GÖRSEL ESTETİK - Ünite 4: Görsel Algı Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Görsel Algı

Giriş

Görsel algılama konusu, göstergebilim bağlamında en popüler olanıdır. Algısal, zihinsel süreçlerde görseller/görüntü (görme), ses (işitme) temel iletişim biçimleridir. Algısal sürece bağlı olarak zihinsel bilgi ve deneyim edinme modellerinde bazı seslerin (özellikle dijital ortamlarda/sayısal sıkıştırma) görüntü olarak temsilleri de gerçekleşebilmektedir. Bu bağlamda görsel tasarımlar, tasarımın görünen yönünü ve zihinlerdeki algı ve duyuları geliştirmektedir. Sosyal çevre insan beyninin algılayabileceğinden, kavrayabileceğinden çok daha fazlasıyla karşılaşmakta adeta insan beyninin, zihninin sınırlarını zorlamaktadır.

Göz ve Görme Duyusu

İşlevsel olarak özellikle insan vücudunun en duyarlı, hassas duyularından biri olan göz, dış dünyadan/etkenlerden algılanan görüntülerin sinirsel uyarımlara dönüştüğü bir organdır. Gözümüz son derece karmaşık fakat bir o kadar da mükemmel işleyen bir mekanizmaya sahiptir. Gözümüz birkaç santimetre yakınlıktaki nesneleri görebildiğimiz gibi bizden milyonlarca ışık yılı uzaklıkta bulunan yıldızları da görebiliriz.

Yapısal ve işlevsel yönüyle karmaşık bir yapı gösteren insan gözü, yapısal olarak incelendiğinde üç ana tabakadan oluşur. Bu tabakalar dışardan içeriye doğru;

  • Göz akı,
  • Renkli ‘koroit’,
  • Ağsı ‘retina’ tabakaları olarak adlandırılır.

Gözlerimizi ve bir fotoğraf makinasının kamerası gibidir. Öncelikli olarak ışık öndeki saydam tabakadan (cornea) girer. İrisin ortasında yer alan gözbebeği (pupil) ve irisin çapı, aynı fotoğraf makinesinin diyaframı gibi büyüyüp küçülerek ışığın şiddetini ayarlar. Gözbebeğini geçen ışık göz merceğine (lens) gelir. Oradan da görmemizde önemli rolü olan, ışığa ve renge duyarlı retinaya gelerek orada toplanır. Retinada odaklanan görüntü elektrik sinyallerine dönüştürülüp optik sinirler aracılığıyla beyne ulaştırılarak algı sağlanır ve görme eylemi gerçekleşir. Kişinin hareket-bakış açısı değiştiğinde retinadaki görüntü de sürekli değişir. Ama biz objeyi gerçek özellikleriyle algılarız.

Görme eylemini sadece gözün işleyişiyle açıklamak yeterli değildir. Bu nedenle görmeyi gerektiren, görmeyi tetikleyen ya da etkileyen birçok biyolojik, fizyolojik ve psikolojik faktör vardır. Görme eylemi aynı zamanda zihin ve düşünce süreçleriyle de ilgilidir. Lepperd’e göre, Romalı bilgin Pliny şöyle diyordu: ‘görme ve gözlemlemenin asıl enstrümanı zihindir; gözlerin rolü, bilincin görsel ögelerini alan ve taşıyan bir küp işlevi görmektir’. Gerçekte gördüğümüz şeyleri görmek ve anlamak son derece karmaşıktır ve sadece ışık desenleri ile başlayan derin, gizemli bir süreçtir.

Görme sinirleri bir araya toplanarak göz küresini terk eder. Sinirlerin göz küresinden çıkış noktasında görsel alıcı hücreler yoktur. Bu nedenle, iki gözümüzde de bir kör nokta (blind spot) vardır.

Algı ve Algılama

Algı (perception) insanın anlık yaşantısı sırasında kazanılan duyusal bilgilerin (çevrede var olan olay ve etkilerin) beyin tarafından organize edilip yorumlanma veya anlamlandırma sürecidir. Algı gerçekliği bilinç ve muhakeme içerir; algı, görme, işitme, koku, tat, dokunma ve diğer vücut duyularıyla ilişkilidir.

