GENEL UYGARLIK TARİHİ - Ünite 3: Eski Yunan ve Roma Uygarlıkları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Eski Yunan ve Roma Uygarlıkları
Tunç Çağı ve Ege
Ege arkeolojisinde genel olarak MÖ. 3000-1100 arasına tarihlendirilen Tunç (Bronz) Çağı, Ege’de birbirleriyle yoğun ilişkilere sahip dört ana bölgede incelenir: Girit Adasında Minos, Ege adalarında Kiklad (Kyklad), Kıta Yunanistan’da Miken/Hellas adını alan uygarlıklar ile Batı Anadolu’da Çanakkale bölgesi ve etkileşim alanı içindeki Troya (Troia) kültürü, Tunç Çağı’nda Ege kültürlerini oluşturur.
Minos Uygarlığı, adını Girit Adası’nın efsanevi kralı Minos’tan alır. Girit adası, Yunan pantheonunun (Bir mitoloji ya da dine özgü tüm tanrıların birliği) baş tanrısı Zeus’un doğum yeridir. Bundan ötürü de Yunan dini, kültürü ve sosyal yaşamı için önemini korumuştur.
MÖ. 3000-2600 arasında, Erken Tunç Çağı’nda gelişim gösteren Minos Uygarlığı, Ege ve Akdeniz’de çeşitli kültürlerden etkilenmiş, bu etkileri özgün bir hale getirerek yüksek düzeyde bir uygarlık olarak var olmuştur. Homeros’ta en önemli şehir merkezi Knossos olarak geçmektedir. Phaistos, Kydonia, Gortyna da önemli yerleşimlerdir.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde Knossos’ta gerçekleştirilen arkeolojik çalışmalar Minos Uygarlığı ve Ege arkeolojisi ile ilgili bilgileri önemli bir noktaya taşımıştır. Çünkü Minos Uygarlığı’nın kültür kronolojisi iki farklı yorumla şekillenmiştir. Sir Arthur Evans, Minos Uygarlığı’nın dönemlerini Knossos’ta yapmış olduğu arkeolojik çalışmalarda elde ettiği çanak çömlek buluntulara göre ortaya koymuştur. Evans’ın yorumuna göre adada Tunç Çağı, Erken Minos (MÖ. 3000-2200), Orta Minos (MÖ. 2200-1500) ve Geç Minos (MÖ. 1500-1000) olmak üzere üç evreye ayrılmıştır. Diğer bir bilimsel düşünce ise Girit saraylarının mimari evrelerine göre dönemlerin belirlenmesidir. Buna göre uygarlık, Saraylar Öncesi Çağ, İlk Saraylar Çağı, İkinci Saraylar Çağı ve Saraylar Sonrası Çağ olarak bölümlenir.
Uygarlığın önemli mimari ögeleri saraylardır. Bunun yanında çanak çömlek sanatı da önemlidir. Bakır, kalay, altın, gümüş lüks tüketim ürünleri ve seramik ticaretiyle uğraşmışlardır. Ticaret yapılan ülkeler; Yunanistan, Kıbrıs, Suriye, Anadolu, Mısır, Mezopotamya ve İspanya’dır. MÖ. 1450/1375 yıllarından itibaren, arkeolojik verilere dayanarak artık Minos Uygarlığının tarih sahnesinden çekildiğinden söz edilebilir.
MÖ. 3000-2000 arasında Kiklad kültüründen söz edilebilir. Kiklad kültürü buluntulara göre üç temel dönemsel grup halinde incelenir:
- Grotta-Pelos (Naksos ve Melos adalarında) evresi,
- Keros-Syros (aynı isimli adalarda) evresi,
- Phylakopi (Melos adasında) evresi.
Kiklad sanatı, çanak çömlek ama özellikle de genelde adak için kullanılan idoller ile kendini bulmuş plastik eserler ile öne çıkmaktadır.
Tunç Çağı, Kıta Yunanistan’da Hellas şeklinde isimlendirilir ve incelenir. Yaklaşık olarak MÖ. 1600/1580-1200/1100 yılları arasında Kıta Yunanistan’da ana hatlarıyla Erken Miken (MÖ. 1675-1470), Orta Miken (MÖ. 1470-1370) ve Geç Miken (MÖ. 1370-1200) şeklinde evrelenen Hellas kültürüne Aka/Miken Uygarlığı da denilmektedir.
