GASTRONOMİ VE MEDYA - Ünite 2: Beyazperdede Gastronomi: Sinema Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Beyazperdede Gastronomi: Sinema

Giriş

Gastronomi kültürü de sinema yoluyla öğrenebileceğimiz olgulardan biridir. İzlediğimiz filmlerdeki farklı kültürlerin yeme içme alışkanlıkları kadar kendi kültürümüzde üretilen filmlerde neye değer verildiği, nerede neyin yenilip içildiği, masada, restoranda nasıl davranılması gerektiği gibi formal ve informal bilgilere erişmek olanaklı olabilmektedir. Dolayısıyla sinema, pek çok farklı alanda olduğu gibi gastronomi kültürüyle ilgili olarak da sinema izleyicisine pek çok veri sağlamaktadır.

Sinemanın Ortaya Çıkışı ve Gelişim Süreci

Sinemanın ortaya çıkışı olarak 1895 yılında Lumiere Kardeşlerin para karşılığı bir grup izleyiciye yaptıkları gösterim kabul edilmektedir. Etienne Gaspard Robertson’ın 1798’de geliştirdiği Phantasmagoria bildiğimiz anlamda sinemanın atası olarak kabul edilir. Henüz kavramsal olarak sinemadan söz edilemezken Etienne Gaspard Robertson çeşitli illüzyonlarla hareketli görüntüler yaratmayı başarmıştır. Charles Émile Reynaud ise 1892’de kendi tiyatro salonu Théâtre Optique’de Pantomimesis lumineuses ile animasyonun atası sayılabilecek bir gösteri düzenlemiştir. Sinematografa giden yolda atılan önemli adımlardan bir diğeri ise Thomas Edison’a aittir. 1891’de patentini aldığı Kinetoscope sinematografa en yakın aygıtlardan biridir (Resim 2.3). Ancak, sinematografın yarattığı etkiyi yaratamaz. Çünkü Kinetoscope tek bir izleyicinin kutunun içine bakarak filmi izleyebileceği kısıtlı bir aygıttı. Sinema gibi toplumsal etki yaratacak bir ortamı gerekli kılmıyordu. Görüldüğü üzere sinematograf tek başına bir başlangıç yaratmamış, süregelen bir arayışta en önemli kırılma noktası olmuştur. 1895 yılında Lumiere Kardeşlerin 50 saniye uzunluğunda çektiği buharlı bir trenin Fransa’daki Ciotat kasabasına varışı ve buradaki yolcuların konu edildiği film izleyicileri şaşkınlığa uğratmıştı. İlk filmler gündelik olayları perdeye yansıtan kısa çekimlerden oluşuyordu. Bunlar askerlerin geçit töreni, bahçeyi sulayan bir adamın hortumdan ıslanması, örümcekle mücadele eden adam gibi herhangi bir bağlamı olmayan, belli anların kaydedilmesine dayalı çekimlerdi. Bu filmlerden biri de yine Lumiereler tarafından çekilmiş olan Baby’s Lunch (1895) isimli kısa filmdir. Bu film hem belgesel niteliğindedir hem de gastronomi temalı ilk filmlerden biri olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde sinematograf pek çok ülkede ilgi çekti ve yaygınlaştı. Lumiere Kardeşler sinematograf edinmek için gelen talepleri karşılamakta zorlanıyorlardı. İzleyicilerin beklentileri de artmıştı. Farklı ve kolay kolay deneyimleyemeyecekleri görüntüleri izlemek istiyorlardı. Pathe Film Şirketi operatörlerini çeşitli ülkelere göndererek enteresan görüntüler kaydetmeye çalışıyorlardı. Bu çekimlerde Oryantalist bakış açıları egemendi. Egzotik ülkelerdeki, egzotik görüntüleri Avrupalı ve Amerikalı izleyici ile buluşturmak hedefleniyordu. Söz konusu dönemde Osmanlı topraklarında da pek çok operatör çekim yapmıştır. Bunlardan biri olan Promio, Haliç’te bir kayığın üstünde giderken çekim yaparak sinema tarihinin ikinci kaydırmasını (travelling) gerçekleştirmiştir. İlk kaydırma Venedik’te, üçüncüsü Nil’de gerçekleştirilmiştir. Sinema artan bir hızla o güne dek var olan bütün eğlence biçimlerinin önüne geçmeye başladı. Buna eşlik edecek bir hızla, gösterişli, konforlu sinema salonları yapılmaya başlandı. Böylece her sınıftan izleyici sinemaya çekilebiliyordu. 1920’li yıllara gelindiğinde artık kısa, aktüalite ve belge filmlerin yerini uzun metraj konulu filmler almaya başlamıştı. Sinemanın büyülü dünyası için günlük olayların kayıtları yeterli gelmiyordu. Başta özellikle Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Çin, Japonya, Latin Amerika, Rusya, Almanya, İngiltere sinemanın sağladığı tüm olanakları sonuna kadar kullanmak, değerlendirmek istiyordu. Ancak sinema konusunda asıl lokomotif Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri olmuştu. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde günümüze kadar süregelen köklü bir yapılanma söz konusu oldu. Sinemanın ilk yıllarında tiyatro ve edebiyat en temel kaynaklardı. Tiyatro oyunları ve edebi eserler tiyatroya uyarlanıyor ve tiyatro oyuncuları sinema perdesinden çok daha geniş kitlelere ulaşıyordu. Zaman içinde, stüdyo sisteminin de egemen olmasıyla özgün senaryolar ve sinema oyuncuları ortaya çıkmaya başladı. Böylece, resim gibi bir yüzey sanatı olan, tiyatro ve edebiyat gibi dramatik bir yapıya dayanan ve ilk oyuncularını tiyatro sahnelerinden çalan sinema kısa bir süre içinde söz konusu bu sanat dallarının ötesine geçerek var olmaya başladı.

