GENEL DİLBİLİM I - Ünite 7: Biçimbilim IV: Sözlüksel Biçimbilim Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Biçimbilim IV: Sözlüksel Biçimbilim

Giriş

“Dilde değişmez kusursuzluk” arayışında olan kuralcı yaklaşımı benimseyenleri tedirgin etse de değişim, yaşayan bir dilin değişmez doğrusudur. İnsan dilinin farklı düzeylerde gerçekleşen değişimlerinden sözcükle ilgili olanları sözlük biçimbilim kapsamındadır. Dile aralıksız olarak yeni sözcükler eklenir ve artık işlevselliğini kaybetmiş olan eskileri zaman içinde dışlanarak kaybolur. Yok olan sözcükler pek fark edilmezken, yeni yapılan sözcükler daima dikkat çeker ve sözlük bilimcilerin inceleme konusu olurlar. Kurum ve kurullarca, bunları da kapsayan dağarcığı güncellenmiş yeni basım sözlükler hazırlanmasına özen gösterilir.

İnsan beyninin nesneleri diğer nesnelerle ortaklık ve farklılıklar doğrultusunda algılama eğilimi bulunmaktadır. Bu doğrultuda, bir adlandırma sürecinde nesnelerin göstergeleri bir araya getirilerek bileştirme yöntemiyle anadil konuşucuları tarafından kullanılan bir sözcük yapma yoluna gidilir. Bileştirme yapılırken bir kavramın merkezinde olduğu düşünülen nesneye göre farklı sıralamalar, nesnenin benzerleriyle ayrıldığı özelliği vurgulamak üzere de niteleyiciler kullanılır. Dile yeni sözcük kazandırmak, yeni kök yaratmak yerine öncelikli olarak dilde zaten var olan sözcüklerin yapısını birleştirme ve türetme yoluyla değiştirip bunların yeni kavramları karşılayacak biçimler kazanmasını sağlamak şeklinde gerçekleşmektedir. Bu süreçlerden geçen basit sözcükler, karmaşık sözcük adını alırlar.

Sözlüksel Biçimbilim

Biçimbilim, sözlüksel ve çekimsel biçimbilim olmak üzere iki süreç işletmekte ve sözcük yapma bunlardan sözlüksel biçimbilim alanına girmektedir. Sözlüksel biçimbilim süreçleri ise türetme ve bileştirme gibi öz kaynaklı , ödünçleme ve ödünçleme çeviri gibi yabancı kaynaklı yollarla dile yeni ürünler kazandırmaktadır.

Sözcük Yapmaya Dair

İnsan dilinin en dikkate değer özelliklerinden biri konuşucularına istedikleri hemen her şeyi ifade edebilme olanağı tanımasıdır. Bazen gerekli sözcük ya da cümleleri hemen sağlayamasa da dizgesel özelliği sayesinde zaman içinde konuşucularına bunları üretebilme esnekliğini de verir. Bu esnekliğin kullanılarak yeni üretimler yapılabilmesi için öncelikle bir olgunun varlığının, maddi ya da manevi varlığının, hissedilmesi gerekmektedir; yani, bu dilin kullanıldığı dünyada böyle bir kavramsal içeriğin oluşmuş olması gerekmektedir. Sözcük yapmada olguların varlığının yanı sıra bunların adlandırılabilir olması da gereklidir. Diller kültürleriyle bağ ıntılı olarak kendilerine özgü anlamlar türetebilirler. Bir sözcük yapma süreci olarak ekleme, yaygın olarak yalın ve genel anlamlar ifade etme eğilimine sahiptir.

Öz Kaynaklı Süreçler

Türetme, eklemeli ve eklemesiz olmak üzere iki grupta incelenebilir. Eklemeli türetme süreçleri önekleme , içekleme, sonekleme ve sıfır türetim ; eklemesiz türetme süreçleri tabanı büyüten ikileme, tabanı indirgeyen gerioluşum ve kısaltma başlıkları altında ele alınabilir.