Kültüre ismini, Kıta Yunanistan’da Peloponnessos yarımadasının doğusunda bulunan Argolis Bölgesi’ndeki bir tepe yerleşmesi olan Mikenai şehri vermiştir. Miken şehirleri tepe yerleşmeleri olan Akropolis (Antik Yunan’da şehrin en yüksek ve savunmaya en müsait yerine kurulan iç kale) idi.
Minos Uygarlığının çöküşü ile Akalar/Mikenler özellikle deniz ticaret yollarına hâkim olmaya başlamıştır. Böylece gelişimleri de hızlanmıştır.
Bu uygarlığın efsanevi kral ve kahramanları, ünlü ozan Homeros’un İlyada (Iliada) ve Odise (Odysseia) isimli eserlerinde anlatılmıştır. İlyada’nın konusu, Tunç Çağı’nın sonlarında Akalar yani Mikenler ile Troyalılar (Troia) arasında geçen ve 9 yıl süren büyük savaştır. Eski Yunan sanat eserlerini ve mimari plastiği en çok etkileyen mitolojik konulardan biri olan Troya Savaşı Tunç Çağı’nın sonlarında Kıta Yunanistan ve Batı Anadolu’nun en önemli iki gücünün mücadelesidir.
MÖ. 12. yüzyılda başladığı düşünülen ve dalgalar halinde uzun bir süre devam eden göçler Kıta Yunanistan, Ege ve Batı Anadolu için son derece önemlidir. Miken Uygarlığının çöküşü de bu süreçte çok hızlı ve çeşitli nedenlere bağlı olarak gerçekleşmiştir. Dorlar olarak adlandırılan topluluk, kuzeyden gelerek MÖ. 1200-1100 yıllarında Yunanistan’ı işgal etmiştir. Dorlar, Kuzeybatı Yunanistan, Makedonya ve Epirus’tan gelmiş, buralardan önce Yunanistan’ın merkezine sonra, Peloponnesos ile güneydeki Ege adalarına geçmişlerdir. Miken Krallığı ve hegemonyası, yaklaşık olarak 1100 yıllarında sona ermiştir. Yunanistan’ın Karanlık Çağı olarak bilinen bu dönemde daha önceden bilinen pek çok kültürel öge kaybolmuştur. MÖ. 700 civarında sona eren bu tarihsel sürece Geometrik Çağ adı da verilmiştir. Miken Uygarlığının çöküşü de bu süreçte gerçekleşmiştir.
Eski Yunan Uygarlığı
Eski Yunan Uygarlığının kültür kronolojisi ana hatlarıyla dört ayrı dönemde incelenir:
- Geometrik Çağ (MÖ. 1100-700)
- Arkaik Çağ (MÖ. 700-480)
- Klasik Çağ (MÖ. 480-330)
- Hellenistik Çağ (MÖ. 330-30)
Dor istilası ile sona eren Miken Uygarlığı’ndan sonra da Ege’nin iki yakası arasındaki ilişkiler devam etmiştir. Nitekim Geometrik Dönemden korunagelen en temel unsur pişmiş toprak çanak çömleklerdir. Bu dönem, Aioller, Ionlar ve Dorlar tarafından gerçekleştirilen yoğun göçlere sahne olmuştur. Pers işgaline dek Ion şehirlerinden bazıları Kıta Yunanistan’daki Atina ile birlikte günümüzde Eski Yunan Uygarlığı olarak adlandırılan yüksek kültür düzeyinin önemli unsuru olmuşlardır. MÖ. 6. yüzyıldan itibaren İyonyalılar felsefe, tarih yazımı, biyoloji ve mimari olmak üzere pek çok alanda gelişerek Yunanistan’ı etkilemiştir.
Yunan Polisleri yani şehir devletleri, Karanlık Dönem’in sonlarında ortaya çıkmış, demokrasiye kadar aristokrasi, oligarşi, tiranlık dönemlerinden geçmiştir
MÖ. 8. yüzyılda yaşayan Hesiodos, Yunanlılar için bir Teogonia (Tanrılar Sistemi) yaratmış, tanrılara adlar vermiş, bunların görev ve yetkilerini belirlemiştir. Yine Hesiodos’un “İşler ve Günler”, Homeros’un “İlyada ve Odysseia” da oluşturmuş oldukları düzen, Yunan dininin ve tanrısal-mitolojik varlıkları ve figürleri, dolayısıyla Eski Yunan toplumunun inanç değerleri, algıları, olayları ve doğayı yorumlama sistemleri üzerine son derece önemli değerlerdir. Kuzey Yunanistan’da bulunan Olympos Dağı zirvesi ise Yunan pantheonunun merkezidir.