Sinemanın Güçlü Yönleri

Geniş kitlelere ulaşır.

Sinema farklı algı, eğitim ve ekonomik düzeydeki kişilerden oluşan çok geniş kitlelere ulaşan etkili ve önemli bir kitlesel sanat ve kitle iletişim aracı olarak karşımıza çıkar. Sinemanın bu çok boyutluluğu ve geniş kitlelere ulaşabilme özelliği en güçlü yanlarından biridir.

Estetik bir haz verir.

Zaman içinde özgün, daha önceki yapımlara benzemeyen, içeriğiyle, sinematografisiyle benzersiz filmler yapımlar ortaya çıkmaya başlamış ve sinema yalnızca bir kitle iletişim aracı, popüler kültürün bir parçası olarak kalmamış, izleyicinin estetik duygularını yükselten ve bu anlamda haz veren bir sanat dalına dönüşmüştür. Sinemanın hem popüler bir eğlence aracı olma ve hem de bir sanat dalı olma özelliği aynı biçimde devam etmektedir.

Hayal gücüne hitap eder.

Filmlerde insanlar uçabilir, hayvanlar konuşabilir, uzaylılar ülkemizi istila edebilir, canavarlar dört bir yanda kol gezebilir, yeryüzünde benzeri olmayan düşsel mekanlar yaratılabilir. Masalsı evrenler, gerçeküstü düşler sinemanın imkanlarıyla yaratılabilir ve izleyicisini de bu hayal alemlerine davet eder. Gelişen teknoloji ile birlikte sinemanın bu konudaki başarısı giderek artmaktadır.

Güçlü bir hikaye anlatma aracıdır.

Sinemanın bir başka güçlü yanı, etkili bir hikaye anlatım aracı olmasıdır. Hikaye anlatma insanın başlangıçtan bu yana vazgeçemeden devam ettirdiği bir alışkanlıktır. Mağara duvarlarına çizilen en basit resimlerde bile bir av macerasını, vahşi bir hayvanla mücadelenin ya da aile yaşamını anlatan bir hikaye vardır. Dil ve konuşmayla birlikte sözlü gelenek içinde hikaye, masal, efsane anlatma toplumu, topluluğu bir arada tutan önemli bir kültürel gelenek olarak kökleşmiştir. Tüm toplumlarda bu geleneğin izi sürülebilir. Hikayeler bizi birbirimize bağlar. Güç zamanlarda bize yol gösterir, bize arkadaşlık eder. Hikayeler yaşadığımız evreni anlamamız ve yeni evrenler kurabilmemiz için bizlere eşlik ederler.

Gerçekliği kopyalayabilir, yeniden yaratabilir.

