FOTOĞRAF TARİHİ - Ünite 5: Fotoğraf Farklı Ortamlarda Yayılıyor Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Fotoğraf Farklı Ortamlarda Yayılıyor

Giriş

Fotoğrafın bulunuşundan sonra fotoğraf teknolojisi ihtiyaçlar doğrultusunda büyük bir hızla gelişmeye devam etmiştir. Bir taraftan pozlama süresini kısaltacak yenilikler aranırken diğer yandan çoğaltılabilir duyarkat arayışları devam etmiştir. Negatif tabanı için önce cam, daha sonra asetat kullanıldı. Duyarkat giderek daha duyarlı hâle geldi ve hem diyafram kullanımı (dolayısıyla net alan derinliği kontrolü) hem de kısa pozlama süreleri (dolayısıyla an yakalama ve hareket dondurma) mümkün olmuştur.

Renkli Fotoğrafın Doğuşu

Fotoğraf teknolojisini geliştiren bilimciler renkli fotoğraf elde etmek için bir çok yöntem denemişlerdir. Çoğunluğun yaklaşımı, mevcut renk kuramı ve insan gözündeki ışık algılayıcı hücrelerin o tarihlerde bilinen yapısı temel alınarak bir görüntüyü oluşturan ışık demetini kırmızı, yeşil ve mavi bileşenlerine ayırıp, aynı veya zıt renklerde üç farklı fotoğraf oluşturmak ve bu üç görüntüyü tek bir fotoğraf olarak birleştirmekti. Nitekim günümüzde de renkli fotoğraf elde edilmesinin temelinde aynı ilke yer almaktadır.

İskoçyalı bilim insanı James Clerk Maxwell , 1861 tarihinde İngiltere Kraliyet Enstitüsü’nde “üç ana rengin teorisi” üzerine bir konferans verdi. Maxwell kırmızı, mavi ve yeşil filtrelerle çektiği üç ayrı siyah beyaz dia pozitifi aynı filtreleri kullanarak üst üste gelecek şekilde beyaz perdeye yansıttı. Perdede gerçeğe yakın renklerde nesnenin görüntüsü oluşmuştur.

Renkli fotoğrafın kaydedilmesinde Charles Cros ve Louis Ducos du Hauron adlı iki Fransız birçok ilerleme elde etti. 20. yüzyılda geliştirilen Cibachrome baskının benzeri olan, mavi, kırmızı ve sarı filtreler kullanarak bir karbon-renkli baskı ile ilk renkli baskısını gerçekleştirdi. Ducos du Hauron tarafından 1872 yılında kaydedilip basılan Güney Fransa’nın Angouleme bölgesinden bir görünüm tarihin ilk renkli fotoğrafı olarak kabul edilir.

20. yüzyılın başlarında fotoğrafçılığın tüm dünyaya yayılmasına ve fotoğrafın herkes tarafından kolaylıkla üretilmesine yol açan bir devrim yaşanmıştı. George Eastman (1854-1932) adında Amerikalı bir girişimci, “Kodak” adını verdiği, son derece basit bir yapıya sahip olan ve içine yerleştirilmiş bulunan bobin hâlindeki film ile 100 kare (gerçekte daire biçiminde) fotoğraf çekilebilen fotoğraf makinelerini üretmeye başladı. Amatör fotoğrafçılık doğmuş, fotoğraf gündelik yaşamın bir parçası hâline gelmişti.

Kodak’ın sağladığı bu teknolojik ilerleme sonucunda üç önemli gelişme yaşanmıştır:

  • Fotoğrafçıların yükleri hafiflemiş ve ulaşılması daha zor yerlerde fotoğraf çekebilir olmuşlardır.
  • Çok daha fazla görüntü elde edebilir hâle gelmişlerdir.
  • Görüntü kalitesinde de hatırı sayılır bir artış olmuştur.

