GENEL UYGARLIK TARİHİ - Ünite 2: Eski Anadolu Tarihi ve Uygarlıkları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Eski Anadolu Tarihi ve Uygarlıkları

Anadolu’nun Tarih Öncesi (Prehistorik) Dönemleri

Paleolitik Çağ (Eski Taş Çağı, Yontma Taş Devri) (GÖ. 1.000.000-12.000/11.000)

Paleolitik/Yontma Taş Devri ile insanlık tarihi başlamıştır. İnsanlar geçimlerini doğadan toplayarak ve avlanarak sağlamışlardır. Göçebe olarak yaşadıkları bu dönemde barınak olarak mağaraları ve kaya altlarını kullanmışlardır. Alet olarak volkanik bir cam olan Obsidyen, işlenebilen taş, kemik ve boynuzlar kullanılmıştır. Bunlardan iğne ve bız gibi delici aletler üretmişlerdir.

Paleolitik; Alt, Orta ve Üst Paleolitik olmak üzere üç evreye ayrılmıştır Paleolitik Çağa ait Anadolu’daki buluntu yerlerine Niğde’deki Kaletepe Deresi, Antalya’da Karain, Beldibi ve Belbaşı mağaralarını örnek verebiliriz.

Mezolitik Çağ (Epipaleolitik Çağ, Orta Taş Devri) (GÖ. 12.000-11.000)

Mezolitik Çağ , Paleolitik Çağ ile yerleşik düzen ve üretim ekonomisinin gerçekleştiği Neolitik Çağ (Cilalı Taş Devri) arasındaki geçişi hazırlayan ara evredir. Paleolitik dönemin toplayıcılık ve avcılık özellikleri aynen devam ederken sulak alanların etrafına yerleşim başlamıştır. Ayrıca doğada yabani olarak yetişen tahıllar biçilmiş ve öğütülmüştür. Anadolu’da bu çağa ait yerleşme yerleri Toroslar’ın güneyi ile Marmara ve Orta Karadeniz bölgesidir.

Dönemin özgün buluntuları, çakmak taşı ve obsidyenden yapılmış mikrolit adı verilen küçük taş aletlerdir. Bu küçük taş aletlere boynuz, kemik ve ahşaptan bir sapa takılarak kullanılmıştır.

Neolitik Çağ (Cilalı Taş Çağı, Yeni Taş Çağı) (MÖ. 10.000- 5.500)

Neolitik Çağ insanlık için önemli bir dönemdir. Çünkü artık üretici bir yaşama geçilmiştir. İnsanlar yerleşik düzene geçmiş, tarım yapılmaya başlanmış, hayvanlar evcilleştirilmiş, ticaret başlamış, elle şekillendirilmiş topraktan çanak çömlekler üretilmiştir. Fakat çanak çömlek üretimi bu çağın her döneminde görülmez.

Neolitik Çağ’ın başlarında (MÖ. 10.000-7.000 yılları arasında) çanak çömlek üretimi yoktur. Bu nedenle bu döneme Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ (Aseramik Neolitik Çağ) denir. MÖ. 7.000-5.500 yılları arasındaki dönem ise Çanak Çömlekli Neolitik Çağ denir.

Anadolu’da Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ;

  • Güneydoğu Anadolu
  • Orta Anadolu

olmak üzere iki büyük kültür grubuna ayrılmaktadır.

Güneydoğu Anadolu’da bugüne kadar Anadolu’da saptanmış en eski köy olan Hallan Çemi (Batman), Neolitik Çağ’ın tüm evrelerinin yer aldığı Çayönü (Diyarbakır), Nevali Çori (Urfa) ve Göbekli Tepe (Urfa) yerleşmeleri en önemlilerini oluşturmaktadır. Orta Anadolu bölgesindeki önemli yerleşmeler ise Aşıklı Höyük, Musular (Aksaray), Canhasan III (Karaman), Suberde (Konya) ve Hacılar (Burdur)’dır.

Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ kültürleri MÖ. 7. binyıl civarında yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. Bu durum, Toroslar’ın güneyinden başlayan kurak iklimle ilişkilendirilmektedir.

MÖ. 7. binyılın başlarında, kilin elle şekillendirilip ateşte pişirilmesiyle çanak çömleğin kullanıldığı Erken Neolitik Çağ (Çanak Çömlekli Neolitik Çağ) başlamıştır. Erken Neolitik Çağ’a ait yerleşmelerin çoğu Anadolu’nun güney kesiminde, Toroslar’ın güney ve kuzey eteklerinde kurulmuştur. Bu yerleşimlerin en ünlüsü Konya’nın Çumra ilçesi yakınındaki Çatalhöyük’tür. Burası, binden fazla konutlu, 5-10 bin kişinin yaşadığı düşünülen Yakın Doğu’nun bilinen en büyük kasabalarından biridir.

Kalkolitik Çağ (Bakır Taş Çağı) MÖ. 5500-3200/3000

Kalkolitik Çağ , Taş Devri’nden sonra madenin kullanılmaya başlandığı dönemdir. Kalkolitik Çağ’ın en belirgin özelliği, taş aletlerin giderek azalması ve madenciliğin gelişmesidir. İlk kullanılan maden bakırdır. Kalkolitik Çağ, Neolitik kültüre göre daha geniş bir alana yayılmıştır. Bu alanlar: Trakya ve Kuzeybatı Anadolu, Göller Bölgesi, Konya Ovası, Çukurova, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dur.

Anadolu’nun Tunç Çağları

Tunç, önce bakır ve arsenik sonra da bakır ve kalayın karıştırılmasıyla elde edilmiştir. Bu karışım, dövülerek ya da eritilip kalıplara dökülerek şekillendirilmiştir. Madenciliğin gelişmesiyle iş bölümüne dayalı kent yaşamı başlamıştır. Böylece Anadolu’da sosyal sınırların belirginleştiği, yönetici sınıfın görkemli bir yaşam düzeyine ulaştığı ilk bağımsız beyliklerin oluştuğu, siyasal örgütlenmelerin ve merkezi yönetime bağlı devletlerin ortaya çıktığı dönemdir.

Tunç Çağı; İlk, Orta ve Son Tunç olarak üç evreye ayrılır. Anadolu’da Orta Tunç’tan itibaren yazının kullanılmasıyla birlikte Anadolu’da tarih çağları başlar.

İlk Tunç Çağı (MÖ. 3200/3000-2000)

İlk Tunç Çağı, Geç Kalkolitik Çağ’ın sonlarından Anadolu’da yazının kullanılmaya başlandığı döneme kadar sürmüştür. Bu çağda yöneticiler güçlü bir sınıf oluşturmuş ve bu yöneticilerin önderliğinde feodal sistemin egemen olduğu birçok beylik kurulmuştur. Bu dönemde tapınak, saray ve idari binaları olan, çevresi surlarla çevrilmiş, anıtsal girişli yerleşmeler karakteristiktir. Çanakkale yakınlarındaki Troya I-V, Aslantepe (Malatya), Karataş Semayük (Antalya-Elmalı), Norşuntepe (Elazığ-Altınova) yerleşim örneklerindendir.

İlk Tunç Çağı’nda ilk kez Anadolu’da çömlekçi çarkı kullanılmaya başlanmıştır. Diğer teknolojik gelişme kağnı biçimindeki dört tekerlekli arabadır. İlk Tunç Çağı’nda zengin bir uygarlık yaratan Anadolu, özellikle Mezopotamya uygarlıklardan Akkad’ların ilgisini çekmiştir. Akkad krallarından I. Sargon ve Naram-Sin’e ait yazılı belgelerde Anadolu adının geçmesiyle Anadolu Ön Tarih / Protohistorik Çağı’na girmiştir (MÖ. 3 binyılın ikinci yarısı). Bu yazılı belgelerde Anadolu toprakları için Hatti Ülkesi adı kullanılmıştır. Bu isim Anadolu’nun bugün için bilinen en eski ismidir. Hattiler, MÖ. 3. binyılın ortalarından itibaren Orta Anadolu’da küçük beylikler halinde yaşayan bir topluluktur. Bu topluluk daha sonra Orta Anadolu’da kurulan Hitit Devleti’nde nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturmuştur.