Yunan mitolojisinde ölümsüz tanrılar, ikincil tanrısal veya mitolojik figürler vardır. Temelde 12 tanrı ve tanrıça vardır.
- Zeus: Tüm tanrıların başı ve gök tanrısı,
- Hera: Evlilik ve doğum tanrıçası,
- Athena: Akıl, bilgelik ve savaş tanrıçası,
- Apollon: Müzik, şiir ve ışık tanrısı,
- Artemis: Avcılık, namus ve ay tanrıçası,
- Ares: Savaş tanrısı,
- Poseidon: Deniz tanrısı,
- Hephaistos: Ateş ve zanatkarların tanrısı,
- Aphrodite: Aşk ve güzellik tanrıçası,
- Hestia: Aile ocağının koruyucu tanrısı,
- Hermes: Haber tanrısı,
- Demeter: Bereket tanrıçası.
Pantheona sonradan katılan Dionysos (şarap ve bağ bozumu tanrısı) ve en temel üç figürden biri olmasına karşın Olympos’lular arasında sayılmayan Hades (yeraltı tanrısı) ve bunlarla ilgili mitoslar Yunan sanatında en çok betimlenmiş unsurlardır.
Büyük boyutlu heykeller olarak düşünülen insan şeklinde tanrılara ev yapma düşüncesi ise Eski Yunan mimarisinin en önemli ve kutsal yapıları olan tapınakları ve kutsal alanları ortaya çıkarmıştır.
Eski Yunan Mimarlığı
Eski Yunan toplumunda rahip ve rahibeler dışında kimse tapınaklara giremezlerdi. Dinsel uygulamalar adakların kesilmesi/yakılması şeklindeydi ve tapınakların hemen önünde bulunan sunak/altarlarda, rahiplerin gözetiminde gerçekleştirilirdi. Eski Yunan tapınakları pronaos, naoscella, opisthodomos kısımlarından oluşurdu. Bu kısımların etrafı da bir sütun dizisi ile çevrelenirdi.
Yunan tapınakları, Dor, İyon ve Korinth olmak üzere üç farklı düzende inşa edilmiştir. Ortaya çıkışı, çıkış bölgesi ve yayılım yönü üzerine bilimsel tartışmalar devam etse de genellikle “megaron” plan tipinin Yunan tapınağının kökeni olduğu düşünülür. Yunan tapınakları sahip oldukları plan tipine göre çeşitli isimler almışlardır. Genellikle tapınaklar peripteros plan tipinde inşa edilmiştir.
Eski Yunan Uygarlığı içerisinde mimarinin ve mimariye bağlı heykeltıraşının, mimari ve mimari plastiğin içerisinde dini yapıların, dini yapılar içerisinde de Klasik Dönem (MÖ. 480-330) tapınaklarının yeri birçok açıdan özeldir. Kısmen de olsa günümüze dek korunagelmiş bazı yapılar, Yunan sanatı içerisinde hem mimari ve heykeltıraşının kendilerine has klasik oranlar sistemi, hem de sanatın ve mimarinin taşımış olduğu ruhani değerler, semboller açısından Hellen/Yunan kimliğini tanımlamaları onları klasik kılar.
Kıta Yunanistan’ın en ünlü, en önemli tapınma alanı ise Olympia Zeus Kutsal Alanı yani Altis (kutsal koru)’dir. Burası ortak bir kutsal merkezdir. Ayrıca Olympia’da dört yılda bir olimpiyat oyunları düzenlenirdi ve ilk olimpiyatlar MÖ. 776. yüzyılda olmuştur.
MÖ. 470-456 arasında inşa edilmiş olan peripteros planlı tapınak, Peloponnessos’un en büyük tapınağıdır. Yedi harikadan biri olarak nitelendirilen kült heykeli ise, MÖ. 438 civarında, Klasik Çağ’ın önemli sanatkârlarından Pheidias tarafından yapılmıştır.
