GÜZEL SANATLAR - Ünite 8: Geleneksel Türk Sanatları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Geleneksel Türk Sanatları

Giriş

Tarihî süreç içerisinde savaşlar, göçler, yeni toprakların fethedilmesi, ticari ve sosyal yaşam çerçevesinde Orta Asya’dan başlayıp Çin’den Hindistan’a, Avrupa’dan Afrika’ya kadar yayılan geniş bir coğrafya içerisinde hareket eden Türk toplulukları. Gittikleri bölgelerde karşılaştıkları topluluklara kendi kültürel ve sanatsal yaratılarını beraberlerinde götürürlerken diğer taraftan karşılaştıkları bu yeni kültürlerden ve sanat yaratılarından da etkilenerek sanat tarihi içerisinde Geleneksel Türk Sanatları olarak adlandırılan Türk kimlik ve kültürünü yansıtan bir sanat dili oluşturmuşlardır.

Kitap Sanatları

Kitap; iletişim ve bilgi aktarımının temel unsuru olan yazının insanoğlunun yaşamına girmesinden sonra, pişmiş toprak, ahşap, kemik, deri, balmumu, papirüs, kâğıt vb. çeşitli yüzeylere yazılmış olan, bilgi ve belgelerin, derli toplu bir arada olabilmesi ve kullanımı, okunması kolay olması amacıyla zaman içerisinde geliştirilen bir formdur.

Yazılı bir kitabın oluşturulması, aynı zamanda eser olabilmesi için, eserin yazarının yanı sıra onun güzel yazılması, süslenmesi, resimlenmesi ve en son olarak ciltlenmesi, cildinin süslenmesi gibi birtakım işlemlerden geçmesi gerekmektedir. Tüm bu işlemlerin sanatsal kaygı ile yapılmış olan hâline bir bütün olarak kitap sanatları denilmektedir. Kitap sanatları; hat, tezhip, ebru, minyatür ve cilt alanlarını kapsayan bununla birlikte her biri ayrı uzmanlık ve ustalık isteyen alanlar olup çoğunluk her biri ayrı kişiler tarafından yapılan sanatsal üretimlerdir.

Hat (Yazı) Sanatı

Arapça bir kelime olan hattın sözlüklerdeki karşılığı; ince, uzun, doğru yol, birçok noktasının birbirine bitişerek sıralanmasından meydana gelen çizgi, çizgiye benzeyen şeyler ve yazı gibi anlamlara gelir. Hat sanatında kullanılan ana malzemeler, kamış kalem, aharlı kâğıt ve is mürekkebidir. Diğer malzemeleri ise kalem, kâğıt, mürekkep, mühre, kalemtıraş, makta, mürekkep hokkası, mıstar, yazı altlığıdır. Tarihî gelişimine baktığımızda; Nabati yazısının özel bir biçimi olarak başlayan ve zaman içerisinde gelişen Arap yazısının çıkış tarihî kesin olarak bilinmemektedir. Sessiz harflerin üstüne veya altına konulan üstün, esre, ötre gibi işaretlerle sesli harf oluşturulması, Arap yazısına sıkışık tasarım (istif) özelliği vermekte bu da farklı sanatsal tasarımların yapılabilmesine olanak sağlamaktadır. Kitap yazısı olarak kamış kalemle sağdan sola yazılan ve dik hatlara sahip ilk Arap yazısı, Kûfe şehrinde kullanıldığı için, Kûfi yazı olarak adlandırılmıştır.

Abbasiler Devri’nde İbn Mukle (ö. 940) hat yazısında ölçü ve ahengi kurallara bağlamıştır. İbn Mukle’nin çoğunlukla kitapların çoğaltılmasında kullanılan ve “neshi” denilen yazı şeklin den 11. yüzyılın başlarında muhakkak, reyhani ve nesih hatları doğmuştur. Bu devrin önemli hattatı İbnü’l-Bevvab’tır (ö.1022). İbnü’l-Hazin (ö. 1124) ise tevki’ ve rika’ yazılarının gelişmesini sağlamıştır. 13. yüzyıla gelindiğinde ise Amasyalı Yakut el-Müsta’sımi (ö. 1298) aklam-ı sitte (şeş kalem, altı yazı) denilen sülüs, nesih, muhakkak, reyhani, tevki’ ve rika’ hatlarını ölçüleri ve harf karakterleri üzerinde çalışarak onları sınıflandırmıştır. Daha sonraları bu altı çeşit yazının dışında ta’lik ve nesta’lik adı verilen yazı çeşitleri doğmuştur. Kitap ve Kur’an yazısı olan nesih yazının geliştirilmesiyle doğan sülüs yazı, kûfi yazı gibi en gelişmiş yazı çeşitlerindendir. Aklam-ı sitte içinde, sanatsal yazıma en uygun olan yazı sülüstür. Zira yuvarlak ve gergin harf karakterinden dolayı, çok fazla ve farklı tasarımlar yapma olanağı sağlayabilmektedir.