Assurlu tüccarlar, Anadolu’nun altın ve gümüşünü elde edebilmek için Mezopotamya ile Anadolu arasında bir ticaret ağı kurmuşlardır. Bu ticaret ile Anadolu, Assurlu tüccarlardan yazıyı öğrenmiştir (MÖ. 2000/1900). Yazının Anadolu’ya gelişiyle Anadolu’nun Tarihi Çağları başlamıştır.

Orta Tunç Çağı (M.Ö. 2000/1900 -1500/1450)

Anadolu’da Tarih Çağlarının başlangıcını belirleyen çivi yazılı kil tabletler Kayseri’de Kültepe (Neşa), Çorum’da Boğazköy (Hattuşa) ile Ortaköy (Şapinuva), Yozgat yakınlarında Alişar, Tokat’ta Maşathöyük yerleşmelerinde bulunmuştur. Bu tabletlerde Akkadça’nın Eski Assur lehçesi kullanılmıştır. Tabletlerde Anadolu halkları ile Assurlu tüccarlar arasındaki ticari anlaşmalar, mahkeme kararları, evlat edinme, evlenme, boşanma, köle ticareti, miras ve tüccarların özel yaşamlarına ilişkin konular yer almıştır.

Kültepe’deki tabletlerden öğrenildiğine göre, yönetim merkezi Assur kenti olan Assur Devletinin vatandaşı tüccarlar, yaklaşık MÖ. 1950-1750 yılları arasında Kültepe’deki gibi bir ticaret ağı geliştirmişlerdir. Bu örgütlü ticaret dönemine Eski Assur Ticaret Kolonileri Çağı adı verilmiştir. Bu yeni ticaret düzeninde iki tip ticaret merkezi kurulmuştur. Bunlardan ilki ve önemli olanı Anadolu’da beyliklerin yakınlarında kurulan Assurca karum denen liman ve rıhtım anlamına gelen bu yerleşimler büyük pazarlardır. İkinci merkez ise konuk anlamında gelen vabartum adlı yerleşmelerdir. Bu ticaret kolonileri hem Assurlu tüccarlara hem de koruması altına girdikleri Anadolu’daki beylere çıkarlar sağlamıştır.

Assur Ticaret Kolonileri’nin neden ortadan kalktıkları kesin değildir. Kazılar, MÖ. 1750 yılında Orta Anadolu’nun birçok yerleşmesinin büyük bir yangınla yıkıldığını göstermiştir. Bu olaydan sonra Anadolu’nun ilk merkezi devleti olan Hitit Devleti ortaya çıkmaya başlamıştır.

Eski Hitit Devleti

Hitit Devleti ’nin kuruluş aşamasında Anadolu’da beylikler halinde yaşayan, farklı diller konuşan birçok halk vardır. Bunlardan Hattiler, Luviler, Palalar ve Hurriler en önemlileridir. Hititlerin Hint Avrupa kökenli dili vardır. Kendilerini Neşalılar, kullandıkları dili de Neşa dili olarak tanımlamışlardır.

Hititlerin, Anadolu’ya nereden geldikleri konusu tartışmalıdır. MÖ.2000 dolaylarında doğudan Kafkasya Derbent kapılarından girmiş oldukları düşünülmektedir. Son yıllardaki bir başka görüşe göre ise Hititler Orta Anadolu kökenli yerli Anadolulu bir topluluktur.

