GENEL UYGARLIK TARİHİ - Ünite 6: Değişim ve Etkileşim: Yeniçağ’da Avrupa ve Osmanlı (15-18. Yüzyıl) Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Değişim ve Etkileşim: Yeniçağ’da Avrupa ve Osmanlı (15-18. Yüzyıl)

Yeniçağ’da Batı Avrupa’da Yaşanan Ekonomik ve Sosyal Değişim

Ortaçağda kendi içine kapalı ve tüketime yönelik bir üretim vardı. Bu ekonomik yapı Haçlı Seferleri ile başlayan ve sonrasında hızlanan ticaret sayesinde değişti. Karayolu dışında deniz yolunu da kullanarak sefer yapan Haçlılar Akdeniz’e kıyısı olan ticaretin temellerini attı ve ticaretin gelişimine katkı sağlanmış oldu. Ticaret sayesinde zenginleşen, kentlerde oturan burjuvazi 15. yüzyıldan itibaren yükselişe geçti. Aristokratların zenginliği toprağa dayalıyken burjuvazi ticaretle zenginleşiyordu. Ticarette sınır olmadığı için burjuvazi sınıfın ekonomik yapıdaki etkinliği kaçınılmaz oldu. Bu değişime ayak uydurmaya çalışan aristokratlar topraklarındaki serfleri çıkarmaya, toprakları çayır haline getirmeye ve burada koyun yetiştirmeye başladılar. Elde ettikleri yünü satarak ihtiyaçlarını karşılama yoluna gittiler. Yün dokuma sanayi için önemli bir ham madde idi ve nitekim dokuma sanayi ilk sırada gelişen sanayi kollarından biri haline geldi. Bu dönemde imalathaneler örgütlendi ve uzak pazarlara yönelik üretim başladı. Kısa sürede ucuz ve standart mal üretilmeye ve bunların ticareti yapılmaya başlandı. Bu durum kendi araçlarıyla üretim yapan zanaatçıların dükkânlarını kapatmasına ve imalathanelerde parça başına iş yapmaya başlamalarına sebep oldu. Bunun sonucunda topraklarından çıkarılan, işsiz bırakılan serfler ve zanaatçılar işçileşti. Dokuma sanayi dışında gelişme gösteren bir diğer sanayi kolu maden sanayidir. Madenlerin işletilmesi sermayenin daha da artmasını sağladı. Maden sanayinin gelişmesiyle ateşli silahlar kullanılmaya başlandı.

Ticaretle zenginleşen burjuvazi sınıfının yükselişe geçmesi, imalathanelerin örgütlenmesi ve işçilerin ortaya çıkmasıyla kapitalizme geçiş süreci başladı. Kendi kendine yeterli, kapalı ekonomik yapı, yerini dışa açık, ticarete ve sermaye birikimine dayalı bir sisteme bıraktı. Ekonomik yapıdaki bu değişim, sosyal yapıdaki değişimi de beraberinde getirdi. Bu sistemde üretici güçler üretim araçlarından ayrıldılar ve girişimci sınıfın örgütlediği imalathanelerde ücretli olarak çalışmaya başladılar. Böylece işçi sınıfı ortaya çıkmaya başladı. Burjuvazi ise bu dönemde yükselen sınıfı temsil etti. Değişen bu sistemde sürekliliği sağlamak için coğrafi keşifler başladı. Keşfedilen yerlerden getirilen ham madde, iş gücü ve değerli madenler ile sistemin devamlılığı sağlandı. Büyük sömürge imparatorlukları kuruldu. Coğrafi keşiflerle birlikte devletlerarası siyasal birliğin sağlanması yoluna gidildi. Siyasal birliğini en erken sağlayan Portekiz, coğrafi keşiflere ve sömürgecilik faaliyetlerine ilk başlayan Avrupa ülkesi oldu. Portekiz, Afrika kıyılarına yönelik seferleri sonucunda 1442 yılında köle ve altın ticareti yapmaya başladı. Portekiz’den sonra İspanya da siyasal birliğini sağlayarak sömürgeci yarışına girdi. İspanya hizmetinde yola çıkan Kristof Kolomb yeni bir kıta buldu ve bu kıtada sömürgeye yönelik faaliyetler devam etti.