Hat Sanatı ile Verilen Eser Çeşitleri

  1. Dinî, Tarihî ve Edebî Kitaplar: Kur’an-ı Kerim ve cüzleri, en’am-ı şerifler, evrad-ı şerifler, delailü’l- hayratlar, hadis kitapları, divanlar ve şiir mecmuaları ile tarih konusunda yazılmış kitaplar.
  2. Kıta: Orta boyda bir kitap ebadında ki kâğıdın tek yüzüne bir veya birkaç çeşit hatla yatık veya dik konumda yazılan, çoğunlukla dikdörtgen biçimindeki hat eserleri için kullanılan bir tabirdir.
  3. Murakka: Çeşitli şekillerde süslenmiş kıtaların bir araya getirilip ciltlenmesiyle hazırlanan albümlere denir.
  4. Tomar (Tumar): Dikdörtgen biçimindeki kâğıtlar üzerine yazılan kıtaların uç uca yapıştırılması ile oluşan uzun metinler.
  5. Levha: Hüsn-i hattın, süslenerek ve çerçevelenerek çeşitli mekânlardaki duvarlara asılan formudur.
  6. Hilye: Hz. Peygamber’in fiziki ve ahlaki vasıflarını anlatan levhalardır.
  7. Cami yazıları: Cami duvarını veya kubbe kasnağını çepeçevre saran, yazı kuşakları. Camilerde bünyesinde hareke işa retleri de bulunan celi sülüs hattı tercih edilmiştir.
  8. Kitabeler: Cami, tekke, mektep, medrese, han, çeşme, hamam, sebil, kütüphane gibi herhangi bir yapının genellikle dış bazen de iç cephesinde yer alan veya nişan taşı, mezar taşı gibi bir dikilitaş üzerindeki yazılara verilen isimdir.
  9. Resmî yazılar: Hazırlandığı sırada hangi padişah tahtta bulunuyorsa onun tuğrasını taşıyan ferman, berat ve menşur, mülkname, name-i hümayun gibi örnekler.

Tezhip Sanatı

Arapça altınlama anlamına gelen zehep kelimesinden türetilmiş olan tezhip; dinî kitaplar başta olmak üzere, el yazması kitaplar, murakka adı verilen yazı albümleri, fermanlar-tuğralar ve güzel yazı (hüsn-i hat) levhaların çevresini, boya ve altın kullanılarak yapılan her türlü süslemeye verilen bir isimdir. Tezhibin yapımında kök boyalar, toprak boyalar, maden oksitleri ile bileşimine bakır eklenerek parlaklık ve saflık ayarı değiştirilerek elde edilen sarı, kırmızı ve yeşil altın kullanılır. Bu boya ve boya hâline getirilmiş madenler, ince fırçalar yardımıyla yüzeye sürülerek birlikte kullanılmaktadır. Yalnızca altın kullanılarak yapılan tezhiplere Halkâr adı verilmektedir. Tezhibi yapan erkeklere müzehhib, kadınlara müzehhibe, Tezhip ile süslenmiş esere ise müzehheb adı verilmektedir. Tezhip daha çok, İslamiyet’in gelişinden sonra dinî kitapların süslenmesi geleneği içinde gelişim göstermiştir. İslamiyet’in geldiği ilk yıllarda Kur’an-ı Kerim’in yazılması çalışmaları, sonraki yıllarda yerini bu kutsal kitabın daha güzel yazılması ve süslenmesi çabalarına bırakmıştır. Çoğunlukla küçük ölçekli stilize motiflerin belli bir düzen ve tasarım içinde kullanılması ile oluşturulan tezhip süslemelerinde temel yaklaşım sanatkârın yapmış olduğu eserin çevresini süslediği yazıyı yani hüsn-i hattı geri planda bırakmaması ve onunla uyumlu olmasıdır. Tezhip sanatında kullanılan motiflerin en önemli özelliği sanatçısının bir bitkiyi, hayvanı veya çiçeği tabiatta göründüğü gibi değil, hayal ettiği şekilde çizmesidir. Bu anlayışla hazırlanan çizimlere üsluplaştırma yani stilize etme adı verilir.

