FİNANSAL KURUMLAR - Ünite 8: Bankacılıkta Risk ve Performans Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Bankacılıkta Risk ve Performans

Bankacılık Risklerinin Gelişimi

1960’lı ve 1970’li yıllarda bankaların karşılaştıkları riskler, kredi yoğunlaşmasından (bir veya birkaç müşteriye yüksek tutarlarda kredi verilmesi) kaynaklanmaktaydı. Kredi riskini azaltmak için Basel Bankacılık Komitesi tarafından risk tabanlı sermaye yeterliliği uygulamaları devreye sokulmuştur.

1980’li yıllarda birçok ülkenin finansal piyasalarında serbestleşme (deregülasyon) faaliyetleri ivme kazanmış ve bunun sonucu olarak ülkelerarası sermaye hareketleri hızlanmıştır. Ayrıca faiz serbestisi ile faiz oranı riski de önemli hâle gelmiştir. Mali serbestleşme ile birlikte sisteme giriş imkânları genişlemiş ve sonucunda banka sayısında ve istihdamda önemli bir artış yaşanmıştır. Ancak bütün bu olumlu gelişmelere rağmen Türk bankacılık sistemi özkaynak yetersizliği, kamu bankalarının sistemdeki ağırlığının yarattığı bozucu etkiler, küçük ölçekli ve parçalı bankacılık yapısı, zayıf aktif kalitesi gibi taşıdığı yapısal sorunlar nedeniyle temel fonksiyonu olan aracılık hizmetlerini etkin ve yeterli ölçüde yerine getirmekten hızla uzaklaşmış ve sistematik risklere karşı duyarlılığı artmıştır.

Tüm bu gelişmeler sonucunda, bankaların üstlenmekte oldukları riskler hem nitelik hem de nicelik yönünde daha da önemli hâle gelmiştir

Bankacılık Sektöründe Karşılaşılan Risk Grupları

Risk, beklenen değerden sapma olasılığı olarak tanımlanmaktadır. Ancak beklenen değerin üzerinde bir sapma olabileceği gibi altında da bir sapma olabilir. Ancak risk sözcüğü çoğu zaman olumsuz ya da istenmeyen bir durumu ifade eder. Hatta riski sadece kaybetme olasılığı olarak tanımlayanlar da vardır

Sistematik risk: Ekonomik, politik ve sosyal yaşamın yapısı ve değişkenliğinden kaynaklanır.

Riskleri sistematik ve sistematik olmayan risk olmak üzere iki kategoride incelemek mümkündür. Sistematik risk , tüm finansal piyasaları ve bu piyasalarda işlem gören menkul değerlerin tümünü etkiler. Sistematik riskin kontrol edilmesi olanaksızdır. Sistematik risk kaynakları, faiz oranı riski, satın alma gücü (enflasyon) riski, piyasa riski olarak gruplandırılabilir. Tıpkı diğer işletmeler gibi bankalar da tüm bu sistematik risk kaynaklarının etkisi altındadır.

Sistematik olmayan risk: Firmaya ve/veya firmanın faaliyette bulunduğu sektöre ait özelliklerin oluşturduğu risktir.

Yönetim hataları, grevler, teknolojik gelişmeler, yeni buluşlar, tüketici tercihlerinde değişmeler gibi etmenler sistematik olmayan risk kaynaklarıdır. Daha sonra göreceğimiz gibi operasyonel risklerin büyük bir kısmını sistematik olmayan risk kaynakları oluşturur.

Oldfield ve Santomero (1997)’ye göre finansal kurumların karşılaştıkları riskler üç kategoride değerlendirilebilir. Bu riskler aşağıda verilmektedir:

  • Günlük standart bankacılık uygulamalarıyla elimine edilebilen ya da kaçınılabilen riskler: Burada standart süreç, sözleşme ve usullerle bankayı zarara uğratacak uygulamalardan kaçınılabilir.
  • Başkalarına devredilebilen riskler: Bunlar risk transferi ile başkalarına devredilebilen risklerdir. Örneğin faiz oranı riski, swap ve diğer vadeli sözleşmelerle
  • Firma düzeyinde aktif olarak yönetilebilen risklerdir. Bankacılık sektörü de hem sistematik hem de sistematik olmayan çok geniş bir risk yelpazesi içerisinde faaliyet gösterirler.