Fotoğrafın Rönesansı’nın yaklaştığını müjdeleyen bu gelişmeden kısa süre sonra, Fransa’da Auguste ve Louis Lumière kardeşler 1907 yılında Autochrome adını verdikleri renkli fotoğraf elde etme yöntemini duyurdular. Pozlama sırasında camın diğer yüzünden gelen ışık, içerdiği renge bağlı olarak nişasta tanecikleri tarafından süzülerek duyarkata ulaşıyor, bu sayede bileşenlerine ayrışarak iç içe geçmiş üç farklı siyah beyaz görüntü oluşturuyordu. Banyo işlemi doğrudan pozitif görüntü oluşturduğundan ve renkli taneciklerden oluşan katman korunduğundan, cam levha bir ışık kaynağına doğru tutulduğunda renkli tanecikler bir kez daha işlev kazanıyor, duyarkatta siyah-beyaz olan görüntü renkli olarak gözleniyordu. Renkli fotoğraf konusunda gelinen aşamalar sonucunda artık sona ulaşılmıştı. Lumière kardeşlerin bulduğu autochrome plakalar sayesinde tüm renk plakaları tek plaka üzerinde birleştiriliyordu. Üç ayrı renk çekimi yerine tek çekim yapmak yeterliydi.

1936 yılında ise bir Alman kuruluşu olan Agfa ilk renkli negatif filmi üretti. Artık renkli çekimler çoğaltılmaya başlandı. Renkli fotoğraf amatör fotoğrafçılar tarafından da kullanışlı hâle gelmiş, renklerin niteliği ve doygunluğu sorunu çözülmüştür.

Fotoğraf Farklı Ortamlarda

Siyah-beyaz fotoğraf teknolojisinde 1900’lerde gelinen nokta, hem fotoğraf için hem de sanatın kendi akışı için önemli bir dönüm noktasıdır. Fotoğrafa başta büyük bir korku ve tepkiyle yaklaşan, kendi mesleklerinin ortadan kalkacağı, sanatlarının artık değersiz sayılacağını zanneden ressamlar, tam tersine müthiş bir açılıma kavuştuklarını gördüler. Gerçekliğin aslına sadık bir biçimde resmedilmesi görevi artık fotoğrafçılığa devredilmişti. Ressamlar için bunun anlamı şuydu: Omuzlarından önemli bir yük kalkmıştı. Artık çok daha öznel, bireysel deneyimlerini ortaya koyan, paylaşılan gerçeklikle örtüşmesi gerekmeyen soyut resimler yapabileceklerdi. Nitekim öyle oldu. Modern resim sanatının en önemli isimleri arasında sayılabilecek Degas, Renoir, Van Gogh, Cezanne, Munch ve Picasso gibi sanatçılar bu tarihlerde yetiştiler.

Fotoğrafın temel işlevi ne olacak sorusu, 1850’lerde gündemde değildi. Zira fotoğrafçılığa daha çok teknik bir beceri gözüyle bakılıyordu. Görüntülenebilecek konular stüdyo portreleri, manzara ve durağan düzenlemelerle sınırlıydı. Tekniğin gelişmesi ve fotoğrafın eriminin gözle görülebilen hemen her konuya ulaşmasıyla, temel bir soru ortaya çıkmıştır: Fotoğrafın işlevi ve görevi nedir? Fotoğraf dış gerçekliği “kusursuz” bir biçimde ortaya koyarken estetik kaygıların bir kenara koyularak tarih yazmak, bilgi paylaşmak, toplumsal konularda farkındalık ve tutum değişimi yaratmak gibi nedenler ile belgesel fotoğrafçılığın, fotojurnalizmin yani haber fotoğrafçılığı bu dönemde ortaya çıkmıştır.

Amatör fotoğrafçılığın yanı sıra özellikle haber fotoğrafçılığını büyük ölçüde etkilemiş olan devrimsel nitelikteki bir başka buluş da sinema filmi yani 35mm film ile fotoğraf çekilmesine olanak veren efsanevi Leica fotoğraf makinesidir. Alman makine mühendisi ve endüstriyel tasarımcı Oskar Barnack ’ın (1879-1936) 1905’ten itibaren üzerinde çalışmaya başlayıp 1925’te dünyaya duyurduğu Leica, bugün hâlâ birçok belgesel fotoğrafçı için vazgeçilmezdir. Kendisi de fotoğrafçı olan Oskar Barnack, kolay taşıyabileceği, az yer kaplayan, kolay kullanılabilen, çekilen fotoğrafların daha sonra karanlık odada büyütülebileceği bir minyatür fotoğraf makinesi arayışı içinde Leica’yı geliştirmişti.

