GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ - Ünite 6: Eğlence, Spor ve Sanat Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Eğlence, Spor ve Sanat

GİRİŞ

İslâm'ın öğretileri bir bütünlük içerisindedir. Bu bütünlüğün temelinde tevhide dayanan inanç esasları vardır. Bunun yanında İslâm, insanı yaşamı sadece bu dünya ile sınırlı olmayan sorumlu bir varlık olarak tanımlamıştır. Bu nedenle, kişinin eylemleri daima bu perspektif ile değerlendirilmiştir. Genel anlamda sanat ve eğlenceye bakışta da bu perspektif esastır.

İnsanın fıtrî bir ihtiyacı olan eğlence, İslâm'da olması gereken yerde ve olması gereken sınırlarıyla tanımlanmıştır. İnsan başıboş bir varlık olmadığına göre eğlencesi de başıboş olmayacaktır. Eğlencenin başlıca araçlarından biri müziktir. İslam âlimleri ilk günden itibaren müzikle ilgili değerlendirmelerde bulunmuşlardır.

Eğlencenin kimi zaman meşru olmayan boyutlara taşındığı bilinen bir husustur. Günümüzde küresel boyut kazanan kumar, eğlencenin meşru olmayan yönünü ortaya koyan uygulamalardan biridir. Kumar, günümüzde önemli bir ahlâkî zafiyet ve çok yaygın bir toplumsal problem haline gelmiştir.

Güzel sanatlar konusunda İslâm medeniyeti, tarihin en nadide eserlerini ortaya koymuştur. Ancak bu konuda da riayet edilmesi gereken kurallar vardır. Bunların neler olduğunu ve konuyla ilgili olarak âlimlerin değerlendirmelerini ünite içerisinde vereceğiz.

İslam tarihi boyunca Müslüman toplumlar, tarihin emaneti olan sanat eserlerine karşı koruyucu bir tavır sergilemiştir. Dünyanın sanat tarihi bağlamında değerlendirilecek mirasının önemli bir kısmının Müslüman coğrafyada olması bunun bir göstergedir.

EĞLENCE

Eğlence, insanın çocukluğundan ölümüne kadar devam eden bir faaliyetidir. Çocukların oyunları, aynı zamanda birer eğlencedir. Sanat, müzik, tiyatro, sinema, festivaller ve spor oyunları gibi birçok eylem eğlence kapsamına girer. Yorgunluk atmak ve dinlenmek için kırlara çıkarak yemeiçme ve oynama gibi faaliyetler de eğlencedir. Bu anlamda olmak üzere Hz. Âişe'nin rivayetine göre, Hz. Peygamber zaman zaman "tel'a" denilen sulak yerlere çıkmıştır.

Hz. Peygamber (sav) Döneminde Eğlence Münasebetleri

Birey ve toplumların doğal ve fıtrî yapının bir gereği olarak sevinmesi ve neşelenmesi gereken zamanlar vardır. Hz. Peygamber bu gibi zamanlarda eğlenmeyi teşvik etmiştir: Evlilik merasimleri, bayramlar, hacca gidiş ve geliş, yolculuktan dönüş, savaş zaferi ve sünnet düğünü gibi olaylar böyledir. Biz bunlar arasından iki örnek göreceğiz:

Evlilik Merasimleri

Hz. Peygamber, evliliğin etrafa duyurulacak şekilde yapılmasını istemiştir. Bu evliliğin duyulması ve bilinmesi içindir. Bu nedenle O, düğünlerin herkesin duyacağı şekilde, tefler eşliğinde şarkılar söylenerek yapılmasını ve düğün ziyafeti verilmesini istemiştir. " Her kim düğün yemeğine davet edilirse davete katılsın " buyurarak Müslümanların birbirinin sevinçli günlerini de paylaşmalarını istemiştir (Müslim, "Nikah", 98).

Düğün eğlencelerinin merkezinde ziyafet vardır. Şeker ve hurma gibi şeylerin halkın üzerine serpilmesi, gurup oyunları ve şarkılarla eğlenilmesi Hz. Peygamber döneminin yaygın uygulamalarındandır (Bozkurt, 1997, s. 56 vd.). Bunlarla ilgili bazı detaylar ileride gelecektir.

Bayramlar

Müslümanlara iki dini bayram meşru kılınmıştır. Bunlar Kurban ve Ramazan bayramlarıdır. Peygamberimizin zamanında bayramlar, bayram namazında yaşlı, genç, çocuk, bayan, erkek bütün Müslümanların namazgâhta toplanmalarıyla başlardı. Hz. Peygamber, namaz için toplanılan yere, özel günlerinde oldukları için namaz kılamayan hanımların da gelmesini istemiştir. Bu durum, toplumun bütün kesimlerinin bayram coşkusuna katılmasının istendiğini ve katıldığını gösterir.