Bitkisel Motifler (Hatayî)

Hatayî: Türk süsleme sanatlarında, genel olarak, bitkisel desenlerin tamamına verilen bir isim olmakla birlikte, bir çiçeğin dikine kesitinin stilize edilmiş formuna verilen isimdir.

Yaprak: Hatayî grubundaki penç, goncagül, hatayi gibi motifleri meydana getiren ve tek başına desen içinde diğer motiflerle birlikte kullanılan ve önemli bir yeri olan temel motiflerdendir.

Penç: Bir çiçeğin kuşbakışı görüntüsünün stilize çizilmesiyle elde edilen şekildir. Motif stilize edilirken, yaprakların sayısına göre Farsça isimler alır. Tek yapraklılar yekberk, iki yapraklılar düberk, üç yapraklılar seberk, dört yapraklılar ciharberk şeklinde isimlendirme devam eder. Genellikle beş yapraklı çiçek çok kullanıldığı için bu grup çiçekler zamanla pençberk olarak isimlendirilmiş ve kısaca penç denilmektedir.

Goncagül: Bu motifler, tam açılmamış bir çiçeğin boyuna kesitinin stilize edilmesi ile elde edilmektedir. Motifte sadece taç ve çanak yapraklar belirgindir.

Yarı Stilize Çiçekler: Tabiattaki görünümüne yakın bir şekilde stilize edilmiş çiçeklerdir. Dolayısıyla hangi çiçek olduğu anlaşılmaktadır. İlk olarak 16. yüzyıl Kanuni Devri’nde saray Başnakkaşı olan Karamemi tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Karanfil, gül, lale, sümbül vb. çiçeklerin yanı sıra serviler ve bahar dalları gibi ağaçlar da bu grubun çizimleri arasındadır.

Natüralist Çiçekler: 17. yüzyıl ve sonrasında, Avrupa sanatının Osmanlı sanatına etkisiyle gelişen barok ve rokoko üslubundaki süslemelerde görülmektedir. 18. yüzyılın başlarından itibaren bezemelerde kullanılan çiçekler motif özelliğini kaybetmeye başlamış ve Türk minyatür sanatında Şükûfe adıyla bilinen çizimlere dönüşmeye başlayarak yaygın biçimde kullanılmıştır.

Hayvan Motifleri

Hayvan motifleri başlı başına figür olarak değil, süslemede yardımcı bir unsur olarak kullanılmıştır. Türk sanatında görülen hayvan figürlerini iki grupta toplamak mümkündür: Bunlar Orta Asya’dan gelen simurg (Zümrüdüanka), ejder ve kilin (ejder atı) gibi tamamen hayal ürünü hayvan motifleriyle geyik, ceylan, aslan, pars, tavşan, kuş, balık, leylek gibi kısmen stilize edilmiş hayvan motifleridir.

Rûmî: Rûmî motifi, tarihi Orta Asya’ya kadar uzanmakla birlikte ismini Anadolu Selçukluları zamanında yaygın bir şekilde kullanılıp geliştirildiği için rûmî (Anadolulu, Anadolu’ya ait) kelimesinden alır. Türk süsleme motifleri arasında önemli bir yeri olan rûmî, tezhip sanatında, tasarım içinde kullanılan formları ve kompozisyonlarıyla başlı başına bir üslûptur. Kendine ait çizgiler üzerinde, bazı kurallarla, gelişme gösterirken sanatçının yeteneğine bağlı olarak sınırsız biçimde tasarıma açık bir motiftir. Rumi, çizimine göre, hurdeli, işlemeli, dilimli, sarılma (pîçîde), sencîde, desen içinde kullanılış amacına ve yerine göre ise ortabağ, tepelik, ayırma, hurde rûmî gibi isimler alır.

