GÖRSEL ESTETİK - Ünite 8: Görüntü ve Zaman Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Görüntü ve Zaman

Giriş

Zaman kavramı tarihsel sürecin her anında birey ve dolayısıyla toplumların hayatında tartışmasız bir öneme sahip olmuştur. Akrep ve yelkovanın hareketi, gece- gündüz, mevsim döngüleri, doğup büyüyen bebekler, gidilen yollar, mekânlar, ibadetler vd. akıp giden zamanla ilişkilidir. Elias’ın (2000: 53-54) tanımlamasıyla insanda dâhil algılanabilen her şeyin, üç boyutlu mekân ve öteki boyut zaman olmak üzere dört boyutlu evren içinde bir konu- mu bulunmaktadır ama zaman bir yandan da bir sembol olarak düşünülüp tasarlanır, böylece beş boyutlu dünyanın bir ögesine de dönüşür. Beşinci boyutun öznesi, hayatın içerisinde olup biten olayları zaman ve mekân içinde algılayan ve işlemden geçirip değerlendiren insandır.

Zaman Kavramı

Zaman genel olarak bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit (TDK) olarak tanımlanır. Zaman bir birikim, bir büyük gelişme süreciyken, sadece akıp giden bir şey değildir, aynı zamanda yaratıcıdır. Akıp giden zaman, gerçekliğin geçmişini ortaya çıkarırken, geçmişin içinde şekillendiği anı da yaratmış olur. Bu yolla süre evrimsel gelişimin temelini oluştururken, metafiziğin de aslıdır. Geçmiş hiçbir zaman geleceği yansıtmayacağından birikimli bir süreç olarak zamanı ortaya çıkarır.

Zaman söz konusu olduğunda çoğunlukla yaşanmış an, yaşanan an ve yaşanacak an olmak üzere üç farklı zaman diliminden söz edilir ve bu ‘an’lar geçmiş, şimdi, gelecek olarak nitelendirilir. Bu noktada geçmiş, şimdi ve gelecek zaman ilişkisinde bilinç etkindir.

Objektif zaman, saate ve/veya takvime bağlı (saat, gün, hafta, ay) olarak ölçülebilen, gözlenebilen, takip edilebilen zamandır. Subjektif zaman ise algılanılan, hissedilen zaman- dır. Kişiye göre farklılıklar gösterebilecek olan sub- jektif zamanın ölçülmesi daha zordur. Örneğin; saat 15.00’da Ankara Esenboğa Havalimanından kalkan ve 15.50’de İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanına inen uçağın yolcuları objektif zamanda 50 dakikalık bir yolculuk yapmışlardır. Bu zaman aralığı objektif zamanda bütün yolcular için eşittir. Ancak subjektif zaman açısından yolcular arasında hissedilen zamanda farklılıklar söz konusu olabilir. Örneğin; uçak korkusu olan bir yolcu 50 dakikalık yolculuğu çok daha uzun hissedebilir. Bunla- rın yanı sıra bir de biyolojik zamandan söz etmek mümkündür.

Biyolojik zaman canlıların yaşam ömürleriyle ve yaşam organlarının hareketiyle ilgili zamandır. Biyolojik saat, alışkanlıklara göre kurulur. Çoğu zaman uyanmak için kurduğumuz saatin alarmı çalmadan biraz önce uyanırız. Biyolojik saat, bize kalkma zamanının geldiğini söylemiştir. Canlıların uyuma uyanma, yeme içme saatini değiştirmesi hâlinde biyolojik saatte yeni programa göre kendisini ayarlayacaktır.

Zamanı diğer kaynaklardan (para, insan gücü, ham madde vb.) ayıran bazı özellikleri ise şu şekilde sıralamak mümkündür:

  • Zaman bir ham madde gibi gerektiğinde kullanılmak üzere depolanamaz yani zamanın ileride gereksinim duyulduğunda kullanılmak üzere depolanması olanaksızdır.
  • Zaman ancak içinde bulunulan an tüketilebilir.
  • Zaman yenilenemez.
  • Zaman para gibi borç alınıp verilemez ancak bir işi para karşılığında başkasına yaptırmak da bir bakıma zamanın satın almak demektir.