Zihin, gözün fark edemediği, göremediği detayları örüntülerle kurgulayabilecek düzeydedir. Biyolojik problemlerin dışında, bazen herhangi bir şeye baktığımız zaman onu göremeyebiliriz çünkü zihin bunu al- gılamayabilir. Çünkü o anda belki de zihnimiz başka şeylerle meşguldür. Bazen bu durum halk arasında ‘bakar kör’ şeklinde de ifade edilir. Çünkü imge, algıladığımız şeylerin zihnimizde bıraktığı etkilerdir, izlerdir.

Dikkatin uygun bir şekilde işlemesi yalnızca yeni nöronların uyarılması anlamına gelmemektedir. Bir şekilde beyin, dikkatin sürdürülmesine yardımcı olmak için, gelen görüntüleri düzeltmektedir. Ne gördüğümüz ve neye dikkat ettiğimiz aslında iki yönlü bir dengeleme eylemidir.

Algılama, algılanan nesneden, durumdan daha fazla şey ifade eder. Çünkü algılamada duruma bir anlam yükleriz. Algı iki grupta incelenir. Bunlar:

  • İç Algılar: Her bir insanın, kendi iç dünyasına dönük algılarıdır. Ruhsal durumlarımızın yarattığı iç dünya gerçeklerimizi konu alan algılardır.
  • Dış Algılar: Bizim dışımızda olan fakat et- kileşimde bulunulan dünyadaki nesnelere dönük algılardır.

Bu iki algı türü birbiriyle sebep-sonuç ilişkisi içindedir. Sanatsal algılarla diğer gelişigüzel algılar arasındaki farklılıkları ayırt edebilmek oldukça zordur. Fakat en kısa yoldan şöyle bir ayrım yapılabilir. Sanatsal algılar, şiddetine göre, son derece yoğunlaştırılmış düşsel çalışma ve çatışmalarla açığa vurulur.

Kişilerde estetik görme becerisi sonradan kazanılan bir durumdur. Algılamada bütünün algılanması parçaların algılanmasından önce gelir. Algılama, ‘bütüncül ruhbilim öğretisi’ açısından bir bütünleşme, düzenleme, tamamlama işlevidir.

Algılama ile ilgilenen psikologların öğrendikleri ilk şey, algının bir olduğudur. Dünyayı rasgele bir araya gelmiş, gelişigüzel nesnelerin dizildiği bir çevre olarak görmeyiz. Bize gelen duyuları derler, toparlar, organize ederek bir anlam veririz. Algı kendisini oluşturan duyusal girdilerin toplamından daha fazla bir anlam ifade eder. Bu gerçeği, algısal psikoloji üzerinde çalışan ilk Alman psikologları gestalt kelimesi ile ifade ettiler. Gestalt Almanca bir kelime olup; biçim, şekil, form gibi anlamlara gelmektedir. Gestalt kuramı algısal örgütleme yasaları ile ilgilenen bir psikoloji teorisidir. Şekil-zemin ilişkisi, yakınlık, benzerlik, süreklilik, tamamlama, devamlılık, basitlik yasaları, algısal örgütleme yasalarından oluşur. Gestalt kuramı olay, olgu, nesnelere bütüncül yaklaşımla bakmayı öğreten algısal organizasyon kuramıdır. Gestalt kuramı bellek, öğrenme, hatırlama, problem çözme ve algılama konularında yenilikler getirmiştir. Organize bütünler, birbirleriyle ilgisiz parçalardan çok daha kolay öğrenilip akılda tutulurlar. Gestalt kuramına göre, problemin bir bütün olarak derinliğine kavranıp buna bütün hâlinde çözüm aranması, kişiyi hızlı ve özgün buluşlara götürür.

Öğrendiklerimiz, gördüklerimize bağlıdır. Daha iyi görebilmek bizi bilgilendirir ve tatmin eder. Bizi daha iyi yerlere taşıyarak hayatımızı zenginleştirir. Görsel dünya ve onu anlayışımız nasıl düşündüğümüzün, hareket ettiğimizin ve hissettiğimizin temelini oluşturur. Dolayısıyla görsel algılama sürecine ilişkin düzeyimizi; sahip olduğumuz kültürel değerler, inançlarımız, hayat felsefemiz, ilgi alanlarımız, yaşama ilişkin beklenti ve deneyimlerimiz belirler.

