GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE SİYASET - Ünite 1: Gelişmekte Olan Ülkeler: Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Gelişmekte Olan Ülkeler: Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar
Gelişme Kavramının Farklı Boyutları: Ekonomik, Siyasal ve Sosyal Gelişmişlik
Küresel ekonomi politiğin en keskin ayrımı gelişmekte olan güney ülkeleri ve gelişmiş kuzey ülkeleri arasındaki ayrımdır. Nüfus sayısı bakımından çoğunluğu oluşturan gelişmekte olan güney ülkeleri genellikle yoksulluğun kronikleştiği, nüfusun kırsal alanda yaşadığı, düşük yaşam standartlarına ve kısıtlı iletişim imkânlarına sahip ülkelerden oluşmaktadır. Öte yandan gelişmiş kuzey ülkeleri tüm bu açılardan çok daha iyi durumda olan görece az sayıdaki ülkeler bütünüdür.
Ekonomik Gelişmişlik
BM Kalkınma Programı (UNDP) raporuna göre, 2007 yılında dünya nüfusunun en fakir %40’lık dilimi, küresel zenginliğin ancak %5’lik bir kısmını elinde bulundururken en zengin % 20’lik dilimin %75’lik büyük bir küresel servete sahiptir. (UNDP, 2007: 25). Bu nedenle ekonomik gelişme, gelişme sorunsalının belki de en çok bilinen yönüdür. Gelişmekte olan ülkelerde GSYİH seviyesindeki düşüklük, adaletsiz bir gelir dağılımı ve kronik yoksulluk az gelişmişliğe sebep olan en temel faktörler olarak dikkat çekmektedir.
- Gelişmekte olan pek çok ülkede kişi başı yurt içi hâsıla gelişmiş ülkeler ile karşılaştırıldığında oldukça düşük düzeylerdedir.
- Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bir diğer sorun ise toplam gelirin ülkede yaşayanlar arasında adaletsiz bir şekilde dağılmış olmasıdır.
- Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bir diğer sorun ise yaygın yoksulluktur. Pek çok ülkede önemli kesim yoksulluk sınırının çok altında yaşamaktadır.
Siyasal Gelişmişlik
Siyasal ve sivil hakların korunmasına imkân sağlayacak çoğulcu demokrasilerin kurulması siyasal gelişmişliğe dair en önemli gösterge olarak kabul edilmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde demokratikleşmenin neden başarıya ulaşmadığının nedenleri tartışmalı olsa da yapılan araştırmalarda sıklıkla aşağıdaki sorunlara dikkat çekilmektedir:
- Siyasal meşruiyet (political legitimacy) eksikliği üçüncü dünyada sağlıklı bir siyasal sistemin oluşmasında en büyük engellerden biridir.
- Siyasal meşruiyet ile bağlantılı bir biçimde siyasal kurumlara ilişkin güven eksikliği, etkin ve işleyen bir demokratik sistemin inşasına imkân tanımamaktadır.
- Kan ve hemşeriliğe dayalı güçlü geleneksel bağların toplumlarda hâkim ilişki biçimini teşkil etmesi kuşkusuz siyasal alanın karakteristiklerini de etkilemektedir.
- Toplumsal düzeyde siyasal kültürün elverişsizliği pek çok ülkede demokratik rejimlerin tesis edilmesini olumsuz etkilemektedir.
- Az gelişmiş ülkeler içerisinde egemenlik zafiyeti yaşayan ve en temel hizmetleri dahi sağlamakta yeterli olmayan başarısız devletler (failed states) de yer almaktadır. Bu nedenle muhtelif coğrafyalarda çok çeşitli uluslararası girişimler egemenlik boşluğunu farklı şekillerde istismar etmektedir (Duffield, 2007: 66-81).
Sosyal Gelişmişlik
Sosyal az gelişmişliğin iki temel göstergesi ortalama yaşam süresi ve eğitim düzeyidir (Handelman, 2004: 2530; HDR, 1990). Bunun yanında yetersiz çevre ve sağlık koşulları da söz konusu ülkelerde kronik hâle gelmiş sosyal sorunlar arasında değerlendirilmektedir.