Bayram günleri güzel giyinilen ve hep güzellikler izhar edilen sevinç zamanlarıdır. Dolayısıyla bu günlerin sevinmeye uygun geçirilmesi gerekir. Nitekim Hz. Peygamber zamanında bayramlarda çeşitli eğlenceler düzenlenmiş, bu gelenek günümüze değin sürmüştür. Hz. Aişe, bir bayramda Habeşlilerin mescitte kılıç kalkan oyunu oynadıklarını ve bunu Hz. Peygamberle beraber seyrettiklerini, Hz. Peygamber'in oyuncuları teşvik ettiğini nakletmiştir. Ayrıca bu teşvik esnasında Hz. Peygamber'in " Yahudiler benim töleranslı hanif dini ile gönderildiğimi görsün " buyurduğu nakledilmektedir (Buhârî, "'Îdeyn", 25).

Eğlencenin Dinî Boyutu/Hükmü

Hz. Peygamber'in zaman zaman bazı eğlenceleri seyretmesi, ashabını bayram ve düğün gibi özel günlerde eğlencelere teşvik etmesi ve eğlenceleri durdurmak isteyenlere engel olması ilke olarak eğlencenin meşru ve mubah olduğunun delilidir. Bunun yanında birçok âlimin bu yöndeki görüş ve fetvaları ve bütün İslâm tarihi boyunca Müslüman toplumların kendi örflerine göre eğlenceler düzenlemesi de bunu göstermektedir. Eğlenceyi yasaklayan fetvalar olmuşsa da bunlar, genel İslâmî yaklaşımla ve tarihî uygulamalarla bağdaşmamaktadır (Bozkurt, 1994, s. 488). Ayrıca fıkıh eserlerinde konuyla ilgili yer alan görüş ve açıklamalarda, tarihsel şartların yanında gelişen olumsuz eğlence kültürünün de etkisi olduğu anlaşılmaktadır.

Eğlencenin meşruiyeti tartışılırken onun fert ve toplumların kültür ve kimliklerinin şekillenmesindeki rolü de dikkate alınmalıdır. Özellikle iletişim çağını yaşadığımız günümüzde eğlence, millî benlik ve kültürün korunması açısından vazgeçilmez bir önem kazandığı gibi, millî kimlik ve kültürleri tahrip edici bir unsur olarak da karşımıza çıkmaktadır. Asıl dikkat edilmesi gereken nokta da burası olmalıdır.

Araştırmalar, insanların bedenî ve zihnî meşguliyetlerinin büyük bir artış gösterdiği çağımızda dinlenmeye ve eğlenmeye her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymaktadır. Ancak fertlerin bu ihtiyaçlarını kendi geleneklerine uygun yöntemlerle değil de yabancı kültürlere ait eğlence yol ve yöntemleriyle karşılamaları halinde ciddi toplumsal problemler doğmaktadır. Başka kültürlere ait eğlence yollarını tercih edenler büyük ölçüde kendi toplumuna yabancılaşmakta, kendi millî, dinî ve kültürel duyarlılığını kaybetmekte ve başka kültürlerin insanı olmaya doğru yol almaktadır. Millî eğlenceler yok edildiğinde yabancı kültürlerin istilası kaçınılmaz olmaktadır. Bu nedenle Müslümanlar tarih boyunca kendilerine özgü bir eğlence kültürü meydana getirmiş ve uygulamışlardır.

MÜZİK

Müziğin, bütün çeşitleriyle, toplumların sosyo-kültürel yaşamında önemli bir yeri vardır. "Nağmeler ve nağmeleri daha güzel hale getiren her türlü çalışmayı kapsayan bir sanat" olarak tanımlanan müzik, insanlık tarihi kadar eski bir gerçeklik olarak kabul edilir.

