GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ - Ünite 4: Gıda Maddeleri ve Bağımlılıklar Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 4: Gıda Maddeleri ve Bağımlılıklar
Giriş
Bu çerçevede özellikle son yıllarda, "Helal Sertifikası" uygulamaları ve buna dönük talepler yoğun bir şekilde gündeme gelmeye başlamıştır. Bu alanla, ulusal ve uluslararası düzeyde birçok kurum ilgilenmeye başlamış, helal gıda konusunda genel standartlar geliştirme çabaları yoğunluk kazanmıştır.
Temel İlkeler
Yiyecek ve içeceklerle ilgili birçok dinî-fıkhî ilkeden söz edilebilir. Haram yetkisinin Allah'a ait olması, harama sebep olan şeylerin de haram kabul edilmesi, haramlar konusunda hileye başvurulamayacağı, iyi niyetin haramı meşur kılmadığı, haram şüphesi taşıyan şeylerden uzak durulması gibi. Biz, gıdalarla ilgili güncel problemlerin fıkhî hükmünü belirleme noktasında yol gösterici olacağı düşüncesiyle bazı ilkeleri kısaca açıklamak istiyoruz.
Yiyecek ve İçeceklerde Kural Helal Olmaktır
Fıkıh bilginlerinin büyük çoğunluğuna göre, "eşyada asıl olan ibâhadır." Dolayısıyla dinî bir belirleme bulunmadığı sürece yasaktan ve haramdan söz edilemez. Yeme-içmeyle ilgili hususlar da, bu kural çerçevesinde değerlendirilir. Kur'ân-ı Kerim'de, yeryüzünde ne varsa hepsinin insan için yaratıldığı, göklerde ve yerde bulunan her varlık ve imkânın Allah'tan bir lütuf olmak üzere insanın emrine verildiği belirtilir (Bakara 2/29; Câsiye 45/13). " Allah'ın kulları için yarattığı güzel giysileri ve temiz yiyecekleri kim haram kıldı? " (A'râf 7/32) buyrulmak suretiyle bu hususun teyit edilmesi son derece önemlidir. Helallik ilkesinin bir uzantısı olmak üzere Kur'ân'da haram kılınan yiyecek maddeleri sınırlandırılmış (En'am 6/145; Nahl 16/115), Hz. Peygamber'in sünnetinde de bu çerçevede açıklamalara yer verilmiştir (Tirmizî, "Libâs", 6; İbn Mâce, "Et'ime", 60).
Mübahlık ve serbestlik ilkesinin bir gereği olarak, herhangi bir gıda maddesinin dinî-fıkhî hükmü konusunda şüpheye düşüldüğünde, ilke veya ayrıntı düzeyinde yasaklayıcı bir delil bulunmadığı sürece onun helal olduğu kabul edilecektir. Kur'ân ve Sünnet'te haram olduğu belirtilen gıdaların sınırlı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, haramların oldukça az ve alanının dar, helallerin ise çok ve sınırının geniş olduğu ortaya çıkmaktadır. Âyet ve hadislerde haram kılınan yiyecek ve içecekler şunlardır:
- Ölmüş hayvan eti (meyte): Dinî usûle uygun kesilmeden öldürülmüş ya da kendiliğinden ölmüş hayvanlar meyte grubuna girer. Mâide sûresinin üçüncü âyetinde bu durumun değişik şekillerde ortaya çıkabileceği ifade edilmiştir. Bunlar, boğulmuş, sert bir cisimle vurularak öldürülmüş, yüksek bir yerden atılma veya düşme sonucu ölmüş, başka bir hayvanın darbesiyle ölmüş ve yırtıcı ya da pençeli hayvanların öldürüp parçaladığı hayvanın eti şeklinde belirtilmiştir. Aslında ölmüş hayvan sınıfına dahil olmakla birlikte balık ve çekirge ölüsü, Hz. Peygamber'in (s.a.) beyanıyla helal olan gıdalardan sayılmıştır.
- Akıtılmış kan: Eti yenen hayvanlardan da olsa, canlı veya ölü hayvanın vücudundan akıp ayrılmış olan kan haramdır.
