FİNANSAL YÖNETİM - Ünite 7: Çalışma Sermayesi Yönetimi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Çalışma Sermayesi Yönetimi

Çalışma Sermayesinin Tanımı, Önemi ve Yönetimi

Türkiye’de 1900’lü yıllarda yaşanan yüksek enflasyon ve ardı ardına yaşanan krizler Türk işletmelerine çalışma sermayesini yönetme konusu öğretmiştir. Bu yıllarda varlıklarını nakit olarak tutan işletmeler yüksek enflasyon nedeni ile kısa vadeli varlıklarının değerlerinin azalması ile karşı karşıya kalmış ve yaşanan krizlerde işletmelerin çalışma sermayeleri erimiş ve istenememesine rağmen düşük düzeyde likit varlıklar ile yatırımların ve duran varlıklarını yönetmek zorunda kalan işletmeleri likidite krizine sokmuştur.

Finansal yönetim açısından çalışma sermayesi bir işletmenin dönen varlıklarından oluşmaktadır. Bu tanım aslında brüt çalışma sermayesinin de tanımı olup bir işletmenin dönen varlıklara (cari varlıklara) yaptığı yatırımı kapsamaktadır. Ancak özellikle muhasebe yönetimi daha dar bir tanım yapmakta ve net çalışma sermayesi tanımına odaklanmaktadır. Buna göre, net çalışma sermayesi dönen varlıklardan kısa vadeli yükümlülüklerin çıkarılması ile elde edilmektedir.

Bir işletmenin faaliyetlerini yürütebilmesi için duran varlıklara yapılan yatırımları dışında, nakit, alacak ve stokları gibi kısa vadeli varlıklarını da etkin bir şekilde yönetmesi ve kısa vadeli varlıklarının hangi kaynaklarla finanse edileceğini belirlemesi gerekmektedir. Çalışma sermayesinin yönetimi, dönen varlıklar ile bu varlıkların finansman kaynaklarının etkin bir şekilde idaresi olarak tanımlanmaktadır.

Etkin bir çalışma sermayesi yönetiminin iki temel amacı vardır:

  • İşletmenin kârlılığını artırma,
  • İşletmenin kısa vadeli likit yükümlülüklerini zamanında karşılamadır.

İşletme yöneticisi zamanının belli bir kısmını çalışma sermayesinin yönetimine ayırmak zorundadır. Tipik bir üretim işletmesinde dönene varlıklar genellikle varlıkların yarısını oluşturmaktadır ve özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerde çalışma sermayesi analizi büyük işletmelere göre çok daha önemlidir.

İşletmelerde yöneticiler, işletme değerini artırma amaçları çerçevesinde çalışma sermayesi yönetiminde iki önemli kararı verme durumundadırlar:

  • Dönen varlıklara yapılacak en uygun yatırım düzeyi,
  • Dönen varlıkları desteklemek için yapılan kısa ve uzun vadeli finansmanın bileşimi.

İşletme yöneticisi bu kararları verirken risk ve getiri ikilemi arasında kalmaktadır. İşletme yönetimi uygun düzeyde çalışma sermayesi tutmaya karar verdiğinde, risk ve kârlılık ikilemini iyi bir şekilde yönetmek zorundadır. Bu konuda yönetici muhafazakâr davranabilir ve yüksek düzeyde dönen varlık bulundurarak kendini beklenmeyen durumlara karşı koruma altına alabilir. Böylece işletmenin satışlarının aksama ve kısa vadeli borçlarının ödenmeme riski düşecek, buna karşılık işletmenin kârlılığı azalacaktır. Diğer taraftan yönetim düşük düzeyde dönen varlık tutarak atak bir politika izleyebilir. Bu durumda işletmenin kârı artacak ancak kısa vadeli yükümlülükleri karşılama riski artacağı gibi, satışlarının da aksaması ihtimali ortaya çıkacaktır (sayfa 153, şekil 7.1’i inceleyiniz).