Eklemeli türetme , yalın sözcüklere türetim ekleri ilave edilerek karmaşık sözcükler oluşturma sürecidir. Türetim ekleriyle tabanları arasındaki anlamsal bağ türetim , biçimbilimsel bağ ise ekleme olarak adlandırılır. Bu süreçler önek, içek ve sonekler kullanılarak önekleme, içekleme ve sonekleme şeklinde gerçekleş tirilir. Bağıntılı bir dil olan Türkçede de ekleme ve özellikle de soneklemenin en işlek sözcük yapma süreci olduğuna işaret edilir.

Türetme sürecinden geçen bir sözlükbirim aldığı türetim ekinin türüne göre türediği tabanla aynı ulamda kalabilir veya farklı bir ulama geçebilir. Dil devriminden sonra Türkçede kullanım bulan yeni ögelerin büyük bir bölümü de türetme yoluyla kazanılmıştır.

Ekli türetmeye maruz kalan bir sözcük sesbilimsel değişmelere uğrayabilir ve sesletimi ile vurgusu değişebilir. Türkçede birincil vurgusu son hecede olan sözcükler, vurgulu ek aldıklarından, kökteki vurgu silinir.

Bazı tabanlar yapıları gereği bazı sözcük yapma süreçlerinin girdisi olamazlar. Bunu belirleyen sesbilimsel, biçimbilimsel ve anlamsal sınırlıklar olabilir. Bu sınırlılığın, diller arasında görülen aynı seslerin ardışık kullanımından kaçınma eğiliminden kaynaklandığı belirtilir. Tabanın sesbilimsel özelliklerinin yanı sıra, biçimbilimsel özellikleri de eklerin seçimini belirleyebilir.

Bazen aynı türetim eki sözlüksel ulamları farklı olan tabanlara eklenebilir. Türkçenin de içinde olduğu ve ad-eylem türlerinin kesin çizgilerle ayrıldığı Altay dillerinde bu esnekliğe bir sınır getirildiği, türler arası geçirgenliğin de az rastlanan istisnalar dışında bulunmadığı görülür. Böylece, bu dillerde ekler ad seçen ve eylem seçen olmak üzere iki grupta toplanır. Ancak adsıl (adlara eklenen) ve eylemcil (eylemlere eklenen) olan ekler bazen benzer anlamların taşıyıcısı olabilirler.

Dillerde ad verme eğilimi daha fazladır ve bu yüzden ad türetme yolları eylem ve sıfat türetme yollarına göre çok daha fazla ve çeşitlidir. Türetimsel biçimbilimin temel amacının yeni kavramları ve süreçleri adlandırmak olduğu düşünüldüğünde bu durumun kaçınılmaz olduğu açıktır. Eylem yapma süreçlerinde eylemden eylem yapma, addan ve sıfattan eylem yapmadan da daha yaygındır. Türemiş sıfatların sayısı da türemiş eylemlerin sayısına göre çok daha azdır.

Türetim ekleri türetme güçleri bakımından derecelendirilebilirler. İşlek olanlar seçtiği sözlüksel ulamın hemen her üyesiyle bir araya gelebilen ve yeni sözcükler türetmede de yaygınlıkla kullanılabilen eklerdir. İşleklik , bir ekin üretkenliğinin kısıtlı olmaması ve yeni türetimlere açık olması halidir. Türkçedeki {-lIK} ve {-lI} eki çok işlektir ve anlam gerektirirse bütün ad ve sıfatlarla kullanılarak ad ve sıfatlar türetebilirler. Oysa ad ve sıfatlarla birleş en {-cIl} eki daha az işlektir. Daha önce işlek olmayan -mAn eki ise dil devriminde işleklik kazandırılarak meslek adları türetmekte kullanılmıştır.

Eklemeli türetmenin ilginç bir boyutu, olası her sözcüğün gerçek dilde türetilmediğidir. Bu durum tıkama kuralının varlığıyla açıklanır. Tıkama , olası türetimin durdurulması sürecidir. Bu kural, karmaşık bir sözcüğün üretimini dilde aynı anlamı karşılayan başka bir sözcüğün var olduğu durumlarda engeller. Örneğin, Türkçede kurallı oldukları halde çalıcı, yaşsız, hızsız gibi sözcükler türetilmez çünkü bu anlamları karşılayan hırsız, genç ve yavaş sözcükleri zaten kullanımdadır. Bu durum daha önce bahsedilen nesnelerin varlığı ve adlandırmaya duyulan gereksinim koşullarının da bir uzantısı olarak düşünülebilir. Hissedilen bir olgunun konuşucu kitle tarafından kabul görmüş bir göstergesi varsa bir yenisinin yapılmasına gereksinim duyulmaz.