Anadolu’da ilk siyasal birlik kurma çalışması Pithana oğlu Anitta (MÖ. 1750) tarafından gerçekleştirilmiştir. Anitta, Neşa (Kültepe), Zalpa ve Hattuş’u (Boğazköy) ele geçirmiş ve Büyük Kral unvanını almıştır. Anitta, Neşa (Kültepe), kentini başkent yaparak, Anadolu beyliklerini denetim altına almış ve merkezi Hitit Devleti’nin temellerini atmıştır. Anitta’dan yaklaşık yüz yıl sonra, Kuşşaralı Labarna, Hattuş kentini başkent yapıp, kente Hattuşa, kendine de Hattuşili (Hattuşalı) adını vermiştir. Böylece feodal ve teokratik Hitit Devleti (MÖ.1650-1620) kurulmuştur. I. Hattuşili ve torunu I. Murşili (MÖ. 16201590) döneminde Eski Hitit Devleti Kuzey Suriye bölgesini ele geçirir, Babil ve Batı Anadolu’da Arzava ülkesini de alarak Yakın Doğu’nun etkin siyasi güçlerinden biri olur. Eski Hitit kültürünü temsil eden önemli yerleşmeler arasında Boğazköy, Alişar, Alacahöyük, Eskiyapar, İnandıktepe, Afyon Yanarlar, Konya Karahöyük ve İmikuşağı sayılabilir.

Son Tunç Çağı (MÖ.1500/1450-1200)

Tahta geçen Telepinu’dan (MÖ. 1525-1500) sonra Hitit tarihinde Hitit İmparatorluk Çağı ya da Yeni Hitit Devleti dönemi ile Anadolu’da Son Tunç Çağı başlamıştır.

Bu dönemde Hitit Krallığı II. Tudhaliya (MÖ. 1450-1420) ve I. Şuppiluliuma (MÖ. 1380-1340)’nın yönetiminde büyük bir güç olarak yeniden kurulur. I. Şuppiluliuma döneminde ülke sınırları Kuzey Suriye’ye, etki alanı ise Kuzey Mezopotamya’ya kadar genişlemiştir. I. Şuppiluliuma’dan sonraki krallar II.Arnuvanda (MÖ. 13401339) ve II. Murşili (MÖ. 1339-1306) dönemlerinin sonunda imparatorluğun sınırları güneyde Lübnan’dan, kuzeyde Karadeniz Dağları’na, batıda Ege Denizi’nden doğuda Bingöl Dağları’na kadar genişlemiştir. II. Muvatalli döneminde (MÖ. 1306-1282), Mısır tahtındaki II. Ramses’in Suriye toprakları üzerinde hak iddia etmesi üzerine Hitit-Mısır ilişkileri gerginleşmiş ve Suriye egemenliği için iki güç arasında Kadeş (Tel Nebimend) kenti yakınlarında savaş yapılmıştır (MÖ. 1285). Savaşın galibi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Fakat savaştan sonra MÖ.1270 yılında, Hitit ve Mısır devletleri arasında tarihte bilinen ilk büyük antlaşma olan Kadeş Antlaşması’nı imzalamışlardır. İki taraf sonsuza kadar birbirlerine saldırmayacaklarına dair barış antlaşması yapmışlardır. Son imparator II. Şuppiluliuma (MÖ. 1215-1200) döneminin sonlarında başkent Hattuşa ağır bir yangınla tahrip olmuş ve Yeni Hitit Devleti yıkılmıştır. Ancak, Hititler tamamen yok olmamış kral ailesi ve yöneticiler güneye doğru çekilerek sülalelerini bir süre daha devam ettirmişlerdir.

Hitit Uygarlığı

Devlet Yönetimi ve Toplum Yapısı

Hitit Devletin başında Tabarna adlı egemen kral ile Tavananna (egemen kraliçe) adlı kraliçe vardır.

Eski Hitit Devletinde devletin yanında Panku(ş) adlı soylular meclisi vardır. İmparatorluk döneminde devletin güçlenmesi ile Panku(ş) ortadan kalkmıştır. Hitit kralları, tanrıların yeryüzündeki temsilcileriydi ve öldükten sonra tanrı olduklarına inanılmıştır.