Çalışma sermayesi bir açıdan cari varlıklarla kısa vadeli yükümlülükler arasındaki dengeyi de yansıtmaktadır. Kısa vadeli varlıklardaki artış kısa vadeli borçları da yükseltebilmektedir. Örneğin bir ay vadeli hammadde alan bir işletme, artan satışları nedeni ile bu ay iki misli hammadde alırsa kısa vadeli borçları da otomatik olarak artacaktır. İşletmenin nakit döngüsü çalışma sermayesinin unsurları ile işletmedeki nakit akışları arasındaki ilişkiyi gösterir ve herhangi bir satış düzeyinde ihtiyaç duyulacak nakit miktarının belirlenmesine yardımcı olur. Dolaysıyla nakit döngüsü işletmenin hammadde için yaptığı ödeme ile mamulün satılıp işletmeye girdiği süreyi kapsamakta, çalışma sermayesinin unsurları ile işletmedeki nakit akışları arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Nakit döngüsü üç faktörün süresi ile ilişkilidir, bunlar:

  • Stok çevrim süresi: Hammaddeleri ortalama işlem yapmaya hazır hâle getirme, işleme ve müşterilere satma süresi
  • Alacak devir hızı süresi: Alacaklarını ortalama tahsil etme süresi
  • Satıcılara yapılan ödemenin devir süresi: Satış sonrası tedarikçilere yapılan ödemenin ortalama süresi şeklinde sıralanabilir.

Çalışma Sermayesi genel olarak unsurlarına göre ve süresine göre olmak üzere iki şekilde sınıflandırılmaktadır.

Unsurlarına göre çalışma sermayesi, bilançoda dönen varlıklar ya da dönen varlıklar kalemi altında yer alan gruptur. Yıl sonunda düzenlenen bilanço esas alınmak suretiyle, izleyen yıl içinde hareket etmesi beklenen bütün varlıklar bu sınıfta yer almaktadır. Bu sınıf likidite derecesine göre alt gruplara ayrılır. Bu gruplar; hazır değerler, menkul kıymetler, kısa vadeli ticari alacaklar, diğer kısa vadeli alacaklar, stoklar, diğer dönen varlıklar şeklinde sıralanabilir.

Süreye göre çalışma sermayesinde , işletmelerin genellikle satışları ve üretimleri yıl içinde veya çeşitli dönemlerde dalgalanmaktadır. Çalışma sermayesi sürekli ve mevsimsel olarak ikiye ayrılmaktadır.

  • Mevsimsel (Dönemsel) Çalışma Sermayesi: İşletmenin dönemsel ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılan çalışma sermayesidir. Mevsimsel çalışma sermayesi, bir işletmenin mevsimsel ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılan çalışma sermayesi olduğu için değişkendir, buna karşılık sürekli çalışma sermayesi işletmenin uzun vadeli minimum ihtiyaçlarını karşılamak için bulundurulduğu için çok daha istikrarlıdır.
  • Sürekli Çalışma Sermayesi: İşletmenin uzun vadeli minimum ihtiyaçlarını karşılamak için bulundurulan dönen varlıklarıdır.

Bilindiği gibi işletmenin varlıklarının satın alınması için sağlanan fonlar, bilançonun kaynaklar tarafında yer almaktadır. Kaynaklar tarafında yer alan üç temel bilanço kalemi olan, kısa vadeli yükümlülükler, uzun vadeli yükümlülükler ile özkaynak işletmenin varlıklarının finansmanında kullanılmaktadır.

Dönen varlıkların finansmanı konusunda genel olarak üç değişik yaklaşım söz konusudur bunlar:

  • Dengeli (Korumalı) Yaklaşım: Bu yaklaşımda işletme dönen varlıkların devamlı kısmını ve tüm duran varlıkları uzun vadeli fonlarla, dönen varlıkların kısa vadeli ve mevsimlik dalgalanmalarını kısa vadeli yükümlülüklerle finanse etmelidir görüşü desteklenmektedir. Bu yaklaşımın amacı vade eşlemesidir. Böylece kısa ve uzun vadeli faizlerdeki değişim bilançonun her iki tarafını da eşit bir şekilde etkileyecektir (sayfa 158, şekil 7.4’ü inceleyiniz).
  • Muhafazakâr Yaklaşım: Muhafazakâr yaklaşım çok daha ihtiyatlıdır. İşletmenin ancak dönen varlıklarının kısa vadeli ve mevsimsel dalgalanmalara tabi olan kısmının bir bölümü kısa vadeli yükümlülüklerle, cari varlıkların kalan kısmı uzun vadeli yükümlülük ya da özkaynak ile karşılanmaktadır (sayfa 159, şekil 7.5’i inceleyiniz).Bu yöntemin en önemli iki sakıncası vardır, bunlar: İşletmenin elinde daima ihtiyacından fazla fon bulunduracak olması ve uzun vadeli kredilerin faizleri kısa vadelilerden fazla olduğu için, işletmenin finansman maliyetinin artacak olmasıdır.
  • Atak Yaklaşım: Bu yaklaşımda, dönen varlıkların mevsimsel dalgalanmalara tabi kısmı ile devamlı çalışma sermayesinin bir kısmı kısa vadeli borçlarla finanse edilmektedir. Duran varlıklar ile sürekli çalışma sermayesini bir bölümü ise uzun vadeli borçlarla finanse edilecektir (sayfa 159, şekil 7.6’yı inceleyiniz).