Türetimsel ekleme yinelemeli kullanıma, yani türetim eklerinin birbirlerini kapsayarak sıralanmalarına izin verir. (Örnek: [düşün] - [ [düşün]ce] - [ [ [düşün]ce]siz] - [ [ [ [düşün]ce]siz]lik]) Burada her ekin yalnızca kök sözcüğü değil tabanın bütününü kapsamına aldığına dikkat edilmelidir. Yani, ayraçlı gösterimin de açıkça resimlendirdiği gibi –ce ekinin tabanı düşün, -siz ekinin tabanı düşünce ve -lik ekinin tabanı ise düşüncesiz sözcükleridir.

Türetim eklerinin ardışık sıralanması, türetimi sonlandırma işlevini yürüten bir kapatma eki devreye girene kadar devam edebilir. Kapatma ekleri yinelemeyi durdurduğundan, sınırsız türetme mümkün değildir. Ekleme, bileştirme kadar yinelemeli değildir.

Bazen türetilen sözcükle tabanı arasında sesletimsel bir başkalaşma olmadığı durumlar da olabilir. Bu durum, ‘türetimsel süreçlerin tamamı ekleme içerir’ görüşünden yola çıkarak, sıfır biçim kullanımıyla sıfır türetim olarak açıklanır. Biçimbirimler her zaman dilde yüzeysel bir karşılık bulmayabilir. (Örnek: “Annemin keyfi yerinde, babamın da.” tümcelerini duyan hiçbir anadili konuşucusu ikinci tümcedeki eksiltili bilginin keyif sözcüğü olduğunu anlamakta zorlanmaz.) Bunu mümkün kılan olgu, dilin anlamlı ögelerinin belli durumlarda yüzey yapıda bir ifade bulmamalarına karşın derin yapıda varlıklarının devam etmesidir. Bu varsayımdan yola çıkarak sıfır türetim aşağıdaki formülle gösterilebilir: X + ø ® Y. Yani, ø sıfır biçimi X sözlüksel ulamından bir sözcüğe eklenebilir ve bunun sonucunda da Y ulamından bir sözcük türetebilir. Böyle hayalet biçimbirimlerin varlığının bir başka kanıtı da diller arası karşılaştırmalarla ortaya çıkarılabilir. İki dilde de anlamlar bir türetme süreciyle ifade edilmektedir. Bu süreci, biçimbilimsel ilkeler yerine sözdizimsel ilkeleri önceleyerek açıklayan görüşler de bulunmaktadır. Bunlar bu sözcüklerdeki değişlimin sözcüklerin tümce içinde konumlanmasına göre gerçekleştiğini savunurlar. (Örnek: Türkçede güzel sözcüğü bir addan önce kullanıldığında sıfat, bir eylemden önce kullanıldığında belirteç, özne ya da nesne konumunda kullanıldığında da ad olarak tanımlanır: güzel kız, güzel konuş, güzel geldi, güzeli gördü.) Süreç bu haliyle evrişim olarak da adlandırılır. Tanımı ister biçimbilimsel isterse de sözdizimsel olarak yapılsın, bu örneklerde değişimin yönünü belirleme sorunu vardır. Bunun için dört ölçüt öne sürülür:

  1. Tarihsel gelişim : Dile giriş sıralamasında önce olan taban, sonra ortaya çıkan ise türev olarak gösterilir. Örneğin, kökenbilim sözlüklerinde İngilizcede ad olan “cage-kafes” sözcüğü 13. yy başlarında listelenirken, eylem olan “cage-kafesle-“ sözcüğü 1570’lerde ortaya çıkar.
  2. Anlamsal ölçüt : Sözcüklerin anlamları da türetimin yönü konusunda ipuçları verebilir. Tıpkı açık ek taşıyan türetimlerde olduğu gibi, sıfır türetimde de tabanın anlamıyla birlikte bir ilave anlam ögesi bulunduran taraf, daha karmaşık bir yapı barındıran türev olmalıdır. Örneğin, İngilizcedeki “to cage-kafesle-“ sözcüğünün anlamını açıklamak için kafes sözcüğüne ihtiyaç vardır: “kafese koymak”. Eylemin anlamı, adı da içerdiğinden daha karmaşık yapılıdır; öyleyse eylem addan türemiş olmalıdır.
  3. Çekim ölçütü : Türevlerin bir başka özeliği de düzenli çekim almalarıdır. Örneğin, “drink – iç” (eylem) düzensiz çekim aldığından, “a drink – içki” (ad) türev olmalıdır.
  4. Kullanım sıklığı : Taban türevden çok daha yaygın bir kullanıma sahip olur. Örneğin, 100 milyon sözcükten oluşan İ ngiliz Ulusal Bütüncesi’nde “cage” sözcüğü için yapılan taramada bulunan 985 maddeden ilk 50 tanesinin tamamı ad, “caged” sözcüğünün taramasında bulunan 149 maddeden ilk 50 tanesinin yalnızca 12’si eylem olarak kullanılmıştır.

Diller eklemesiz türetme sürecinde tabanı büyütme ya da indirgeme yoluna giderek ikileme, gerioluşum ve kısaltma adı altında üretkenlikleri dilden dile değişen biçimbilimsel yöntemler kullanmaktadırlar.

İkileme , tabanın tamamı ya da bir bölümünün tekrarlanmasıyla kendini gösteren bir sözcük yapma sürecidir. Farklı dillerde değişik biçimleri ve işlevleri vardır. Adlarla ‘çokluk’, eylemlerle ‘yineleme’ veya ‘devamlılık’, niteleyicilerle de ‘pekiştirme (yeğinlik)’ anlamları oluşturmak için kullanılmaktadır. (Örnek: Motu dilinde, “mero” (çocuk) “meromero” ‘küçük çocuk’; Maori dilinde, “aahua” (görünüş), “aahuahua” (benzemek) Türkçe’de, dolu – dopdolu) Motu dilinde tabanın bütünü kopyalanarak tam ikileme , Maori dilinde bir kısmı kopyalanıp sona eklenerek ve Türkçede de yine bir kısmı kopyalanıp kapatıcı sesle birlikte öne eklenerek yarı ikileme oluşturulmuştur. Motu Dilinde küçültme, Maori dilinde ise addan eylem türetme, Türkçede de pekiştirme işleviyle kullanılmaktadır.

  • Türkçedeki bu tür yarı ikilemeler yalnızca sıfat ve belirteçlerle, tam ikilemeler ise bağlaçlar ve ilgeçler dışında tüm sözcük türleriyle kullanılırlar. [Örnek: dizi dizi boncuk (ad), kim kim gittiniz (adıl), gitti gitti geldi (eylem), dolu dolu gözler (sıfat), yavaş yavaş konuş (belirteç), vah vah! (ünlem)]
  • Gündelik dilde kullanılan ve ‘belirsizlik’ ya da ‘benzeri’ anlamını taşıyan m’li ikilemeler ise, [m] ünsüzünün, ünlüyle başlayan tabanların önüne, ünsüzle başlayan tabanların da ilk ünsüzü yerine getirilerek oluşturulurlar. (Örnek: ev mev aramam artık!)
  • İkilemeyi kuran sözcükler eş anlamlı olabilir. (Örnek: sorgu sual)
  • İkilemeyi kuran sözcükler zıt anlamlı da olabilir. (Örnek: iyi kötü, yerli yersiz)
  • İkilemeyi kuran sözcüklerin, bir sözcüğü anlamlı olabilir. (Örnek: eski püskü, ufak tefek)
  • İkilemeyi kuran sözcüklerin iki sözcüğü de yarı anlamlı olabilir. (Örnek: abur cubur, şakır şakır)
  • İkilemeyi kuran sözcükler, türetim eki ya da çekim eki almış olabilir. (Örnek: çoluk çocuğa, yalandan dolandan)
  • İkilemeyi kuran sözcükler ek almamış olabilir. (Örnek: uslu uslu, yavaş yavaş)
  • İkilemeyi kuran sözcükler tümcecik yapısında olabilir. (Örnek: [döndü döndü] durdu, [sarılıp sarılıp] öptü)

İkileme, bu anlam özellikleriyle birlikte sözlüksel ulam değiştirme işlevini de yerine getirebilir. Böylece, kimi durumlarda ikilemeli ve yalın sözcükler arasındaki fark yalnızca anlam ulamlarının başkalaşmasıyla kalmayıp sözlüksel ulamın da değişmesi şeklinde ortaya çıkabilir.