Coğrafi keşiflerle birlikte 1540’lardan itibaren sömürgelerden ucuza elde edilen değerli madenler, Avrupa’ya taşınmaya başlandı. Özellikle Aztek ve İnka uygarlıklarına ait hazineler ile Meksika ve Peru’dan getirilen çok miktarda altın ve gümüş, değerli madenlerin fiyatının düşmesine ve malların fiyatlarının yükselmesine yol açtı.

Bütün bu değişimler Avrupa’da ekonomik ve sosyal yapıyı tamamen değiştirerek yeni bir çağı başlatmıştır ve bu çağ Yeniçağ olarak adlandırılmıştır. Yeniçağ’ın başlangıcı için bir tarih vermek gerekirse, genellikle kabul gören iki tarih biçimi vardır: 1453 (İstanbul’un Türkler tarafından fethi ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun yıkılması) ve 1492 (Amerika Kıtası’nın keşfi ve İspanya’daki Müslüman Devlet Gırnata’nın tarihe karışması).

Yeniçağ’da Batı Avrupa’nın Düşünce Yapısında Yaşanan Değişim

Yeniçağ Batı Avrupa’sında yaşanan ekonomik ve toplumsal değişim, üstyapının değişimini de sağlayacak ve yeni bir düşünsel yapı şekillenecektir. Ortaçağ’ın feodal dinsel ideolojisine karşı tepki olarak, Yeniçağ ’da bilimsel siyasal düşünüş gelişmeye başlayacak, din merkezli düşüncenin yerini, insan merkezli, aklı ve bilimi esas alan bir düşünce sistemi alacaktır. Burada esas olan bir önceki düşünce sistemini reddederek, yaşanan değişimle ortaya çıkan yeni egemen sınıfın ideolojisini oluşturmaktır. Döneme damgasını vuran egemen sınıfın amacı ise kendi dünya görüşüne uygun bir üstyapının şekillenmesiydi. Böylece düşünsel yapı, değişen ekonomik ve sosyal yapının ihtiyaçlarına cevap verebilecekti. Bu aslında egemen sınıfın gücünü meşrulaştıracak ve sürekliliğini sağlamış olacaktı. Yeniçağdaki siyasal yapılanmaya bakıldığında, ilk aşamada mutlak monarşilerin oluşum süreci görülür. Bu süreçte Ortaçağ’daki çok başlı feodal siyasal yapının değiştirilmesi ve iktidarın tek elde toplanması amaçlanmıştır.

Genel olarak 15 ve 16. yüzyıllarda Batı Avrupa devletlerinin hepsinin amacı merkezi mutlak siyasal yapılanmaya gitmekti. Düşünürler de geliştirdikleri kuramlarla, mutlak monarşiyi savunan görüşler ileri sürdüler. Aynı dönemlerde İtalya’da Niccola Machiavelli (1469-1527), İngiltere’de Thomas Hobbes (1588-1679), Fransa’da Jean Bodin (1530-1596) mutlak monarşiyi savunan kuramlar geliştirdiler. Böylece farklı ülkelerde, birbirine yakın görüşler ileri sürülmüş; hepsi de içinde bulundukları siyasal duruma çözüm olarak mutlak monarşik yönetimleri öngörmüş ve bunu savunmuşlardır. 16. yüzyılda amaç iç karışıklıklara son verecek güçlü bir yönetimin kurulma arzusudur.

Hümanizm

Yeniçağ’da düşünsel yapıya insanı merkez alan hümanizm akımının hâkim olduğu görülmektedir. Ortaçağ’daki feodal-dinsel ideolojiyi esas alan skolastizme karşı, Yeniçağ’da insanı temel alan akla dayalı bir düşünce sistemi gelişmeye başlayacaktır. Döneme damgasını vuran Rönesans’ın ideolojisini hümanizm akımı oluşturacaktır.