Her kültür, kendine has müziğini üretmiştir. Hayvanlarını güden çobanın nağmeleri kervanlardan yükselenlere karışmış, saraylarda yankılanan müziğe, ibadethanelerden tekkelere ve şifahanelerden eğlence mekânlarına kadar birçok müzik türü eşlik etmiştir. Düğün alayından savaş meydanına, sevinçten kedere ve gönülden gönüle müzik hep akıp gitmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm'in güzel bir ses ve nağmeyle okunması Hz. Peygamber tarafından tavsiye edilmiştir. Etrafına aldırmaksızın alabildiğince çıkan eşek sesi ise kutsal kitabımız tarafından en çirkin ses olarak nitelenmiştir. (Lokman, 26/19)

Sırf iyi olan ile sırf kötünün insan yaşamında çok nadir bulunması ve genellikle iyiliğin kötülükle iç içe olması veya bunların birbirine araç kılınması problemlere yol açmaktadır. Müzik de böyledir. İslâm kaynaklarında müzikle ilgili yoğun tartışmalar vardır. Ancak Hz. Peygamber dönem uygulama örnekleri konunun anlaşılması ve değerlendirilmesi bakımından önemlidir.

KUMAR

İslam dini, meşru eğlencelere izin vermekle beraber, bazı eğlence yollarını da kaptmıştır. Bunlardan biri de kumardır. Arapça da'meysir' diye adlandırılan kumar "kolaylık" anlamına gelen bir kelimeden türetilmiştir. Çünkü kumar, kolay yoldan kazanmak ya da kaybetmektir. Kumarda emek, hizmet ya da üretim yoktur. Bir emek ve iş karşılığı olmaksızın sırf tesadüflere bağlı kalarak başkalarının zararı karşılığında kolaylıkla mal kazanmaktır kumar.

Kumar kelimesi Türkçe'ye Arapça " kımâr " kelimesinden geçmiştir. Kumar, "sonu belirsiz bir yarışma ya da olayın sonucu üzerine bahse tutuşarak kazanç elde etme" şeklinde tanımlanabilir. Kumarda katılımcıların hepsi para yatırır ve bir kısmı bunu kazanır. Dolayısıyla kumar, kazanan veya kur'a isabet eden şahsa verilmek üzere katılımcıların her birinin ayrı ayrı bedel koyması yoluyla gerçekleşir.

Kumarın Yasaklanmasıyla İlgili Deliller

Kumar, Kur'ân ve Sünnet'teki açık delillerle yasaklanmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de, "Sana şarap ve kumar hakkında soru soruyorlar: De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır. Ancak her ikisinin günahı/kötülüğü faydasından büyüktür" (el-Bakara, 2/219) âyeti kerîmesi ile kumar kınanmakta, kabul edilemez olduğu vurgulanmaktadır. Bu âyeti kerîme, daha sonra gelecek olan kesin kumar yasağına başlangıç oluşturmaktadır. Kumarı kesin olarak yasaklayan âyeti kerîme ise şöyledir: "Ey inananlar! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Onlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, şarap ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık - bunlardan- vazgeçtiniz değil mi?(el-Mâide, 5/90-91)

Hadislerde de kumar, gerek meysir adlandırmasıyla gerekse o dönemin bazı kumar türlerinin ismi verilerek yasaklanmış, kumar aletlerinin ticareti, bu yolla kazanılan para ve kumar oynayanlar ağır bir dille kınanmıştır.

SPOR-MÜSÂBAKA

Gerek sağlık ve gerekse sosyal aktiviteler bağlamında sporun önemi daha iyi anlaşılmış bulunmaktadır. Aslında İslâm alimleri, öteden beri sporun sağlık açısından son derece önemli olduğunu vurgulamışladır. İslâmî literatürde, spora tıp çalışmalarında da yer verilmiştir. Bu çalışmalarda sporun sağlık üzerindeki olumlu etkisine dikkat çekilmiş ve en iyi ilaç olarak nitelendirilmiştir (Bozkurt, 2009, s. 420).

Spor, sosyal aktivite haline dönüştüğünde, daha çok çeşitli yarışmalarla karşımıza çıkar. Fıkıh ilminde, genel manada yarış için kullanılan kavram " müsâbaka "dır. Müsâbaka, ödüllü olsun ya da olmasın yarışma anlamına gelir.

Kaynaklarda, müsâbakanın ittifakla caiz olduğu bildirilir. Bunun dayanağı Hz. Peygamber'in bu yöndeki uygulamalarıdır. Bedeni ve zihni güçlendirerek birçok faydaya vesile olması müsabakanın meşru olmasının gerekçesi olarak ifade edilir. Bu açıdan bakıldığında bazı müsabakaların müstehap, üstelik toplumun ihtiyacına ve gereklilik derecesine göre farzı kifâye olduğu da söylenmiştir. (Günay, 2006, s. 63).

