GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUK - Ünite 4: Ekonomik Kalkınma ve Gelir Dağılımı Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 4: Ekonomik Kalkınma ve Gelir Dağılımı
Ekonomik Kalkınma ve Gelir Dağılımı Arasındaki Karşılıklı İlişki
Bu ilişki iki temel soru üzerine inşa edilmektedir:
- İlki, ekonomik büyüme sürecinde ekonominin yapısında meydana gelen değişimin gelir dağılımını etkileyip etkilemediği ile ilgilidir.
- İkincisi ise gelir dağılımında meydana gelecek değişmenin, büyümeyi belirleyen unsurları etkileyerek büyüme üzerinde etkili olup olmadığıdır.
Büyümenin Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi
Kalkınma ve gelir dağılımı arasındaki ilişkinin büyümeden gelir eşitsizliğine doğru gelişen etkisi iki soru üzerinden tartışılmaktadır. İlk olarak, büyümenin gelir dağılımı üzerinde ekonomi politikalarından bağımsız olarak, ekonominin yapısal dönüşümünün bir sonucu olarak ortaya çıkan bir etkisinin olup olmadığı sorgulanmaktadır. Bu soruya verilen yanıt evet ise, ikinci soruda gelir dağılımının, yoksul gelir gruplarının büyümeden sağladıkları gelir artışı ile eşitsizliğin azalması yönünde gelişip gelişmediğine bakılmaktadır.
Gelir eşitsizliği gelir artışıyla birlikte artarken, belirli bir gelir büyüklüğüne ulaşıldıktan sonra azalmaktadır. Ülkelerin kişi başına gelir büyüklükleri ile Gini katsayısıyla ölçülen eşitsizlik dereceleri arasında mutlak bir ilişkinin olmadığı görülmektedir.
Ülkeler arasında kişi başına gelir düzeyi arttıkça gelir dağılımındaki eşitsizlik azalmaktadır.
Todaro ve Smith ülkeler arasında kalkınma sürecinde gelir eşitsizliğinin azalacağı yönünde özel bir eğilimin bulunmadığını belirtir. Gelir dağılımındaki eşitsizlik ülkenin sosyoekonomik karakterinin bir sonucudur ve ancak sistemli politikaların bir sonucu olarak değişir.
Galbraith büyüme ve gelir dağılımı arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışan dört farklı görüşe yer vermektedir:
- Yeniden dağılım görüşü: Gelir dağılımındaki eşitlik başlangıç dağılımının iyileştirilmesi durumunda büyüme ile doğal olarak gerçekleşir.
- Neoliberal görüş: Piyasa güçlerinin etkisinde büyümeyi hedefleyen bu görüş piyasalara geliri yeniden dağıtmak amacıyla yapılacak müdahaleyi kabul etmez ve teknolojik değişime ve ihracata dayalı büyümeyle sağlanan gelir artışının toplumun en düşük gelirli gruplarına da yayılacağını savunur.
- Kuznets ve Keynes’in görüşü: Gelir eşitsizliğindeki artışın sosyal refahı hedefleyen politikalarla telafi edileceğini savunur.
- İskoç görüşü: Kalkınma ve gelir dağılımı arasında sistematik bir bağlantının olmadığını kabul eder.
Bu dört farklı görüşten en çok tartışılan Kuznets ve Keynes’in görüşleri olmuştur. Bu nedenle Kuznets’in ters-U eğrisiyle ifade edilen reel hipotezi etrafında yürütülen tartışmalar daha yakından incelenecektir.
Kuznets Hipotezi ve Ters-U Eğrisi
Kuznets gelirin gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere kıyasla daha dengesiz bir dağılım gösterdiğini ileri sürer. Kalkınmanın başlangıç aşamalarında büyüme ile birlikte gelir dağılımındaki eşitsizliğin artma eğiliminde olduğunu ancak kalkınmanın sonraki aşamalarında büyüme ile birlikte eşitsizliğin azalacağı hipotezini geliştirmiştir (ters-U eğrisi).
Kuznets büyüme ile artan gelir eşitsizliğini iki ana kaynağa bağlar. Birincisi başlangıçta tasarrufların dağılımındaki dengesizliktir. İkinci faktör, kalkınma ile birlikte nüfusun gelir eşitsizliği düşük olan kırsal kesimden, gelir eşitsizliği yüksek kentlere göç etmesidir.
Kuznets’e göre kalkınmanın ilerleyen aşamasında büyüme ile ortaya çıkan yeni dinamikler (teknolojinin değişmesi, demografik yapıdaki gelişmeler vb.), gelir dağılımındaki eşitsizliği arttıran faktörlerin etkisini azaltmaya başlar.