Zaman Kavramına (Dönemler ve Yaklaşımlar) Kuramsal Yaklaşımlar

Zaman kavramına ilişkin görüş belirten ilk isimler arasında Platon ve Aristoteles yer almaktadır.

Platon’a göre zaman, zihnin varlıkları bütünlüklü olarak, anında kavrayamamasının sonucunda meydana gelmiştir. Zaman, idealar dünyasının sadece bir taklididir. Çünkü idealar dünyası değişmez ve zaman dışıdır.

Aristoteles ise harekete bağlı bir zaman tanımı yapmıştır. Ona göre zaman, önce ve sonraya göre devinimin/hareketin sayısıdır. Bireylerin, zihinlerinde bir şey değişmediğinde ya da herhangi bir değişimi fark etmediklerinde zamanın da geçmediğini düşünmektedir. hareket olmaksızın tek başına var olabilmesi olanaklı değildir. Hareketin mutlak anlamdaki sayısı, sadece bellirli bir hareketin değil, devamlı bir hareketin sayısına eşittir.

Kant ise, zamanın nesnel dünyadan kazanılmış bir şey olmadığını ancak insanın nesnel dünyayı algılamasının temel şartı olduğunu dile getirir. Kant’a göre zaman öznel ve idealdir. Zamanın insan zihninde var olduğunu belirten Kant, insanın bilincinde yer alan zaman sayesinde, devam eden zamanda eşzamanlılığı ya da ardı ardına gelmeyi ayırt edebileceğini belirtmektedir. Zaman sürekli olması- na rağmen, zaman sayesinde yalnızca ilişkiler düşü- nüldüğünden, diğer bir ifadeyle zaman öznel ve ideal olduğundan, basit parçalardan oluşmaz ve zamanda sürekliliğin temeli olarak bir bileşiklik söz konusudur. Bileşiklik zamandan bileşenleri kaldırıldığında, onda hiçbir şey kalmayacağından, zamanın her bir parçası yine zamandır. Buna karşılık, zamanın içinde en basit olarak var olan şey, yani an verilen iki an için bir sınır olduğundan zamanın tamamlayıcı bir kısmı değildir.

Henri Bergson ise, göre, zaman bir nokta üzerinden diğer bir nokta üzerine hareket eden kesintisiz, dinamik ve döngüsel olmayan şeydir. İki farklı anlayışı olduğunu savunan Bergson için, birincisi; bireyin içinde var olan ve sezgi yoluyla elde edilen süre, ikincisi ise nesnel dünyanın yansıması olarak araya “mekân fikri sokulan süre”olduğunu ifade eder. Bergson’a göre; bireyler saf süreye farkında olmadan mekân fikrini ve şuur hallerini katıp iç içe değil zamandaş olarak yan yana sıralar. Süreyi mekân ile ifade etmek, sürüp gitmeyi sürekli bir çizgi ya da parçaları iç içe girmeyen, sadece birbirlerine dokunan bir zincir gibi görmeyi beraberinde getirir. Sürenin ardışık anlarını sayarak bunların adetle olan münasebetini ortaya koymak zamanın da mekân gibi ölçülebilir bir nicelik olarak görülmesine sebep olur.

Bergson’a göre gerçek süre iç dünyamızdır. Benin kendini yaşamaya bıraktığı bilinç durumlarının ardışık dizilişlerinin oluşturduğu biçimdir. Bütün değişmeler ve gelişmeler bir “süre” içinde gerçekleşir. Süreyi yaşayabilmemizin koşulu ise bellektir. Bellek geçmişi, depolama-biriktirme gibi saklama aygıtı değildir; bellek geçmişin şimdi içindeki sanal birlikteliğidir. Bergson bu nedenle süreyi mekândan tamamen bağımsız olarak ele al- maktadır. Bergson, saatin sadece mekândaki zamanı yani o anı ölçtüğünü ifade etmektedir. Ölçülen o ana geçmişten hiçbir şey kalmamıştır. Oysa içsel zamanda geçmiş zaman şimdiki zamanla iç içedir. Bu sayede insanlar şimdiki zamanla geçmişi aynı anda algılayabilmektedirler.