Sinemanın bu özelliği temsil kavramıyla bağdaşmaktadır. Her birimiz yaşadığımız toplumun, kültürel değerler, kimliklerimiz ve cinsel kimliklerimize ilişkin doğrudan ya da dolaylı olarak bize öğrettiği kodlarla yaşamımızı desenler, kendimize uyarlarız. Temsil kavramı hakkında ilk akla gelen isimlerden biri olan Stuart Hall’a göre temsil, bir şeyi betimleme (tasvir etme), tasvirle veya simgelerle insanların duyularında temsil edilen şey hakkında bir resim veya görüntü canlandırma olarak tanımlanabilir. Ona göre temsil, bir şeyin yerine geçme, örnek olarak konumlandırma veya simgesel olarak çağrışımlarda bulunacak davranışlar sergileme şeklinde de tanımlanabilmektedir. Bağlı olarak, temsil süreci, çoğunlukla konuştuğumuz, kültürümüzün büyük ve önemli bir parçası olan dil aracılığıyla zihnimizdeki düşünceleri harekete geçirerek anlam üretilmesine de yol açar. Hall’un yaklaşımından yola çıkarak kodların zihnimizdeki bir takım kavramları harekete geçirebilecek işaretler içerebildiğini, sürecin sonunda da kodlar aracılığıyla anlamların üretilebileceği söylenebilir.

Bir Kitle İletişim Aracı Olarak Sinema

Sinema bugün yedinci sanat olarak kabul edilmiş bir alandır. Ancak film aynı zamanda hem bir endüstrinin parçası olması nedeniyle ticari bir meta hem de bir kitle iletişim aracı olan sinemanın iletisi olma özelliğini göstermektedir.

Kitle iletişimi mesajın kitlesel olarak üretildiği iletişim türüdür” denilebilir ya da kitle “profesyonel iletişimcilerin amaçları doğrultusunda oluşturdukları anlamı büyük ve heterojen yapıdaki kitleyi belli aygıtları kullanarak çabuk, anında ve sürekli iletiler yoluyla göndererek etkileyip, harekete geçirme süreci” olarak da tanımlanabilir. “Kitle iletişimi radyo, gazete, televizyon, reklâm panoları gibi bir veya birden fazla aracın yardımıyla gerçekleştirilen bir iletişim türüdür. Belirli bir mesafede, kalabalık insan topluluklarına teknolojinin sağladığı araçlar desteğiyle haber, bilgi ve enformasyon sağlamaktır.

Kitle iletişiminin gerçekleşmesi için bazı koşulların yerine gelmesi gerekir. Öncelikle profesyonel iletişimcinin bilgi verme isteğinde olması gerekir. Bu istek olmadan hiçbir program yapılamaz, hiçbir haber yapılamaz. Buna eşlik edecek biçimde, okuyucunun, izleyicinin, dinleyicinin bilgi alma dürtüsüne sahip olması gerekir. Ortaya bir programın, haberin çıkması için iletiyi oluşturacak kişi, nesne, olay ve fikirlerin var olması zorunludur. Alıcı ve kaynağın iletişim sürecini gerçekleştiren bir takım faaliyetler yapma zorunluluğu vardır.

Kitle iletişiminin belli işlevleri vardır. Kitle iletişimi haber verir, eğitir ve eğlendirir. Kitlenin kendi dışındaki “şeyleri” gözlemesine yardımcı olur. Kitlenin kendi dışında oluşan fırsat ve çağrılara karşılık vermesi ile toplumsal hareketlerde genel uzlaşıya ulaşma arasında bağ kurmasına yardım eder. Kültürün toplumumuzdan, bizim dışımızdaki toplumlara ve bizden sonra gelecek nesillere aktarımına yardım eder. Eşya ve hizmetlerin tanıtılıp satılmasına yardım eder.

Kime ya da Neye Kitle Deriz?

Kitle kavramıyla ilgili kimi temel noktaları vurgulamak yararlı olacaktır. Kitleyi oluşturan bireylerin birbirlerini tanıması gerekmez ve bireyler çok geniş bir alana yayılmış durumdadır. Kitleyi oluşturan bireylerin din, cinsiyet, yaş, gelir vb. farklı demografik özellikleri bulunmaktadır. Kitleyi oluşturanların isimsizliği ise profesyonel iletişimci için önemli değildir. Profesyonel iletişimci hedef kitlesini bir bütün olarak algılar. Kitle iletişiminde iletiyi üretenler profesyoneller olarak tanımlanmaktadır. Profesyoneller amaçlı ve tasarlanmış iletiler üretirler ve bunun sonucunda maddi bir çıkar beklentisi vardır.