- Domuz eti: Kur'ân'da etinin haram olduğu belirtilen tek hayvan domuzdur.
- Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar: Putlara (dikili taşlar) adanan hayvanlar da bu kapsamda değerlendirilir.
Kur'ân'da haram kılınan gıdalar bunlarla sınırlandırılmıştır. Kur'ân'ın helal-haram ölçütü olarak belirlediği " tayyibâthabâis " çerçevesinde Resûl-i Ekrem (sav), ehli eşeklerin, yırtıcı kuşların ve pençeli hayvanların da haram olduğunu ifade etmiştir. Alkollü içki tüketimi ise, hem âyetlerde hem de hadislerde haram kılınmıştır. kurmaya çalışan, kısaca dinle hayat, nasla olgu arasında köprü vazifesi gören oldukça canlı ve dinamik bir ilmî faaliyet alanıdır.
Günümüzde durmadan gelişen ve değişen hayat olayları karşısında kendi iç dinamikleriyle bu gelişmeleri takip etme, yönlendirme ve yeni meselelere çözüm üretme misyon ve görevi de fıkıh ilminin omuzlarındadır.
İstıhâle ve Karışım
İstihale, hayvansal veya bitkisel bir ürünün bir halden başka bir hale geçmesi demektir. Bunun somut göstergesi ise, şekil ve isim değişikliğidir. Yiyecek ve içecekler söz konusu olduğunda istihâle, haram olan gıdanın şekil ve mahiyet değişikliğine uğramasını ifade eder.
Karışım ise, iki farklı maddenin ayrıştırılamayacak şekilde iç içe geçmesi, birisinin diğeri içinde çözülüp kaybolması demektir. Süte veya hamura bir miktar şarabın dökülmesi gibi.
Günümüzde helal gıda konusuyla ilgili fıkhî problemlerin büyük çoğunluğu, istihâle ve karışımla ilgilidir. İstihâlenin mahiyeti, istihâlenin kendiliğinden veya dışarıdan müdahale ile gerçekleşmesi, istihâleye konu mal ya da nesnenin dinî açıdan hükmü, istihâlenin helal gıda üretmede temel yöntem olarak işletilme imkânı gibi hususlarda benimsenen görüş, bunlara bağlı gıda problemlerinin hükmünü de belirleyici olmaktadır. Benzer bir durum, karışım için de geçerlidir. Özellikle ilaçlar, gıda katkı maddeleri, jelatin, mayalar ve yerli veya ithal hazır gıdalarla ilgili şüphe ve tereddütler, doğrudan istihâle veya helal ürüne haram bir maddenin karışmasıyla ilgilidir.
Sorunu şu şekilde ortaya koymak mümkündür: Jelatin, peynir mayası, koruyucu katkılar gibi gıda ürünlerinin üretiminde, domuz unsuru, murdar hayvan eti, kemiği, derisi veya başka bir parçası kullanılabilir mi? Bunlar yapı değişimine uğrayarak peynir, maya, ekmek, şeker, puding gibi bir şekil ve mahiyete kavuşursa, yapımında necis ve haram madde kullanılması sebebiyle bu yeni madde de haram mı olacaktır, yoksa yeni hali dikkate alınarak helallik hükmü mü verilecektir?
Helal gıdaya necis ve haramın karışması veya karıştırılması durumunda da sorun aynıdır. Söz gelimi süt gibi helal bir sıvıya bir miktar alkol katılır, rengi, tadı, kokusu, sarhoş etme gibi özellikleri kaybolursa, bu içecek yine alkol gibi mi değerlendirilecek, yoksa hükmü, baskın unsur ve özelliğe göre mi belirlenecektir?
İstihâleyle ilgili fıkhî değerlendirmeler karışım için de geçerli olduğundan, konu istihâle çerçevesinde ele alınacaktır.
Fıkıh bilginleri ve mezhepler istihâle konusunu, kendiliğinden gerçekleşen istihâle ve dışarıdan müdahale sonucu oluşan istihâle olmak üzere genellikle iki kısma ayırarak incelemişlerdir. Mevcut haliyle yenilip içilmesi dinen haram olan (habîs) bir gıda veya içecek, kendiliğinden istihâleye uğrar ve dinen tüketilmesi helal bir maddeye (tayyib) dönüşürse, bunun tüketilmesinin helal olduğunda görüş birliği bulunmaktadır.