Bankaların karşılaştıkları temel riskler ise kredi riski, likidite riski, faiz oranı riski kur riski, pazar riski ve ödeme gücü riski yer almaktadır. Son yıllarda bu risklere operasyonel risk de eklenmiştir. Ayrıca bazı kaynaklarda ülke riski ve zimmete geçirme riski gibi riskler de yer almaktadır.

Bankaların Karşılaştıkları Risk Türleri

Bankların Karşılaştıkları Risk Türleri tablosu kitabın 136.sayfasında bulunmaktadır.

Kredi Riski

Son yıllardaki banka başarısızlıkları değerlendirildiğinde, ana nedenin bankaların kredi portföylerindeki sorunlardan kaynaklandığı söylenebilir. Yani, ya bankalar sorunlu kredileri önceden tespit edememişler ya da kredi verme konusunda çok agresif davranmışlardır. Bu da bankaların gelirlerinin hızla düşmesine neden olmuştur.

Kredi riski: Banka müşterisinin yükümlülüğünü tamamen veya kısmen zamanında yerine getirmemesinden kaynaklanan durumu ifade eder.

Kredi riski, borç alanın borç ödeme performansının yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi bankanın kredi müşterisinin borç ödemedeki yetersizliği ya da isteksizliği sonucu kredi zararları ortaya çıkmaktadır. Genel anlamda kredi riski, bankaların kredi portföylerinin beklenen performansından sapma olarak ifade edilebilir.

Kredi riski çeşitlendirilebilir ancak tamamen yok edilemez. Çünkü borçlunun ödeme güçlüğüne düşmesi çoğu zaman sistematik risklerin bir sonucu olmaktadır. Bankaların kredi riskini azaltmak için aldıkları başlıca önlemler şöyledir:

  • Kredi analizi - kredi değerliliğinin saptanması,
  • Güvence (teminat) alınması,
  • Riskin belirli gruplar üzerinde yoğunlaşmaması, bireysel ve sektörel dağılımı,
  • Kredi sözleşmesi,
  • Kredilerin izlenmesi.

Kredi riski yönetimi; kredi riskinin belirlenmesi, ölçülmesi, izlenmesi, kontrolünün sağlanması ve raporlanması ile bu riskleri karşılamak için yeterli sermayenin ayrılması konusundaki faaliyetleri kapsar. Kredi riski yönetimi “iyi kredi vermek”le sınırlı olmayan, kredilerin bir bütün olarak değerlendirildiği ve sermayenin riske göre hesaplandığı bir süreç olarak değerlendirilmelidir.

Likidite Riski

Likidite riski: Basit olarak bir bankanın nakit çıkışlarını zamanında ve eksiksiz olarak karşılayacak düzeyde nakit mevcuduna ve nakit yaratabilecek yeteneğe sahip olamaması durumu olarak tanımlanabilmektedir.

Bankalarda nakit giriş ve çıkışları eş anlı olsa, bankalarda likidite riski olmazdı. Ne yazık ki nakit giriş ve çıkışlarını eş anlı değildir. Çoğu zaman bir nakit dengesizliği oluşur. Üstelik nakit fazlası da yetersizliği de maliyetlidir. Nakit fazlalığının fırsat maliyeti varken, nakit yetersizliği de bazı maliyetler içermektedir. Bankalarda nakit yetersizliği kaynak maliyetinin yükselmesine, kâr azalmasına hatta zarara dönüşmesine, borç verenler de güven eksikliğine, banka varlıklarının değer kaybı ile zorunlu satışına, bankanın fon çıkışının hızlanmasına, kârlı yatırım fırsatlarının kaçırılmasına, yükümlülüklerin karşılanmamasına yol açar. Hatta bu yetersizlik bankayı iflasa kadar götürebilir.