Newton, mutlak zaman görüşünü savunmaktadır. Newton bu yaklaşımı çerçevesinde, mutlak ve evrensel zamanın ölçülebilir, hesaplanabilir olduğunu ve zamanın temelde dışsal bir öğeden bağımsız olarak aktığını belirtir. Newton’a göre, bireyler psikolojik olarak zamanın akışını farklı hissedebilirler ancak zaman özünde hiç değişmemektedir. Dolayısı ile saat kişisel hissedişten bağımsız olarak zamanın nesnel olarak ölçülebilmesini sağlamaktadır.

Einstein’a göre; uzay ve zaman noktaları, uzaysal koordinatlarına ek olarak, ayrı bir ‘şimdiler’ çokluğu ile belirlenirler. Bu belirlenen ‘şimdiler’ tikel-göreli ‘şimdiler’dir. Bu nedenle, zamanın nesnel bir algılanışından söz etmek mümkün değildir. Nesnel zamanın yerine ge- çen göreli zaman ölçümünde ‘şimdi’ sonsuz küçüklükteki ayrımları olan parçalara ayrılır ve böylece sonsuz bir şimdiler çoklusu üretilir. Bu göreli şim- diler her bir uzay noktasına bir değer olarak verilir. Şimdi ve birim ölçülemez, eş zamanlılık ve/veya eşit zamanlılık görgül yöntemlerle ancak yaklaşık olarak ölçülebilir.

Modernizim öncesi mitolojik zaman, tabiatla bağlantılı olarak gece-gündüz döngüsü, mevsimlerin değişimi gibi döngüselliklerle bağlantılıdır. Metafizik boyutta değerlendirildiğinde ise zaman, semavi dinlerdeki Tanrı’nın, peygamberlerin ortaya çıkışı, yaşamları, ölümleri ve ahretteki dirilme günü ile ilgilidir.

Modernizm öncesi zaman kavrayışı bireyden bağımsız olarak var olan, tanrının yarattığı, değiştirilemez olan mutlak zamandır. Rönesans’ın ortaya çıkışı ile sonsuz zaman ve mekân kavrayışı yerini gerçek mekânlara ve sonu olan bir zaman anlayışına bırakmıştır. Bu yönüyle artık ressamlar mitolojik, metafizik bir evren yerine nesnel bir evren ortaya koyma imkanı bulmuşlardır.

Modernizmle birlikte ise zaman tanımlaması da dönüşüm geçirmiştir. Giddens’a göre; modernizmden önceki dönemde kültürlerin zaman ve uzam ilişkisini kavrayışı modern dönemden oldukça önemli farklılıklar göstermek- tedir. Modern öncesi dönemde zaman hesabı, zamanı daima uzama bağlamakta, bu nedenle de kesinlikten uzak ve değişken olmaktadır.

Endüstri devrimi ile birlikte ortaya çıkan teknolojik gelişmeler birey açısından zamanı ölçülebilir, denetlenebilir ve planlanabilir bir olgu haline getirmiştir. 19. yüzyılda nesnel bilincinin gelişmesi ile dinsel tarih anlayışı dışında bir zaman akışının var olduğu bi- linci ortaya çıkmıştır. Romantizm akımı ile birlik- te ise sadece dinsel tarih anlayışı dışında nesnel bir zaman akışının var olduğu düşüncesinin yanına bireyin, sanatçının iç dünyasına ait bir zaman akışının da var olduğu düşüncesi eklenmiştir.

20. Yüzyılında, Braque ve Picasso gibi sanatçıların perspektif bozumu ile Kübist Devrim ortaya çıkmıştır. Böylece, nesnelerin fiziksel özelliklerinin yanına zaman kavramı da eklenmiştir. Bu yaklaşım, Einstein’ın göre- lilik kuramı ile ilişkilidir.

