GÖRSEL ESTETİK - Ünite 1: Estetik ve Görsel Sanatlar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Estetik ve Görsel Sanatlar

Ünite 1: Estetik ve Görsel Sanatlar

Estetiğin Kısa Tarihçesi

Estetik kavramı Antik Yunan kültüründen itibaren kullanılan ve 18. yüzyılda A. Baumgarten ile bugünkü anlamında felsefenin bir alanı olarak değerlendirilen geçmişe sahiptir.

Grekçe aisthanesthai’den gelen estetik sözcüğü, algılama, kaydetme gibi anlamları içerir. Kökendeki kullanımı, sanat için kullanılan techne’den farklıdır.

Estetik, aisthanesthai, aisthesîs sözcüklerinin, günümüzdeki anlamıyla ilk kez kullanılışı 1750 tarihindedir. Alman filozofu Baumgarten 1750’de yayımladığı Aesthetica adlı yapıtında, akıl’a göre daha aşağı düzeydeki duyulardan gelen bilginin bilimi üzerinde dururken felsefe tarihinde estetik sözcüğünü ilk kullanan filozof olmaktadır.

Baumgarten’e göre iki tür bilgi vardır: Duyusal bilgi, akılsal bilgi. Duyusal bilgiyi bulanık tasavvurlarla; akılsal bilgiyi açık ve seçik tasavvurlarla elde ederiz. Bu iki tür tasavvur arasında, açık olduğu hâlde seçik olmayan, yani karışık olan tasavvurlar vardır. Başka bir deyişle, açık ama karışık olarak duymak olanaklıdır. İşte, açık ama karışık olarak duyulan bu bölge, Estetik’in alanıdır, sanatın gerçekleştiği yöredir.

Estetik nesnelere yaklaşmanın en açık yolu, onları; bir başka nesnenin taklitleri olarak ele almaktır. Taklit kuramları, klasik felsefede iyi ve güzele ilişkin daha kapsamlı kuramlar bağlamında geliştirilmiştir. Antik Çağ estetik düşüncesini oluşturan düşünürler Platon, Aristoteles, Plotinus’un sanat ve güzel üzerine düşünceleri, mimesis olarak sanat düşüncesi ekseninde anlatmaları eylem ve ifade aracı olarak sanatı farklı açılardan konu etmeleridir. Bu anlamda sanat sadece estetiğin değil etiğin konusu içinde de yer almaktadır.

Platon felsefesi ikili bir dünya anlayışı üzerine kurulur; duyulur dünya ve düşünülür dünya. Duyulur dünya ile yaşadığımız gerçeklikler dünyasını, şeylerin dünyasını anlatılırken, düşünülür dünya, akıl dünyası, asıl gerçeklikler dünyasına işaret eder. Platon, görünür dünyanın, yanıltıcı olduğunu belirtir. Düşünülür dünya, idealar dünyası ise kavramlardan oluşmaktadır ve kavramlar şeylerin tümel karşılıkları olarak akılla kavranan yapıya sahiptir. Kavramlar sadece adıl değil, iyi, güzel, doğru gibi değer bildiren kavramlardan da oluşmaktadır. Bu kavramların en üstünde iyi kavramı vardır ve bütün kavramlar bu kavramı gerçekleştirmek ister anlayışıyla değerlendirilir. İyi’ye en yakın güzel kavramıdır. Bu güzel olanı tanımlarken belli bir amaca hizmet edip etmediği sorgulamasını doğurmaktadır.

Platon’un sanat anlayışı, estetik olmaktan çok, etik nitelikler taşımaktadır. Sanatı mimesis olarak ele alan Platon, sanat eseri yoluyla insanın bilgilenmekten çok, gerçek bilgiden uzaklaşacağını söyler. Sanatçının yaptığı, taklidin taklidini üretmektir, böylece insanı idealar dünyasından uzaklaştırırken yarattığı esrime ile kendine daha çok bağlar. Platon sanatçının yaptığı masanın marangozun yaptığı masadan yola çıkılarak üretileceğini marangozun bu masa düşüncesini idealar dünyasındaki masa ideasından hareketle yaptığını, ressamın ise marangozun masasını esas aldığını belirtmektedir. Marangozunki, birinci dereceden taklitken ressamınki ikinci dereceden taklittir. Masa resminin bizi götüreceği nokta marangozun yaptığı masa olacaktır. Bu da bizi gerçekliklerin idealar dünyasından uzaklaştıracaktır.