Fakat istihâle, dışarıdan müdahaleyle yani irade ve isteğe bağlı olarak gerçekleşirse, istihâleye uğrayan ürün Şâfiî ve Hanbelîlerle, Hanefî müctehidlerden Ebu Yusuf'a göre helal hale gelmez, tüketilmesi hâlâ haramdır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.) şarabın sirkeye dönüştürülmesini yasaklamıştır (Müslim, "Eşribe", 11).
Hanefî ve Mâlikîlerle, İbn Hazm, İbn Teymiyye ve İbn Kayyım el- Cevziyye gibi müctehidlere göre ise, istihâlenin kendiliğinden gerçekleşmesiyle, insan müdahalesiyle ve iradeye bağlı olarak gerçekleşmesi arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Her iki durumda da, haram helale dönüşür. Çünkü haramlık, bir nesnenin mevcut hali ve özelliğiyle ilgilidir. Bu hal ortadan kalkıp farklı bir yapı ve mahiyete kavuşunca, haram hükmü de kalkar.
Günümüz fıkıh bilginlerinden bazıları geleneksel ictihadlardan birisini tercih etmekte, bazıları ise farklı değerlendirmelerde bulunmaktadır. Bu görüş ve tercihleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
Haramın istihâle ile helal hale gelebilmesi için, istihâlenin kendiliğinden gerçekleşmesi gerekir.
- İstihâlenin kendiliğinden gerçekleşmesi ile iradeye bağlı olarak gerçekleşmesi arasında herhangi bir fark yoktur. Her iki şekilde de istihâle haramı helal yapar.
- İstihâle, domuz dışındaki ürün ve gıdalarda söz konusu olabilir. Domuzun ise, -özü ve mahiyeti itibariyle necis ve haram olduğundan- istihâlesinden söz edilemez ve hiçbir şekilde haramlık özelliği ortadan kalkmaz.
- İstihâle, helal gıda elde etmenin temel yöntemlerindendir. Dolayısıyla istihâlenin, iradeye bağlı olarak gerçekleşmesinin hüküm açısından herhangi bir önemi bulunmadığı gibi, istihâleye uğrayan mal veya ürünün de önemi yoktur.
Bu görüşlerin her birisi için, savuşturulamaz çaresizlik ve alternatifsizlik durumu ( zaruret ), haramlığın geçici olarak kalkması için bir gerekçe oluşturmaktadır.
İstihâle ve buna bağlı gıda problemleriyle ilgili fıkhî değerlendirmelerde şu iki eğilimin belirleyici olduğu görülmektedir:
1.Allah ve Resûlü'nün haram olduğunu belirttiği yiyecek ve içecekler, farklı yöntemler ve değişik isimler altında tüketilme yoluna gidilebilir. İstihâle, her zaman için haramları çiğneme yöntemi olarak işletilme potansiyeline sahiptir.
Değerlendirmelerinin merkezine bu düşünceyi yerleştiren bilginler, istihâleyi, insanın bilgi ve müdahalesi olmaksızın kendiliğinden meydana gelme ile sınırlandırırlar. Bu görüşü savunanlara göre, istihâle ve karışımın iradî olarak gerçekleşmesi durumunda, değişime uğrayan maddenin yapı ve özellik bakımından tamamen değiştiğine dair gıdacı, kimyacı gibi uzman görüşü olsa bile, haram hükmü değişmez.
2.Tarım alanlarının her geçen gün azalmasına karşın dünya nüfusu hızla artmaktadır. 7 milyara yaklaşan dünya nüfusunun gıda ihtiyacının karşılanabilmesi için, her geçen gün daha fazla gıda üretilmesi gerekmektedir. Doğal kaynaklar bu ihtiyacı karşılamaya yetmediğinden, gelişmiş teknolojinin sunduğu imkânlardan âzâmî düzeyde yararlanılması zorunluluk halini almıştır. Bunun için hammadde ayırımı yapmaksızın sağlıklı gıdaya dönüştürülebilir her şeyden yararlanılmalıdır.