Az gelişmiş ülkelerin gelişmeleri önündeki ilk ve öncelikli engel bu ülkelerin insan sermayesinin niteliğine katkı sağlayacak eğitim olanaklarının kısıtlılığıdır (Handelman, 2004: 25-26).
- Eğitim imkânlarının sınırlılığı pek çok gelişmekte olan ülkede okuryazarlık oranlarının düşük düzeylerde kalmasına neden olmaktadır.
- Bununla birlikte az gelişmiş dünyada çocuk işçiliğinin yaygınlığı ağır bir insan hakları ihlali olmasının yanında, büyük bir kitlenin temel eğitim haklarından mahrum kalması, dolayısıyla okuryazarlık oranının düşük düzeylerde seyretmesi sonucunu doğurabilmiştir (Psacharopoulos, 1997).
Sosyal az gelişmişliğin önemli bir diğer göstergesi de ortalama yaşam süresidir (Handelman, 2004:27). Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ortalama yaşam süresinin görece düşük düzeylerde seyretmesinin çeşitli nedenleri vardır:
- İç çatışma ve sınır aşan savaşların eksik olmadığı pek çok üçüncü dünya ülkesinde ortalama yaşam süresi oldukça kısadır.
- Açlık ve doğal felaketler de azgelişmiş ülkelerde ortalama yaşam süresini aşağıya çeken diğer önemli etkenlerdir.
- Gelişmiş ülkelere kıyasla gelişmekte olan ülkelerde sağlık harcamalarının yetersizliği çok çeşitli sorunlara kapı aralamaktadır.
- Başta Afrika olmak üzere AIDS ve HIV’ın salgın bir hâle gelmesi ortalama yaşam süresini kısaltmaktadır.
Az Gelişmişliğin Kavramsal Araçları: Sınıflandırma ve Sıralamalar
Dünya politikasında çok sayıda ülke ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda dezavantajlı konumdadır. Asya, Afrika ve Amerika kıtası gibi farklı coğrafyalarda yer alan çok sayıda ülke gelişme/az gelişmişlik sorunuyla karşı karşıyadır. Bu anlamda “üçüncü dünya”, “güney”, “gelişmekte olan” veya “çevre” gibi çeşitli kategorilerin her biri aslında küresel sistemin söz konusu dezavantajlı ülkelerini bir araya toplama gayretinin bir sonucudur.
İlk defa Alfred Sauvy tarafından ortaya atılan üçüncü dünya kavramı, yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren tarihçiler ve sosyal bilimciler tarafından sıklıkla kullanılan bir kavram hâlini almıştır. Buna göre Batı Avrupa ve Kuzey Avrupa ülkelerini bünyesinde barındıran kapitalist ülkeler I. Dünya ülkelerini, başta Doğu Avrupa ülkeleri, Sovyetler Birliği ve Çin olmak üzere komünist ülkeler bloğu II. Dünya ülkelerini; bunların dışında kalan diğer ülkeler ise III. Dünya ülkelerini oluşturmaktadır.
Üç dünya ayrımının yanı sıra siyasi içerikli coğrafi değerlendirmelere de rastlamak mümkündür. Söz konusu değerlendirme Kuzey yarım kürede yer alan ve Güney yarım kürede yer alan ülkeler arasındaki farka işaret eder. 1980 yılında Alman şansölyesi Willy Brandt’in hazırladığı Brandt Raporuyla da gündeme taşınan Kuzey-Güney ayrımı Kuzey ülkeleri ve Güney ülkeleri arasındaki ekonomik dengesizliğe dikkat çekmiştir (bkz. Brandt, 1980).
Literatürde yer alan bir diğer tasnif gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayrımına dayanmaktadır. Özellikle 1970’lerle beraber “az gelişmiş” yerine “gelişmekte olan ülkeler” tanımlaması daha yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır (BraveboyWagner, 2009: 3).