Görsel olarak düşünmek, bireyin tasarımlarının biçimlendirilmesine yardımcı olur. Burada amaç doğadaki varlıkların biçimlerine, niteliklerine odaklanmaktır. Böylece birey neyi, nasıl, hangi bakış açısıyla, nesnenin hangi özelliklerini görmesi gerektiğini düşünebilir. Sanatsal anlamda görsel algılama becerisi bireyin ayrımsama ve ifade gücünü geliştirir.

Gözlem ve algılama yetileri her insanda farklı özellikler gösterebilir. İnsanların dış dünyayı gözleme ve algılamasında sosyoekonomik ve kültürel değerler, fizyolojik ve biyolojik durumları inançlar, gelenekler, çevresel faktörler, eğitim ve yetişme tarzı, yaşam koşulları, yaş, cinsiyet ve mesleki farklılıkları algılama düzeylerinde değişkenliklere neden olur.

Bazı algı ya da gözlem beceri ve yetenekleri doğuştan olabilir. Bu özelliklere sahip insanların, özellikle sanat alanlarındaki gelişimleri daha etkili ve hızlı olabilir. Yapılan araştırmalarda sanatsal yönden yetenekli bireylerin hayal güçlerinin ve görsel algılama becerilerinin yüksek olduğu ifade edilir. Algıda seçicilik, insanların duyu organlarına gelen uyarıcılardan yalnızca bazılarına tepki vermesi olayıdır. Bir anlamda uyarıcılar arasında seçim yapma durumudur. Kuşkusuz çevremizdeki bütün uyarıları aynı anda ve aynı yoğunlukta algılamamız mümkün değildir. Bu yüzden aradığımız, ilgilendiğimiz veya herhangi bir nedenle dikkatimizi çeken uyarıları daha net algılarız. Algıda değişmezlik, sürekli değişen duyusal girdilere rağmen nesnelerin biçimlerini, büyüklüklerini, yerlerini ve renklerini değişmeden algılamamıza verilen addır.

İm (işaret), algılanmış bir olayı dile getirir. İmge, Türk Dil Kurumuna göre; zihinde tasarlanan ve gerçekleştirilmesi özlenen şey, hayal, hülya’dır. İkinci bir anlam olarak imge; genel görünüş, izlenim ve imaj olarak da tanımlanabilmektedir. İmgeler bize asıl dünyayı değil, dünyalardan bir dünya gösterir. Gösterilen şeyler değil, bunların temsilleridir imgeler: Temsil, yani yeniden sunum. Hakikaten imgelerin temsil ettiği şeyler “gerçeklik” te olmayabilir; sadece muhayyile, kuruntu, arzu, rüya ya da fantezi dünyasında var olabilir. İmgeler, maden cevheri gibi kazılıp çıkarılan şeyler değil, belli bir sosyokültürel ortam içerisinde belli bir işlev görmesi için inşa edilen şeylerdir.

Algıladığımız an ya da durum ile gerçek durum arasındaki farklılıklara, değişkenliklere algı yanılsaması denir. Bu durum bir çeşit optik illüzyon olarak da bilinir. Mevcut nesnel gerçekliğin fiziksel değerlerle ya da ölçümlerle örtüşmeyen, farklı algılanan durumlarıdır. Bir şekli ya da nesneyi gerçekte olduğundan farklı olarak algılamamız, o şeklin ya da nesnenin içinde bulunduğu algısal ortamla yakın ilişkilidir. Bunun yanında alışkanlıklarımız, korkularımız, isteklerimiz gibi birçok neden, duyu organlarımızın yanılmalarına ve algılarımızın hatalı olmasına yol açar. İnsan organizmasına bağlı nedenler dışında eşyanın fiziki ya da geometrik özellikleri de algı yanılmalarına neden olur. Aslında algı yanılmaları sadece fiziksel olguları kapsamaz. İnsanlar arasındaki iletişim ve etkileşim durumlarında da algı yanılsamaları görülebilir.