Çalışma Sermayesinin Ana Unsurlarının Yönetimi

Bir işletme elinde tuttuğu nakitten para kazanamayacağı için zorunlu nedenler dışında nakit tutmak istemez. Ancak işletmeler aşağıda belirtilen nedenler dolayısıyla nakit bulundurmaktadır:

  • İşlem güdüsü ile nakit bulundurma
  • Spekülasyon güdüsü ile nakit bulundurma
  • İhtiyat güdüsü ile nakit bulundurma

Bir işletmenin tutabileceği en uygun nakit miktarının belirlenebilmesi için aşağıdaki faktörlerin dikkate alınması gerekmektedir:

  • İşletmenin nakit giriş ve çıkışlarının dikkatli bir şekilde tahmin edilmesi,
  • İşletmenin elindeki menkul kıymetler ve diğer likit varlıkların belirlenmesi ve yönetilmesi,
  • Nakit giriş ve çıkışlarının etkin bir şekilde yönetilmesi,
  • İşletmenin borçlanma kapasitesinin planlanması,
  • İşletmenin kabul edebileceği risk seviyesinin belirlenmesi.

İşletmelerin nakit ihtiyaçları bütçeleri ile belirlenmektedir. Bu nedenle nakit bütçelerinin gerçekçi bir biçimde hazırlanması tüm işletmeler açısından önemlidir.

Etkin bir nakit yönetimi politikası, işletmenin tahsilatını hızlı ve başarılı bir biçimde yapmasını gerektirirken, ödemeleri de zamanında ve işletmeye herhangi bir maliyet getirmeden yapmasını gerektirmektedir.

Hızlı ve etkin tahsilat politikalarının iki önemli faydası vardır. Bunlardan birincisi işletmenin daha az nakit bulundurması, diğeri ise elindeki fazla nakdi kısa vadeli yatırım araçlarına yatırarak getiri elde etme fırsatı sağlamasıdır. İşletmelerin tahsilatlarını daha hızlı yapmaları için çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:

  • İşlemlerin hızlı bir şekilde yapılarak faturanın gönderilmesi,
  • Müşterilerden paranın süratli bir şekilde tahsil edilmesi,
  • Ortalama tahsilat süresinin kısaltılması.

Tahsilat politikalarında en önemli noktalardan biri faturanın en kısa zamanda karşı tarafa gönderilmesidir. Müşterilere hızlı bir şekilde fatura göndermenin yolları şunlardır:

  • Faturanın tesellüm makbuzu ile beraber gönderilmesi
  • Faturanın bir kopyasının fakslanarak veya eposta yoluyla müşteriye gönderilmesi,
  • Elektronik fatura.

Müşterilerinde çeşitli ödeme hızları söz konusudur. Bazıları ödemeyi derhâl yaparken bazıları son güne kadar beklemektedir.