Devlet, feodal bir yapıya sahipti. Küçük feodal krallıklar, devlete her yıl belli miktar vergi ödemekle, savaş zamanlarında da asker, at ve savaş arabası yardımı yapmakla yükümlüydüler. Devletin kendisine bağlı olan topraklarında da prensler vali olarak görev yapmıştır.

Hitit toplumunda halkın çoğunu vergi vermekle yükümlü hür insanlar oluşturmuştur. Sosyal tabakada en alt grubu köleler oluşturmuştur. Ayrıca savaşta ele geçirilen ülkelerden Hitit ülkesine getirilen insanlardan oluşan Sümerce NAM.RA (yarı hür) olarak tanımlanan insanlar vardır.

Din ve Ölü Gömme Gelenekleri

Hitit dini, çok tanrılı bir dindi. Hitit egemenliğindeki tüm halkların tanrıları panteona (tanrılar birliği) dahil edilerek tek bir din çatısı altında birleştirilmiştir. Devletin resmi tanrıları, Boğazköy’de Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’ndaki kayalar üzerinde kabartma olarak betimlenmiştir.

Tanrılara kurbanlar kesmek, yiyecek, içecek vermek, adaklar sunmak dinin gereği ve gündelik işlemlerdi. Önemli olan kral ve kraliçenin de katıldığı bayramlardı. Bu bayramların en önemlilerinden biri baharın gelişiyle kutlanan Yeni Yıl Bayramı’ydı.

Hititlerde ölü gömme geleneği iki türlü yapılmıştır:

  1. Kremasyon gömülerde ölü yakıldıktan sonra külleri urne adlı pişmiş toprak kap içinde toprağa gömülmüştür.
  2. İnhumasyon gömülerde ise çoğunlukla ölü, pithos denilen büyük bir küpün içine ya da taşlardan örülmüş sandık tipindeki mezarların içinde toprağa gömülmüştür.

Mimari ve Sanat

Mimari

Hititlerin anıtsal mimari örneklerinden Kültepe’de ve Acemhöyük’te bulunan 50-60 odalı saray yapıları Eski Hitit evresine tarihlenen iki anıtsal yapıdır. Mimarideki anıtsallık kentlerin doğmasına neden olmuştur. Bu kentlerin en görkemlisi Çorum’un Boğazkale ilçesindeki başkent Hattuşa (Boğazköy)’dır.

Buradaki Aşağı Şehir bir sur ile çevrelenmiştir. Bu surun altında yeraltı geçidi olan birçok potern vardır. Burası dinsel işlevi ağırlıklı bir alandır. Yukarı Şehir de ise kabartmalarla bezenmiş törensel üç anıtsal kapı yer almıştır. Bu kapılar kabartmalarına göre Aslanlı Kapı, Kral Kapısı ve genellikle kadın başlı, aslan gövdeli mitolojik bir yaratık olan sfenksin bulunduğu Sfenksli Kapı olarak adlandırılmıştır.

Boğazköy’ün yanında anıtsal ölçekli mimarisi ile öne çıkan diğer önemli Hitit kentleri arasında bir kült merkezi olan Alacahöyük, Maşathöyük ve Kuşaklı sayılabilir. Alişar, Ortaköy, Gözlükule, Yumuktepe ve Kilisetepe önemli diğer Hitit merkezleridir.

Sanat

Hitit sanatı, tek bir halkın değil, devleti oluşturan farklı etnik grupların ve devletin yakın ilişki kurduğu çevre kültürlerin etkisi altında oluşmuştur. Hitit sanatı, Hatti, Hurri, Luvi, Mezopotamya ve Mısır sanatının bir sentezi olarak yorumlanabilir.

Hitit İmparatorluğu’nun egemen gücünü simgeleyen anıtlar Beyşehir, Ceyhan Irmağı kıyısında Sirkeli, Kayseri yakınlarında Taşçı, Hemite, Gezbel, Fraktin, İmamkulu, Konya’da Hatip, Ankara yakınlarında Gavurkale ve İzmir yakınlarında Karabel’dir.