Likidite riski en iyi şekilde, fonlama krizi riski olarak tanımlanabilmektedir. İki farklı likidite riski kaynağından söz edilebilir. Bunlar:

  1. Fon ihtiyacından kaynaklanan likidite riski: Nakit giriş çıkışlarındaki düzensizlikler ve nakit akımı uyumsuzlukları nedeniyle mali yükümlülüklerin makul bir maliyetle yerine getirilememesi riskidir. Fonlama likiditesi riski yükümlülükler ile varlıklar arasındaki likidite dengesizlikleri nedeniyle, bankanın yükümlülüklerini zamanında ve yüksek düzeyde zarara uğramaksızın yerine getirememesi dolayısıyla, bankanın mevcut veya gelecekteki gelir ve sermayesinin azalması riski olarak da ele alınmaktadır.
  2. Piyasa likiditesi riski: Piyasadaki likidite düzeyinin yetersiz olması ya da piyasalarda oluşan engeller nedeniyle banka pozisyonlarının makul bir fiyattan ya da yeterli miktarda nakde dönüştürülememesinden kaynaklanan zarar olasılığıdır.

Likidite riskini daha iyi anlamak için bankaların net likidite pozisyonunu nelerin etkilediğini bilmek gerekir. Net likidite pozisyonu, likidite arzı ile likidite talebi arasındaki farktır. Likidite arzı ve likidite talebi ise aşağıdaki gibi tanımlanmaktadır:

Likidite Arzı = Mevduat Geliri + Mevduat Dışı Gelirler + Müşterinin Borç Geri Ödemeleri + Varlık Satışı + Para Piyasasından Borçlanmalar

Likidite Talebi = Mevduat Çekilişleri + Kredi Talepleri + Bankanın Borç Ödemesi + Diğer Faaliyetler için Giderler + Ortaklara Temettü Ödemesi

Faiz Oranı Riski

Faiz oranı riski: Faiz oranlarında oluşan ters yönlü hareketlerin bir bankanın mali yapısında yarattığı etki olarak tanımlanabilir.

BDDK faiz oranı riskini faiz oranlarındaki hareketler nedeniyle bankanın alım satım hesapları içinde yer alan finansal araçlara ilişkin pozisyon durumuna bağlı olarak maruz kalabileceği zarar olasılığı olarak tanımlamıştır.

Döviz Kuru Riski

Döviz kuru riski: Döviz kurundaki beklenmeyen değişmelerin bankanın net aktif değerinde yaptığı değişme olarak tanımlanmaktadır.

Döviz kuru riski, kambiyo riski olarak da adlandırılmaktadır. Yabancı paraların piyasa değerinde, bankanın varlık ve yükümlülüklerinin değerini değiştirecek ve banka için zarara neden olacak şekildeki dalgalanmalar sonucu oluşmaktadır. Ayrıca, sistemdeki tüm bankalar, dolaylı olarak portföylerindeki şirketlerin olumsuz etkilenmesi ve portföy kredi risklerinin artması sonucu da kur riskinden etkilenmektedirler.

Operasyonel Risk

Operasyonel risk: Bankanın tüm faaliyetlerindeki sistem, süreç ve insan unsuru ve dış etkenler nedeniyle ortaya çıkar.

Operasyonel risk, banka içi kontrollerdeki aksamalar sonucu hata ve usulsüzlüklerin gözden kaçmasından, banka yönetimi ve personeli tarafından zamana ve koşula uygun hareket edilmemesinden, banka yönetimindeki hatalardan, bilgi teknolojisi, sistemdeki hata ve aksamalar ile deprem, yangın ve sel gibi felaketlerden kaynaklanabilecek kayıpları ya da zarara uğrama ihtimalini göstermektedir.

Piyasa (Pazar) Riski

Piyasa(pazar) riski: Pazar riski en kısa tanımı ile mal fiyatları, hisse senedi fiyatları, döviz kurları ve faiz oranlarındaki değişim nedeniyle bankanın net varlık değerindeki değişmeyi ifade etmektedir.

Gelişen teknoloji, finansal piyasaların serbestleşmesi, uluslararası rekabetin artması ile finansal ürün ve hizmetlerin çeşitlenmesi ve uluslararası sermaye hareketlerinin hacminin ve hızının artması, bankalar için karşılaşabilecekleri risklerin çeşidini ve boyutunu da artırmıştır. Tüm finansal risklerin bir arada ele alınması gereği ortaya çıkmış ve piyasa riski nin ölçümü ve yönetimi çok daha önemli hâle gelmiştir. Genel olarak ulusal finansal piyasalarda, piyasa riskinin yönetimindeki sistematik başarısızlığın, krizlerin oluşumunda etkili olacağı ve finansal piyasaların entegrasyonunun artmasına bağlı olarak da bu krizlerin uluslararası finansal krizlere dönüşebileceği düşünülmektedir. Bu nedenle, günümüzde hem ulusal hem de uluslararası gözetim ve denetim kurumlarınca, piyasa riskinin ölçüm ve yönetiminin belirli kurallara bağlanmaya çalışıldığı görülmektedir. Piyasa riskinin ölçümü, bankaların bu risklere karşılık olarak ayıracağı sermaye tutarının belirlenmesi açısından da önemlidir.