Kuznets’in kalkınma sürecinde büyüme ve gelir dağılımındaki eşitsizlikle ilgili bulguları şunlardır:
- Az gelişmiş ülkelerdeki gelir dağılımı gelişmiş ülkelerdekine göre daha dengesizdir.
- Az gelişmiş ülkelerde ve gelişmiş ülkelerin çoğunda tarım sektöründeki gelir dağılımı tarım dışı sektör içindeki gelir dağılımından daha dengelidir.
- Tarım dışı sektördeki gelir dağılımı az gelişmiş ülkelerde daha dengesizdir.
- Gelişmiş ülkelerdeki gelir dağılımı uzun dönemde daha dengeli olma eğilimi gösterir.
- Az gelişmiş ülkelerin gösterdiği gelir dağılımı, gelişmiş ülkelerin gelir dağılımının dengeli hale gelmesinden önceki dönemdeki gelir dağılımından çok da farklı değildir.
- Gelir dağılımındaki dengesizlik gelişmiş ülkelere geçildikçe üst gelir gruplarının gelir payındaki azalma ve düşük gelir gruplarının gelir payındaki artış nedeniyle azalır.
Kuznets makalesinde sorduğu iki soruyla ilgili değerlendirme yapar:
- İlk olarak, eldeki veriyle üretim sistemindeki değişikliklerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerinin ayırt edilemeyeceğidir.
- İkincisi ise gelir dağılımının niceliksel özelliklerini belirlemeye yönelik araştırmalara davet etmektedir.
Kuznets Hipotezini Açıklamaya Yönelik Teorik Modeller
Kuznets hipotezi ile tanımlanan sürece ilişkin dinamikleri daha iyi anlamak için ilk olarak Lewis’in iki sektörlü modeli ele alınmaktadır. Sonrasında ise Neoklasik büyüme modelinin uzun dönem büyümeye ilişkin sonuçlarına dayandırılmış bir teorik yaklaşıma yer verilmiştir.
İki Sektörlü Teorik Model: Lewis’in modelinde iki sektör bulunmaktadır: Bunlar;
- Modern/kent/endüstri sektörü ile
- Geleneksel/kır/tarım sektörüdür.
Geleneksel sektörde herkes aynı derecede yoksuldur. Kalkınmanın sonraki aşamasında, hayvancılığa geçilmesiyle zenginler ortaya çıkmıştır. Tarıma geçilmesi ise gelir dağılımındaki dengesizliği aşırı boyutlara taşımıştır. Takip eden süreçte, modern sektörün daha yüksek ücret sunması geleneksel sektörden modern sektöre doğru bir işgücü akımı oluşturmaktadır.
Lewis bir ekonomideki gelir eşitsizliğini iki sektör arasındaki ücret farklılığı ile açıklar. Modern sektördeki ücretler bir süre için geleneksel sektördeki ücretlerin üzerinde kalmayı sürdürse de daha fazla insanın modern sektöre transfer olması bu sektördeki ücretlerin düşmesine neden olur.
Geleneksel sektörün emek arzına dayalı iki sektörlü model, gelir eşitsizliğinin kişi başına gelir düzeyindeki artışla birlikte önce artacağını, transfer edilecek emek fazlası sona erdiğinde ise kişi başına gelirdeki artışın gelir eşitsizliğindeki azalmayla birlikte devam edeceğini öngörür.
Greenwood ve Javanovic Kuznets hipotezine finansal sistemdeki dönüşümün etkilerini de dahil ederek önemli bir katkı yapmışlardır. Galor ve Tsiddon, Kuznets hipotezinin teorik çerçevesini geleneksel sektörden ileri teknolojinin sürükleyiciliğinde gerçekleşen modern sektöre dönüşümün etkilerine vurgu yaparak açıklamışlardır.
Neoklasik Büyüme Modeli: Sollow tarafından formüle edilen bu modele göre tüm piyasa ekonomileri başlangıç koşullarından bağımsız olarak durağan hal dengesi olarak tanımlanan kararlı ve uzun dönemli denge durumuna doğru yol alırlar.
Büyümenin gelir dağılımı üzerindeki etkisini Neoklasik büyüme modelini referans alarak açıklamaya yönelik çalışmalar, durağan hal dengesine geçilirken gelir dağılımına ilişkin dinamiklerin nasıl gelişmekte olduğuna ilişkin bir analize dayanır.
Durağan hal dengesi, emek birimi başına sermaye ve üretimin değişmediği durumu ifade eden durağan hal ekonominin başlangıçta sahip olduğu sermaye stokunun büyüklüğünden bağımsız olarak uzun dönemde mutlaka ulaşılan dengeyi tanımlar.
Galor ve Tsiddon, kalkınmanın başlangıç aşamasında büyümeye gelir eşitsizliğindeki artış eşlik ederken, büyümenin daha sonraki aşamalarına daha dengeli bir beşeri sermaye dağılımı ve gelir eşitsizliğindeki azalmanın eşlik ettiğini belirtir.