Bulut: Tezhip desenlerinde çokça rastlanan bir diğer motiftir. Motifin başlangıcı olarak Çin kaynakları kabul edilir. Çin sanatından geldiği için adına Çin bulutu da denir. Osmanlı Dönemi’nde 16. ve 17. yüzyılda çokça kullanılan bulut motifi, çizim şekillerine ve kullanım özelliklerine göre farklı isimler alır. Bulut motifinin desen içindeki yerine ve biçimine göre serbest bulut, yığma bulut, nokta bulut, dolantı bulut, ayırma bulut, ortabağ bulut, gerdanlık bulut, tepelik bulut, hurda (hurde) bulut gibi isimlerle bilinen çeşitleri vardır.

Münhanî: Kelime manası eğri demek olan münhani motifine 11. ve 15. yüzyıllar arasındaki yazma eserlerde sık rastlanmıştır. Selçuklu Dönemi’nde bolca kullanılmış, beylikler döneminde Kur’an yazmalarında yer almış, klasik Osmanlı Dönemi’nde yalnızca hizip gülleri ve duraklarda görülerek sonraki yüzyıllarda unutulmuştur.

Çintemanî: Tezhipte az kullanılan ve kaynağı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülen, ikisi üste, biri altta ya da birisi üstte, diğer iki tanesi altta olan ve şekil itibariyle üçgen oluşturan üç yuvarlak benekten ve yan yana uzanan iki dalgalı çizgiden oluşmuştur. Çintemaninin bazen sadece üç yuvarlak benek halinde veya beneklerin içine daireler çizilerek hilal şeklinde, bazen de şimşek, bulut, dudak veya kaplan postu şeklinde yorumlanan dalgalı çizgilerin tek olarak kullanıldığı bilinmektedir.

Geometrik Motifler

İslam medeniyetlerinde geometrik şekiller, derin ve karmaşık hesaplamalar sonucu oluşturulan kompozisyonlardır. Bunlar kare, dikdörtgen, üçgen, daire, poligon, baklava, altıgen ve yıldız gibi basit şekillerin birleşmesiyle oluşmuştur.

İslam öncesi dönemden itibaren Uygurlar, Selçuklu, Beylikler Dönemi ve Osmanlı Devleti’nde yoğun olarak kullanılmıştır. En yaygın ve gelişmiş şekli Anadolu Selçukluları’nda görülmektedir.

Minyatür Sanatı

Minyatür, el yazması kitaplarda yazı ile anlatılan konu, olay ya da ifadelerin renkli resimler ile görselleştirilmesi amacıyla yapılan çizimler için kullanılan bir kelime olup minyatür kelimesinin kökeni İtalyanca miniatura kelimesidir. Bu kelime ise Orta Çağ Avrupası’nda el yazması kitapların bölüm başlarındaki ilk harflerin boyanmasında ve süslenmesinde kullanılan minium denilen maden kırmızısı renginden almaktadır. Eski Türk resim sanatı Budizm, Maniheizm ve İslam devri olarak üç din çerçevesi içinde gelişmiştir. Bu 8. yüzyıldan 19. yüzyıl sonuna kadar bin yıldan fazla bir zaman demektir. Eski Türk resminin asıl temsilcileri Uygurlardır. Eski Uygur harabelerinde bulunan 8. ve 9. yüzyıldan kalma Budist ve Maniheist duvar resimleri ile minyatürler Türk resminin bugüne kadar bilinen en eski örnekleridir. Uygur minyatürleri İslam minyatürlerinin de kaynağı olmuştur. Türklerin geniş kitleler hâlinde Müslümanlığa geçmeye başlamalarından sonra, geçmişten gelen resim geleneklerini İslam dünyasına tanıtmışlardır. Ancak İslamiyet’in kabulünden sonra Türk resim sanatı soyut anlamlara yönelmeye başlamıştır. Bu arada Bizans ile olan ilişkileri nedeniyle Hıristiyan resim geleneğinde ki bazı unsurlarında Türk resim sanatına etki yaptığı unutulmamalıdır. Osmanlı Dönemi ise saraya bağlı olarak gelişen ve erken dönem, klasik dönem ve geç dönem olmak üzere üç ayrı süreç içinde incelenebilen bir minyatür sanatına sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu’nda resim sanatı ciddi anlamda din yasağı ile karşılaşmadan, minyatür estetiğine uygun fakat diğer İslam ülkelerinin farklı olarak gelişmiş ancak zaman zaman duraksamalar da yaşamıştır.