Konuya bu açıdan yaklaşan ayrıca haram nitelemesinin, maddenin en son yapısı ve özelliğine bağlı olduğunu kabul eden bilginler stihâlenin mutlak anlamda haramı helal yaptığı görüşündedirler. Bu bilginlere göre, istihâlenin irade ve müdahaleyle gerçekleşmesinin herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Ancak istihâleye uğrayan mal veya ürün, bu görüşü benimseyenlerin çoğunluğuna göre domuz kaynaklı olmamalıdır. Bazılarına göre ise, domuz ve cüzlerinin de istihâlesi mümkün ve caizdir.
Hayvan Kesimiyle İlgili Sorunlar
Eti yenilebilen hayvanlardan kara hayvanlarıyla hem karada hem de denizde yaşayabilen hayvanların etinin helal olabilmesi için, fiilen veya hükmen kesilerek kanlarının akıtılması gerekmektedir. Nitekim kendiliğinden ölen hayvanlarla, kesici olan bir aletle usulüne uygun olarak kesilmeden ölen hayvanlar âyetlerde meyte (ölmüş hayvan) kabul edilmiş ve etlerinin yenilmesi haram kılınmıştır (Mâide 5/3; En'am 6/145).
Balık gibi sadece suda yaşayabilin hayvanlar ile çekirge gibi karada yaşamakla birlikte akıcı kanı olmayan hayvanların ise, etlerinin helal olabilmesi için kesilmeleri şart değildir. Nitekim Hz. Peygameber (s.a.), " Denizin suyu temiz, ölüsü helaldir " (Ebu Davud, "Tahâret", 41) buyurmuş, bir başka hadiste de ölü hayvanlardan balık ve çekirgenin Müslümanlara helal olduğunu ifade etmiştir (Müsned, II, 97).
Kesimle ilgili güncel fıkhî problemlerin genellikle, kesim işlemini gerçekleştiren kişinin dinî mensubiyeti, kesim sırasında besmele çekilmesi ve kesim yöntemiyle ilgili olduğu görülmektedir. Konu bu başlıklar altında ele alınacak, kesim yöntemi başlığı altında elektroşok, seri kesim ve sulu yolum konuları işlenecektir.
Kesenin Dinî Mensubiyeti
Müslümanlar açısından eti yenen hayvanlar grubuna giren bir hayvanın etinin helal olabilmesi için, bir Müslüman veya Yahudilik, Hıristiyanlık gibi özü itibariyle ilahî kaynaklı dine mensup birisi ( ehl-i kitap ) tarafından kesilmesi gerekir. Bu hususta, İslam alimleri arasında herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Domuz, şarap, leş gibi hakkında özel yasak bulunan yiyecekler hariç ehli kitabın yiyip içtikleri Müslümanlara helal olduğu gibi kestikleri de helaldir. Mâide sûresinin beşinci âyeti bu hükmün açık delilidir. " Bugün size temiz ve faydalı nimetler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâldir; sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir ."
Ehl-i kitap, Allah'a inanıp bir peygambere tabi olup hak dine mensup iken zamanla hak yoldan uzaklaşan kişi ve toplulukları ifade eden bir kavramdır. Yahudî ve Hıristiyanlar, İslam âlimlerinin ittifakıyla ehl-i kitap kabul edilmektedir. İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu ehl-i kitap kapsamını bu iki din mensuplarıyla sınırlı tutar. Fakat temelde Allah inancı taşıması sebebiyle Ebu Hanife Sâbiîler'i, İbn Hazm da Mecûsîler'i ehl-i kitap çerçevesine dahil eder. Ehl-i kitap kapsamını daha geniş tutan görüşler de vardır.
Kesim Yöntemi
Hayvanın kesim yöntemiyle ilgili günümüz fıkıh problemleri arasında, elektroşok, seri kesim ve sulu yolum konuları önemli yer tutmaktadır. Bu meseleler kısaca değerlendirilecektir.