Kilden yapılmış plastik eserler ise Hitit sanatının dikkat çeken küçük el sanatları örnekleridir. Bunlar arasında kutsal boğalar ve mühürler vardır.

Yazı ve Edebiyat

Hititler, çivi ve resim yazısı (hiyeroglif) olmak üzere iki tür yazı kullanmışlardır. Mezopotamya’dan alınmış çivi yazısı kil tabletler ve mühürler üzerine, yerli Anadolu kaynaklı resim yazısı ise anıtlar ve mühürler üzerine yazılmıştır. Hitit belgelerinin büyük bir bölümünü oluşturan tabletler Boğazköy arşivinde ele geçmiştir.

Anadolu’nun Demir Çağı Uygarlıkları (MÖ. 1200-547/546)

MÖ. 12. yüzyılın başlarında Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte bölgeye çeşitli yönlerden göçebe topluklar girmeye başlamıştır. Bu dönemde demir madeninin kullanımı yaygınlaşmış, çoğu aletler özellikle de silahlar demirden yapılmıştır. Böylece Anadolu’nun Tunç Çağları sona ermiş ve Demir Çağı başlamıştır. Bu Çağda Geç Hitit Kent Devletleri, Urartu Krallığı, Frig Krallığı ve Lidya Krallığı karşımıza çıkmaktadır.

Geç Hitit Kent Devletleri

Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra kral ailesinin soyluları, Güney ve Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Suriye’yi içine alan bölgede küçük kent devletleri kurarak bir süre daha varlıklarını sürdürmüşlerdir. M.Ö. 9. yüzyılın ortalarından itibaren önce kültürel sonra da siyasi bakımdan Yeni Assur İmparatorluğu’nun etkisi altına MÖ.8. yüzyılın sonlarında ise hepsi Assur’un eyalet sistemine girmiştir.

Geç Hitit Kent Devletleri’ne ait önemli yerleşmelerin başında Kargamış, Zincirli, Malatya, Sakçagözü ve Karatepe yerleşmeleri gelir. Kentler Aşağı ve Yukarı Şehir olmak üzere iki kısımdan oluşmuştur. Ön cephesi revaklı ve çok katlı yapılar olan Hilani tipindeki saraylar, resmi ve dini yapılar iç sur ile çevrelenmiş daha yüksekteki Yukarı Şehirdedir.

Kentlere giriş sağlayan anıtsal kapılar, sarayların dış cepheleri üzerleri kabartmalı taş bloklar olan ortostat ile süslenmiştir. Geç Hitit sanatı ve kültürü en iyi mimarinin bütünleyicisi olarak yapılmış kabartma sanatında görülmektedir. Bu kabartmalarda av, savaş, saray hayatından kesitler, karışık yaratıklar ve çeşitli hayvan figürleri yer almıştır.

Urartu Krallığı

MÖ. 13. yüzyılın başlarında Doğu Anadolu Bölgesi’nde feodal beylikler bulunmaktaydı. Bu beylikler Uruatri ve Nairi bölgeleri adında iki bölgede yaşamaktaydılar.

Doğu Anadolu’nun sahip olduğu demir ve bakır gibi ham madde kaynakları, toprağın verimi ve hayvan sürüleri Assurun askeri seferlerini bu topraklara yoğunlaştırmıştır. Bu Assur tehlikesi ve baskısına karşı feodal beylikler birleşerek, önce Uruatri daha sonra Nairi feodal beylikler konfederasyonu kurmuşlardır. Böylece MÖ. 9. yüzyılın ortalarında başkent Tuşpa (Van) olmak Urartu Krallığı kurulmuştur.

Urartu topraklarında askeri ve ekonomik amaçlı, çoğu Urartu krallarının adını taşıyan birçok kale ile baraj, gölet ve sulama kanalları inşa edilmiştir. MÖ. 743 yılında Urartuların Assur ordularına yenilmesiyle ile Urartu Krallığı’nın yükselişi sona ermiştir. Urartu Krallığı’nın hangi tarihte kesin olarak ortadan kalktığı bilinmemekle birlikte MÖ. 7. yüzyılın sonlarına doğru Assur İmparatorluğu’na son veren olaylarla birlikte tarihten silindiği kabul edilir.