Erken Dönem Osmanlı Minyatürleri

Anadolu’da Selçuklu Dönemi’nde bir minyatür geleneğinin olduğunu bilmiş olmamıza rağmen, ne yazık ki Osmanlı Erken Dönemi’ne ait minyatürlü yazma eser bulunamadığından 15. yüzyıl ortalarına kadar bir Osmanlı resim okulundan söz etmek mümkün değildir. Ancak Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmesi ile İstanbul ve Topkapı Sarayı gerçek bir bilim, kültür ve sanat merkezine dönüşmüştür. Saraya Avrupa’dan Gentile Bellini, Costanza Ferrara gibi ünlü İtalyan sanatçılar çağrılmış, Bellini bu arada Fatih’in büyük ün yapan portresini yapmıştır. Fatih’in Batı resmine olan ilgisi nedeniyle Sinan Bey ve Şiblizade Ahmet gibi sanatçılar Avrupa’ya gönderilip resim eğitimi aldırılmıştır.

Klasik Dönem Osmanlı Minyatürleri

Fatih Sultan Mehmet’ten sonra oğlu II. Beyazıd (1481-1512) zamanında Osmanlı resim sanatının klasik olarak adlandırılan kendine özgü bir dilin oluşmaya başladığı döneme girmiştir. Bu dönemde oluşan minyatür üslubu 16. yüzyılın ikinci yarısında gerçek kimliğini bulmuştur. Kanuni’yi izleyen II. Selim ve III. Murat’ın koruyuculuğunda gelişen kitap resminin artık tamamen kendine özgü estetik bir çizgi ile yabancı etkilerden uzaklaştığı görülür. Bu dönemde sarayın tüm sanat ve zanaat işleri için bir araya getirilmiş olan Ehl-i Hiref teşkilatı Osmanlı minyatür sanatının da kendine has bir çizgisi olmasına önemli oranda katkı sağlamıştır. Kanuni döneminde yapılan ve devrinin olayları, huzura kabul, av ve eğlence sahneleri, savaşlar ve elde edilen zaferleri 69 minyatür ile anlatan Süleymanname isimli eser, yerli ve yabancı nakkaşların çeşitli üsluplarda meydana getirdiği zengin minyatürler, orijinal cilt ve tezhipleriyle Osmanlı minyatür sanatının doğuşunu haber verir.

Geç Dönem Osmanlı Minyatürleri (Batılılaşma Dönemi)

18. ve 19. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Batılılaşma hareketleri sarayın etkisi altında gerçekleşmiştir. Bu dönemler Osmanlı resim sanatı başta bulunun padişahların etki ve tutumlarına bağlı olarak gelişme göstermiştir. 17. Yüzyıldan itibaren minyatür sanatında yavaş yavaş görülmeye başlayan değişimler Batılılaşma Dönemi olarak bilinen 18. yüzyılın ilk yarısından itibaren iyice belirginleşmiştir. Lale Devri olarak da adlandırılan bu dönemde minyatür sanatı, III. Ahmet ve Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın koruyuculuğunda, yenilenmeye gitmiş, dönemin ünlü nakkaşı Levni adıyla bilinen Abdülcelil Çelebi, minyatür sanatına yeni bir soluk getirmiştir. Aynı zamanda şair de olan Levni bu dönemde birçok el yazmasının minyatürlerini yapmıştır. Özellikle padişah portrelerinden oluşan Kebir Musavver Silsilename isimli eseriyle padişah portreciliğine yenilikler getirmiştir.

Osmanlı resim sanatının, Batı sanatına uyum sağlamasında hiç şüphesiz Avrupa’dan gelerek İstanbul’a yerleşmiş olan, Jean Baptiste van Mour, Liotard, L.F. Cassa, Castellan ve Melling gibi sanatçıların önemli etkileri olmuştur. 19. yüzyıla gelindiğinde ise dönemin yoğun Batılılaşma rüzgârı neticesinde Osmanlı minyatür resim geleneği yerini Avrupa tarzı resme bırakmıştır.

Konularına göre Osmanlı minyatürlü yazmaları;

Edebiyat konulu eserler; Divanlar, mesneviler, hamseler (beş mesneviden oluşur), mecmualar (şiir derlemeleri), atasözleri ve öyküler.