Platon, sanatın insanı duyusal/duygusal etkileyerek akli olandan uzaklaştıracağını düşünerek olumlu bir anlam yüklememiştir. Özellikle gençleri yarattığı etki yoluyla kavramlar, idealar dünyasından uzaklaşacağı inancı ile ideal devlet anlayışına uygun olmayan sanat ve sanatçının devletin dışında olması gerektiğini ifade etmiştir.

Aristoteles felsefesi, hocası Platon’un idealar dünyası ve Demokritos’un atom öğretisinin dışında bir felsefe anlayışı üzerine kurulur. Aristoteles’te töz kavramı varolan gerçekliklerin temelini oluşturduğu tek tek öznelerdir. Varolan kendi özünü içinde taşıyan tümeller olarak tikellerde görünür ve bu oluş yaşamın akışını teşkil eder. Aristoteles Antik Çağ’ı etkileyen bir düşünür olduğu gibi modern zamanlara kadar felsefesi, mantığı, doğa anlayışı ile özellikle Orta Çağ düşünce dünyasında etkin bir filozof olarak karşımıza çıkmaktadır.

Aristoteles’in son yazdığı kitap olarak değerlendirilen Poetika’da sanat, sanatçı ve estetik üzerine düşünceleri yer alır. Şiir ve dram sanatını konu edinen Poetika, genelde sanat düşüncesi üzerinedir. Bir eserin ne kadar süre ve uzunluğa sahip olması, anlatım biçimi olarak kullanılacak ölçü, simetri-asimetri, teknik araçlar, dekor, hikâyenin anlatımı, komedya-tragedya gibi birçok başlık altında sanat eserinin yaratılma sürecinde estetik bir form olarak ilkelerini ele alır. Platon’un olumsuz baktığı mimesis kavramına Aristoteles, bir öğrenme ve öğretme biçimi olarak olumlayarak bakar. Kullandığı araçlar yönünden mimetik sanatları figüratif sanatlar, müzik, dans olarak ayırır. Sanat niteliği yüksek bir eser, yarattığı etki ile onu izleyende katharsis durumu yaratır. Katharsis, estetik duyumla yaratılan etik arınmadır.

Plotinus, Platon ve Aristoteles metafiziğini farklı şekilde yeniden değerlendiren ve Orta Çağ düşünce dünyasında Neo-Platonist felsefe ile kendisinden sonraki dönmelerde de etkisi devam etmiş düşünürdür. Plotinus felsefesi Bir, Nous, Ruh, Madde biçiminde sıralanır. Her şey Bir’den türüm eder. Madde ışıması en az olandır. Sanat, maddeye kazandırılmış formdur. Bu yolla madde estetik bir görünüş, akıl yoluyla güzellik kazanır. Plotinus’ta imge, temsil ettiği şeyin aynasıdır ve temsil edilen şey bu anlamda kendi modeliyle birliktelik oluşturur. Şeylerin duyumsanabilir görünümü olmanın ötesinde, gerçeği en derin boyutu içerisinde ifade etmek amacıyla evrensel ruha ulaşma eğilimindedir ki gerçeğin en derin boyutu tinseldir ve Zekâya karşılık gelir.

Orta Çağ estetik anlayışı temel olarak inanç etkisi ile mistik-metafizik karakter kazanmıştır.