Teknikte yaşanan ilerleme, masaüstü bilgisayarlardan, dizüstü bilgisayarlara, akıllı televizyonlardan, cep telefonlarına kadar internetin yaygınlaşması ile zaman deneyimi farklılaşmaya başlamıştır. Dönemsel ve gündelik hayat pratiklerinin belirlenmesinde tarihsel olarak her dönemde önemli bir olgu olan zamanın ölçülmesi, plan- lanması günümüz post-endüstiyel toplumlarında geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde daha önemli hale gelmiştir. İnternet ve internetin yaygınlaşması ile ortaya çıkan yeni toplumsal yapıyı Castells, “ağ toplumu” olarak nitelendirir. Ağ toplumunda internetin ortaya çıkardığı yeni zaman deneyimi, zamanın düz çizgisel, geri döndürülemez ve hesaplanabilir olduğuna ilişkin var olana anlayışı ortadan kaldırmıştır. Ağ toplumunda zamanın, yalnızca toplumsal farklılıklar bağlamında göreli bir zaman algısı ya da zamanın geri çevrilmesine ilişkin miti doğrulayan bir zaman olduğunu söy- lemek artık mümkün değildir. Ağ toplumunda zaman; kendi kendini korurken kendi kendine genişlemeyen, döngüsel değil rastlantısal, tekrarlanmayan, aniden olan ve sonsuz bir evren yaratmak için birbirine karışan bir zamandır.

Görüntü Hareket ve Zaman

Zamanı durdurmak, anı yakalamak ve hareketi kaydetmek, görsel ve görsel-işitsel sanatlar için oldukça önemlidir. Kameranın aracılığı ile üç boyutlu olan uzay iki boyutlu bir yüzey üzerine indirgenebilmektedir. Bu doğrultuda, görüntüde düzenleme yapılamasının amacı izleyicileri mümkün olduğu kadar uzay yanılmasına inandırabilmektir.

Fotoğraf makinesi ışıkla resmetmekte, nesneden yansıyan ışık makinenin optiğinden geçerek yüzey üzerinde görüntü oluşturmaktadır. Bu süreçte fotoğrafı çekilen nesnenin an’ı (resmedilen an) ile makinenin içinde resmedildiği an (resmedilme eylemi anı) neredeyse aynıdır. Fotoğraf makinesi şimdiyi resmeden bir aygıt olarak değerlendirilebilir.

Fotoğraftan farklı olarak filmin sağladığı olanakların birçoğuna sahip olan elektronik görüntünün ortaya çıktığı ekran belirli bir uzay içinde zaman ve hareketin ortaya çıktığı enerji alanıdır. Ekranın sınırlı yüzeyi içinde oluşan hareketli görüntüler, en küçük parçacığından bütününe kadar zaman sürecini içermektedir.

Videoda hareket doğrusal olarak ilerlemek zorunda değildir. Bu nedenle, bir hareket diğeri ile bağlantısızdır. Videoda imajlar mantık dışı kesmeler aracılığıyla birbirine eklemlenir. Bu nedenle izleyiciye sunulan doğrusal bir imaj değil zamanın imajıdır. Hareketten türemeyen bu zaman video zamanının kendisidir.

Hareketli görüntüde zaman boyutunun oluşturmasında öne çıkan teknik, estetik aygıtlar bulunmaktadır. Bunlar; mercekler, çekim ölçekleri, kamera açıları, kamera hareketlerinin kullanımı, görsel efektler, kurgu, ses vb. ögelerdir. Görüntü boyutunun zamana etkisi, kullanılan merceğin türüne göre de farklılık göstermektedir. Bu noktada perspektif, belirleyici faktör olarak yer almaktadır. Hareketli görüntü kaydının zamanı, kronolojik bir zaman akışına bağımlı olmadığı gibi örneğin; sinemada, fotoğrafik görüntünün art arda gelmesiyle oluşan hareket yanılsaması da gerçek zamanlı olmayabilir. Çekimlerin yavaşlatılmış ya da hızlandırılmış gösterimi kadar kısa ya da uzun süreli çekimler ve yakın plan çekimlerin kullanımı da filmsel zamanın algılanmasını değiştirir. Hareketli çerçeve ile yapılan çekim perde zamanını uzatacağından, izleyicinin hissedeceği zaman (öznel zaman) üzerinde de etkili olur.