Görme sorunlarından biri, beynin gelen görsel bilgiyi önceden yerleşmiş kavram ya da inançlara göre değiştirmeye çalışmasıdır. Önemli parçaları (yani anahtar bilgi sağlayanlar) veya daha büyük olduğunu ya da daha büyük olması gerektiğini düşündüğümüz parçaları olduklarından daha büyük görürüz. Buna karşın önemsiz olan parçaları, daha küçük olduğunu ya da daha küçük olması gerektiğini düşündüğümüz parçaları ise olduklarından daha küçük görürüz. Bizim nesneleri algılamamız gözle gördüğümüz nesnelerin daha sabit ve dengeli oluşlarından kaynaklanmaktadır. Bu nesneler, göz hareketimiz, başımızın pozisyonu ve ışığın geliş açısıyla değişir. Bu durumda bizim hareketlerimizle nesne değişiyormuş gibi görünebilir. Nesnelere bakış açımız da nesneleri görüşümüzü etkiler. Burada nesnelerin görülmesinde aslında etkin olan boyut şekil, ışık ve renktir.

Görsel İletişim ve Görsel Ögeler

İnsanlar çevrelerinde gerçekleşen uyarıcılara verdikleri tepkilerin hemen hemen tümünü görerek ve yaşayarak öğrenirler. Algılanan bu uyarıcılar insanın beynine kaydedilir. Beyin dünyayı anlamlandırma bağlamında kendi içinde bile belli bir sistem değildir. Hem nöronlar hem de modüller beyinde özel işlevler üstlenir. Birbirleriyle ve birbirlerinden bağımsız olarak bir- birleriyle uyum içinde karmaşık biyokimyasal ve elektriksel ritimler aracılığıyla çalışır. Beyin nöronlardan ve çeşitli destek hücrelerinden oluşmuştur. Nöron ise molekül düzeyinde karmaşık, genellikle oldukça tuhaf ve şekilsiz bir nesnedir. Nöronlar elektriksel işaretçilerdir. Gelen elektriksel ve kimyasal işaretlere hemen tepki göstererek hücre çaplarından kat kat uzun olan aksonları boyunca hızlı elektrokimyasal darbeler gönderir. Nörobiyologlar görselliğin büyük oranda ilk yılda, özellikle ilk 2-4 ayda daha fazla gelişmekle birlikte, 4-6. aylarda geliştiğini belirtmektedirler. Bu, daha önceki araştırmaların gösterdiğinden çok daha erken bir yaştır. Beyinde 30’dan fazla görsel alan (renk, hareket, renk tonu, derinlik vb.) bulunmaktadır. Hafıza alanına alınan uyaran tıpkı bir bilgisayarın yaptığı şekilde; önce işlenir, organize ve konsolide edilir, depolanır ve gerektiğinde tekrar kullanılmak üzere geri alınır. Tüm bu işlemlerin or- tak ve koordine bir şekilde çalışması gerekir. Bu iş- lemlerin tümü beynin bilişsel fonksiyonları olarak adlandırılır. İnsan beyninin bilişsel fonksiyonları, insanın edindiği bilgileri sebep-sonuç ilişkisi içinde kullanabilmesini sağlar. İnsan sinir sistemi; lisan, okuma, yazma, ezberleme, hesaplayabilme, beste yapıp resim çizebilme bilişsel fonksiyonları için oldukça iyi organize olmuş yapılara sahiptir. Gözlerle beyin arasında iki yönlü bir iletişim vardır. Bilgi gözlerden talamusa, oradan da görsel kortekse gidip gelmektedir. Bu geri bildirim, dik- katimizi düzenleyen mekanizmadır.

Beynin sağ ve sol beyin küreleri’nin farklı işlevleri vardır. Sağ beyin daha çok artistik duyular, yani resim, müzik, hayal gücü ve yaratıcılık gibi işlevleri yerine getirir. Sol beyin ise daha çok matematiksel-mantıksal düşüncenin merkezidir.