Rönesans ve Reform

Rönesans , 15. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar olan dönemi kapsar. Bu dönem, düşüncede akılcı ve bilimci, sanatta da akılcı ve gerçekçi eğilimlerin görüldüğü bir dönemdir. Rönesans, İtalya’da Floransa merkezli olarak ortaya çıkmıştır. Rönesans döneminde her türlü sanat dalında en güzel eserler verilecektir. Klasik dönem Rönesans sanatçıları arasında Leonardo da Vinci (1452-1519), Michealangelo (1475-1565) ve Rafaello (1483-1520) sayılabilir. Bu dönem sanatçılarının birçoğu hem bilim adamı hem de sanatçıdır. Bu da bilim ve sanatın henüz ayrılmadığını ve uzmanlık alanlarının belirginleşmediğini gösterir. Bu dönemde sanat, uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Ayrıca insanın zayıflığını temsil eden Ortaçağ heykellerinin aksine bu dönemde güçlü, kahraman insanı temsil eden heykeller yapılmaya başlanmıştır. Ancak hümanist bireyciliğin iflasıyla yaşanan çelişki sanata da yansıyacaktır. Bazı yerlerde tepki olarak Katolikliğin öne çıktığı görülür. Aynı dönemlerde sanat eserlerinde, gerçek boyutlardan uzaklaşılan, abartılı ve özenticiliğin hâkim olduğu sanat anlayışı olan “maniyerizm” anlayışı ortaya çıkar.

Reform , Katolik Kilisesini hedef aldığı için dini boyutu öne çıkarılan sosyal bir harekettir. Ama aynı zamanda Katoliklik, feodalizmin ideolojisi olduğundan, onu yıkıp, değişen yapıya uygun düşen bir ideoloji yaratma amacı da vardır. Reformun hümanist fikirlerle yakından ilişkisi vardır. Hümanizm akımı ve matbaa yoluyla düşüncelerin geniş kitlelere iletilmesi, kutsal kitap çevirilerinin yapılarak halka ulaştırılması, reformu hızlandırıcı bir etki yapmıştır. Hümanist fikirlerin halka indirgenmesi ve eyleme dönüşmesi reform hareketi ile olmuştur. Martin Luther (1483-1546), John Calvin (1509-1564) ve Thomas Münzer önemli reformcu düşünürlerdir.

Reformla birlikte, Hristiyanlıkta bölünmeler oldu. Yeni mezhepler ortaya çıktı. Katolik Kilisesinin mutlak otoritesi kırılmış oldu. Papalığın ve din adamlarının aracılığı reddedildi. Ruhban sınıfından olanlarla olmayanlar arasındaki fark ortadan kaldırıldı. Reform, kilise dışındaki ekonomik, sosyal yaşamı ve düşünce yapısını da etkiledi. Bilim, sanat ve kültür gelişiminin önü açılmış oldu. Ekonomik yapıda ise kapitalizmin daha da güçlenmesiyle sonuçlandı. Protestanlık, kapitalizmle iç içe gelişti. Öte yandan reform, mezhep çatışmalarına yol açtı. Katoliklerle Protestanlar arasında yoğun mücadeleler yaşandı.

Sonuç olarak, Yeniçağ’da ekonomik, sosyal ve siyasal yapıda meydana gelen değişim, düşünsel yapıyı etkiledi ve bir dönüşüm yaşandı. Avrupa Rönesans ve Reformu yaşadı. Coğrafi keşifleri gerçekleştirdi. Dünyaya ve evrene ilişkin görüşler değişti. Bütün bunlar olurken çatışmalar, çelişkiler, savaşlar ve uzun mücadeleler yaşandı. Böylece Avrupa’nın Aydınlanma Çağı’nı yaşaması için gerekli altyapı hazırlanmış oldu.

Aydınlanma Çağı’nın Temel Özellikleri ve Aydınlanma Felsefesi

Aydınlanma Felsefesi İngiltere’de başlayarak Fransa’ya geçmiş ve Fransız İhtilali’nin düşünsel yönünü oluşturmuştur. Aydınlanma düşünürleri 1789 Fransız Devrimi’nin öncüleri olmuşlardır. Almanya’yı da etkileyen Aydınlanma Felsefesi, her ülkede o ülkenin sosyo-politik yapısına göre şekillenmiştir. Aydınlanma Felsefesinin temelini bireyin özgürlüğü düşüncesi oluşturmuştur. Aydınlanma Felsefesi akılcılığa dayanarak peşin yargıları yıkmayı amaçlamıştır. Dolayısıyla hedefi, Katolikliğin getirdiği peşin yargılar ile siyasal peşin yargılardır. Bu peşin yargılara karşı çıkış Rönesans ve Reform hareketleriyle başlamış ve 18. Yüzyıl Aydınlanma Çağı’nın hazırlayıcısı olmuştur.