Gerioluşum , tabanı türevden büyük olan sözcük yapma sürecidir. Sözcük yapma süreçlerinde türetimin yönü genellikle basitten karmaşığa doğru ilerlerken, gerioluşum bunun ters çevrildiği bir süreçtir. İngilizcedeki “exhibitor” ‘sergi açan’ ve “sculptor” ‘heykel yapan, heykeltraş’ sözcüklerinin oluşumlarını karşılaştıralım: Exhibitor sözcüğünde, eyleme -or eki eklenerek (Exhibit + or) ad oluşturulurken sculptor sözcüğünde addan - or eki düşürülerek (Sculpt - or) eylemden ad olan sculptor sözcüğü elde edilir. “Exhibitor” örneğinde basit bir sözcük ek alarak karmaşık hale gelirken “sculptor” örneğinde, karmaşık görünümlü bir yapıdan parça düşürülerek basit bir sözcük yapılmıştır. Bu durum anadili konuşucularının dildeki sözcüklerin etkisi altında kalıp örnekseme yoluyla sözcük yaratma eğiliminden kaynaklanmaktadır.

Sözcük kısaltma süreçlerinden olan kırpma ve başlık kısaltma çok heceli sözcüklerin ekonomi amacıyla teke indirgenmesi olarak tanımlanabilir. Bunlar yeni sözlükbirim türetmediklerinden girdi ve çıktıları aynı anlamsal ve ulamsal içeriğe sahiptir. Kırpılmış sözcükler geriye kalan ilk, son, ya da orta parçalarıyla sesletilirler. (Örnek: İngilizce “representative” ‘temsilci’ sözcüğü “rep” olarak kısaltılır.) Başlık kısaltma , birden çok sözcük içeren uzun adlandırmalarda yalnızca baş harfleri alınarak sözcük oluşturma yöntemidir. (Örnek: Türkiye Büyük Millet Meclisi – TBMM) Kimi zaman yalnızca harfler değil sözcük parçaları da kısaltmaya dâhil edilebilir. (Örnek: Karadeniz, Teknik Üniversitesi – KATÜ) Bu sözcükler arasında harfleri sesletilerek söylenenler olduğu gibi, hece yapısına uygunlukları dolayısıyla dildeki diğer sıradan sözcükler gibi sesletilenler de vardır. Örneğin, radar hem İngilizcede hem de Türkçede açılımı radio detecting and ranging olan bir kısaltma olduğu çoktan unutulmuş sıradan bir sözcük gibi algılanmaktadır. Bu yüzden de, her iki dilde de küçük harflerle yazılmaktadır. Karma sözcükler genellikle iki sözcükten birincinin ilk ve ikincinin son parçalarının bir araya getirilmesiyle oluşturulurlar. Anlam içerikleri bakımından taban sözcüklerden ayrılırlar: breakfast “kahvaltı” + lunch “öğle yemeği” – “brunch” “sabah-öğle arası yemeği”. Karmalar teknolojik ve bilimsel gelişmelerin dilde yansımalarında yaygınlıkla kullanılan türevlerdir. (Örnek: acetic + alcohol – acetal)

Bileşme , bir dilde iki ya da daha fazla sözlükbirimin yeni bir kavramı karşılamak üzere yan yana gelmesiyle kendini gösteren bir süreçtir. Kendi başlarına farklı anlamlar taşıyan bu bağımsız birimler, birlikteyken aynı anlamın ortak ta şıyıcısı olurlar ve artık bir bütün olarak hareket ederler. Bu yolla ortaya çıkan bileşik sözcükler, bazen aynı bazen de farklı sözcük türünden gelen bileşenlerden oluşurlar. (Örnek: AD+AD – başrol, SIFAT+AD – büyükanne, EYLEM + AD – küstümotu, AD+SIFAT – sütbeyaz, SIFAT + SIFAT – yorgun argın, AD + EYLEM– ateşkes, SIFAT + EYLEM – karabasan, EYLEM + EYLEM – gelgit)