Immanuel Wallerstein tarafından teorize edilen Dünya Sistemi Kuramı çerçevesinde ortaya konulan bir diğer sınıflandırma ise merkez, çevre ve yarı çevre sınıflandırmasıdır (bkz. Wallerstein, 1974; Wallerstein, 1976). Buna göre, merkez (center) olarak tanımlanan ülkeler küresel kapitalist sistemde ham madde ithal ederek işlenmiş sanayi malı ihraç edebilen endüstrileşmiş ülkeleri kapsar. Çevre (periphery) kategorisi içerisinde yer alan ülkeler ise merkeze ham madde ihraç eden ve işlenmiş ürün ithal eden tarım ülkelerinden oluşmaktadır. Bu iki kategorinin dışında kalan ara kategori ise yarı çevre olarak isimlendirilmektedir. Yarı çevre ülkeler (semi-periphery) pek çoklarınca uluslararası sistemin taşeronları olarak nitelendirilmektedir.
Az Gelişmişliğin Tarihi: Kolonizasyon, Dekolonizayon ve NeoKolonyalizm
Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin her birisinin kendine özgü eski medeniyetleri ve tarihleri varsa da hepsinin ortak özellikleri modern dönemde neredeyse tamamının tarih sahnesine Asya ve Avrupa kıtalarına hükmeden eski imparatorlukların kolonilerinden biri olarak çıkmalarıdır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin boyunduruk altına alınması iki dalga halinde ele alınmaktadır. Erken dönem emperyalizm XV. yüzyıldan başlayarak 1870’lere kadar uzanmakta; bunun yanında yeni emperyalizm ise 1870- 1914 arası dönemi kapsamaktadır. Bu çerçevede söz konusu süreç birinci ve ikinci dalga emperyalizm metaforlarıyla ele alınmaktadır (Kegley ve Blanton, 2011: 105-109).
İki Dünya Savaşı Arasında Gelişmekte Olan Ülkeler
I. Dünya Savaşının sona ermesiyle birlikte kendi kaderini tayin (self-determination) hakkı uluslararası ilişkilerin önemli bir öğesi hâlini aldı. Pek çok ülke ise Milletler Cemiyeti Bünyesinde Avrupalı ülkelerin mandasına bırakıldı. Böylesi bir düzenleme ile bir bakıma sömürgecilik de adeta resmî bir nitelik kazanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı Sonrası Gelişmekte Olan Ülkeler: Dekolonizasyondan Neo-Kolonyalizme
Avrupa’nın kolonilere yönelik kontrolünü yitirmesi ve kolonilerin kontrolünün gün geçtikçe daha maliyetli hale gelmesi pek çok koloninin bağımsızlık savaşlarına yönelmesini tetiklemiştir. Kolonilerin bağımsızlığını kazandığı bu süreç, dekolonizasyon yani sömürgeciliğin sonlanması olarak isimlendirilmiştir.
Bağımsızlığını kazanmış pek çok ülke, eski sömürge güçleri ile olan ekonomik, siyasal ve kültürel bağlarını ortadan kaldıramamıştır. Neo-kolonyalizm olarak adlandırılan bu yeni süreçte pek çok eski koloni gelişme sorununun üstesinden gelememiş, üstüne üstlük siyasal ve kültürel bakımdan da gelişmiş ülkelere olan bağımlılıklarını devam ettirmişlerdir.
Gelişme Sorununa İlişkin Kuramsal Yaklaşımlar
Ekonomik olarak yoksul, siyasal olarak otokratik, sosyal olarak ise istikrarsız olarak değerlendirilen pek çok ülkenin gelişme sorununu analiz etmeye yönelik farklı kuramlar geliştirilmiştir. Ortaya konulan muhtelif kuramlardan özellikle ikisi ön plana çıkmaktadır: Modernleşme ve bağımlılık kuramları.
Modernleşme Kuramları
Modernleşme kuramları gelişme sorununa ilişkin içsel dinamikler üzerine eğilmiştir. Modernleşme literatürü sosyo psikolojik, siyasal ve ekonomik olmak üzere kabaca üç bağlamda incelenebilir:
- Sosyo/psikolojik açıklamalar genellikle toplumlarda kültürel değerlerin gelenekselliğine ve bununla beraber ortaya çıkan toplumsal atâlete dikkat çekmektedir. Modernleşme kuramlarına göre, modernleşmenin önündeki en büyük engel geleneksel yapılardır. Talcott Parson, Daniel Lerner ve David McClelland gibi isimler sosyo/psikolojik kuramcılar arasında sayılmaktadır.