Atina’daki ve Perikles zamanında inşa edilen Athena Parthenon tapınağı ise uygarlığın en güçlü sembollerinden biridir. Mimarları İktinos ve Kallikrates’dir. Tamamen mermerden yapılmış Parthenon bu simgenin başıdır. Akropolis’in diğer önemli yapıları Propylaion, Athena Nike tapınağı ve Erekhtheion’dur.
Önemli Kamusal yapılar ise;
- Agora,
- Bouleuterion,
- Prytaneion ve
- Tiyatrodur.
Agora: Her şeyden önce bir alan olarak nitelendirilebilir. Kentin içinde, şehirden geçen başlıca yolların birleştiği yerde, düzenli veya düzensiz plan formlarında, ticari, sosyal ve politik hayatın merkezidir. Agora, siyasi hayatın da asıl merkezidir. Aynı zamanda kutsal bir alandır. Yine Agoralar bayramların/şenliklerin de yapıldıkları yerlerdi.
Bouleuterion: Şehir devleti Polis’in meclis binasıdır. Boule, Yunan tarihinin erken dönemlerinde kral yanında bir asilzade heyeti idi. Demokrasi döneminde ve Yunan idare sisteminde bir anlamda hükümeti temsil eden Boule’nin toplantıları erken dönemlerde agoralarda, sonra tiyatrolarda olmuştur. Daha sonra ise kendi binası ortaya çıkmıştır.
Prytaneion : Prytaneis meclisinin binasıdır. Yunan idare anlayışında Boule’nin yanında bulunan ve Boule’nin icraat işlerini gören topluluğa Prytaneis denmiştir. Prytaneion da Prytaneis meclisinin binasıdır.
Tiyatro: Eski Yunan dünyasında şehrin sosyo-kültürel yaşamı ve Polis’in kendi içerisindeki genel iletişimi için çok önemli bir olgu olan tiyatro, çeşitli törenlerin düzenlendiği mimari eserdir. Dinsel alaylar, törenler ve danslar bu mimari yapıda yapılırdı.
Tiyatrolar için üç temel mimari öğe zamanla oluşur ve böylelikle tiyatronun mimari yapısı ortaya çıkar:
- Orkestra : Daire formunda, sıkıştırılmış topraktan meydana gelmiş sahne, alandır. Arkaik Dönemden itibaren vardır. Yunan tiyatrosunda orkestra Klasik Dönemde tam daire, Hellenistik Dönemde at nalı, Roma Dönemi’nde yarım daire formundadır. Oyunların oynandığı, koronun bulunduğu, dans edilen alandır.
- Cavea veya Theatron : Yarım daire formunda, izleyicilerin oturma yeridir. Klasik Dönemden itibaren taş malzemeden inşa edilmiştir.
- Skene-Sahne (Fon) Binası: Sahne binasının tiyatro eşyalarını saklamak, sesi iç tarafa aksettirerek akustiğe katkı sağlamak, dekor-fon oluşturmak, oyuncuların kostüm değişimlerine mekân sağlamak gibi unsurları vardır. Erken dönemlerde bu işler için bir çadır kuruluyordu. Daha sonra, Geç Klasik Dönemden itibaren mimari eleman haline gelmiş, tam tipini Hellenistik Dönem’de almıştır. Yapının ortaya çıktığı dönemlerde sahne yüksek değildir. Proskene, Hellenistik Dönem’den itibaren yükselmiştir. Önceleri sade bir unsur olan sahne binası sonradan çok katlı hale gelmiştir. Hellenistik Dönem’le beraber koro ve oyuncular aynı anda orkestra da yer almaz. Koro orkestra da kalırken oyuncular proskene de yer alırlar.
Eski Yunan Heykeltraşlığı
Arkaik Çağ’da Yunan sanatında ilk kez doğal ölçülerde heykeller yapılmaya başlamıştır. Bu sanatın başlıca temaları çıplak genç erkek heykelleri olan Kuros ve giysili genç kız heykelleri olan Kore heykelleridir. İlk heykellerde malzeme olarak kireç taşı, MÖ. 6. yüzyılın ortalarından itibaren mermer ön plana çıkmıştır.