Urartu Krallığı’nda devletin başındaki kral aynı zamanda tanrıların en büyük başrahibidir ve onların koruması altındadır. Urartu Devleti’nin resmi dili Urartuca’dır ve çivi yazısı kullanmışlardır. Urartu dini, çok tanrılıydı. Devletin resmi tanrılarının başında Haldi, Teişeba ve Şivini yer almıştır.

Urartuların tanrıları için inşa ettikleri tapınaklar en kutsal yeri (cella) kare planlı yüksek bir kule biçimindeydi. Yukarı Anzaf, Toprakkale, Çavuştepe, Ayanis, Kayalıdere, Altıntepe gibi merkezlerde tapınaklar ortaya çıkartılmıştır. Urartu’da kremasyon ve inhumasyon olmak üzere temelde iki ölü gömme geleneği vardı. Mezar mimarisi olarak kalelerin kayalık yamaçlarına oyulmuş kral ve soylulara ait mezarlar en önemli grubu oluşturur.

Urartu yöneticileri kale tipi yerleşmelerde oturmuşlardır. Çavuştepe ve Ayanis kaleleri örnekler arasındadır. Urartu döneminden karayolları, su kanalları, barajlar ve göletler günümüze ulaşan en önemli tesislerdir. Zengin demir, gümüş ve bakır yataklarına sahip olan Urartular, maden işleme sanatında ileri bir toplumdur.

Frig Krallığı

Frigler, MÖ. 1200’lerden başlayarak Makedonya ve Trakya’dan Boğazlar yolu ile Anadolu’ya gelmişlerdir. İlk olarak Troya ve çevresini ele geçirdikten sonra Anadolu’nun içlerine yayılmaya devam etmişlerdir. MÖ. 8. yüzyılın sonlarında Gordion (Yassıhöyük) başkent olmuştur.

Frig Devleti’nin bilinen ilk kralı, başkente adını veren Gordios’tur. Kral Gordios’tan sonra, Frig tahtına oğlu Midas(MÖ. 742 veya 738) geçmiştir. Ankara, Polatlı yakınlarında Hacıtuğrul-Yenidoğan Höyüğü, Eskişehir civarında Pessinus (Ballıhisar) ve Dorylaion (Şarhöyük); Hattuşa, Çorum’da Pazarlı, Yozgat’da Alişar ve Kerkenes, Kırşehir’ de Kaman Kalehöyük önemli Frig merkezleridir. Friglerin siyasi ve kültürel olarak en güçlü oldukları yer Eskişehir, Afyonkarahisar ve Kütahya illeri arasındaki Dağlık Frigya olarak tanımlanan bölgedeki Frig Vadileri’dir. Özgün Frig yerleşmeleri, yüksek, kayalık platolar üzerine kurulmuş kale tipi yerlerdir.

MÖ. 7. yüzyılın ilk yarısında Kafkasya üzerinden gelen Kimmer baskını ve kral Midas’ın ölümü Frig Krallığı’nın politik gücü sona erdirmiş, ancak tamamen tarihten sildirmemiştir. Frig beyleri, M.Ö. 590 yılındaki Lidya Kralı Alyattes (MÖ. 610-560)’in Kızılırmak seferine kadar bağımsız; bu tarihten MÖ. 547/46 yılındaki Pers istilasına kadar da Lidya Krallığı’na bağlı prenslikler halinde yaşamışlardır. Lidya Krallığı’nın yıkılmasından sonra Pers İmparatorluğu’nun bir parçası olmuştur.

Frig ekonomisinin temeli tarıma ve hayvancılığa dayanmıştır. Çiftçilikle geçinen köylü sınıfının yanında madencilik, ahşap işçiliği, dokumacılık gibi zanaatkârlar, bürokratlar, rahipler vb. oluşan, kentsel bir yapıya sahiptir.