Bileşikler çok sözcüklü olmaları ve bu sözcükler arasındaki içyapılaşma bakımından sözcük öbeklerine benzetilebilirler. Her bileşik, tıpkı bir sözcük öbeği gibi, en az bir baş ve bunu niteleyen ya da tamlayan bir başka ögeden oluşur. Baş anlamca birliğin temelini oluşturur ve konumu evrensel değil dil bağımlı bir değişkendir. (Örnek: Türkçedeki dil[bilim] gibi sağda, Maori dilindeki [ whare] ruunanga (ev+bir araya topla) “toplantı evi” gibi solda olabilir.)

Başlar bütünün ait olduğu sözlüksel ulamı da (ad, eylem, sıfat vb.) belirleyen merkez ögelerdir. (Örnek: “kara ağaç” gibi bir sözcük öbeği bir renkten değil bir ağaçtan söz eder. Öyleyse, merkez öge, yani baş, ağaç sözcüğüdür. Başın ad olması bütünü de ad yapar. “Oysa karaağaç” biçimi de aynı baş (ağaç) ve niteleyenden (kara) oluşmasına rağmen öbek değil sözcük olarak sınıflandırılır.)

Öbek bileşenlerinin dilbilgisel kimliği olmasına ve anlamlarını daima korumasına rağmen, niteleyen ögesi artık özgürlüğünü kaybetmiş olan bileşiklerde bu söz konusu değildir. Bu yüzden “kara ağaç”, “rengi kara olan her hangi bir ağaç” anlamına gelirken “karaağaç” kara olmayan, aksine renk bakımından diğer ağaçlardan farksız olan bir ağaç türünün adıdır. Demek ki, bileşikler bir alt tür özelliği taşırken öbeklerde durum böyle değildir.

Bileşiklerdeki niteleyenlerin çekimsel biçimlerinin olmaması, başka niteleyici ve belirleyicilerle de kullanılamaması bunların dilbilgisel kimliğinin olmadığının bir başka göstergesidir. (Örnek: Türkçede “kara ağaç” öbeğinin bir parçası olarak kara derecelendirilebilirken, aynı kara, “karaağaç” sözcüğünün bir parçası olarak derecelendirilemez. Daha kara (bir) ağaç, çok kara (bir) ağaç, kömür gibi kara (bir) ağaç öbeklerinde niteleyiciler birinci ögeyi niteleyebilirken, bunlar “çok karaağaç”, “daha karaağaç” örneklerinde birinci ögeye ait olamayacağından ancak çok ağaç, daha ağaç olarak algılanırlar. Bu durum kara biçiminin sözcük içinde baş ögesinden bağımsız olarak değil de onu bütünleyen bir parça olarak algılandığının işaretidir.) Öyleyse, niteleyici birinci ögenin değil, merkez öge olan başın niteleyicisi olarak algılanır. Türkçedeki -(s)I eki ile yapılan ve bir adsıl tamlama türü olarak anılan yapılar da benzer özellikler taşıdığından öbeklerden ayrılırlar. Örneğin, yaramaz ev kedisi tamlamasında yaramaz evin değil baş-adın niteleyenidir. “Ev yaramaz kedisi” sıralamasının ve “evler kedisi” çekiminin dilbilgisi dışı ise bu bağlamda da bileşenlerin ayrılmazlığının ve niteleyenin kimliksizliğinin bir kanıtıdır. Oysa bir sözdizimsel öge olan “evin kedisi” tek bir sözcük gibi hareket etmediğinden bileşenleri bağımsızdır ve “evin yaramaz kedisi” şeklinde bir sıralamaya; “evlerin yaramaz kedisi”, “evlerin yaramaz kedileri” gibi çekimlere izin verir.