Doğal olarak işletmeler ödemeleri olabildiğince yavaşlatmayı tercih eder. Bu uygulamanın amacı, ödemeyi geç yapmak değil, vadesi gelmeden ödememe ve böylece ihtiyaç fazlası nakdi menkul kıymetlere yatırılarak bir miktar daha fazla getiri elde etmektedir. İşletmelerin ödemelerini denetleme amacı ile uyguladıkları başlıca yöntemler şunlardır:

  • Ödemenin tek bir bankanın hesabından yapılması (Genellikle büyük işletmeler yapmaktadır),
  • Sıfır hesap yöntemi (İşletme çalıştığı ödemelerini yaptığı ana hesabında sürekli olarak sıfır bakiye bulundurmaktadır),
  • Ödemeleri ayın veya haftanın belirli günlerinde yapmak (İşletmeler açısından ödemelerin denetlenmesi amacına uygundur),
  • Süreden yararlanmak (İşletmenin tüm ödemelerinde takas süresi veya başka gecikmelerden dolayı bir gecikme yaşanıyor ve işletme bu durumdan yaralanıyorsa süreden yaralanma yönteminden bahsedilmektedir).

İşletmeler faaliyetlerini yürütebilmek için ellerinde belirli bir tutar nakit bulundurmak zorundadır. Ellerinde yeterli nakit bulunduramayan işletmeler nakit sıkıntısına girebilir ve bu durum varlıklarının tehlikeye girmesine neden olabilir.

İşletmelerin ellerinde bulunduracakları nakit miktarının etkin bir biçimde belirlenmesi gerekmektedir. Bu tutar aşağıdaki faktörlere bağlıdır:

  • İşletmenin gelecekte tahsil edeceği ve harcayacağı nakit tutarının tahmini,
  • İşletmenin nakit akışlarını etkin bir biçimde yönetme becerisi,
  • İşletmedeki likit varlıkların düzeyi,
  • İşletmenin borçlanma kapasitesi,
  • İşletmenin risk alabilme kapasitesi.

En çok bilinen nakit yönetimi modelleri Baumol ve Miller-Orr modelleridir. Baumol modeli; nakdin, stok gibi belirli bir biçimi olduğu görüşüne dayanmakta olup işletme nakdi planlama döneminde dengeli bir biçimde kullanmakta olduğunu, her borçlanma veya fon çekilişinin işletmeye sabit bir gider yüklemekte olduğunu, işletmenin nakit ödemelerinin zaman içerisinde düzenli bir şekilde dağılmakta olduğunu ve yalnızca işlem amacı ile nakit tuttuğunu varsaymaktadır. Miller-Orr modeli ise önceden görülmesi zor olan tesadüfi ödeme akımları üzerinde durmaktadır. Her iki modelde birçok varsayıma dayanan ve uygulamada çok fazla kullanışlı olmayan modellerdir.

Genellikle işletmelerin ihtiyaçlarını karşılamak için tutacağı nakidin dışında, her an nakde çevrilebilir menkul kıymetler de saklaması son derecede akıllıcadır. Böylelikle işletmeler bir taraftan kolay nakit elde edebilecekleri gibi, diğer taraftan da bir miktar getiri elde edebileceklerdir. İşletmeler genellikle ellerinde üç amaçla menkul kıymet tutar. Bunlardan birincisi işletme hesaplarındaki muhtemel açıkları kapatmaktır. Diğer bir anlatımla, günlük nakit yönetiminde ortaya çıkabilecek nakit yetersizliklerine karşı hazır olabilmektir. İkincisi belirli zamanlarda ödenmesi gereken nakdi hazırlamaktır (vergi, tazminat veya taksit ödemeleri). İşletmenin yakın bir gelecekte ödeyeceği nakdin kısa vadeli olarak menkul kıymetlere yatırılarak getiri elde edilmesidir. Üçüncüsü ise işletmenin beklenmeyen, olağanüstü harcamalarını karşılamak için bir miktar pazarlanabilir menkul kıymet alınmasıdır. İşletmeler menkul kıymet alırken menkul kıymetlerin; emniyetli, pazarlanabilir ve getiri özelliklerine sahip olmasına dikkat edilmelidir.