Riske Maruz Değer (VaR-Value at Risk)

Bankacılıkta risk yönetiminde, özellikle piyasa riskinin ölçümünde riske maruz değer (Value at risk: VaR) modeli yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Uluslararası bankacılık otoritesi Basel Komitesi’nce modelin bankacılık sektörünce kullanılmasının önerilmesi de dikkatleri bu model üzerine çekmiştir. Model Türkiye’de BDDK tarafından da önerilmektedir. Sermaye yeterliliklerinin belirlenmesinde, sermayenin piyasa koşulları nedeniyle risk altında olan kısmı ile ilgili olarak BIS (Bank of International Settlement) tarafından bankaların uyması gereken bir ölçüt olarak da kullanılmaktadır.

VaR: Kısaca belirli bir güven aralığında belirli bir ölçüm süresi içinde bir portföyün kaybedebileceği maksimum değerdir.

VaR, faiz oranı, enflasyon oranı, döviz kuru ve hisse senedi fiyatları gibi piyasa risklerinin toplam etkisini tahmin etmektedir. Böylece önceden belirlenmiş bir dönem ve güven aralığı için pazar faktörlerindeki değişime karşı duyarlı olan belirli bir varlık ve yükümlülük için kullanılabildiği gibi portföy yatırımları için de kullanılabilmektedir.

Banka Risk Yönetiminde Basel Uzlaşıları

Bankacılık faaliyetlerinin daha etkin yürütülmesi amacıyla merkezi İsviçre’nin Basel Kentinde bulunan Basel Bankacılık Komitesi 1988 yılından itibaren bazı uygulamaları hayata geçirmiştir. Gelişmiş ülkelerin merkez bankaları ve bankacılık denetim otoritelerinden yetkililerin katılımıyla oluşturulan Basel Komitesi, 1988 yılında farklı ülkelerde uygulanan sermaye yeterliliği hesaplama yöntemlerini birbirleriyle uyumlu hâle getirmek ve bu konuda uluslararası platformda bir sektör standardı ve minimum rasyo oluşturmak amacıyla, Basel I olarak adlandırılan sermaye uzlaşısını yayımlamıştır. Söz konusu uzlaşı, başta G-10 olmak üzere pek çok ülke denetim otoritesince kabul görmüş olup günümüzde yüzden fazla ülke, sermaye yeterliliği hesaplama yöntemlerini Basel I’i temel alarak oluşturmuş bulunmaktadır.

Basel Komitesi, daha sonra Basel I’e göre çok daha kapsamlı olan Basel II Uzlaşısı’nı yayımlamıştır. Burada sırasıyla bu uzlaşılara yer verilecektir.

Basel I (Basel Sermaye Yeterlilik Uzlaşısı)

Basel I: Mevduat sahiplerini bankanın iflas riskine karşı korumak amacıyla asgari olarak tutulması gereken sermaye üzerine odaklanmıştır.

Basel komitesi, 1988’de sadece uluslararası alanda faaliyette bulunan büyük bankalara yönelik olarak ilk sermaye yeterliliği uzlaşısını yayınlamıştır. Global finans sektörü içinde yer alan birçok ülkenin uygulamaya koyduğu Basel I , bir bankanın batması hâlinde, mevduat sahiplerinin karşılaşabilecekleri maliyetleri en aza indirmek için asgari olarak tutulması gereken sermaye üzerinde odaklanmıştır.

Basel II (Sermaye Yeterliliği Düzenlemesi)

Basel II: Kredi ve piyasa riskinin yanısıra operasyonel riski de hesaba katan bu uzlaş, sermaye yeterliliği, banka risk yönetimi ve iç denetim sistemleri ile piyasa disiplini ve denetimi üzerine odaklanmaktadır.