Sinema Nasıl Bir Kitle İletişim Aracıdır?

Sinema öncelikle görsel ve işitsel iletiler üretmesi nedeniyle en etkili kitle iletişim araçlarından biridir. Bir film, özellikle üretildiği toplumun ana dilinde çekildiyse izleyicisinin okuma yazma bilmesi gerekmez ve ileti olarak filmi algılaması görsel ve işitsel yoğunluk nedeniyle kolaylaşır.

Öte yandan, sinema güçlü bir endüstriye dayanır. Film büyük bütçelerle çekilir ve her ne kadar bir sanat dalı olsa da gişe başarısı elde edilmesi amaçlanır. Başka deyişle, profesyonelin tasarladığı iletiden maddi bir çıkar sağlaması beklenir. Bir film eşanlı olarak pek çok ülkede gösterime girer. Mekânsal olarak çeşitlilik söz konusudur. Hatta zaman içinde bazı filmlerin televizyonda da yayınlandığını düşünürsek bu çeşitlilik daha da artar. Bu geniş mekânsal yapı beraberinde izleyici kitlesinin birbirini tanıyamayacağı bir büyüklüğü de getirir. Sinemanın profesyonelleri yapımcılar, yönetmenler, senaryo yazarları başta olmak üzere tüm sektör çalışanlarıdır ve amaç hedef kitleyi etkileyecek bir ileti tasarlamak, film çekmektir.

Dans, eğlence kültürü, spor bazen baştan sona bir filmin temasını oluşturabilirken bazen de filmin içinde yan bir konu olarak ilerler. Yeme kültürü ve alışkanlıkları da filmlerde sık sık çıkan temalardan biridir. Hemen her filmin karakterleri yemek yerken, ailenin bir ritüeli olarak masa başında otururken, yemek yaparken görülmektedir. Bazen de filmin tamamı bunun üzerine olabilir. Ancak sonuç değişmez; hayatta her ne yaşıyor ve hayal ediyorsak onlar filmlerde görülmektedir. Bu da filmleri ve genel anlamda sinemayı etkili, eğlenceli ve cazip bir kitle iletişim aracı ve tabii sanat dalı olarak tanımlamamıza yardım eder.

Sinemanın Kitleler Üzerindeki Etkileri

Başlangıçta her yenilik gibi sinemaya ilişkin de bazı çekinceler olmuştur. Görsel, işitsel, hareketli iletiler vermesi izleyici üzerinde daha etkili olmasını kolaylaştırmıştır. Özellikle uzun metraj filmlerin ortaya çıkışıyla birlikte önce şöhretli tiyatro oyuncuları daha sonra perdeye yakışan sinema oyuncuları, başta gençler olmak üzere hayran kitleleri üzerinde otoriteye dayanmayan bir güç kurmuşlardır. Sinema yıldızlarının izler kitle üzerindeki bu etkisi ve filmin görsel gücü özellikle yeniliklere şüpheyle yaklaşan kesimler tarafından tehlikeli bulunmuştur. İletişim araştırmalarının başlangıcında da kitle iletişim araçlarının, ama özellikle sinemanın izler kitle üzerinde sınırsız etkisi olduğu yanılgısı yaşanmıştır. Zamanla yapılan araştırmalar yardımıyla, kitle iletişim araçlarının herkes üzerinde aynı etkiyi doğurmadığı ve tek bir iletiyle kitlelerin etkilenemeyeceği anlaşılmıştır.

Sinema başta olmak üzere görsel ve işitsel kitle iletişim araçlarının izleyici ile etkileşimini araştırmak ve açıklamak üzere ortaya atılmış kimi kuramlar bulunmaktadır. Bu ünite kapsamında Model Alma, Anlamlandırma, Kullanımlar ve Doyumlar ve Toplumsal Beklentiler kuramlarına değinilecektir.