Immanuel Kant, her konuda eser veren modern mantık ve felsefenin ilk akla gelen Alman düşünürü. Kant, Yargı Gücünün Eleştirisi kitabında estetik yargılarımızı, önceki dönemlerin etik ve doğa alanlarından bağımsız bir güzellik anlayışı kurulabilir mi sorusuna odaklamıştır. Sanattaki güzeli diğer alanlardan ayırarak ereksiz-ereklilik diye ifade eden Kant, sanatı etiğin nedenselliğinden ve doğanın zorunluluğundan ayırır. Güzel, yarar gözetmez bir hazzın konusudur, o ne duyulur bir yararla ilgilidir, ne ahlaki bir yararla ilgilidir. Onun hoşla da iyiyle de bir ilgisi yoktur Bir şeyin sanat eseri diye nitelenmesi için onun insan elinden çıkması gerektiğini, insanın estetik etkileniminde yücenin, doğanın insandaki yansımaları, dehanın ise sanat eseri yoluyla kazanılan görünüşte insanda oluşan beğeni yargıları ve estetik ilişkilerle görünüşe kavuştuğunu ifade eder.

Friedrich Schiller, şair, oyun yazarı, doktor. Schiller İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar isimli eserinde sanat üzerine düşüncelerini yazmıştır. Sanatın, insanın rasyonel alanı ile duyusal alanını bütünleştirdiğini, bu ikisinin bütünlüğünün insanda özgürlük duygusunu doğuracağını ve bunun da oyun içtepisi ile gerçekleşebileceğini söyler. Schiller, insan oynayabildiği zaman ancak tam anlamıyla insan olur diyerek, bu bütünlüğü ve özgürleşmeyi ifade eder. İnsan sanat yoluyla doğayı da kendini de dönüştürerek kendi sınırlarını ve özgürlüğünü bu yolla tanımış olur.

G.W.F. Hegel, felsefesinin temel söylemlerinden olan her ussal gerçektir, her gerçek ussaldır’da olduğu gibi Hegel sanatı da insan aklının bir ürünü olarak görmüş ve doğadaki güzelden üstün tutmuştur. Sanat güzelliği tinden doğmuş, yeniden doğmuş güzelliktir diye ifade eder. Sanatı sembolik, klasik ve romantik olarak üç dönemde inceler. Sembolik dönemin sanatı mimari, klasik dönem heykel, romantik dönem resim, müzik, şiir ile ifade edilir. Romantik dönemden, Orta Çağ Avrupa sanatından sonra sanat, kendini mutlak tin’in din ve en son felsefeye dönüşerek insanı düşünceye, ide’ye yani felsefeye yöneltiyor bizi; ama bu yöneliş, sanat yapmak için değil, sanatın ne olduğunun bilimsel olarak bilinmesi içindir şeklinde anlatırken, sanat, yaratım olarak değil ide olarak vardır artık.

Karl Marx, Friedrich Engels ile birlikte Marksist düşüncenin en önemli ismi. Marx ve Engels’in estetik üzerine yazdıkları toplu bir metinleri yoktur. Buna karşın, yazdıkları bazı eleştiri yazıları ve bütüncül bir dünya görüşü olan Marksist dünya düşünce ekseninde estetik düşünceleri değerlendirilir. Marx, sanatı toplumsal yaşamın dönüştürücü ögelerinden biri olarak değerlendirmiştir. Altyapı ve üstyapı kuramı ile kültür ve sanata dair alanların ekonomik ilişkilerin yansıması olduğunu, altyapı da eşitlik sağlanmadığı sürece üstyapı kurumlarının gerçek işleyişine kavuşamayacağını söyler. Marx, sanata ayrı bir parantez açar ve her şeye rağmen sanat üretiminin tarihin zorunlu ilişkilerinin dışında kendi dinamikleri ile çağının ötesinde bir anlatıma sahip olduğunu ifade eder. Antik Yunan sanatı ve Shakespeare’in yaşadığı dönemlerde bu eserlerin ortaya çıkması için olgun koşulların olduğunu söylemek zordur diyerek bu düşüncesini destekler. Sanat üretiminden tüm toplumsal dinamiklerin ortaklaşa yararlanmaları için, toplumcu- gerçekçi sanat anlayışında, mimetik bir algı ile sanatın toplumun kendini görmesi ve bilinçlenmesi için önemli bir yansıtıcı, dönüştürücü güç olduğuna inanılır. Sanat eseri aracılığı ile toplumsal bilincin oluşması sağlanırken, uygun şartlar oluştuğunda, özgür bir toplumun sanatçısının ortaya koyduğu eser ile bu özgürlüğün tüm toplumun paylaştığı, özgürlük duygusunun estetik görünüşü olacağı ifade edilir.