Basel Komitesi kredi risk; hesaplaması konusundaki eksiklikleri düzenleyecek ve operasyonel riski de kapsayacak yeni bir sermaye yeterlilik düzenlemesi için, 1999 yılında çalışmalarına başlamıştır.

Basel II, bankaların sermaye yeterliliklerinin ölçülmesinde ve değerlendirilmesine ilişkin olarak Basel Bankacılık Denetim Komitesi tarafından yayımlanan ve gelişmiş ülkelerde yürürlüğe giren ve Türkiye’de de yürürlüğe girmesi beklenen standartlar bütünüdür.

Basel III

2008 Krizinin ortaya çıkardığı eksiklikleri gidermek amacıyla Basel III olarak adlandırılan düzenleme değişiklikleri gündeme gelmiştir. Bu değişikliklerin amacı mevcut asgari sermaye hesaplamalarını kökten değiştirmek değil, bankaların hem içsel hem de dışsal şoklara karşın dayanıklılıklarını artırılmasına yardımcı olacak revizyonlara gitmektir. Bu amacı gerçekleştirmek için; asgari sermayenin hem nicelik olarak artırılması hem de niteliğinin iyileştirilmesi, ekonominin döngüsel hareketlerine bağlı olarak asgari sermaye tutarının artırılabilmesi ve azaltılabilmesi ve karşı taraf riskinin hesaplanmasında değişikliğe gidilmesi gibi önlemler üzerinde odaklanılmıştır.

Bankacılıkta Performans Değerlendirme

Bankacılıkta performans ölçümünde geleneksel olarak finansal oranlarda, bu oranları bir arada değerlendiren CAMELS analizinden, riske göre düzeltilmiş oranlardan ve performans karnesinden yararlanılmaktadır.

Ülke ekonomileri içinde bankacılık sektörü çok önemli bir ağırlığa sahiptir. Bu nedenle bankacılık sektöründeki başarı ve gelişmeler iktisadi gelişmeyi doğrudan etkilemektedir. Dünyada yapılan bazı çalışmalarda, genel olarak bankacılık sektöründeki başarısızlıkların ülke ekonomilerindeki makroekonomik çevrenin zayıf olduğu dönemlerde ortaya çıktığını göstermektedir. Dolayısıyla bankacılık sektöründe gösterilen performansın düşük ve yüksek olması tüm iktisadi birimler açısından önemlidir.

(Banka performansı konusunda yapılan çalışmalar tablosu kitabın 145.sayfasında bulunmaktadır.)

Özsermaye ve Aktif Karlılığı

Özsermaye kârlılığı: Sadece bankaya öz sermaye sağlayanlar için hesaplanan kârlılık oranıdır.

Özsermaye ve aktif kârlılığı sadece bankalar tarafından değil hemen hemen tüm işletmeler tarafından kullanılan en önemli kârlılık göstergeleridir.

Özsermaye kârlılığı, bankaya özsermaye koyanların kârlılığını gösterirken, aktif kârlılığı ise bankaya fon sunan tüm grupların kârlılığını göstermektedir. Bankanın özsermaye kârlılığını belirleyen etkenler, bankanın net kâr marjı, aktif devir hızı ve finansal kaldıraç oranıdır.

Özsermaye Kârlılığı = Net Kâr Marjı x Aktif Devir Hızı x Özsermaye ÇarpanıNet Kâr Marjı = Net Kâr / Brüt Faaliyet Geliri Aktif Devir Hızı = Brüt Faaliyet Geliri / Aktif Toplamı Özsermaye Çarpanı = Aktif Toplamı / Özsermaye Özsermaye çarpanı, aynı zamanda firma aktiflerinin finansmanında borçların ağırlığını gösterdiği için finansal kaldıraç oranı olarak da bilinmektedir. Bu oranın yüksek olması özsermaye kârlılığını olumlu etkilemektedir.

Aktif Kârlılığı: bankaya fon sağlayanlar için hesaplanan kârlılık oranıdır.

Aktif Kârlılığı ise net kâr marjı ile aktif devir hızının bir fonksiyonu olmaktadır. Yani;

Aktif Kârlılığı = Net Kâr /Aktifler = Net Kâr Marjı x Aktif Devir Hızı’dır.