Paleolitik Dönemde, (Yaklaşık İÖ 30 bin yıl evvel, yerleşik düzene geçmemiş ilk insanların/ primitiflerin (Neandertal) mağara duvarlarına çizmiş oldukları resimler görsel yansımanın özgün örnekleri arasında yer almaktadır. Av resimlerinin tasvir edildiği bu çizimler beden dilinden sonra ilk iletişim dilinin habercisi olarak da görülebilmektedir. İletişim kurmak için pek çok duyumuzdan faydalansak da öğrenme, eylem gibi davranışlarımızın temeli görsel iletişimle doğrudan ilişkilidir. İletişim (communication), gönderici ve alıcı arasında gerçekleşen bir duygu, düşünce ya da davranış biçiminde gerçekleşen mekanik, elektronik ve duygusal/tinsel bağlantı olarak tanımlanabilir. Görsel iletişim, sembol ve işaretler aracılığıyla (görsel ögeler ile) insanlar arasında söze gerek duymaksızın gerçekleştirilen iletişim türüdür. Görsel iletişimde etkili olan görsel okuryazarlık, özellikle Batı dünyasında hızla gelişen, görselliğe vurgu yapan önemli bir iletişim argümanıdır.

Bazı sembollerin; örneğin renklerin ya da bazı kuş ve hayvanların temsil ettiği niteliklerin pek de açıklamaya ihtiyacı yoktur, zira bunlara içgüdüsel düzlemde tepki veririz. Hakikaten de psikanalist Sigmund Freud ve Carl Gustav Jung’un çığır açıcı çalışmaları ışığında biliyoruz ki insan zihni sembollerle düşünmek ve iletişim kurmak üzere donanmıştır ve sembollerin, özellikle de arketiplerin (ilk sembolik imgeler, sembolik örnekler) dili zaman ve uzamı aşar. Bu durum sembollerin kadim ve evrensel bir dil olduğunu kanıtlamaktadır.

Bir tasarımda simge ve sembolleri kullanmak tasarımcının çok dikkatli düşünmesini gerektirir. Semboller etkili iletişim kurar. Çünkü bir ürün veya şirket için yapılan bir kimlik, logo veya markanın bir parçası olarak kullanımda tasarımcı kolayca paylaşılan kültürel normlardan yararlanır. Bazı semboller evrenseldir. Sözcükler ise bir mesajı aktarmada çok farklı şekillerde kullanılabilir, mesajın kolayca anlaşılmasını sağlayabilir veya birçok farklı olası anlam sağlayabilir. Profesyonel tasarımcılar sayısız kaynaktan/ bilgi ve görselden esinlenirler. Amblem, Logo ve Markanın birbirine karıştırılmaması gerekir. Amblem bir şirketin, ürünün, hizmetin veya oluşumun karakterini yansıtmak üzere tasarlanan grafik bir semboldür. Logo, bir kurumu yazınsal olarak tanımlar, yazı karakterlerini onun güçlü yönlerinin ve kültürünün göstergesi olacak şekilde stilize eder. Marka ise bir ürünü, hizmeti veya kurumu rakiplerinden ayrıştıran ve tanımlayan bir sembol, işarettir. Temel iletişim ögelerinden piktogram, hiyeroglif ve benzeri yazı sistemlerinde bir kavramın karşılığı olarak kullanılan resimsel öge olarak tanımlanır. Günümüzde en iyi örnek trafik işaretleridir. Göstergebilim (semiyoloji) imaj olgusunun anlaşılmasında, reklamların anlamlarının çözülmesinde ve tüketim tartışmalarına yön verilmesinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Göstergebilim “göstergeleri inceleyen bilim dalı” olarak tanımlanabilir.

Düşünme zihnimizin doğal bir işlemidir. Doğumla başlar, sonraki yıllarda doğrudan veya dolaylı yollarla geliştirilir. Bazı insanlar düşünmeye yeterince önem vermez. Onu alışkanlık gereği sıradan bir faaliyet olarak yürütür. Bu tür düşünme kendi hâline bırakılmış, bir amaçtan uzak, yarım, eksik, basit düzeyde ve dağınık biçimde olmaktadır. Sanatta görsel düşünme süreci bir anlamda sa- natı anlaşılır kılma faaliyetidir. Sanatsal düşünce becerisinin gelişimi için imgelere ihtiyacımız vardır. Çünkü imgeler düşünce akışını hızlandırır.