Model Alma Kuramı

Model alma, bireyin belli durumlarda tanık olduğu kimi davranışları benzer durumlarda kendi davranışlarına uyarlamasıdır. Bu bir davranış olabileceği gibi belli konuşma biçimleri ve kalıplar da olabilir. Model alma kuramı radyo ve basılı kitle iletişim araçlarından daha çok davranışı açıkça gösteren televizyon ve sinema için geçerliliği olan bir kuramdır. Kurama göre model alma beş basamakta gerçekleşir:

  1. Birey bir model tarafından sergilenen davranışı görür. Bu bir filmdeki karakter ya da bir şöhretin yaptığı, söylediği bir şey olabilir.
  2. Birey kendini modeliyle tanımlar. İzleyici kendinin model aldığı kişi gibi olduğuna inanır. Gördüğü, tanık olduğu karaktere benzemeye çalışır. Onun gibi giyinmek, onun gibi konuşmak kendini o karakterle, modelle tanımlamanın yollarından biridir.
  3. Birey daha sonraki bir durumda davranışı, etkinliği anımsar ve yeniden yapılandırır. Kendini modeliyle tanımlayan birey, modelinde tanık olduğu bir durumun benzeriyle karşılaştığında onun gibi davranır.
  4. Yeniden yapılandırılmış davranışı sergilemenin sonucunda birey için bazı ödüllendirmeler söz konusu olur. Birey tanık olup, kendini tanımladığı modelinin davranışını kendine uyarlayıp yeniden ürettiğinde sosyal çevresinden olumlu tepkiler alabilir. Bunu olumlu destekleme olarak tanımlıyoruz.
  5. Bu olumlu desteklemenin sonucu olarak birey benzer durumlarla karşılaştıkça yeniden yapılandırdığı davranış kalıbını yineler. Böylece, örneğin bir filmde görüp tanık olduğu ve kendine uyarladığı davranış çevresinden onay gördüğü için yerleşik bir davranış kalıbına dönmüş olur.

Yapılan araştırmalar model almanın çocuklarda daha kolay gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Burada model alınan kişi ya da kahramanın kurmaca ya da gerçek olması önemli değildir. Çocuklar her tür karakterden model alabilmektedirler. Animasyon karakterlerinin davranışlarını, konuşma biçimlerini model alabilirler.

Anlamlandırma Kuramı

Kitle iletişimindeki Anlamlandırma Kuramı ise –aksine davranışı daha derin bir anlamanın ürünü olarak görür. Başka deyişle, davranış, kültürümüzün simgeler, imgeler ya da olaylar hakkında bize verdiği ortak paylaşımdaki açıklamalarının bizdeki kişisel yansımalarıdır. Ailemiz bize nerede nasıl davranacağımızı, hangi iletilerin, hangi sözlerin ne anlama geleceğini öğretir. Kişilik oluşumundaki anlamlar birçok yolla güçlendirilir. İletişimdeki çeşitlilikle anlamlar biçimlenir, şekillenir, yeniden şekillenir ve sabitleşir. Böylece kestirime dayalı yollarla başkalarıyla etkileşim kurabiliriz. Bu süreç önce ailede, daha sonra arkadaşlar arasında, toplulukta ve en genel olarak da toplumda gerçekleşir. Bu süreçlerin her biri kendi karakteristik özelliklerini gösterir. Ancak bu anlamları öğrenip kavrama alanımız yalnızca ailemizle ya da diğer sosyal topluluklarla sınırlı değildir. Modern toplumlarda kitle iletişim araçları bu süreçleri yaşatanlardan biri olarak karşımıza çıkar. Kitle iletişim araçlarında yayınlanan filmlerde, dizilerde, reklâm filmlerinde vb. sunulan içerik dolaylı yoldan dünyayı algılama ve anlamlandırma alışkanlıklarımızı biçimlendirir. Bu belirleyici, ancak dolaylı yol içinde, medyanın gerçekliği yansıtışı davranışlarımızı güçlü bir şekilde etkileyebilir.