Bileşikler , yalnızca baş ögesinin dilbilgisel kimliği olan ve niteleyiciler ya da çekim ulamlarıyla ayrılamayan ve tek sözcük vurgusuyla sesletilen iki ya da daha fazla bağımsız biçimden oluşur. Bileşiklerin bütünlüğüne ilişkin sesletimsel kanıtlar da taşıdıkları vurgu biçimi ile anlatılmaktadır. Bunlar iki ögeyi barındırsa da söyleyişte sözcük tonlamasıyla, yani tek vurguyla sesletilirler.

Bileşikleri oluşturan ögelerin bütünle şmesindeki derecelenmeye bağlı olarak taşıdıkları anlamın saydamlığı da değişebilir. (Örnek: “Büyükanne” ve “kuşpalazı” bileşiklerinde, bütünün ifade ettiği anlam, ilkinde parçaların anlamının toplamına karşılık geldiğinden geçirimli (birleşimsel ), ikincisinde ise hastalığın ne kuşla ne de yavruyla ilgisi olduğundan geçirimsizdir . Geçirimli sözcükler, anlamları kendilerini oluşturan parçaların anlamlarıyla ilişkilendirilebilen sözcüklerdir. Geçirimsiz sözcüklerde ise böyle bir ilişkilendirme bulunamaz.) Bu bağlamda dilbilimciler içmerkezli ve dışmerkezli terimlerini de kullanırlar. İçmerkezli bileşikler baş ögesi içeren ve anlamları birleşimsel olan bileşiklerdir. Büyükanne gibi akciğer ve karaağaç bileşikleri de iç merkezlidir; çünkü anlamlarını ve sözlüksel ulamlarını belirleyen bir başları vardır. Bunların hepsi de birer ad olduğuna göre oluşturdukları bileşikler de addır. Anlamları ya da sözlüksel ulamları baş ögesine bağlı olarak belirlenemeyen bileşikler dışmerkezlidir . “Kuşpalazı” bir palaz türü, “açıkgöz”, bir göz türü, “demirbaş” bir baş türü, değildir. Bir bileşiğin iç ya da dışmerkezli olarak tanımlanması bazen bir yorumlama sorunu olarak da kabul edilir. Örneğin, “çayevi” ve “yayınevi” bir ev türü olarak düşünülürse iç merkezli, değilse dış merkezli olarak tanımlanabilir.

Dünya dillerinde bileşik olarak sınıflandırılan sözcükler Türkçedeki karşılıklarını çoklukla -(s)I’lı tamlamalar şeklinde bulmaktadır. Demek ki, bu tamlamalar Türkçede sözlüksel bileşikler gibi işlev görmektedirler. Buradan hareketle, Türkçedeki bileşiklerin bir sınıflandırması aşağıdaki gibi yapılabilir:

  1. Bileşenlerinin başlı ya da başsız olmasına göre içmerkezli (büyükanne, ateşkes, yurtsever) ve dışmerkezli (çekyat, karnıyarık) bileşikler,
  2. Başın ulamına göre adsıl ve eylemcil bileşikler,
  3. Adsıl başa göre: AD+AD (başrol), SIFAT+AD (darboğaz), EYLEM+AD (akarsu) ve AD+SIFAT (sütbeyaz), SIFAT+SIFAT (yavaş yavaş) yapısında olan bileşikler,
  4. Eylemcil başa göre: AD+EYLEM (ateşkes), SIFAT+EYLEM (akasma), EYLEM+EYLEM (kaptı kaçtı) yapısında olan bileşikler
  5. AD+AD bileşiklerinin biçimbilimsel yapısına göre -(s)I tamlama ekini alanlar: tamlama eki kalıplaşmış yapılar: ayakkabı, denizaltı, tamlama eki kalıplaşmamış yapılar: el çantası, ev ziyareti, çay bahçesi
  6. AD+AD bileşiklerin biçimbilimsel yapısına göre -(s)I tamlama ekini almayanlar: dilbilim, başbakan, başrol, cam bardak, kadın dekan.