Sporlarla ilgili olarak kadın ya da erkek ayırımı yapılmaz. Ancak bahsedilen yarış ya da sporların, özellikle o dönemlerde erkekler tarafından yapıldığı bilinmektedir. Bunun yanında Hz. Peygamber'in Hz. Âişe ile koşu yarışı yaptığı da bilinmektedir. Bu nedenle mahremiyete riayet edilmek koşuluyla fıkhen kadınların spor yapmalarını veya yarışmalara katılmalarını engelleyecek bir hüküm yoktur (Yeniçeri, 2001, s. 191).

Hz. Peygamber döneminde sıkça karşılaştığımız eğlence türlerinin başında çeşitli yarışlar gelir. Bunlar insanlar arasında güreş, koşu ve atıcılık gibi müsabakalar olduğu gibi, at yarışları türü hayvan müsabakaları şeklinde de gerçekleşmiştir.

İslâm alimleri, hayvanlar arasında yarışma yapılacaksa, bunun koşuculuk vb. özellikleri bulunan hayvanlar arasında yapılmasını uygun görürler. Hz. Peygamber'in, " müsâbak/ödül ancak atlar, develer ve okçulukta olur " (Ebû Dâvûd, "Cihad", 67) sözünü dikkate alan Hanefî bilginleri, en faydalı yarışlar bunlarda olduğu ve diğer hayvanlardan uygun olanlarıyla da yarışmalar yapılabileceği görüşündedirler. Yukarıdaki yarışlar, eğlence olmanın yanında savaşa hazırlık ve eğitim amacı da taşır. Alimler, yarışmalara ve sporlara genellikle faydalı olan yönleri açısından bakmış, bu nedenle insan veya hayvana zarar veren spor ve yarışmaları meşru görmemişlerdir.

RESİM VE HEYKEL

İyilik, güzellik ve estetiğin kaynağı Allah Teâlâ'dır. Estetik ve iyilik onun yaratmasında esas olan iki prensiptir (Secde Sûresi, 7). Bir hadisi şerifte şöyle buyurulur: " Allah güzeldir, güzeli sever. " (Tirmizî, "Birr", 61). İnsanın manevi dünyasını tahrip etmeyen estetik ve sanatın, Müslümanların en bariz vasıflarından olması böyle bir inancın sonucudur.

Allah'ın birliği ve ibadet edilecek ondan başka tanrı olmadığı ilkesi İslâm'ın esasıdır. Bu nedenle onun mücadelesi sapık ve bâtıl inançları düzeltmek şeklinde gerçekleşmiştir. Bu bâtıl inançların başında puta tapıcılık gelir. İnsanlar, ilk çağlardan beri putlar edinmiş ve onları kutsallaştırmıştır. Bir rivayete göre bu gelenek çok saygı duydukları atalarının suret ve timsallerini yapıp onlara saygı göstermeyle başlamıştır.

Bu nedenle, Kur'ân'da anlatılan eski peygamberlerin hayatlarında da putçulukla mücadele vardır: Nuh (a.s.), kavmini Allah'a davet edince onlar, ' sakın tanrılarınızı bırakmayın, özellikle veddi, suvâyı, yegusu ve nesri', demişlerdir" (en-Nuh, 71/23). Hz. İbrahim kavmine " Şu karşısında durup taptığınız heykeller nedir? diye sorunca onlar: "Biz babalarımızın bunlara tapageldiklerini gördük" derler. Bunun üzerine İbrâhim: 'Siz de babalarınız da apaçık bir sapıklık içerisindesiniz', der. " (el-Enbiyâ, 21/52- 54) Hz. Musa, (a. s) aralarından bir müddet ayrılınca kavmi bir buzağı heykelini put edinmişlerdi. Musa dönünce bundan onları şiddetle menetmiştir. (en-Nisâ, 4/153, elBakara, 2/54, el-Ankebût, 29/41) Hz. Îsâ'dan sonra, Hıristiyanlar onu ilahlaştımış ve ibadethanelerini başta onun ve Hz Meryemin olmak üzere azizlerin resimleriyle doldurmuşlardır. Bu durum halen devam etmektedir. Budizm'de de Buda'nın heykelleri merkezi konumdadır. Dolayısıyla putçuluğun tarihte kalan bir durum olduğunu iddia etmek doğru değildir.

Hz. Peygamber döneminde müşrikler, yüce yaratıcı olarak Allah Teâlâ'yı bilmekle ve kabul etmekle beraber, putları da tapılacak varlıklar olarak kabul ediyorlardı. Bu nedenle onun öğretisinde putlara karşı ciddi tedbirler alınmış, tevhid inancı öğretilmiş, yerleştirilmiş ve putçuluğa vesile olabilecek heykelcilik ve bu anlamdaki resim yasaklanmıştır.