Fotojurnalizmin kurucusu olarak Fransız fotoğrafçı Henri Cartier-Bresson (1908-2004) gösterilmektedir. Savaş sonrası Avrupa’daki hızlı toplumsal değişimi kaydeden Bresson, daha sonraları Robert Capa (1913-1954), David Seymour (1911-1956) ve George Rodger (1908-1995) ile birlikte, geçmişte olduğu gibi bugün de dünyanın en etkili belgesel fotoğrafçılarını biraraya getiren Magnum Photos fotoğraf ajansını kurdu (1947). Bakışını daha sonra Asya ülkelerine ve Uzak Doğu’ya çeviren Bresson, fotoğrafçılıkta Karar Anı (moment decisif) kavramını da ortaya atmıştır. Karar Anı, ya da Belirleyici An, fotoğrafçının izlediği sahnede mutlaka bir noktada oluşacak olan, tüm anlamın görsellik içinde kristalleştiği, kendi içinde önceyi ve sonrayı da taşıyan bir zirvedir. Fotoğrafçının, bu anın yaklaştığına dair bir sezgi geliştirmesi, bunun için fotoğrafladığı sahneyi içinden, yaşayarak izlemesi ve o an geldiğinde bunu hissederek gözünün, elinin uzantısı hâline gelmiş olması gereken fotoğraf makinesini çalıştırması beklenir. Fotoğraf çekmeye karar vermekle fotoğrafın çekildiği an arasında geçen süre, karar anını yakalamaya çalışan bir fotoğrafçı için kritiktir. Bresson ve aynı anlayışa sahip olan Josef Koudelka, Sebastiao Salgado, Nikos Economopoulos ve Ara Güler gibi birçok fotoğrafçı tam da bu nedenle Leica’yı ya da benzer yapıdaki diğer “telemetreli” fotoğraf makinelerini tercih etmişlerdir. Zira basit bir bakaç yapısına sahip olan telemetreli fotoğraf makinelerinde, daha gelişmiş SLR (Single Lens Reflex / Tek Objektifli Refleks) gövdelerdeki gibi hareketli ayna olmadığından, görüntü bakaçtan hiçbir zaman kaybolmaz ve çekim çok kısa sürede gerçekleşir. Makine sessiz, hafif ve gösterişsizdir. Fotoğrafçı, görüntülediği sahnenin içinde eriyip o sahnenin bir parçası hâline gelebilir.

Fotoğraf Sanatı

20. yüzyılın başında bazı fotoğrafçılar toplumsal konulara yönelirken bazıları ise biçimle, estetikle, sanat dünyasıyla daha çok ilgilenmiştir. Mükemmel denebilecek optik kaliteye ulaşıldığı 1900’lerden itibaren, çok sayıda sanatçı bu yeni ve kolaylıkla erişilebilir malzemeyi kullanmaya, resim sanatından teslim aldıkları mirası yepyeni bir çerçeve içinde, özellikle de gerçeklik ile ilişkisini, izleyicide yarattığı gerçeklik yanılsamasını göz önünde bulundurarak değerlendirmeye başladılar. Amaç, var olan teknik olanaklar içinde en uç estetik değerlere ulaşabilmekti.

Fotoğrafın endüstriyel bir ürün hâline gelmesinin de etkisiyle, bu tarihlerde fotoğrafçılıktaki önemli gelişmeler Avrupa’dan, ekonomik olarak daha güçlü bir konumda bulunan ABD’ye doğru kaymıştır.