Tarkovski (1992: 71) yalnızca teknik bir olay ya da görünür dünyanın yansıtılması olmanın yanı sıra estetiğin yeni bir ilkesi olarak doğan sinema sanatının, tarihsel süreçte ilk kez zamanı ilk elden dondurma ve istenilen sıklıkta ve biçimde yeniden yansıtma olanağı tanıdığını belirtir.

Gilles Deleuze’un Hareket-imge ve Zaman- İmge, kavramlarına değinmek gerekir. Sinema üzerine yaptığı çalışmalarla da adından söz ettiren ünlü düşünür Deleuze sinemanın hareket, kurgu, kadraj, görsel efekt gibi tekniklerle kendine özgü imgeler yaratarak izleyicinin algısını kontrol ettiğine diğer bir ifade ile perdedeki imgenin, izleyici tarafından harekete bağlı olarak anlamlandırıldığına değinir. Deleuze’e göre hareket-imge temelde iki yolla oluşur: Bunlardan ilki kamera hareketi diğeri ise montajdır.

Deleuze hareket-imgenin olay örgüsüne dayandığını iddia etmiştir. Zaman- imge ise, Deleuze için yeni bir algılama yoludur. Deleuze, Bergson’dan süre ve sezgi kavramlarını ödünç alarak zaman-imge kavramını geliştirmiş- tir. Bu yaklaşıma göre gündelik hayata ait zaman uzamsaldır ve nicel yöntemlerle ölçülebilir. Süre ise öznenin içsel zamanına göre akan, duran, geri ve ileri gidebilen esnek bir bütünlüktedir. Zaman- imge, varlığın belirlenimini sinemasal bir sezgiyle anlamaktır. Varlığın kendinde hâlini, izleyicinin içsel zamanıyla buluşturmaktır.

Bergson, insan algısı da tıpkı sinemada olduğu gibi hareketi, hareketi oluşturan anların bir dizilişi olarak kavradığını söyler. Bergson’un işaret ettiği, insan düşüncesinin belirli anlara odaklanarak bütünü açıklamada bu anı referans alması alışkanlığıdır. Bergson, sinemanın yapmış olduğu şeyin daha önce algı, dil ve düşünce tarafından yapıldığını söylemiştir. Bu durumda, sinema da algımızın bilgi mekanizması gibi bütünüyle pratik bir karaktere sahiptir. Yani, Bergson açısından sinematografik metot, biricik metottur ve bilginin akışıyla eylemlerin akışını birbirine uydurarak pratik hayata hâkim olmamızı sağlar. Bilgi daima eylemler ile beraber akmalıdır. Eylemler hayatın nabızları gibi süreksiz olduğuna göre bilgi de süreksiz olacaktır. Bergson, dış dünyayla teması- mızı bütünüyle sinematografik bir zemine indirger. Bergson, Zenon’un paradokslarına modern bir ad verir: Sinematografik illüzyon. Sinema bize yapay hareket verir. Bu hareket art arda gelen anlık bölümlerin bir çizgisel dizimidir.

Filmde yer alan durağan fotoğraf karelerinin görüntüye dönüşme sürecini Zeno hareket paradoksu çerçevesinde hareket hâlindeki bir okla açıklar. Hareket hâlindeki bir ok aslında durgun durumlardan oluşur. Okun hareket etmesinin mümkün olmadığına değinen Zeno, hareketin olmadığını, sonsuz bir hat üzerinde hareket eden okun aslında arka arkaya gelen durağan anlardan meydana geldiğini belirtir. oluştuğunu savunur.

Bergson’a göre ise, hareket yalnızca Zenon’un ok paradoksu ile göstermeye çalıştığı gibi birbirini takip eden anlar olarak görüldüğü zaman bir birim olarak görülebilir. Okun hareketi sayılabilir anlardan oluşmaz. Bizler sadece mekânsal konumları, dolayısıyla okun her duruşunda oluşan ayrık hâlleri sayabiliriz. Gerçekte hareket bir bütün olarak görülür.