Benedetto Croce, estetiği genel bir dilbilim olarak kavrar; çünkü böyle bir dilbilimin içine, ona göre, her türlü ifade gücü olan medya, insanın kurduğu sembollerin tüm formları ve genellikle dil dediğimiz paradigma girer. Güzellik kavramı yerine ifade kavramını geçiren ya da güzellik ile ifadeyi özdeşleştiren Croce 20.yy. sanat felsefelerinin çoğunun genel bir görünümünü serimlemiş oluyordu. Sanat, ona göre, insan tin’inin belli başlı formlarından biridir; sanat, tin’in çabasının, çalışma ve işleyişinin, ürünlerinin estetik görünümde ortaya çıkmasıdır. Ona göre, bilginin iki biçimi vardır. Bilgi sezgisel ya da mantıksaldır. Sanatın bilgisini, estetik bilgiyi sezgisel bilgi olarak ele alır, ussal bilgiyi ise kavramların bilgisi olarak ifade eder. Croce, kavramsız bilgi, sezgisiz kavram olamayacağını, temel bir kavramın görünüşlerinin farklı yansımalarının sezgiler yoluyla ortaya çıkarak, anlamlandırılabileceğini söyler.

Theodor W. Adorno, kültür endüstrisi, kültür kuramları, sanat, müzik üzerine çalışmalar yapmıştır. Sanat yapıtı, estetik obje, gerçeklik koşullarının ve kategorilerinin dışında bir örnek görünüş varlığıdır. Ama bu görünüş, bir çelişki gibi görünse de, doğruluğa sahiptir, gerçekliğin sahip olmadığı bir doğruluğa. Bu anlamda burjuva toplumunun içine düştüğü yanlışlıktan kurtulma yeri ve sığınağı olarak sanat önemli işleve sahiptir. Adorno toplumu, çarpık, yetkin olmayan gerçeklik olarak ele alır. Sanat böyle bir toplumsal gerçeği yansıtmak yerine, içinden doğduğu toplumun dışında ama bir örnek alan gibi, toplumun negatif görünüşünü içinde saklar. Toplumun içine düştüğü durumun gerçeğini görebilmesi için kendisine değil, sanat eserine bakması gerekir. Sanat, içinde taşıdığı ütopya ile unutulmuş gerçekliğin saklı hazinesi gibidir.

Estetik Çözümleme ve Kavramlar

Estetik ve sanat felsefesi iç içe kullanılan kavramlar olarak karşımıza çıkar. İçerdikleri anlam açısından oluşan farklılıklar çoğunluğun tanımlamaları içine girmez. Bunda temel etken estetik ve sanat felsefesi konusunda tarihsel olarak düşüncelerini ortaya koyan isimlerin felsefe ile uğraşıyor olmaları gelmektedir. Sanat felsefesi, en temel olanı, yani güzellik farkındalığını irdeleyerek işe koyulmalı; doğal ile yapay arasındaki farkı inceleyerek ve bu farkın nasıl ortaya çıktığını gözler önüne sererek yoluna devam etmelidir diye ifade edilir.