Aydınlanma Felsefesi kısaca şöyle ifade edilebilir: Avrupa’da 17. yüzyıl ortalarından 19. yüzyılın ilk yarısına kadar süren Rönesans, Reform, Hümanizma akımlarıyla bağlantılı bir fikir hareketidir. Aydınlanma Çağı’nın, siyaset bilimine önemli katkısı, siyasi iktidarın kaynağının tanrısal kökenli olmayıp halka ait olduğunun kabul edilmesidir.

Aydınlanma Çağı’na Etki Eden Bazı Düşünürler

Aydınlanma Çağı’na etki eden bazı düşünürler şunlardır:

  • J. Locke (1632-1704): Locke, liberal bireycilikten ve mutlak iktidarın sınırlandırılmasından yana görüşler ileri sürmüştür. Temel hak ve özgürlüklerin özellikle de mülkiyet hakkının güvence altına alınmasını istemiş; aksi halde insanlara baş kaldırma hakkını tanımıştır. Böylece burjuvazinin isteklerinin tercümanı olmuştur. Ayrıca yasaları yapan ve uygulayan güçlerin ayrı ellerde toplanması gerektiğini savunarak demokratikleşme yolunda önemli bir adım atmıştır.
  • Montesquieu (1699-1755): Montesquieu da iktidarın sınırlandırılmasına ilişkin görüşler ileri sürmüş, aristokratik liberalizmi savunmuştur. Onun demokrasiye en önemli katkısı, kuvvetler ayrılığına ilişkin görüşleridir. Ona göre kuvvet kuvveti durdurmalıdır. Özgürlüklerin sağlanmasının ön koşulu budur. Onun bu görüşü demokrasinin temeli olacaktır.
  • J. J. Rousseau (1712-1778): Rousseau ise halkın iktidarını ve her alanda eşitliği yani mutlak demokrasiyi savunmaktadır. Onun amacı, eşitlikçi, demokratik bir toplum düzeni oluşturmaktır.
  • Voltaire (1699-1778): Döneme damgasını vuran düşünürlerden biri de Voltaire’dir. Düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin görüşleriyle kendisinden sonraki dönemleri de etkileyen Voltaire, somut reform önerileriyle de dikkat çekmektedir. Özellikle düşünce özgürlüğünü sağlamak için verdiği mücadele nedeniyle 18. yüzyıl “Voltaire Çağı” olarak anılmaktadır.

Aydınlanma Felsefesinin İlkeleri

  1. Bilim, Doğa ve Felsefe : Bu dönemde doğa bilimlerine duyulan ilgi artmış, uygulama ön plana çıkmıştır. Voltaire matematikle, Diderot, anatomi, fizyoloji ve kimya ile J. J. Rousseau botanikle uğraşmıştır. Bu dönem astronomi, fizik ve kimya alanlarında bilimsel gelişmelerin olduğu bir dönemdir. Örneğin, Newton’un çekim kuramı, düşünceye yenilik getirir; Lagrange ve Laplace gök mekaniği ile ilgili önemli veriler elde ederler; Lavoisier kimya alanında önemli atılımlar yapar; Buffon (1707-1788) ise doğa bilimleriyle ilgili pozitif ve laik görüşler ileri sürer. Bir yandan bilimsel gelişmeler yaşanırken, bir yandan da yeni felsefi kuramlar geliştirilmiştir. 18. yüzyıl filozoflar yüzyılı olmuştur. Voltaire 14. Louis’in Yüzyılı adıyla ilk tarih kitabını yazar. Montesquieu, iklimin ve coğrafi yapının, yönetim yapısı üzerindeki etkisini inceleyerek sosyal bilimin olasılığını gösterir. Locke ise liberalist görüşleri ile siyaset biliminin temellerini ortaya koyar.
  2. Akıl : Akılcılık, Aydınlanma Çağı’na damgasını vurmuş olan en önemli ilkedir. Bu dönemde akıl, geleneğin ve tanrı iradesinin yerine geçer. İnsanlığın mutluluğunun ancak akıl ile sağlanabileceği düşüncesi, döneme hâkim olmuştur.
  3. Laiklik : Aydınlanma Çağı’nda her şeyin aklın rehberliğinde, bilimsel bir metotla incelenmesi ve laik temele oturtulması esas olmuştur. Din, ahlak ve siyaset laikleştirilmeye çalışılmıştır.
  4. Mutluluk : Aydınlanma Çağı’nın amaçlarından biri de insanın bu dünyada mutlu olmasını sağlamaktır.
  5. Özgürlük : İnsanın düşünme ve düşündüğünü ifade etme özgürlüğü vardır. Peşin yargılar ve sınırlamalar olmaksızın insanın kendini, evrendeki yerini ve doğayı anlama çabası, akılcılığın gereklerindendir.
  6. Kendine Güven : Değişim ve ilerlemenin ancak insan aklına duyulan güvenle sağlanabileceği düşüncesi öne çıkmıştır.
  7. Hukuk : Aydınlanma Çağı’nın amaçlarından biri de hukuk ilkelerini akla uygun, eşitlikçi, adaletçi bir hale getirmek; hukuk reformunu gerçekleştirmektir.