Kuznets Hipotezini Sorgulayan Ampirik Çalışmalar
Kravis, kişi başına reel gelir düzeyi ve eşitsizlik derecesi arasında pozitif bir ilişki saptamıştır.
Oshima, gelir dağılımındaki eşitsizliği tarım sektörünün ekonomi içindeki payına göre açıklamaktadır.
Paukert kişi başına gelir düzeylerine göre gruplandırdığı ülkeler için kişi başına GSMH ve gelir dağılımlarındaki eşitsizlik dereceleri arasındaki ilişkiyi analiz etmiştir.
Ahluwalia gelir eşitsizlik derecelerine ve kişi başına düşen gelire göre gruplandırdığı 66 ülkeye ait veriler yardımıyla Kuznets hipotezini sorgulamıştır.
Roberti büyüme ve gelir dağılımı ilişkisini, kişi başına gelir düzeyindeki değişme karşısında farklı gelir gruplarının toplam gelirden aldıkları ortalama payları izleyerek saptamaya çalışmıştır. Ahluwalia çalışmasında ülkeler arasındaki gelir eşitsizlikleri ile farklı gelir dilimlerinde yer alan nüfusun ortalama gelirlerden aldıkları paylar ve kalkınma sürecinin farklı evrelerini temsil ettiği düşünülen açıklayıcı değişkenlerden oluşan çoklu regresyon yöntemi kullanmıştır.
Ahluwalia, Carter ve Chenery makalelerinde, ortalama gelir düzeyindeki artış sürecinde gelir dağılımının nasıl değiştiğini araştırmışlardır.
Adelman ve Morris, gelir dağılımındaki eşitsizliğin temel belirleyicisinin büyüme değil, ekonomik yapı ve ekonomik yapıdaki gelişmeler olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Saith, büyüme ile gelir dağılımındaki eşitsizliğin önce artması ve sonrasında azalmasının zorlama bir ilişki olduğunu, Kuznets’in hipotezinde böyle mutlak bir ilişkiyi ileri sürmediğini ifade eder.
Papanek ve Kyn, GSMH’deki artış ile gelir dağılımı arasında güçlü ve açık bir ilişki olmadığını açıklamışlardır.
Anand ve Kanbur, gelir dağılımı politikalarının yoksulluk sorunu ile mücadeledeki önemini değerlendirmişlerdir.
Ram, sabit etki modeli çerçevesinde büyüme sürecinde önce artan sonra azalan gelir eşitsizliğini ifade eden ters-U hipotezini artış ve azalış noktalarıyla tanımlayan bir tahmin denklemi elde etmeye çalışmıştır.
Deininger ve Squire, Gini katsayısı ve kişi başına gelir arasındaki ilişkiyi tahmin eden çalışmalarında yatay kesit analizi uygulamasında ters-U hipotezini gerçekten destekleyen sonuçlar elde ettiler.
Campano ve Salvatore’nın Kuznets hipotezini sorgulayan çalışmalarının sonuçları şunlardır:
- Yatay kesit analizini kullanan ampirik çalışmalar hipotezi destekleme eğiliminde olmakla birlikte, ülke örneklerinde zaman serisini esas alan çalışmalar hipotezi destekleyen herhangi bir kanıt ortaya koymamıştır.
- Gini katsayısını kullanmayı tercih eden yatay kesit ampirik modeller, hipotezi destekleyen sonuçlar elde edememiştir.
- Eşitsizlik ölçütü olarak en yüksek gelir gruplarının en düşük gelir gruplarına oranı olarak tanımlanmış yüzde paylar analizini esas alan yatay kesit ampirik modeller hipotezi destekleyen sonuçlar ortaya koymuştur.
- İki sektör üzerine kurulmuş olan teorik modeller hipotezi destekler nitelikte sonuçlar ortaya koymaktadırlar.
Gelir Dağılımının Büyüme Üzerindeki Etkisi
Bu bölümde ilk olarak, gelir dağılımından büyümeye doğru bir nedensellik ilişkisinin olup olmadığı; ikinci olarak ilişki varsa gelir eşitsizliğinin büyüme için gerekli mi yoksa engelleyici mi olduğu soruları sorulabilir. Bu konuda gelir eşitsizliğinin fiziki ve beşeri sermayeye daha fazla yatırım yapılmasını engellerken büyüme hızını düşürmekte olduğunu ileri süren bir hipotez geliştirilmiştir.
Gelir dağılımının büyüme üzerindeki etkisini açıklayan dört teorik model vardır. Bunlar;
- Kredi piyasası aksaklıkları,
- Politik ekonomi,
- Sosyal karışıklık ve
- Tasarruf oranlarıdır.