- Siyasal açıklamalar ise daha çok demokratikleşme sorunu üzerine eğilmektedir. Azgelişmiş ve gelişmekte olarak nitelenen pek çok ülkenin uzun yıllar tek parti yönetimleri, diktatörlükler ve Marksist-Leninist rejimlerce yönetildiği düşünüldüğünde, bu ülkelerde demokratik yönetimin oldukça sınırlı kaldığı görülmektedir. Bu çerçevede Barrington Moore, Seymour Martin Lipset, Gabriel Almond ve Sidney Verba siyasal gelişme literatürünün önemli isimleri arasında yer alır.
- Ekonomik açıklamalar ise genellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki sermaye yetersizliğine vurgu yapmaktadır. Siyasal elitlere ekonomiye yönelik açılımlar sunan Walter Rostow’un Ekonomik Büyümenin Aşamaları (The Stages of Economic Growth) isimli çalışması ekonomik gelişmeyi tedrici bir süreç olarak değerlendirmiştir. Rostow, geleneksel toplumdan endüstri toplumuna uzanan aşamalı bir kalkınma süreci öngörmektedir.
Bağımlılık Kuramları
Latin Amerikalı sosyal bilimcilerin yoğun katkılarıyla şekillenen Bağımlılık kuramları az gelişmişlik sorununun kaynağını içeride aramaktan ziyade dışsal nedenlere bağlama eğilimindedir.
Az Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelere Yönelik Uluslararası Girişimler
Az gelişmiş ve gelişmekte olan olarak sınıflandırılan pek çok ülke BM üyesidir. Bu ülkelerin kendi aralarında oluşturdukları girişimlerden ve uluslararası toplumun gelişme sorununa yönelik çeşitli faaliyetlerinden de bahsedilebilir. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı, En Az gelişmiş Ülkeler Konferansı ve Latin Amerika Ekonomi Komisyonu gibi yapılar gelişmekte olan ülkeler ve az gelişmiş ülkelere yönelik uluslararası girişimlerin bir yansıması olarak düşünülmelidir. Yine Birleşmiş Milletler tarafından ortaya konulan Bin Yıl Kalkınma Hedefleri pek çok uluslararası örgüt açısından yol gösterici olmuştur.
1964 tarihinde kurulan ve gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisine sorunsuz bir biçimde eklemlenmesini hedefleyen Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı ayrıca tüm ülkeler için sürdürülebilir bir kalkınma hedefi ortaya koymaktadır.
Latin Amerika Ekonomi Komisyonu (ECLA) BM Ekonomik ve Sosyal Konsey’in 106 (VI) sayılı kararıyla Latin Amerika özelinde azgelişmişlik sorununa eğilmek üzere kurulmuştur. 1984 yılında Karayip ülkelerini de içerisine alacak biçimde genişleyen ve Latin Amerika ve Karayipler Ekonomi Komisyonu (ECLAC) adını alan organizasyon az gelişmişlik sorununa ilişkin kuramsal yaklaşımların tartışıldığı bilimsel bir platform işlevi görmüştür.
Genellikle Sahra Altı Afrika ve Asya Pasifik ülkelerinden oluşan En Azgelişmiş Ülkeler, pek çok açıdan azgelişmiş dünyanın en sorunlu ve en fakir ülkelerini oluşturmaktadır. EAGÜ’lerin sorunlarına çözüm bulmak amacıyla yaklaşık onar yıllık periyotlarla En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansları düzenlenmiştir.
2000 yılında 189 devletin desteğiyle kabul edilen Binyıl Deklarasyonu (Millennium Declaration) çerçevesinde ortaya konulan Binyıl Kalkınma Hedefleri (Millennium Development Goals) az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya kaldığı pek çok sorunun altını çizmektedir. Çok sayıda uluslararası örgüt için bir yol haritası niteliği taşıyan Binyıl Kalkınma Hedefleri sekiz makro hedef belirlemiştir:
- Sefaleti ve açlığı sona erdirmek
- Evrensel temel eğitimi sağlamak
- Cinsiyet eşitliğini teşvik etmek ve kadınları güçlendirmek
- Çocuk ölümlerini azaltma
- Anne sağlığını iyileştirmek
- HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele
- Çevresel sürdürülebilirliği sağlamak
- Kalkınma için küresel bir ortaklık kurmak.