Elektroşok: Çağımızda bilhassa Batılı ülkelerde hayvana kesilmeden önce, elektrik şoku veya karbondioksit gazı verme, tabanca kullanma, başına çekiç veya tokmakla vurma, omuriliğine şiş sokma gibi tekniklerle hayvanın sersemleştirilmesi veya bayıltılması sağlanmaktadır. Bunlar arasında elektrik şoku verme uygulaması, ülkemizde de başvurulan bir yöntemdir.
Elektroşok, hayvanın daha az acı hissetmesi ve kanın âzâmî düzeyde ve olabildiğince hızlı akmasını sağlamak amacıyla, kesim öncesi hayvana belli düzeyde elektrik vermektir.
Bir hayvanın etinin dinen helal olabilmesi için, diğer şartlarla birlikte, hayvanın kesim esnasında canlı olması ve ölümünün bu kesim işlemi sonucu gerçekleşmesi şarttır. Kesim esnasında canlı olmayan veya kesim işlemi dışında bir sebeple ölen hayvan, dinen murdar kabul edilir ve eti yenilmez.
Hz. Peygamber (s.a.), " Hayvanı kestiğinizde kesimi güzel yapınız " buyurmuştur (Buhârî, "Zebâih", 15). Hayvanı sakinleştirecek veya bayıltacak düzeyde elektrik şoku uygulamasının, hadiste tavsiye edilen güzel kesim kapsamında değerlendirilmesi de mümkündür. Elektroşok uygulanarak gerçekleştirilen kesimlerde, kanın tamamen boşalmaması şeklindeki iddia ve ihtimaller, etin helalliğini değiştirmez. Kaldı ki bilimsel araştırmalar, elektrik şoku uygulanarak kesilen hayvanlarda âzâmî kan akışının sağlandığını ortaya koymaktadır. Öte yandan damarlarda ve etin içine sinmiş halde bulunan kan, kendisi necis olmadığı gibi eti de necis hale getirmez. Necis olan kan, etten ayrılmış yani akıtılmış kandır. Bunun bir kısmı etin üzerinde kalmış hatta pıhtılaşmışsa, yıkanmak suretiyle temizlenir ve yenir.
Seri Kesim: Artan nüfus ve şehirleşme olgusuna, teknolojik gelişmenin de eşlik etmesi, birçok yeni sektörün oluşmasını sağlamıştır. Bunlardan birisi de, geçmişte bireysel ve çoğu zaman amatörce gerçekleştirilen hayvan kesimi ve kasaplık işlerinin, günümüzde, modern kesimhanelerde, gelişmiş teknoloji ürünü alet ve makinelerle gerçekleştirilmesidir. Bu sayede insan gücü ve zamandan tasarruf sağlanmakta, et ürünlerinin hijyen şartlarında üretilmesi ve kısa sürede tüketiciye ulaştırılması mümkün olmaktadır.
Çok sayıda hayvanın, bir makinede ve düğmeye bir kere basmak suretiyle kesilmesi yani seri kesim, her bir hayvan için Allah'ın adını anmanın gerekliliği açısından tartışılan bir konudur. Özellikle kümes hayvanlarının kesimi sırasında bu şartın yerine getirilmesi neredeyse mümkün değildir.
Kesim esnasında Allah'ın adını anmanın sünnet olduğu görüşünde olanlara göre, bu şekilde kesilen hayvanları yemek helaldir. Fakat Allah'ın adını anmanın kasıtlı olarak ya da mutlak surette terk edilmesini caiz görmeyenlere göre, mekanik kesimde bu şartın gerçekleşip gerçekleşmediği önem arz etmektedir.
Sulu Yolum: Günümüzde, tavuk ve benzeri kümes hayvanlarının tüylerini daha kolay bir şekilde ve çevreyi kirletmeden yolmak için çeşitli tekniklere başvurulmaktadır. Bu yöntemlerden birisi de, boğazlandıktan sonra hayvanı, ortalama elli derecede sıcak su kazanına daldırma ve 2-3 dakika bu suda beklettikten sonra yolma usulüdür. Bu şekilde gerçekleşen yoluma sulu yolum, sıcak suya daldırmadan yapılan yoluma ise kuru yolum denilmektedir. Tüy yolumunu kolaylaştırmak amacıyla sulu yolum usulü yerine, hayvanların üzerine buhar uygulanması şeklinde bir usul de söz konusudur.