AD+AD+-(s)I biçimindeki tamlamalara diğer Türk dillerinde de sıkça rastlanmaktadır. Niteleyen ve başlar arasına ilave ögeler almayan bu yapılarda iki tür niteleyen özellik görülür: “çocuk işçi”, “kardeşim Kemal” gibi örneklerde ‘özdeşlik’; “çocuk yeleği”, “bebek maması” gibi örneklerde ise ‘tipleme / simgeleme’. Eksiz tamlamaların bileşenleri de “melek kadın” gibi bileşiklerde ‘X gibi’, “cam bardak” gibi bileşiklerde de ‘X’ten yapılma’ anlamlarıyla bağlanırlar.

Çoğu zaman benzer bileşikler ve/ya tamlamalar, elemanları arasında aynı anlamsal ilişkiyi göstermeyebilirler. Elbise askısı ‘elbise asılan askı’ anlamına gelirken, duvar askısı ‘duvar asılan askı’ anlamında değildir. Öyleyse, başlar ve onlara bağımlı parçalar arasındaki anlamsal bağlar çeşitlendirilebilir:

  1. Baş niteleyen için araç görevinde olabilir: gas mask ‘gaz maskesi’, traffic lights ‘trafik lambası’, kağıt tutucu, çamaşır mandalı, konserve açacağı, elbise askısı, resim fırçası;
  2. Niteleyen baş ögesinin çalışma şeklini betimleyebilir: computer game ‘bilgisayar oyunu’, vacuum cleaner ‘elektrik süpürgesi’, mantar tabancası, gaz lambası, elektrik ocağı, kömür sobası;
  3. Baş yer tanımı yapabilir: yüzme havuzu, elma bahçesi, amusement park ‘eğlence parkı’, battlefield ‘savaş alanı’, call box ‘telefon kulübesi’;
  4. Niteleyen başın geldiği ya da bulunabileceği yeri gösterebilir: tarla faresi, land mine ‘kara mayını’, polar bear ‘kutup ayısı’, sokak köpeği;
  5. Baş sebep gösterebilir: gülme krizi, horror film ‘korku filmi’;
  6. Niteleyen sebep gösterebilir: silah korkusu, lottary millionaire ‘piyango milyoneri’, sunburn ‘güneş yanığı’;
  7. Niteleyenin göstergesi ‘sahip olan’ anlamı taşıyabilir: çirkin şansı , çocuk masumiyeti, company policy ‘şirket politikası’, state archive ‘devlet arşivi’, minority rights ‘azınlık hakları’;
  8. Niteleyen baş ögesinin içeriğini / yapılış malzemesini belirleyebilir: film festivali, taş köprü, tavuk şiş, ivory tower ‘fildiş i kule’, fruit cake ‘meyveli kek’;
  9. Niteleyen baş ögesinin neye benzediğini gösterebilir: tunç bilek, demir pençe, zebra crossing ‘(zebra gibi) çizgili yaya geçidi’;
  10. Niteleyen baş ögesinin ne hakkında olduğunu belirtebilir: kimlik krizi, vergi yasası, border dispute ‘sınır kavgası’.

Tamlama ların da türemiş sözcükler gibi bir içyapısı vardır. [Sokak hayvanları barınağı] yapısını oluşturan ögeler [sokak], [hayvan] ve [barınak] olmak üzere üç sözcük değildir. [Sokak] ve [hayvan barınağı] olmak üzere bir sözcük ve bir bileşikten de oluşmaz. Bileşenleri [sokak hayvanları] ve [barınak] ögeleridir.

Yabancı Kaynaklı Süreçler

Diller her zaman kendi kaynaklarını kullanarak sözcük yaratmazlar. Bazen de kendilerinde karşılığı olmayan sözcükleri, etkisi altında kaldıkları kültürlerin dillerinden ödünçleme yoluyla alırlar. (Örnek: Türkçede kullanılan “ütü” Çinceden, “ağa” Moğolcadan, “körfez Rumcadan ödünçlenmiştir.) Bazen diller arası bu alışveriş ödünçlemeli çeviri şeklinde gerçekleşir. Bu durumda, sözcükleri kaynak dilden alıcı dile olduğu gibi aktarmak yerine anadilde birebir çevirisi yapılır. (Örnek: İngilizce “natural gas” – doğal gaz, Almanca “das Kabelfensehen” – kablolu televizyon vb.)