Doğa Yasası ve Ekonomik Liberalizm

Aydınlanma Çağı’nda bilimsel alanda devrim olarak nitelendirilebilecek gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin temelinde, insanı ve evreni düzenleyen doğa yasalarını bulma amacı yatmaktadır. Buna göre doğanın bir makine olduğu ve insanın da bu doğa yasalarına bağlı bulunduğu ileri sürülüyordu. Bu konuda Descartes (1596- 1650) ve Newton (1642-1727)’un görüşleri büyük yankı bulmuştur.

Bu dönemde yaşanan, doğa ile ilgili bilimsel gelişmeler sonucunda, evrenin tam bir uyum ve düzen içinde olduğu ve bu düzenin doğa yasaları sayesinde mükemmel bir saat gibi işlediği düşüncesi hâkim olmuştur. Bu düşünce, Aydınlanma Çağı düşünürlerinin kuramlarının temelini oluşturacak ve Modern Çağ’a geçişi sağlayan bir dönüm noktası olacaktır.

Newton’un doğa yasasına ilişkin düşüncelerinin ekonomik yaşama uygulanmasıyla yeni bir toplum bilim dalı olarak politik ekonomi gelişmeye başlamıştır. Bu alanda görüş ileri süren düşünürler, ekonomik yaşamın da kendine özgü kuralları olduğunu savunmuşlardır. Görüşlerinin temelini, her türlü müdahaleden uzak bir ekonomik yaşam biçimi oluşturuyordu. Fizyokratlar olarak anılan bu düşünürler, ekonomide “Laissez-faire” (bırakınız yapsınlar) ilkesini geliştirdiler.

Öte yandan Adam Smith (1727-1790) de ekonomik yaşamın doğal yasalara bağlı bulunduğunu savunmuş ancak ulusların zenginliğinin kaynağının doğa değil emek olduğunu ileri sürmüştür. Nitekim 1776’da yayınlanan Ulusların Zenginliği adlı ünlü eseri kapitalizmin temel kitabı olacaktır.

Aydınlanma Çağı’nda Edebiyat, Sanat ve Müzik

Aydınlanma Çağı edebiyatta düz yazı çağı olarak anılmaktadır. Özellikle matbaanın yaygınlaşması ve eserlerin ulusal dillere çevrilmeye başlanması edebî eserlerin geniş çevrelere ulaşmasını sağlamıştır. Bu dönemde edebiyata ve sanata duyulan ilgi ekonomik gelişmişlikle de paralellik gösterir. 18. yüzyıl Fransız edebiyatında Voltaire, Condorcet ve Rousseau öne çıkan isimler arasındadır. Aydınlanma Çağı’nda İngiltere’de özellikle yergi alanında Jonathan Swift (1667-1745)’in ve Samuel Johnson (1709-1784)’ın ismi geçmektedir. Alman edebiyatında öne çıkan isim ise Gotthold Lessing (17391781)’dir.