Buna göre bankaların borçlanmaları artıkça özsermaye kârlılığının artacağı da açıktır. Bu durum riskleri de artırmaktadır. Hatırlanacağı gibi Basel Uzlaşıları bu risklere karşı minimum sermaye yeterliliği uygulamasını kapsamaktadır.

Net Faiz Marjı İle Etkinlik Ölçümü

NFM: Bir bankanın toplam faiz, gelir ve giderleri arasındaki farkın toplam getirili aktiflere oranlanmasıyla bulunan değerlerdir.

Bankaların temel işlevi tasarruf edilen fonları, ihtiyacı olanlara düşük bir aracılık maliyetiyle aktarmaktır. Bankaların etkin çalışmasının ölçütlerinden biri de aracılık maliyetlerinin düşük olmasıdır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde yüksek olan aracılık maliyetlerinin düşürülmesi, sistemdeki etkinliği artırdığı ve rekabeti geliştirdiği için stratejik bir hedef olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda bankaların aracılık faaliyetlerinde etkinlik sağlayıp sağlayamadığı Net Faiz Marjı (NFM) ile ölçülmektedir.

Finansal Serbestlik: Finansal serbestleşme, bankacılık sektörünü birkaç şekilde etkileyebilmektedir. İlk olarak bankaların dış dünyadan kaynak bulma olanakları genişlemektedir. Bu kaynaklar yüksek getirili hazine bonosu ve devlet tahvillerine aktarılabilmektedir.

Piyasa Yapısı: Bankacılık sektöründeki rekabetçi yapı faiz marjlarını etkilemektedir. Bankalar arasındaki yoğun rekabet, kredi faizlerinin düşmesine ve mevduat faizlerinin artmasına neden olarak faiz marjlarının daralması sonucunu doğurur.

Finansal Yenilikler: Finansal yenilikler, bankaların geleneksel bankacılık hizmetlerinden sağladıkları gelirlerin azalmasına neden olmaktadır. Bu durum da kârlılığını artırmak isteyen bankaların, banka dışı kurumlarla yeni finansal araçlar için rekabete girmelerini zorunlu kılmaktadır. Bu da bankaların maliyet avantajlarını kaybetmelerine yol açarak faiz marjının daralması sonucunu doğurur.

Zorunlu Karşılık Oranları: Zorunlu karşılık oranları, bankaların mevduatlarından zorunlu olarak kendi hesaplarında ve merkez bankası hesaplarında bulundurmak zorunda oldukları rezervleri ifade eder. Bu rezervlerden ilki disponibilite olarak, ikincisi munzam karşılık olarak isimlendirilmektedir. Bu oranların yüksek olması NFM’nin daralmasına neden olmaktadır.

Bankacılık Camels Analizi ile Performans Ölçümü

Bütünsel bir yaklaşım olan CAMELS sermaye yapısı, aktif kalitesi, kazanç gücü, likidite gücü ve piyasa riski kriterlerine dayanan bir performans ölçüm yöntemidir.

(Camels değerlemesinde kullanılabilecek oranlar tablosu 150.sayfada bulunmaktadır.)

Bankacılıkta Riske Göre Düzeltilmiş Performans Analizi

RAPM: Bankaların risk getiri ilişkisi temelinde performansının ölçülmesinde kullanılan getiri oranlarını kapsamaktadır.

Riske Göre Düzeltilmiş Performans Ölçütleri (RiskAdjusted Performance Measure- RAPM ), risk-getiri ilişkisine göre bir bankanın optimal performansını değerlendirmek için kullanılmaktadır. RAPM, belirli bir risk düzeyinde en yüksek getiriyi elde etmeyi veya belirli bir getiri düzeyinde en az riske maruz kalmayı hedeflemektedir.

RARORAC: Riske göre düzeltilmiş getirinin, riske göre düzeltilmiş sermayeye oranlamasıdır.

RARORAC ise RORAC ile RAROC’un bileşimidir. Burada hem getiri hem de sermaye riske göre ayarlanmaktadır. RAROC sisteminde, sermaye yeterliliğine iki açıdan bakılmaktadır. Bunlar:

  • Risk yönetimi ve
  • Performans değerlemesidir.