Pazarlanabilir menkul kıymet türleri esas itibariyle para piyasalarının araçlarıdır. Kısa vadeli olan bu senetler yüksek kalitede devlet ya da şirket borçlarıdır. Pazarlanabilir menkul kıymet türleri;

  • Hazine Bonoları (Devlet güvencesi altındır ve her ülkede faiz oranı en düşük menkul kıymettir. Vadeleri 3-12 ay arasında değişir.)
  • Repolar (Bankalar veya aracı kurumlar daha sonraki bir tarihte daha yüksek bir fiyattan satın alma garantisi vererek hazine bonosu veya devlet tahvili satarlar. Vadeleri bir gece ile 3 ay arasında değişir.)
  • Banka Kabul Mektupları (İşletmeler tarafından çıkarılan ancak bankalara kabul ederek garanti verdikleri belli bir vadeye sahip poliçelerdir.)
  • Finansman Bonoları (Büyük ve sağlam işletmelerin çıkardıkları vadeleri iki yılı geçmeyen aylık özel sektör borçlanma sentleridir.)
  • Mevduat Sertifikası (Vadeleri genellikle bir yılın altında olan, bankalara yatırılan vadeli mevduat karşılığında verilen senetlerdir.)
  • Varlığa Dayalı Menkul Kıymet (Bir para piyasası aracıdır. Bankalar verdikleri tüketici ve konut kredisi karşılığında bu sentleri çıkarabilmektedirler.) şeklinde sıralanabilir.

Bir işletmenin alacaklar yönetimi o işletmenin kredili satışları ile başlamaktadır. Bir işletmenin kredili satış politikası, işletmenin temel amacı olan işletme değerinin artırılması amacına dayanmakta olup işletmenin gelecekte elde edeceği nakit akışlarını maksimize ederken, bu nakit akışlarının riskini de azaltmalıdır.

Bazı işletmeler faktoring şirketleri ile çalışarak alacakların izlenmesinden ve tahsil edilmesinden kendilerini çekmektedir. Faktoring şirketleri, vadeli mal satan işletmelerin alacaklarını satın alan ve onlara tahsilat ve finansmanda yardımcı olan kuruluşlardır. Bu kapsamda faktoring şirketleri, işletmelerin mal ve hizmet satışlarından doğmuş veya doğacak çek ve senet gibi vadeli alacaklarını devir alarak finansman, garanti ve tahsilat hizmetleri sunmaktadırlar. Böylece işletmeler, kendi alanları üzerinde yoğunlaşarak, tahsilat ve finansman işlerini faktoring şirketine devretme imkânına kavuşabilmektedirler.

İşletmeler mallarını satabilmek için kredili satış politikası izlemek durumundadır. Kredili satış politikasının en önemli prensibi ödeme gücü olan müşterilerin seçimidir. Aksi hâlde işletme sattığı malların parasını alamama tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Başarılı bir müşteri seçimi politikası genellikle 5 K prensibine dayanmaktadır. Bunlar; Kapital, Karakter, Kefalet, Kapasite, Koşullar olarak bilinmektedir.

İşletmenin toplam alacak hesabının büyümesi, işletmenin likiditesini azaltacağı gibi alacaklarının tahsil edilememesi riskini de artıracaktır. Bu nedenle bu hesabın çok yakından izlenmesi ve gerektiğinde tedbir alınması gerekmektedir. İşletmelerin vadeli satış yaptıkları müşterilerinin ödemeleri zamanında yapmaması veya ödeme güçlüğüne düşülmesi bir işletme tarafından hiçbir zaman istenmeyen bir durumdur. İşletmenin idari ve yasal takipteki alacaklarının artması, işletmenin alacak politikasını iyi bir şekilde yönetmediği anlamına gelmektedir. Bu amaçla kullanılan bazı göstergeler vardır, bunlar; ortalama tahsilat süresi, vade tabloları, ödeme şekillerinin takibi ve sayısal yöntemlerle işletmelerin kredi puanlamasının yapılması şeklinde sıralanabilir.

Vadeli mal satışı yapan işletmeler müşterilerini izlemek durumundadır. Bu amaçla onlar ile ilgili bilgilere sahip olmalı ve bu bilgileri kullanarak onların ödeme güçlerini izlemelidir. İşletmeler bu bilgileri kredi birlikleri, kredi raporlama ajansları gibi kurumlar aracılığıyla edinebilmektedir.