Tarih konulu eserler; Minyatürlü Osmanlı yazmaları içerisinde en önemli yeri bu eserler tutar. Şehnameler ve gazavatnameler olarak gruplandırmak mümkündür.

  1. Şehnameler; yazıldıkları dönemin önemli olaylarını ve resim üslubunu belgelemeleri açısından çok önemlidirler.
  2. Gazavatnameler; savaşları ayrıntılarıyla konu alan, manzum ve mesnevi şeklinde yazılan eserlerdir.

Silsilenameler; padişahların soyunu Âdem’den başlayarak tüm din ve tarih büyüklerine bağlayan resimli yazmalardır.

Surnameler; şenlikleri anlatan resimli yazmalardır.

Bilim konulu eserler; bilimsel amaçlar ile hazırlanmış olan tarih, denizcilik, kartografi, coğrafya, kozmografya, astroloji, tıp, biyografik ve ansiklopedik eserlerdir.

Albüm resimleri; genellikle murakka denilen tek sayfalara yapılmış olan ve çeşitli din, statü ve ırklardan olan insanlar, eğlenceler, meclis, hamam, kahvehane gibi farklı mekânlar ve içinde yer alanlar gibi konulardaki tasvirlerin bir araya getirilmesi ile oluşan eserlerdir.

Dinî konulu eserler; peygamberlerin tarihi, cifr ve tasavvuf gibi konularda yazılmış eserlerdir.

Ebru Sanatı

Geven otu gibi çeşitli bitkilerin özsuları yardımıyla yoğunlaştırılmış, kıvamı arttırılmış su üzerine serpiştirilen boyaların farklı çizim gereçleri kullanılarak desenlendirilmesi ve daha sonra elde edilen bu desenin kâğıda aktarılmasıyla elde edilen bir sanattır.

Battal ebru: Sanatçısının yoğunluğu arttırılmış su yüzeyine serptiği boyalara hiçbir müdahale yapmadan doğrudan kâğıda aktarmasıyla elde edilen ebrudur.

Gelgit ebru: Battal ebru, su yüzeyine atıldıktan sonra, önce enlemesine daha sonra yukarıdan aşağıya olacak şekilde çizgiler çekilmesiyle elde edilen ebrudur.

Şal ebru: Gelgit ebrudan sonra çapraz çizgiler çekilerek elde edilen ebrudur.

Kumlu Ebru: Yüzey gerilimi düşük bir teknede, sürekli aynı noktaya boya damlatarak yapılan ebru çeşididir.

Neftli Ebru: Battal ebru türünde tekneye atılan son oyanın içine neft katılarak yapılan ebru çeşididir.

Akkâse Ebru: Kalıp veya Arap zamkı kullanılarak ebru alınacak kâğıdın yüzeyine istenilen figür ya da yazı şeklinin ebru almaması sağlanarak yapılan ebru türüdür.

Çiçekli Ebru: Lale başta olmak üzere, gül, karanfil gibi sanatçısının hayal gücü ve yapabilme yetisi çerçevesinde yapılan her türlü çiçek desenli ebruya verilen isimdir.

Cilt Sanatı

Kitabın yapraklarını dış etkenlere karşı koruyan kitap kapaklarına denilmektedir. Cilt kelimesi Arapça kökenli olup deri anlamına gelmektedir. Koruma ve süsleme amaçlı kitap kapları çoğunlukla deriden yapıldığı için cilt adını almıştır. Cilt beş bölümden oluşmaktadır. Bunlar: kitabın alt ve üst sayfalarını örten parçalar olan alt ve üst kapak, kitabın arkasını örten dip-sırt kısmı. Kitabın ön tarafını örten ve sol kapak üzerinde yer alan, ucu genellikle üçgen formunda olup kitabın arasına giren miklep kısmı ve mıklebin kapağa bağlandığı yer olan ve aynı zamanda mıklebe hareket edebilme imkânı sağlayan Sertap kısımlarıdır.