Friglerin ana tanrıçası Matar’dır. Yazılıkaya-Midas’da yer alan Midas Anıtı, fasadların en büyüğü ve görkemlisidir. Friglerde ölü gömme geleneği inhumasyon ve kremasyon olmak üzere iki tip uygulanmıştır. Frig soyluları, yığma toprak ya da taştan yapılmış mezar anıtı olan tümülüs mezarlara ya da kayalara oyulmuş mezarlara gömülmüştür.

Tümülüs mezarların en görkemlisi Gordios’a ait olduğu düşünülen Büyük Tümülüs’tür. Kaya mezarları ise genellikle kalelerinin yakın çevresindeki kayaların ulaşılması zor alanlarına oyulmuştur. Bu tip mezarların en anıtsal örneğini Köhnüş Vadisi’ndeki Aslantaş Mezarı’dır.

Friglerin en özgün sanat dalı mobilyacılıktır. Metal çivi kullanmadan mobilya üretmişlerdir. Ayrıca madencilik de gelişmiştir. Demir, tunç, döküm ve dövme tekniğinde kullanım ve süs eşyaları yapılmıştır. Bunlar içinde giysi uçlarını tutturmaya yarayan ve bir tür çengelli iğne olan fibulalar Anadolu’da ilk kez bu dönemde kullanılmıştır. Friglerde hayvancılığa bağlı olarak dokumacılık da gelişmiştir. Frig çömlekçiliğinde testiler, maşrapalar, süzgeçli akıtacağı olan bira kapları, hayvan biçimli özel kaplar, makara kulplu testiler belirgin kap formlarıdır.

Lidya Krallığı

Lidya ülkesi, İç Ege bölgesinde Gediz ve Küçük Menderes nehirlerinin aktığı vadiler içerisinde yer almıştır. Lidyalıların MÖ. 2. binyıldan beri bölgede yaşadıkları düşünülmektedir. Kralı Gyges’ten itibaren ülke Lidya, başkenti de Sardis adını almıştır. Paktalos (Sart Çayı) Çayı’nın alüvyonlarından elde ettikleri elektron ve altın sayesinde güçlenmişlerdir. MÖ. 547 yılında İran’dan gelen Persler Lidya Devleti’ne son vermişlerdir.

Lidyalıların yaptıkları katkılardan en önemlisi MÖ.7. yüzyılın ikinci yarısında Arkeolojide sikke olarak adlandırılan parayı icat etmeleridir. Lidyalılar çok tanrılı bir dine sahiptir. Lidya kralları ve aileleri ölülerini tümülüs mezarlara gömmüşlerdir. En önemli mezarlık alanı, Sardis’in 8 km kuzeyindeki Bintepe mezarlığıdır. Mezarlıkta bulunan 100 kadar tümülüsün üç tanesinin krallara ait olduğu sanılmaktadır. Anadolu’nun en büyük tümülüsü 355 m çapında ve 61 m. boyutlarıyla Alyattes Tümülüsü’dür. Sardis’te yaşayan orta ve aşağı seviyedeki halk ise kayalara oyulan mezarlara gömülmüştür.

Lidyalıların dilleri Hint-Avrupa kökenli, alfabeleri 26 harflidir. Lidya’da kuyumculuk, dokumacılık, fildişi ve kemik oymacılığı ile çömlekçilik gelişmiştir. Lidya’nın zenginliği Pers egemenliğinde de devam etmiştir. UşakGüre tümülüslerinde bulunan gümüş, altın, elektron kaplar ve mücevherat dikkat çekicidir ve bugün halk arasında Karun Hazinesi olarak adlandırılmaktadır. Anadolu’da Pers hâkimiyeti MÖ. 333 yılına kadar devam etmiştir. Bu yıllarda Anadolu’da yerli kültürlerin yerine Yunan kültürü yayılmış ve özgün Anadolu Uygarlıkları sona ermiştir.