Yakın zamana kadar sanat felsefesi olarak anlaşılan estetik, son otuz yıldır sanat kültür üzerine her türlü düşünceyi, söylemi kapsadığı gibi, eleştiri, kültür incelemeleri ve sanat, mimari ve kent tarihi ile de pek çok ortak ilgi alanı geliştirmiştir. Sanat felsefesi, sanatın, sanatsal yaratmaların ve beğenilerin özü ve anlamını konu olarak ele alan bir felsefe dalıdır. Sanat felsefesinin estetik ’ten ayrıldığı nokta; sanat felsefesi, estetik dışındaki etkenleri ve bağlamları da göz önünde bulundurduğundan estetikten daha geniş, ama doğadaki güzeli değil de yalnızca sanat yapısı güzeli konu olarak aldığından daha dardır. Estetik, doğada ve sanatta güzelin ne olduğunu, güzelin ana özelliklerinin, koşullarının, belirleyicilerinin ya da ölçülerinin neler olduğunu belirlemeyi amaç edinmiştir. Estetiğin önemli bir amacı da güzele ilişkin estetik değer yargısının özelliğini ve diğer yargılardan farkını incelemektir. Sanat felsefesi ise, genel olarak sanatın ve sanat yapıtının varlıkça yapısının ne olduğunu araştırmayı ve bu konularda doğru bilgiler ortaya koymayı amaç edinmiştir. Sanat felsefesinin buna bağlı olan diğer önemli amacının da bu araştırmasında, sanatın ve sanat yapıtının insanla olan bağını, insanın dünyasındaki yerini, işlevini, insan için anlamını ve de insanın diğer etkinlik ve ürünlerinden farkını ortaya koymak olduğu söylenebilir.

Estetik süje, bir estetik objeyi algılayan, kavrayan ve ondan estetik olarak hoşlanan, estetik haz duyan bilinç varlığı, ben anlamına gelir. Bir estetik süje, estetik objeyi kavrarken, haz duyarken estetik obje karşısında tavır almış olur. Çünkü bir objeyi algılamak, kavramak, ondan haz duymak, onun karşısında tavır almak anlamına gelir. Bunun için, estetik süjeyi tanımak, estetik tavır almayı belirlemek demektir. Sanat eseri sadece görsel ve işitsel bir nesne değildir. İnsanın bilinçli üretim ve form bulma sürecinin son hâlidir. Bu şekilde üretilen objenin algılayıcısının da onu anlayacak bilinç varlığı olması gerekir.

Estetik süjenin yaşanılan zamanla ve insanlığın yaşadığı tüm zamanlarla da ilişkisi olması gerekir. Estetik özneyi/süjeyi belirleyen, onun kim olduğundan çok, estetik diye tanımlanan bir tavra sahip olması, estetik bir tutum geliştirmiş olmasıdır. Estetik özne bir estetik nesneyi algılayan, kavrayan ve ondan estetik olarak hoşlanan, estetik haz duyan bilinç ve beğeni varlığıdır.

İnsanın estetik ilgisinin konusu olan her şey, estetik nesne kategorisine girer. Estetik nesne; sanatkâr tarafından yaratılmış sanat yapıtı olabileceği gibi, insanın yaratıcı etkinliğinin sonucu olmayıp, tersine onun verili ya da hazır bulduğu doğal bir şey, insan bedeni benzeri doğal bir ürün olabilir. Duyusal algı bu etkiye açıktır, akılsal algı ise bir nesneyi sanat eseri veya karşılaştığımız bir görünüş olmaktan çıkararak bizi estetik tavır almaya götürür.

Sanatçının nesnesini, -onun özünü açık kılacak şekilde- kavraması ve yorumlaması ne kadar önemliyse; yorumunu duyusal bir dolaysızlıkta sanki yaşamın kendisiymiş gibi biçimleyerek, derin düşünceleri, duyguları uyandıracak tarzda canlandırabilmesi de o kadar önemlidir. Estetik nesne ile kurulan ilişkide duyusal olanın görünüşünde kurgusal olanın saklı ilişkisi, sıradan olanın dışına taşan anlam yönünü oluşturur. Bu sanat eserindeki, görünen de görünmeyen boyutudur. Uzamsal anlamın ontik bütünlüğü eserde görünüşe çıkarak, izleyende estetik hazza dönüşür.