Aydınlanma Çağı’nın sanat anlayışının hazırlık evresi Rönesans Dönemi olmuştur. Ancak bu yüzyılda aklın egemenliği sanat anlayışına da yansımış ve resim sanatı daha demokratik bir içerik kazanmıştır. Heykelde ise daha duygusal ve hareketli figürler öne çıkmıştır. Mimaride klasik Rönesans mimarisi ile Barok üslubun birleştirilerek yeni bir tarzın oluşturulduğu görülür.

Rönesans Dönemi’nde İtalya’da din dışı müziğin ilk örneği olarak ortaya çıkan opera, 18. yüzyılda da egemenliğini sürdürmüştür. Ancak bu dönemde Georg Friedrich Handel (1685-1759), Christoph Gluck (17141787) ve Wolfgang Amedeus Mozart (1756-1791) gibi daha çok Alman sanatçılar öne çıkmıştır.

Osmanlı ve Avrupa İçiçeliği: İletişim ve Etkileşim

Osmanlı ve Avrupa devletleri arasında uzun yıllar ekonomik, sosyolojik, kültürel, siyasi, dini etkileşim olmuştur. Osmanlı Devleti, 16. yüzyılda dorukta olan siyasi gücünü ve nüfuzunu müttefiki olan Avrupalı devletler üzerinde etkin bir şekilde kullanmıştır. Osmanlı Devleti, 16. yüzyılda Avrupa’daki kuvvetler dengesini sağlayan önemli bir siyasi güç olarak görülüyordu. Osmanlıların Avrupa siyaseti üzerinde oynadıkları bu etkin rol, 1580’den sonra da İngiltere ve Hollanda üzerinden devam etmiştir.

Avrupa’nın Doğu’dan edindiği ve coğrafi keşifleri mümkün kılan bilgi birikimi ve tecrübelerin ayrı bir önemi vardır. Haritaların yapılması, limanların tespiti, Hint Okyanusu’ndaki akıntılar, rüzgârlar, yıldızlar, yön tespiti ile ilgili bilgi ve deneyimler Arap coğrafyacıları aracılığıyla Batı’ya aktarılmıştır. Batı Avrupa’da yaşanan bu büyük dönüşümün temelinde Osmanlı’nın ve İslam’ın izlerini görmek mümkündür. Bu dönüşümün ekonomik ayağı ise coğrafi keşiflerle tamamlanmıştır.

İslam aracılığıyla Batı’ya taşınan bir başka değer de, İslam dünyasında tanınan, Yunan bilim ve felsefesidir. Batının İslam aracılığıyla yeniden keşfettiği bu felsefe, Batı Rönesans’ına giden süreci başlatacaktır. Yine İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethi üzerine İtalya’ya giden Rum aydınlar tarafından getirilen antik dönem eserleri de, Roma kültürünün yeniden canlandırılmasında etkili olmuştur. Böylece antik Yunan felsefesi ve eserleri Avrupa’ya yayılmıştır.

Osmanlı bilim geleneğinin oluşmasında; özellikle medreselerin kurulması, maddi destek, eserlerin telifi gibi pek çok konuda doğrudan padişahların ve aynı zamanda diğer devlet erkânının önemli katkıları olmuştur. İmparatorluğun en ihtişamlı döneminde; en iyi eserlerini ortaya koyan klasik bilim geleneği, Osmanlı eğitim kurumları ile İslam bilim geleneği üzerine kurulup gelişmiştir. Bu gelenek, Osmanlı’nın Batı ile teması sonrasında da yaşamış ve 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar bazı temel unsurlarıyla devam etmiştir.

Osmanlı Devleti, geniş bir coğrafi alana hükmetmesi ve Batı Avrupa ülkeleriyle sınır komşusu olması dolayısıyla Batı dünyasındaki gelişmelerin dışında kalmamıştır. Dolayısıyla Batı Avrupa ülkelerinde yaşanan değişimin izlerini ve etkilerini Osmanlı Devleti üzerinde görmek mümkündür. Örneğin, 16. yüzyılda Osmanlı haritacılığı Piri Reis’in eserleriyle gelişmiştir. Piri Reis 1513’te çizdiği büyük ölçekli dünya haritasını, Kristof Kolomb’un Amerika haritası ile Avrupa ve İslam haritalarından yararlanarak hazırlamıştır. Piri Reis ile başlayan Osmanlı Coğrafyacılığı Cihannüma’yla gelişmiş ve bu akım 19. yüzyıla kadar devam etmiştir. Özellikle 17. yüzyıldan itibaren Avrupa dillerinden tercüme edilen bilimsel eserler öne çıkmaktadır. Bu tercüme eserlerle, Osmanlı bilim dünyasına, Batılı kavramlar girmeye başlamıştır.

