupların televizyonda negatif pozisyonlarda, şiddet olayları içinde, yargı sürecinde veya benzeri olumsuz konumlarda sunulduğu bulunmuş. Bu gruplar ise Arap kökenli Amerikalılar, Afrika kökenli Amerikalılar, Latin kökenli Amerikalılar, Kızılderililer (Amerikan yerlileri) ve Asya kökenli Amerikalılardır. Stereotipler önemlidir; çünkü belirli bir zamanda belirli bir gruptaki insan kategorileri ile ilgili önemli güç ilişkileri ve tutumları gösterirler ve çevremiz ile ilgili bilgimizi ve bu bilgiyi de nasıl organize edeceğimizi etkilerler.