Estetik tavır, sanat eseri karşısında alınan bilinçli olma hâlinin duyusal alandan düşünsel alana doğru anlamlandırılması, pratik ve yarar amaçlı bakışın dışında bir anlamı olmasını gerektirir.

Estetik tavır, görsel, işitsel, anlamda sanat eseri ile kurduğumuz bireysel ilişkinin eser özelinde ama tüm kompozisyonel dilin tekil bir anlatımı ile estetik süjenin/öznenin kurduğu tümel ilişkidir.

Beğeni, bizim dışımızdaki herhangi bir şeyin, bizde bıraktığı etki yoluyla yaşadığımız duygu durumudur. Bu etkinin oluşması için illaki bir sanat eseri ile karşı karşıya kalmak gerekmez.

Sanat eserinin değeri, soğuk argüman ya da ispatlarla kanıtlanabilir bir şey değildir. O, hissedilir fakat kanıtlanamaz. Öznel bir haz ya da hoşlanma ile evrensel bir yargı arasındaki çelişkiyi çözen şey, estetik duygudur. Estetik haz ya da hoşlanmanın, sadece bir duygu yargısı olmayıp, aynı zamanda bir yargı duygusu yani duyguyu konu alan zorunlu bir tümel olduğu söylenebilir. Beğeni yargısı ile bireyselin dışına taşan, evrensel anlamda herkesle paylaşılan ortak estetik duyumun dile getirilişi, sanat eserinin sıradanlığının dışındaki dili ile mevcut olur.

Sanat ve Görsel Estetik

Doğayı anlama ve anlatma kaygısı sanatın doğuşunun asıl nedenidir. Yaşadığı dünyayı görmek, göstermek isteyen insanoğlu onu etkileyen görüntüleri duvarlara işleyerek ilk sanat kompozisyonlarını ortaya koymuştur.

Sanat, zamanı belgeleyici anlatım içinde yer alır. Ama sadece belge değil, zamanın dışına da taşan zaman üstü bir dille.

Rönesans, insanın kendisini ve dünyayı sanat yoluyla anlama ve anlatmanın adıdır. Yeniden uyanış, Orta Çağ’ın yarattığı dünya düşüncesinden sanat yoluyla kurulan ve insanın kendisini merkeze yerleştirdiği dünya görünüşüne dönüşmesidir. Perspektif, yaşadığı dünyanın insan eliyle, kurgusal dünyada gözün gerçekliği üzerinden kurulmasıdır. Gördüğünü, hissettiğini yaşamının merkezine almaya başlayan insan kendi hikâyesini yazmaya başlamıştır. Barok dönem, kendini bulan insanın coşkusudur, formlar sınırlarını zorlayarak anlatımın en kısa zaman diliminden, sonsuz, coşkun, taşkın yüzeyin sınırlarını zorlayan görünüşlere kavuşmasıdır. Empresyonistler, dış dünyayı olduğu gibi değil kendilerine bıraktığı etki, izlenimler üzerinden alarak, doğanın karşısında etkin bir insan anlatımı oluşturmuşlardır.

Sanat aynı zamanda insanın görme, duyma, yaratma gücüne dönüşmüş, sanatla kendisi de görür olmuştur. 19. yüzyılda, pratik olanla estetik olan biçiminde ifade edebileceğimiz, sanat ve zanaatın ayrılması.

\19. ve 20. yüzyıl başlarında görsel sanatlar açıkça doğayı taklitten uzaklaşmaya başladılar. Görsel sanatçılar bir şeylerin görünüşünü kopyalamaktan vazgeçtiler; çünkü bunu fotoğraf yapabilirdi. Kübistler, eylem ressamları ve azcılar doğadan uzaklaşarak resimlerindeki herhangi bir nesneyi tamamen anlaşılamaz hâle getirdiler.

Plastik sanatlarda değişimlerin yoğun olarak yaşanmaya başladığı süreç. 19. Yüzyıldır. Ekonomik, kültürel, siyasal etkenler de sanatın bakış biçimini etkilemiştir.