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı ortaya atıldığı döneme kadar araştırmaların daha çok “Medya insanlara ne yapar?” sorusu doğrultusunda çalıştığını, bunun yerine “İnsanlar medya ile ne yapar?” sorusunu sormanın daha anlamlı olabileceğini belirtir. Bu kurama göre, toplumsal ve psikolojik ihtiyaçları olan insanlar, bu ihtiyaçlar doğrultusunda, medyadan ve diğer bilgi kaynaklarından bu ihtiyaçlarını gidermek doğrultusunda bir takım beklentiler geliştirilir. Sosyal bir varlık olarak içinde kendilerini var ettikleri toplumsal yapı içinde ne olup bittiğinden haberdar olmak, kavramak ve anlamak isterler. Psikolojik ihtiyaçlarını gidermek için de kitle iletişim araçları yardımcı olabilir. Günlük yaşamın sıkıntısından uzaklaşmak, eğlenmek, duygudaşlık yaşamak için kitle iletişim araçlarındaki programlardan, iletilerden faydalanır. Sinema, radyo tiyatroları, müzik programları ve özellikle pek çok televizyon program türü insanlara ucuz eğlence sunar. Böylece psikolojik bir ihtiyaç olan eğlenme isteği bazı kitle iletişim araçlarının içeriklerinin izlenmesi/okunması/dinlenmesi ile giderilmektedir. Kullanımlar ve Doyumlar Kuramına göre izleyiciler, okurlar pasif/edilgen bireyler değildir. Her biri ihtiyaçlarının farkındadır ve bu ihtiyaçları doğrultusunda kitle iletişim içeriklerini değerlendirmektedir. Üstelik yalnızca gereksinimleri değil, sosyokültürel, sosyoekonomik yapıları, dünya görüşleri, politik duruşları doğrultusunda bu içerikleri değerlendirmektedir. Bir izleyici sinemaya gitmeden önce vizyona giren filmlerin arasından kendi istediği, zevkine, beğenisine uygun olan türdeki filmi seçer.

Toplumsal Öğrenme Kuramı

Toplumsal Öğrenme Kuramı kitle iletişim araçlarını toplumsal norm, rol ve beklentilerin öğrenildiği bir kaynak olarak konumlandırılır. Kitle iletişim araçları, ama özellikle televizyon ve sinema toplumda var olan gruplar, o grupların kuralları hakkında ya da belli ortamlara ilişkin, hiç öyle bir grubun üyesi olunmasa ya da öyle bir ortama girilmese bile bilgi sahibi olunmasını sağlar. Örneğin, hayatında hiç büyük bir restoranın mutfağını görmemiş olan bir kişi izlediği filmler ya da televizyonda artık daha sık görmeye başladığımız yemek programlarından bunu gözlemleyebilir. Benzer biçimde, bir izleyici hiç gitmediği ve belki de gitme olanağı hiç olmayan bir ülkenin kültürel alışkanlıklarını, geleneklerini, yeme içme kültürünü bir film aracılığıyla öğrenebilir.

Sinemada Gastronomi Konulu Filmler

Sinemanın insana dair hemen her konuyu kendine tema edinebildiğine ve bunu çeşitli film türleriyle izleyiciyle buluşturduğuna daha önce değinmiştik. Bu bakış açısıyla, sinemada yeme içme kültürüne dair pek çok temsille karşılaşmak olanaklıdır. Beslenme insanın en temel gereksinimlerinden biri olduğu için hemen hemen her filmde bir restoran ya da yemek sahnesi görülebilmektedir. Yemek yemeye ve pişirmeye odaklanan filmler biçiminde tanımlanabilecek olan gastronomi temalı filmlerin belli başlı özellikleri vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

  1. Anlatı genellikle bir mutfak veya yemek öyküsünün etrafında şekillenir.
  2. Ana karakterler bu öykünün parçası olarak kendilerini yemekle ilişkilendirirler.
  3. Yeme eylemi basit anlamda temel gereksinimlerimizden biri olan karın doyurmaktan öte, içerik ve biçim olarak bir toplumsal analiz alanı sunarlar.
  4. Filmde görüntüler yemeğin hazırlanmasından yenmesine kadar her bir aşamayı merkeze alır ve birden anlatı yıldızlaşan yemeğe odaklanır.

Gastronominin Dolaylı Olarak Yer Aldığı Filmler

  • In The Mood For Love
  • Lunchbox
  • Umut
  • Karşı Pencere
  • İtiraf
  • Cebimdeki Yabancı
  • Sofra Sırları
  • Issız Adam

Gastronominin Doğrudan Yer Aldığı Filmler

  • Julie & Julia
  • Big Night
  • Bella Martha
  • Comme Un Chef • Chef
  • Ratatouille
  • Solino
  • Soul Kitchen
  • The Hundredfoot Journey
  • Soul Food
  • Tortilla Soup
  • Once Upon A Time When We Were Colored