Sinematografik araç birbiriyle hiçbir bağlantısı olmayan durağan görüntüleri eşit zaman aralıklarıyla gerçek zamanda ilerleyen bir biçimde düzenleyerek zamanın dolaylı bir sunumunu vermektedir.

Sinemada zamanı ele aldığımızda “Reel (astronomik) Zaman”, “Kurgusal (irreel) Zaman” ve “Hayali (mevhum) Zaman” olmak üzere üçe ayırmak mümkündür. Reel zaman, filmde geçen sürenin gerçek zamanla uyum hâlinde olduğu zaman türüdür. Kurgusal zaman; filmde geçen bir zaman diliminin, öznel çekimlerle ya da kurgu yoluyla gerçek zamana göre kısaltılması veya uzatılmasıdır. Kurgusal zamana saatler sürecek bir yolcu- luğun başlangıcı ve bitişine ilişkin görüntülerin kurgu yoluyla kısaltılmasını ya da bir kovalama anının farklı açılardan farklı planlarla görüntülenerek ekranda hız ve heyecan yaratmasını örnek olarak vermek mümkündür. Hayali zaman ise daha çok bilim kurgu filmlerde görülen, nasıl ve ne zaman olduğu belli olmayan zaman türüdür. Sinema doğası gereği reel zaman ve hayali zamanı aynı anda görselleştirebilmektedir.

Süjesel zamandır ki bu filmsel olayın sujede ele alınış biçimiyle ilişkili zamandır. Filmdeki olayların bir gün içerisinde gerçekleşmesi hâlinde filmin sujesel zamanı bir gün olmaktadır. İkinci zaman türü ise, kameranın pelikül üzerinde kaydettiği zamandır. Film üzerine kaydedilen zaman ile gösterim anındaki zaman birbirinden farklı olabilir. Kaydetme hızı 8 kare hız olan görüntü 24 kare hızla gösterilebilir ki bu görüntünün daha hızlı olmasına neden olacağından zaman algısını da etkiler. Sinemada zamana ilişkin üçüncü kategori ise izleyici tarafından algılanan zamandır. Bir film deneyiminde, görüntülerin şimdiki zamanının yanında izleyicinin zamanı algılamasının da etken oluşu nedeniyle karmaşık bir zamansallık söz konusudur. Sinemaya ilişkin dördüncü zaman ise izleyicinin film izleme sürecinde salonda tükettiği reel zamandır.

Teknikte yaşanan ilerlemeler sonucunda ortaya çıkan iletişim araçları hem kitle iletişiminde hem de bireyler arası iletişimin sağlanmasında önemli kolaylıklar sağlamıştır. Bugün, farklı coğrafyalarda yaşayan insanlar aynı iletiyle eşzamanlı ulaşmakta, sosyal ağlarda tanışma, mekan sınırlaması olmadan aynı deneyimleri eş zamanlı paylaşabilme ve/veya herhangi bir konu üzerine tartışma olanağı bulabilmektedir. İnternet aracılığı ile kurulan iletişim sisteminde, coğrafyaya, kültüre özgü kodlar, an- lamlarından kopmaktadır. Anlamlarından kopan bu kodlar ise ağlar aracılığı ile tekrardan birleşmektedir.

Dijital oyunlar; konsol oyunları, PC oyunları ve çevrimiçi oyunlar olarak sınıflandırılır. Tek kişilik ya da çoklu oyunculu olarak oynanan dijital oyunlarda birey, oyuna özgü zaman ve uzama bağlanmaktadır. Çoklu oyuncu aynı zamanda, kullanıcılara eş zamanlı etkileşim imkanı da sağlamaktadır. Oyun deneyimi içerisinde oyun ve oyuncu zamanı ve oyuna ait öyküsel zaman, oyunun seyrinin oyuncu tarafından belirlenmesi nedeniyle nerdeyse eşzamanlı, aynıdır. Çoklu oyunculu oyunlarda, oyuncular, oyunla kurdukları zaman deneyimi ile birbirlerini etkilemekte böylece nesnel zamanın dışında oyuncuların kolektif olarak deneyimledikleri bir öznel zaman deneyimi ortaya çıkmaktadır.