Plastik sanatlar, form verilebilir, biçimlendirilebilir olan anlamında, iki boyutlu yüzeyde üç boyutlu form sanatı resim veya yoğrulabilir, yontulabilir anlamında seramik ve heykel sanatlarını anlatmak için kullanılmaktadır.

Mimari, plastik sanatların diğer alanlarına göre anlamını işlev boyutuna kaydırmış gibi olsa da insanın estetik yaşamını temelden etkileyen alanların başında gelir.

Mimari, işlev merkezli kurulur. Bir yapı hangi dönemde olursa olsun, amacına ve işlevine uygun mimari planla inşa edilir. Üç ana başlık, dinî, sivil ve askerî mimari günümüze kadar mimari formların işlev ve biçim açısından ayırıcı alanlarını oluşturmuştur. Günümüz mimarlığında modern mimari denemeleri artmış ve form çeşitlenmiş olsa da mimari işlev açısından, temelde bu alanlar üzerinden değerlendirilir.

Resim, mağara resimlerinden günümüz resmine kadar, insanın terk etmeden devam ettiği sanat alanı olarak karşımıza çıkar. Resim, imgenin yaratıldığı en önemli kompozisyon biçimini oluşturur.

Modern sanatın evrimi belli aşamalarla gerçekleşti. İlk başta, izlenimciler resim düzlemini çözmeye başladılar, ama resimlerinde hâlâ nesneler fark edilebiliyordu. Ama izlenimci bir tuvalin yanında durduğunuzda, renklerin hoş bir şekilde oynadığı saf bir yüzey hâline geldiğini görürsünüz. Sonra resim, ne olduğu anlaşılabilen meyvelerden oluşan ölü doğaların temel görsel yapılarını ortaya koyana kadar, nesneleri kare, küre ve küp gibi, altta yatan geometrik şekillere indirgendi. Kübizmle birlikte, yirminci yüzyılın büyük bölümünde egemen olan soyut sanat dönemi belirdi.

Soyut sanatla birlikte resimdeki renksel dokunuşlar, görünüşlerin yansıması değil, yeni bir dilin, görünür hâle gelmesidir. Akıl varlığı insan soyutlayarak tümel olana ulaşır, sanat eserinde bu tümel olanın tikel anlatımı ortaya çıkar ki, estetik anlamda sanat eserinden temel beklenti de bu dil’dir.

Heykel, plastik sanatların üç boyutlu görünüşünü forma yansıtma şeklidir. Resim sanatında iki boyutlu yüzeyde üç boyutlu anlatım ile plastik dil kurulurken, heykel kullandığı malzeme ile forma üç boyutlu içeriği, bir anlamda zorunlu olarak kazandırır. Heykel toplumsal temsilin en güçlü alanıdır.

Antik kültürlerden itibaren insanın kendini görmesi ve göstermesinin anlatım dili olarak heykel sanatı, doğanın tasvirlerinden insanın idealize anlatımına kadar, her tür görünüşün farklı malzemelerle işlendiği alandır. Sanat eserinde, gerçekte olmayanı, gerçek gibi sunmak, illizyonun estetize edilmiş gizemli noktalarından biridir.

Heykel, sadece güzellik mitlerinin yaratıldığı bir alan değil, kamusal bir kompozisyon olarak heykel sanatı, ideolojik kullanımlardan, ulusal karakterlerin temsili ile hayatın her alanına taşınarak, bu karakterlerin yaşatılmasına da neden olmuştur.

Seramik, malzeme olarak insanın ilk temas ettiği plastik sanattır. Basit olandan, artistik olana kadar geniş form ve kullanım alanı içermesi açısından her zaman yoğun olarak üretilen eser grubudur. Malzemenin kolay işlenişi ve bulunması, seramiğin yaygınlaşmasının erken kültürlerden itibaren ağırlıklı kullanılma nedenidir.