Aynı coğrafyada yaşayan; birbirleriyle siyasi ve ticari ilişkiler içinde bulunan Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri arasında kültürel etkileşim de olmuştur. Batı’dan ilk aktarımlar teknik alanda ve silahlarda olmuştur. Devletin kendini ve halkını korumak amacıyla savunmaya yönelik teknik yeniliklerin alınması öncelikli olmuştur.

Osmanlı ve Avrupa olmak üzere iki kültür arasında ticaret yoluyla başlayan ekonomik ve sosyal iletişim de kültür aktarımını kolaylaştırıcı bir etki yapmıştır. Klasik Dönemde, Osmanlı topraklarına gelen göçmenler aynı zamanda kültür taşıyıcısı olmuşlardır. Özellikle 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudilerin Osmanlıya göçü, tekstil, silah yapımı gibi alanlarda teknoloji transferine yol açmıştır. Denizcilik alanında İtalyan kentlerinin teknik deneyimi ileri düzeyde olduğu için Osmanlı bu alanda İtalya’nın tecrübesinden faydalanmıştır. İtalyanlardan sonra, 16-18. yüzyıllarda Fransız etkisi görülmüştür. Özellikle 19. yüzyılda giderek artan ticari ilişkiler sonucunda Osmanlı yüksek sınıfı Avrupa yaşam tarzını taklit etmeye başlamıştır.

Osmanlı ve Avrupa’nın bir arada yaşamasının bir sonucu olarak Avrupa kültüründe de Osmanlı etkisi kendini göstermiştir. 1482’den başlayarak 16. yüzyıl sonlarına kadar, Avrupa saraylarını ziyaret eden Osmanlı elçilerinin kıyafetleri büyük ilgi uyandırmış, bu ülkelerde Türk modasını başlatmıştır. Kılık kıyafet dışında Osmanlı’nın kullandığı halılar da Avrupa'nın dikkatini çekmiş ve bu halılar Avrupa saraylarında kullanılır hale gelmiştir. Osmanlı kültürü Avrupalıların sosyal yaşamını da etkilemiş ve Avrupalılar taklit yoluyla Osmanlıdan kahvehane kültürünü almıştır.

Osmanlıların 16. yüzyıldaki askeri zaferleri, Avrupalıları derinden etkiledi ve onları Osmanlı ordusu ve savaş yöntemi hakkında araştırmalar yapmaya itti. Askeri alanda Osmanlıya üstünlük sağlayan bir başka özellik ise Osmanlı ordusunun manevra kabiliyeti yüksek askeri bir güce sahip olmasıydı. Avrupalılar, Osmanlıyı örnek aldılar ve askerlerinin manevra kabiliyetini arttırmak için piyadelerinde zırh kullanımını azalttılar.

Sanat alanında da Osmanlı ve Avrupa arasındaki etkileşim güçlü olmuştur. Siyasal ilişkilerin yanı sıra Batı ile kültür alışverişine giren ilk Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet olmuştur. Antik tarihe ve kültüre ilgi duyan Fatih, kütüphanesini tarih, coğrafya, tıp, felsefe konularında yazılmış çok çeşitli dillerdeki eserlerle doldurmuştur.

Osmanlı tarihi ile Avrupa tarihi birbirine paralel gelişen aynı coğrafyada yaşayan toplumların tarihidir. Bugün Balkan dillerinde yaşayan çok sayıdaki Türkçe kelimelerin varlığı kültürel etkileşimin açık bir göstergesidir. Güneydoğu ve Doğu Avrupa’da yerleşmiş ve 500 yıl yaşamış bir devlet olan Osmanlı devleti hiç kuşkusuz bu coğrafyada sadece siyasi değil kültürel anlamda da derin izler bırakmıştır.