Kredi Piyasası Aksaklıkları Modeli
Kredi piyasaları asimetrik bilgi ve yasal düzenlemelerin yetersizliği gibi eksikliklerle aksak rekabet özelikleri göstermektedir. Barro, daha dengeli bir gelir dağılımının kredi olanaklarına eşit erişim olanağı sağlayarak büyümeyi hızlandıran bir etkisi bulunduğunu belirtir.
Bireylerin krediye erişim olanakları sahip oldukları servet ve gelirin büyüklüğü tarafından belirlenir. Bu nedenle yoksul hanehalkı fiziki ve beşeri sermaye yatırımlarından vazgeçerler.
Kuruluş maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle yatırımların ancak belirli bir büyüklüğün üzerinde olması durumunda ölçeğin artan getirisi açığa çıkıyorsa durum değişmektedir. Bu durumda servetin belirli ellerde toplanması, belirli büyüklüğün üzerinde yatırımların yapılmasına olanak sağlayacaktır. Kredi olanaklarının küçük ölçekli yatırımlar yerine büyük ölçekli ve verimliliği yüksek yatırımlara tahsis edilmesi büyüme için olumlu bir katkı sağlamaktadır.
Deininger ve Squire, bir ekonomide fiziki ve beşeri sermaye dengesiz bir dağılım gösteriyor ve bu alanlardaki yatırımlar kredi kullanılarak finanse edilmek zorundaysa, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve büyüme arasında negatif bir ilişkinin ortaya çıkabileceğini düşünmektedir. Araştırmacılar kredi piyasalarındaki aksaklıklar müdahaleyle kaldırılamıyorsa hükümetlerin eğitimin sübvansiyonu ve gelecekteki gelirin vergilendirilmesi ile soruna bir çözüm bulabileceklerini belirtmektedirler.
Politik Ekonomi Modeli
Politik ekonomi modeli, ekonomi politikalarının belirlenmesinde toplumsal tercihlerin etkisini vurgular. Politikaların belirlenmesinde medyan seçmenin (seçmen tercih yelpazesinde ortanca tercihe sahip seçmendir) tercihleri etkilidir. Bu modele göre gelir dağılımında eşitsizlik artıyorsa, çoğunluğu esas alan oylama sistemi kaynakların yüksek gelir gruplarından alt gelir gruplarına yeniden dağılımını tercih etme eğiliminde olmaktadır.
Medyan seçmenin ekonomideki ortalama sermaye donanımına olan uzaklığı servetin dağılımındaki eşitsizlikle birlikte arttıkça, medyan seçmenin daha yüksek bir vergi oranı uygulamasına onay vermeye başlayacağı kabul edilmektedir.
Daha büyük servet sahibi olmak lobicilik faaliyetlerine daha fazla kaynak ayırma olanağı sağlamaktadır. Lobicilik gelir eşitsizliğinde artışa ve istikrarsız büyümeye neden olabilmektedir.
Sosyal Kargaşa Modeli
Sosyal kargaşa modelleri servet ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin yoksulu suç işlemeye, ayaklanmalara ve diğer yıkıcı eylemlere teşvik edebileceğini varsayar.
Eğitim gibi ekonomik olanaklar kurulu rejimin istikrarı için yoksullara etkin bir şekilde tahsis edilmelidir.
Diktatörlük rejimlerinin liderleri bile sosyal kargaşa ve politik istikrarsızlığa giden süreci kontrol etme olanağı sağlayacaksa gelir eşitleyici transferlere başvurmayı tercih edebilmektedirler.
Alesina ve Perotti’ nin, 70 ülke için 1960-1985 dönemini kapsayan verilerden hareketle yaptıkları yatay kesit analizin bulguları, ekonomik eşitsizliğin siyasal istikrarsızlığı arttırdığı ve fiziki sermaye yatırımlarını azalttığı yönünde kanıtlar olduğunu ortaya koymuştur.
Tasarruf Oranları Modeli
Keynes’in Genel Teori’sinden etkilenmiş olan iktisatçılar bireysel tasarruf oranlarının gelir düzeyiyle birlikte yükselmekte olduğunu kabul ederler. Bu görüş göre kaynakların zenginden yoksula doğru yeniden dağılımı bir ekonomideki toplam tasarruf oranını düşürür. Bu durum büyümeyi olumsuz etkiler.
Daha dengeli bir gelir dağılımı toplam tasarrufları ve dolayısıyla sermaye birikimini zayıflatırken büyüme hızını yavaşlatmaktadır.
Bununla birlikte bu yaklaşım az gelişmiş ülkelerde yüksek gelir gruplarının oldukça yüksek bir lüks tüketim alışkanlığına ve buna bağlı olarak yüksek tüketim eğilimine sahip olmaları nedeniyle sorgulanmakta ve tasarruf etkisinin bu ekonomilerde etkili olamayacağı ileri sürülmektedir.