\19. yüzyılın ilk yarısından itibaren çoğaltılabilir teknik araçlarla sanat üretimi yapılmaya başlamış, fotoğraf makinesi bu anlamda öncü rol oynamıştır.

Fotoğrafın çıkışı modern sanatın gelişmesinde önemli bir nedendi. Fotoğraf müthiş bir benzerlikle, otomatik ve ucuz resim üretimine olanak sağlamıştı. Gözün algılaması, elin çizmesinden çok daha az zaman aldığından, resim aracılığıyla yeniden-üretme süreci, konuşmayla at başı gidebilecek hıza erişti.

Portre, peyzaj, natürmort ve tarihsel resim gibi janrları olan sanatın hareketi gösterme imkânları sınırlıydı. Birinin hareket etmiş olduğunu görmek mümkündü belki, ama onu gerçekten hareket hâlindeyken görmek değildi.

Fotoğraf, dönemi için sanatın büyüsünün yitimi gibi düşünülse de kazandırılan yeni gerçeklik, zamanın tüm akışına karşın, sabitlenmesinin benzersizliğiydi.

Sinema, günümüz kültürel dünyasında en yoğun paylaşılan sanat üretimi olarak görülmektedir. Sinemanın maliyet faktörü, üretilenin çoğunluk tarafından paylaşıldığı zaman ancak karşılığını bulabilir. Bu zorunlu olarak sinema eserinin, kitlesel beğeniye ve estetiğe uygun üretilmesi anlamına gelir. Sinema ile sanat eserini izleme kültürü sahip olduğu geleneklerden kopmuştur. Artık hiçbir görünüş sinemanın ona sağladığı akıcılığı yakalayamayacaktır. Mekân, sinema salonu, ses, ışık, görüntü ve oyun kutsanmış bir atmosfer etkisi ile izleyende daha güçlü ve büyüleyici etki yaratacaktır.

Günümü değişen şartlarında yeni sanatsal üretim biçimleri ve estetik arayışları yoğun olarak karşımıza çıkmaktadır. Artık bireysel ve kolektif üretimlerle birlikte, katılım sürecinde internet ortamında paylaşılması ile yeni bir boyut kazanarak kompozisyon üretme; geleneksel sanat üretme biçemlerinin değişen zamanda medya yolu ile aldığı anlam ve görünüş olarak farklı bir sürecin yansımalarıdır.

Fotoğraf, sinema ve video gibi teknik kaydedici, çoğaltılabilir araçlarla yapılan sanat eserlerinde orijinal ve kopya arasında gerçeklik, asıllık ilişkisi sanatın bu yeni üretim biçimlerinde farklı tartışmaların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Fotoğraf, sinema, video da ilk olanın, ilk kaydedilenin orijinalliği ve sonrasının bunlardan süregelen birer benzer üretim olduğu anlayışı, orijinal ve kopya arasındaki tartışmayı, aynılık üzerinden ele alındığında hepsini bütünün birer yansıması, orijinali olduğu gerçeği fikrine dönüştü. Dijital olanda orijinalin varlığı, artık fotoğrafın ki kadar kolay cevaplanabilecek bir soru değildi.

Teknik yeni zamanlarda sadece üretime yansıyan kolaylık değil, aynı zamanda Yeni Çağ’ın estetiği de oldu. 1970’lerden itibaren kaydedici video ve yansıtıcı televizyon ekranı, video sanatında, kompozisyon üretiminde kullanılmaya başladı.

1990’lardan itibaren sınırlı olsa da yaygınlaşmaya başlayan internet ortamı, sanat üretiminde yeni arayışların mecrası oldu. İnternetin, ulaştıran olduğu gibi dokunulabilir olması mekânlardaki insanların ortaklaşmasını sağladı. 2000’lerden itibaren ise, gelişen internet, net-art olarak adlandırılan sanatın doğmasına neden oldu. Bilgisayar teknolojilerinin imkânlarının artması ve benzeri teknolojik olanakları sağlaması ile ekran bir tuval yüzeyi gibi işlenebilen, düzenlenebilen alana dönüştü.