Bir işletmenin stokları üretim ile satış süreçleri arasında yer almaktadır. Sektörlerin çoğunda hammadde alınır ve fabrikaya sevk edilir. Bu hammadde ile çeşitli mamul parçalar üretilir ve birleştirilerek nihai ürün elde edilir. Daha sonra bu ürünler müşterilere gönderilir. Stoklar bir işletmenin çalışma sermayesinin dondurulmuş (bloke edilmiş) halde bulunan ana bir unsurudur. İdeal olarak minimum düzeyde olması gereken stoklar arz ve talepten en fazla etkilenen bilanço kalemidir. Bir işletmenin çok çeşitli türde stokları olabilir. Tipik bir üretim işletmesinde kullanılan stok türleri şunlardır:

  • Hammaddeler: Üretim sürecinde kullanılan işlenmemiş malzemelerdir.
  • Satın alınan parçalar: Başka bir işletme tarafından mamul veya yarı mamul olarak üretilen ve işletmenin nihai ürününe eklenen malzemelerdir.
  • İşlenmekte olan mallar: Üretim süreci içinde olan ve henüz tamamlanarak satışa hazır olmayan ürünlerdir.
  • Üretimi tamamlanmış ürünler: Üretimi tamamlanan ve satışa hazır olan ürünlerdir.
  • Yardımcı malzemeler: Üretim faaliyetlerine yardımcı olan, enerji veya makine yağı gibi malzemelerdir.

Uygulamada yararlanılan çeşitli stok yönetim sistemleri vardır. İşletmenin büyüklüğü ve stokun cinsine göre çok basit sistemlerden çok karmaşık sistemlere kadar değişebilmektedir. En çok kullanılan sistemler;

  • ABC Stok Yönetim Sistemi: Bu sisteme göre işletmenin tüm stokları A, B ve C şeklinde önem ve değer sırasına göre üç sınıfa ayrılır. A grubunda olanlar yükte hafif ancak birim maliyeti yüksek olanlardır. C sınıfına ise birim maliyeti düşük ancak miktar olarak fazla olanlar ayrılır. Geri kalanlar ise B sınıfında olacaktır.
  • Anında Sipariş Sistemi tutulan stok miktarını ve stok maliyetini önemli ölçüde düşüren bu sistem işletme ve satıcı arasında çok iyi bir koordinasyonu gerektirmektedir. Ayrıca kalite kontrolü açısından gerekli tedbirlerin alınması çok önemlidir.
  • Bilgisayar Destekli Kontrol Sisteminde stok miktarı bilgisayara yüklenir ve kullanılan miktarlar bu stoktan düşülür. Stok belli bir miktara düşünce bilgisayar otomatik olarak sipariş verir.
  • Taşerona Verme Sistemi genel olarak parçaların işletmede üretilmesi yerine dışarıdan satın alınmasına yönelik bir sistemdir.

Bir işletmenin stok yönetimi ile ilgili iki temel maliyeti vardır. Bunlar, bulundurma maliyeti ve sipariş maliyetidir. Bazı araştırmacılar buna stoksuz kalma maliyetini de eklemektedir.

Bulundurma maliyeti, bir hammaddeyi depolama maliyeti olup aşınma, eskime, depo ücreti, sigorta, vergi ve hammadde için tahsis edilen fonun fırsat maliyetini içermektedir. Bulundurma maliyeti malzemenin depolama ile ilgili maliyet kalemlerini kapsamakta ve stoka bağlanan sermaye maliyeti, depolama maliyeti, sigorta, gayrimenkul vergileri ve amortisman ve eskime maliyetlerinden oluşmaktadır.

Sipariş maliyeti, bir malı yerine koyma ve teslim alma maliyeti olup nakliyenin denetimi, teslim alma, takip etme ve yazışma giderleri ile ilgilidir. Diğer taraftan, stoksuz kalma maliyeti de bir işletmenin stokları olmadığı zaman karşılaşacağı maliyetler olup satış kaybı, yeni bir malı yerine koyma maliyeti ve boşa giden işçilik giderlerini kapsamaktadır.

Bir işletmenin bulundurması gereken stok miktarı minimum düzeyde olmalıdır. Bunun için en yaygın olarak kullanılan yöntem “Ekonomik Sipariş Miktarı Modeli”dir. Ekonomik sipariş miktarı modelinde toplam bulundurma maliyeti stoklar arttıkça artmakta, toplam sipariş maliyeti ise düşmektedir. Eğer sık sık sipariş verilirse ortalama stok miktarı daha düşük olacak, buna mukabil sipariş maliyeti artacaktır. Eğer sipariş sayısı düşürülürse bulundurma maliyeti artacaktır (sayfa 173, şekil 7.8’i inceleyiniz).