Cildin Yapılışı

Birbirine yapıştırılarak mukavva hâline getirilmiş kâğıtların üzerine iç kısmı tıraş edilerek inceltilmiş deriler yapıştırılarak kapaklar meydana getirilir. Motifler elle çizilirse yekşah cilt, preste basılan kalıplarla yapılırsa gömme cilt, kapağın etrafı yani dört tarafı deri, üstü kumaş veya ebru ile kaplanırsa ceharkuşe cilt denilmektedir. Kapak tamamen ebru ile kaplanırsa ebru cilt, ipek veya atlas gibi kumaşla kaplı olanlara kumaş cilt denir. Kadife ile kaplananlara zerduva cilt, altın sırma ile yapılanlara zerduz, gümüş sırma ile yapılanlara simduz cilt, kartonun üzeri boyanarak (laklanarak) yapılmış motifli ciltlere lake cilt, kapakları dört köşe, kare veya oval (beyzi) formlarla süslenen ciltlere ise zilbahar cilt denilir.

Çini Sanatı

Fırınlanmış killi topraktan yapılan plaka ya da değişik formlardaki tabakların, çeşitli renk ve motiflerle süslendikten sonra sırlanarak ikinci kez fırınlanmasıyla elde edilen seramik parçasına çini denir. Çini yapma sanatı da Çinicilik olarak adlandırılır. Türklerde “Kaşi” olarak adlandırılan ve iç ve dış mimari süslemenin bir kolu olan Çini Sanatı, en önemli gelişimini Anadolu Türk mimarisinde göstermiştir. Mekânlara renkli bir zenginlik katarken, mimari formlar ile olan dengeli ilişkisi Çini sanatının en önemli özelliği olarak kalmıştır. Uygurların, Karahanlıların, Gaznelilerin, Harzemşahların ve özellikle İran’da Büyük Selçukluların mimari yapılarda çiniyi kullandıkları görülmektedir.

Halı-Kilim Sanatı

Sadece kendi bedenini değil, yaşadığı, barındığı alanı da dokumalar ile koruyan ve bezeyen insanoğlu, bunu yaparken ortaya koymuş olduğu dokumalara aynı zamanda, içinde yaşadığı kültürel ve coğrafi koşulların etkisi ve katkısıyla çeşitli motifler eklemiştir. Böylelikle hem korunma-barınma alanlarının yaşam kalitesini yükseltmiş hem de kendini ve içinde yaşadığı topluluğun kültürel dünyasını, renk, motif, biçim gibi olguları kullanarak yansıtmıştır.

Halı; yün, kıl, ipek ve pamuk, ipliklerin boyuna yan yana dizilmesinde meydana gelen çözgü iskeletinin her çift teline yün, ipek, floş iplerinin değişik tekniklerle, ilme bağlanıp, üzerine atkı ipliği kirkitle sıkıştırılmak suretiyle dokunan havlı yüzlü dokumadır. Birkaç sıra dokuma yapıldıktan sonra ilmeler halı makası ile istenilen yükseklikte kesilmektedir. Yöresel olarak Türkiye de farklı malzemelerde ve kalitelerde halılar üretilmektedir. Bunlar; Hereke, Isparta, Milas, Uşak, Bünyan, Döşemealtı, Lâdik, Kula, Taşpınar, Kars, Bergama halılarıdır.

Kilim: Dokumanın boyunca önlü arkalı çift sıra hâlinde olan çözgü ipliklerinin arasından, bir ön bir arkadan geçen enine atkı ipliklerinden oluşan ve çözgülerin atkılar tarafından tamamen örtüldüğü bir dokuma türüdür. Döşeme, sedir, divan vb. yerlere serilen genellikle renkli desenlerle süslü, yün ve pamuk ipinden dokunan örtü ve yaygılara kilim denilir. Halıdan farklı teknikle dokunan ve kendine has desen özellikleri taşıyan kilim Türk dokuma sanatında önemli bir yere sahiptir. Kilimde halı gibi Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya taşımış oldukları dokuma kültürünün bir parçasıdır. Halkın günlük kullanım eşyaları arasında yer almasına rağmen kültürel kökenlerinden gelen karakteristik özelliklerini sürdürmüş, üretildiği bölgelere ve motiflerinin özelliklerine göre çeşitli adlandırmalar almıştır.

Kilimlerde görülen motiflerin anlamları; Muska motifi, Kartal motifi, Küpe motifi, Göz motifi, Bereket motifi, Bukağı motifi, El, Parmak, Tarak motifi, Pıtrak motifi, Sandık motifi, Çengel ve Artı motifi, Ejderha motifi, Kuş motifi, Eli belinde motifi, Saç bağı motifi, Koçboynuzu motifi, Suyolu motifi, Akrep motifi, Yıldız motifi ve Hayat ağacı motifi.