Fotoğrafı sanat dünyasına kabul ettiren ve çok uzun vadeli etkileri olan en önemli isimlerden biri de ABD vatandaşı Alfred Stieglitz’ dir (1864-1946). Almanya’da makine mühendisliği eğitimi alırken fotoğraf çekmeye başlayan Stieglitz, ABD’ye döndükten sonra New York’a yerleşti ve sadece fotoğrafla uğraşmaya başladı. Avrupa’da bulunduğu sırada ilk örneklerini gördüğü Piktoryalizm (Resimselcilik) akımının etkisinde kalmıştı ve bu akımın ABD’deki öncüsü oldu. Bu anlayışa göre, fotoğraflara çekim sonrasında çeşitli yöntemlerle müdahale edilerek düz (doğrudan) fotografik bir görüntüden ziyade, idealize edilmiş, fırça, kalem vb. kullanılarak elde edilmiş gibi duran bir görünüm kazandırılıyordu. Stieglitz daha sonraları bu tür müdahalelerden vazgeçerek, görsel etkinin kendiliğinden oluştuğu durumlarda (sis, yağmur vb.) fotoğraf çekmeyi tercih etmiştir. Stieglitz daha sonra kendisine sanat alanında yer bulmaya çalışan fotoğrafçılar için büyük önem kazanan Camera Works dergisini çıkartmaya başladı. Benzer çabalar içinde olan ve Stieglitz ile iş birliği yapmış olduğundan çoğu kez birlikte anılan bir başka fotoğrafçı da Luxemburg doğumlu, ABD vatandaşı Edward Steichendır. Steichen’ın çalışmalarında biçimsellik, tasarım duygusu, geometri, olağanüstü ışık kullanımı öne geçer. Sanatçı için izleyicide görsel tatmin yaratmak daha öncelikli bir hedeftir. Edward Weston ise tüm fotoğraf tarihinin en büyük ustalarından biridir. Weston’in işleri ton zenginliği, heykelsi hacim duygusu, üstün geometri kullanımıyla öylesine yüksek bir düzeydedir ki, diğer fotoğrafçıların çalışmalarının değerlendirilmesinde Weston bir ölçü olmuştur. Weston 1932 yılında kendisi gibi pürist fotoğrafçılardan oluşan “f/64” grubunun kurucuları arasında yer almıştır.

f/64 üyesi Ansel Adams, fotoğrafçılığa ışık ölçümünün yanı sıra kontrast ölçümü kavramını da getirmiştir. Fotoğraflanan sahnenin içerdiği tüm tonların baskıya kadar taşınabilmesi için basamak sistemi (zone system) adını verdiği karmaşık yöntem geliştirmiştir.

Basamak Sistemi: Siyah-beyaz fotoğrafçılıkta kullanılan pozlama, film ve kâğıt banyosu işlemleriyle ilgili sistemdir. Bu sisteme göre kusursuz bir siyah-beyaz fotoğraf elde etmek için, konunun üzerindeki ışık çekim öncesinde detaylı olarak incelenir ve pozlama, film ve kağıda baskı buna göre yapılır.

1900’lü yıllardan başlayarak fotoğraf; fotoğrafın belgeleme gücü, toplumsal değişmeyi hızlandırma olanakları ile fotoğrafın estetik olanaklarının araştırılması olarak sınıflandırabilecek iki akım arasında bölünmüştür. Üçüncü bir duruş olarak da bu iki ana akımın ortasında yer alan, her iki tutuma da eşit derecede önem veren fotoğrafçılardan söz edilebilir. Bu fotoğrafçılar estetiği ve söylemi birlikte önemseyen, bir anlamda bugüne uzanan “fotoğraf kullanan sanatçı” kimliğinin başlangıcı sayılabilecek insanlardır. Bu fotoğrafçılar çalışmalarını tablolaştırır, estetik değerini önemser ve teknik koşulları da zorlarken, bir yandan da tıpkı sosyal belgeselciler gibi, çevrelerinde olup bitene duyarlı, muhalif, kimi zaman politik bir tutum içine girmişler ya da insan doğasının derinliklerini araştırmışlardır.