Görsel kültür, görsel uygulamaları, imgeleri ve olayları çevreleyen durumları yansıtma sürecine karşılık gelir. Bu kavram özellikle çeşitli yaşam biçimleri, sanat ve iletişim olmak üzere (çağımızda insanları etkilemek için kullanılan görsel ögeler, müzelerdeki yapıtlardan afişlere, filmler ve tasarlanan nesnelere değin her türlü görsel malzeme) görsellikle ilgilenen tüm araştırma alanlarında anahtar bir yapı olmuştur.

Görsel okuryazarlık görsel kültür kavramına bağlı olarak sosyal ve kültürel bir deneyimin sonucudur. Benoit’e göre görsel okuryazarlık tüm kültürlerin ayrılmaz bir parçası, gerekli bir bilgi aktivitesidir: İnsanlar tüm bilgi kaynakları ile etkileşimde bulunurlar. Bu bakımdan görsel iletişim, sözlü iletişim ile paralellik gösterir.

Medya okuryazarlığı, kitle iletişim araçlarını referans alır. Günümüzde insanların görsel iletişim aygıtlarının hâkim olduğu (televizyon, video, sinema, fotoğraf, reklamlar, internet, akıllı tahta, akıllı telefonlar ve tabletler) medyatik aygıtların bir parçası hâline dönüştüğünü görebiliyoruz. İnsanlar artık kitap okuma ya da bir konu hakkında bilgi edinme zahmetine katlanmaktansa bu ihtiyacını çeşitli görsellerle giderebilmektedir.

Sanatta karşılaştırma, mecaz, espri, abartma, değer (insanileşme-hümanisma) ve artistik metaforlar sanatın varlık nedenlerindendir. İmgesel bilginin en önemli enstrümanlarıdır. Mecaz, başka bir şeye benzerliği vurgulamak amacıyla özellikle gerçek anlamından farklı kullanılan şeye denir. Mizah, yaratıcılığın varlık sebeplerindendir. Yıldırım’a göre mizah temelde ‘mevcut’ kavram veya olayların ‘normal olmayan’ biçimde yorumlanması veya sonuca bağlanmasıdır.

Tasarım tekrarlanan bir önceki düşünce ve eskizler üzerinde kurgulanan bir süreçtir. Bu düşünce evreleri imgelem (hayal etme), tanımlama, araştırma ve inceleme, örnek oluşturma, seçim yapma, analiz etme ve yapılandırma (oluşturma) gibi yaratıcı süreçlerden geçer. Can ve arkadaşlarına göre günlük yaşamımızda hemen hemen her zaman duyduğumuz uygulamalı tasarım dallarını üç ana başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar:

  • Endüstriyel Tasarım,
  • Çevre Tasarımı,
  • Grafik Tasarım.

Yaratıcı olabilmenin koşulu ya da kuralı, çok yönlü bir temel sanat/tasarım eğitimi programından geçer.

Form, biçim ve şekil birbiriyle çokça karıştırılan kavramlardır. Form ve biçim sanatsal anlamda kullanıldığında hemen hemen aynı anlama gelmektedir. Form, (en-boy-yükseklik) üç boyutlu bir nesnenin doğal yapısını, varlığını tanımlar. Bir sanat eserinin yapı bakımından kuruluşudur. Bir diğer anlamda sanat yapıtının biçim, çizgi, renk, leke ve dokudan oluşan son hâli olup tüm bu ve bunun dışındaki nitelikleri organize eden son durumdur. Ya da bir objenin nesnenin görsel veya dokunsal olarak algılanan bir gerçekliği olarak da tanımlanabilir. Oran ise nesneler arasındaki nicelik farklarını veya derece ile büyüklük, küçüklük, yükseklik ve genişlik gibi bağıntıları ifade eder. Tasarımda renk son derece etkili bir iletişim aracıdır çünkü dikkat çekebilir ve bazı şeylerin öne çıkmasını ve daha çekici görünmesini sağlayabilir.