Kuru ve sulu yolum usullerinin ortak özelliği, yolum işleminin genellikle, hayvanın üzerindeki dışkı, kan bulaşığı, varsa diğer pislikler arıtılmadan gerçekleştirilmesidir. Bu ortak özelliğe rağmen, geleneksel kuru yolum usulünün dinen sakıncasının bulunup bulunmadığı hususunda tereddütlerle karşılaşılmamakta, fakat sulu yolumla ilgili bazı şüpheler bulunmaktadır. Bu durum, sulu yolumda hayvanın bir süre sıcak suda tutulması sebebiyle üzerindeki pisliklerin ete bulaşması ve eti necis hale getirmesi endişesinden kaynaklanmaktadır.
Alkollü İçecekler
“ Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), kısmet ve şans oyunları, ancak şeytanın pis işlerindendir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık bunları bırakıyorsunuz değil mi? ” (Mâide 5/90-91). (Yasağa hazırlık aşamasıyla ilgili âyetler için sırasıyla bk. Nahl 16/67; Bakara 2/219; Nisâ 4/43). İslam alimleri içki içmenin bu âyetlerle haram kılındığı hususunda ittifak etmişlerdir. Âyetlerde kullanılan “hamr” kelimesi, bazı sahabe ve tabiûn fakihleriyle Ebu Hanife’ye göre yaş üzümden elde edilen içkiyi ifade eder ve özü itibariyle (li aynihî) haramdır. Yaş üzüm dışında başka hammaddelerden elde edilen içkiler ise, sarhoşluk meydana getiriyorsa haramdır.
Bağımlılıklar
Bu başlık altında, çağımızın yaygın bağımlılıklarından uyuşturucu madde kullanımı ve sigara konusundaki fıkhî görüşlere yer verilecektir.
Uyuşturucu Madde Kullanımı
İslam'ın beşerî davranışların dinî hükmünü belirleme konusundaki genel tavrı, ilke ve amaç belirleme şeklinde olmuştur. Bu çerçevede bazen örnekleme mahiyetinde, bazen de hayatın temel bir değeri olması itibariyle tikel olaylara ilişkin hükümlerde bulunma da söz konusudur. Bu tavrın bir gereği olmak üzere, bir müslümanın hayatta karşılaşabileceği yeni durumların dinî hükmü, o meseleye tatbik edilebilecek genel ilkeden hareketle ya da tikel hükmün gerekçesini ( illet ) oluşturan niteliğe göre belirlenecektir.
Sarhoşluk veren veya uyuşturucu etkiye sahip olan şeylerin, sıvı, katı veya uçucu olması haramlık hükmünü etkilemez. Buna göre, sözgelimi bali çekmek, uyuşturucu özelliği sebebiyle diğer uyuşturucular gibi haram olmaktadır. Aynı şekilde yararlanma ve tüketilme şeklinin (yeme, içme, damara zerk etme, dumanını çekme gibi) de, haramlık hükmünde bir değişikliğe yol açması söz konusu olmaz. Çünkü bunlar hükümde etkili olan özellikler değildir.
Sigara
Çağımızın en yaygın bağımlılığı sigaradır. Öyle ki sigara, bilim ve teknoloji bakımından ilerlemiş toplumlardan, bu noktalarda geri kalmış toplumlara, tanrı tanımazlardan ilahî bir din mensuplarına kadar sıklıkla karşılaşılan yaygın bir bağımlılıktır.
Sigara içmenin Müslüman toplumlarda da baş göstermesi, alışkanlık halini almaya ve toplumda yayılmaya başlaması üzerine, sigaranın dinî hükmü tartışılmaya başlanmıştır. Sigara içmenin dinen sakıncalı olup olmadığına dair değerlendirmelerin, tıp ve pozitif bilimlerdeki gelişmelere bağlı olarak, haramlık yönünde bir seyir izlediği görülmektedir.