Dadaist: Dadaizm akımını kabul eden. Dadaizm, günlük yaşamdaki bilge davranışları ve sanat alanındaki her türlü düzenlemelere, kurallara karşı çıkan sanatsal bir akım. Dada ve Dadacılık olarak da bilinir.

Gerçeküstücü: Gerçeküstücülük, bilinen nesnel gerçeğin üstünde kendince bir üst gerçek yaratmayı amaçlayan sanat akımı. Sürrealizm olarak da bilinir. Gerçeküstücü ise gerçeküstücü akımını benimseyen kimsedir.

Fotogram: Objektif kullanılmadan fotoğraf elde etme yöntemi. Karanlık bir ortama, saydam olmayan ya da yarı saydam nesneler fotoğraf kağıdı üzerine konularak ışıkla pozlanır ve kâğıt banyosu sonunda fotogram elde edilir.

Solarizasyon: Pozlanmış filmin geliştirme banyosu aşamasında çok kısa bir süre beyaz ışıktan etkilendirerek geliştirme banyosunun tamamlanması sonucunda elde edilen farklaştırılmış görüntü.

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Gelişmeler

Bütün dünyada kültür hayatını önce sekteye uğratan, sonra da önemli ölçüde besleyen II. Dünya Savaşı, doğal olarak fotoğrafçılığı da etkilemiştir. Savaş yıllarında özellikle basın fotoğrafçılığı önemli bir gelişim göstermiş, “savaş muhabiri” kavramı ortaya çıkmıştır.

1980’lerden başlayarak tıpkı plastik sanatlarda modernizm sonrasında yaşanan “yeni bir şey yapma zorluğu” ve arkasından gelen postmodern (modern sonrası) dönem gibi, fotoğrafçılıkta da bu genç sanatın ulaştığı yüksek düzey ve önce elektronik, sonra da sayısal teknolojinin getirdiği önemli katkılara bağlı olarak yeni fotoğrafçıların bu yüksek düzeye görece kolay ulaşabilmeleri, benzersiz, özgün işler yapmayı zorlaştırdı.

Bu dönemde başlayan ve günümüze kadar ulaşan en belirgin eğilim, fotoğrafçının kendi öznel deneyimlerini, bireysel dünyasını, yakın çevresini ve kendi gerçeklik algısını ortaya koyan görüntüler üretmesidir. Bu görüntüler hayatın ta kendisini gösterebilmekte, sahnelenmiş ya da yakıştırılmış da olabilmektedir. Bu tutumu sadece sanat alanında değil, belgesel fotoğraf dünyasında da görmek mümkündür.

Sayısal tekniklerin, bir fotoğrafta asla kesin teşhis konulamayacak biçimde değişiklikler yapılabilmesine olanak tanıması da dönemin bir anlamda geri gelen, belirleyici bir gündem maddesidir. Manipülasyon, ya da fotoğrafta temsil edilen gerçekliğin sonradan değiştirilebilmesi, özellikle belgesel fotoğrafta inandırıcılık ve güven sorunlarına yol açmıştır. Belki de bu yüzden, belgesel fotoğrafta tartışmasız kabul edilmiş olan tarafsızlık, nesnellik ilkeleri zayıflamış; yukarıda sözünü ettiğimiz daha öznel, hatta taraflı fotografik ifadeler cesaretle ortaya konmaya başlamıştır. Fotoğrafın resim sanatını özgürleştirmiş olması gibi, sayısal teknolojinin de fotoğrafı özgürleştirdiği düşüncesi yaygındır. Bugün belgesel fotoğraf yeni ortamlarda varlığını sayısal platformlarla daha uyumlu biçimlerle sürdürmeye çalışırken, sanat dünyasında bir dönem kuşkuyla bakılan bu dil bütünüyle kabul görmüş, benimsenmiş, hatta gözde bir sanat disiplini hâline gelmiştir. Geçmişte pratik nedenlerle videonun yerini tutmuş olan fotoğraf, hareketli görüntü yayın ve paylaşımının fazlasıyla kolaylaşması nedeniyle bu görevden de kurtulmuş ve özerkleşmiştir.