MÖ. 500 yıllarına kadar heykellerde hareket yoktur. Klasik Çağ’da bu değişir. Heykelin ağırlığı tek bacakta toplanmaya başlar, ana eksen yayvan hale gelir ve simetriyi bozar. En önemli hareket eserin baş kısmında olup, Baş artık cepheden değil daha çok 3/4 profilden yapılır. Arkaik ve Klasik Dönem arasındaki önemli bir fark ise çehrenin ifadesidir. Nitekim Klasik dönemde yüz daha doğal bir görünüme kavuşur.
Eski Yunan Klasik Dönem heykeltraşisi içinde pek çok sanatçıdan söz edilebilir. Ancak MÖ. 5. yüzyıl için Pheidias ve Polykleitos, MÖ. 4. yüzyıl için de Skopas ve Praksiteles ayrıca değerlendirilmeyi hak eden döneminin oldukça önemli isimleridir.
Hellenistik Çağ’da ise heykel sanatında konularda çeşitlilik başlamıştır. İ.Ö. 4. yüzyıldan itibaren heykeltraş Praksiteles ile beraber tanrılar Olympos Dağı’ndan inerek insanların arasına karışmış ve gündelik hayat içerisinde betimlenmiştir. Sanat, bir güç unsuruna da dönüşmüştür. Nitekim Bergama’da yaşayan Attaloslar sülalesi de sanatı politik bir araç gibi kullanarak kendi güçlerini göstermek arzusunda olmuş ve son derece güzel anıtlar yaptırmıştır.
Roma Uygarlığı
Tiberius nehrinin kenarına kurulmuş olan Roma Kenti’nin, kuruluş tarihi MÖ. 753 olarak kabul edilmektedir. Romulus tarafından Palatinus tepesine kurulan bu şehir giderek büyümüş ve MÖ. 3. yüzyılda tüm İtalya’ya egemen hale gelmiştir. Roma Kenti’nin dönemleri şu şekilde ayrılmaktadır:
- Krallık,
- Erken Cumhuriyet,
- Geç Cumhuriyet.
MÖ. 509 yılında Etrüsk kökenli krallara isyan eden Latin halk, Roma Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Geç Cumhuriyet Dönemi denilen dönem ise Yunan hayranlığının hakim olduğu bir dönemdir. Actium Savaşı’nın galibi olan Augustus ise ilk Roma imparatoru unvanını alarak lulius-cladius hanedanının ilk hükümdarı olmuştur.
Roma Kenti, M.S. 330 yılına gelindiğinde ilk kurulduğu Palatinus tepesini çoktan aşarak doğuya yayılmış ve başkent olarak da Constantinopolis (İstanbul/ Sarayburnu) kentini seçmiştir. İmparatorluk, M.S. 5. yüzyılda kavimler göçünün baskısıyla doğu ve batı olmak üzere ikiye bölünmüştür. Daha sonra Batı Roma yıkılmış, Doğu Roma ise Hristiyanlaşarak Bizans İmparatorluğu’na dönüşmüştür.
Roma’nın Anadolu ile ilişkiler kurması Fenikeli kolonistlerce Kuzey Afrika’da kurulan ve o dönemde İspanya ve Fransa kıyılarındaki pek çok adanın da sahibi olan Kartaca Devleti ile yaptığı savaşlar döneminde gerçekleşmiştir. Savaşın getirdiği zorlu günlerin Frigya’da bulunan ana tanrıça heykelinin Roma’ya getirilmesiyle sona ereceğini düşünen Roma’daki rahiplerin bu görüşleri, beş senatörün Anadolu’ya gitmesini sağlamıştır. Böylece Frigya bölgesindeki Pessinus kentine ilk resmi ziyaret bu beş Romalı senatör tarafından yapılmıştır. Akabinde söz konusu şehir Romalılar için özel bir yer haline gelmiştir ve Pessinus kentinde büyük bir tapınak inşasına başlanarak Kybele kültü resmi olarak kabul edilmiştir.
Roma toplumu da tıpkı Yunan toplumu gibi çok tanrılı özellik göstermektedir. Roma’nın kendine has tanrılarının dışında Yunan tanrı ve tanrıçaları, isimleri değişmiş bir biçimde temel özellikleri aynı kalarak Roma panteonunu oluşturmuştur. Bunun dışında Hellenistik döneme damgasını vuran Büyük İskender’in daha yaşarken tanrısallaşması, bazı imparatorların tanrılaştırılması gibi bir gelenek doğurmuştur. Bu inanış doğrultusunda TanrıçaRoma ve Tanrıça olan Roma’nın tanrılaşmış imparatorlarına tapmak için Sebasteion adında tapınaklar inşa edilmiştir.
Bu Yunan mitolojisine dayanan dinlerin yanı sıra doğuya doğru yayılan Romalılar, ele geçirdikleri yeni bölgelerdeki yerel dinlere karşı da oldukça toleranslı olmuştur. Hatta öldükten sonra başka bir hayat müjdeleyen doğu dinlerinin de Roma’da oldukça popüler olduğu bilinmektedir. İmparator Augustus zamanında ortaya çıkan Hristiyanlık, özellikle de M.S. 1. ve 2. yüzyıllarda fakir ve ezilen halk tabakası tarafından benimsenmiştir. M.S. 4. yüzyılda I. Constantinus zamanında ise Hristiyanlık resmi din haline gelmiştir. Akabinde çok tanrılılık yasaklanmış, Eski Yunan ve Roma dönemlerine ait tapınaklar ya yıkılmış ya da kiliseye dönüştürülmüştür.
Roma Mimarlığı
Roma mimarisinin en dikkat çekici yapıları opera publicumlar’dır (kamusal yapılar). Simetrinin oldukça dikkat çektiği bu yapılarda görkem ve propaganda isteği göze çarpmaktadır. Roma yapılarının en dikkat çekici özelliği geniş ve büyük mekânların üzerini kapatabilme becerisidir. Roma şehrindeki Pantheon bunun en dikkat çeken örneğidir.
Tuğla ve harcın yoğun kullanıldığı Roma mimarisinde niş, dekoratif bezeme ve heykellerle süslü binalar ön plandadır.
Roma ordusunu oluşturan lejyonların rahat bir biçimde ulaşımını sağlamak ve ticareti canlandırmak adına yol yapımına da oldukça önem verilmiştir. Izgara plan denen yol sistemleri şehircilikte oldukça önemli olmuştur. Bu sistemin günümüze kalan en önemli örneklerinden biri Nikaia’dır (İznik).
İmparatorlar için inşa edilen Arcus Triumphalisler (Zafer Takları) Roma mimarisinin anıtsal ögelerindendir. Zafer ve büyük bayındırlık faaliyetleri için yapılan taklar birer propaganda aracı olarak imparatorun başarıları ile süslenmiştir. Bugün Roma’da bulunan Titus Takı bu yapıların güzel örneklerinden biridir.
Hamamlar da Roma mimarisinde önemli bir rol oynamaktadır. Bunlar Roma’nın gündelik yaşantısında toplanma mekânı olarak kullanılmışlardır. Diğer bir sosyal yapı ise mahkeme ve borsa binası olarak kullanılan basilikalardır.
Roma Dönemi’nde Eski Yunan tiyatro planı bazı değişikliklere uğramıştır. Örneğin; tiyatronun orkestra kısmı yarım daire formunu almış, sahne binası ile orkestra bütünleşmiştir, sahne alçalmış ve derinleşmiştir. Özel localar girişlerin üstlerinde bulunurken, halk sınıflarına göre parmaklıkla ayrılmış yerlerde oturmaktadır. Aspendos bu yapıların güzel örneklerinden biridir.
Yaşamsal bir ihtiyaç olan su, Roma’da Aquaduktler (su kemerleri) denilen yapıları doğurmuştur. İstanbul’da bulunan Valens (Bozdoğan) su kemeri Roma’dan günümüze kalan su kemerlerindendir.
Roma Heykeltraşlığı ve Portre Sanatı
Roma heykel sanatı dendiğinde üzerinde durulacak en temel unsur kopyacılıktır. Zira Romalı heykeltıraşlar Yunan heykellerinin kopyalarını yapmışlardır. Bu kopyaları da büyük evleri, bahçeleri ve kamusal alanları süslemek için kullanmışlardır. Augustus döneminde yapılan Prima Porta heykeli önemli bir anıttır, yanı sıra Ara Pacis Augustus (Augustus’un Barış Sunağı) bir başyapıttır. Roma İmparatorluk Dönemi’nde Anadolu’da pek çok heykel atölyesi kurulmuştur.
Heykel dışında, portre sanatı da kayda değer örneklere sahiptir. Tanrısal figür veya hanedan mensupları dışında toplumun diğer kesimleri de realist bir biçimde portrelerde yer almıştır.