GÜZEL SANATLAR - Ünite 5: Resim Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 5: Resim
Giriş
Sanat kavramı; çoğu zaman güzel sanatlar, plastik sanatlar ve görsel sanatlarla ilişkili olarak düşünülür. Bu sınıflandırmaların temel sanatlarından biri de resim sanatıdır. Bu nedenle de sanattan anlamak resim sanatı ile ilgili olmayı gerektirir. Bir resmi gerçekten anlamak ve takdir edebilmek için öncelikle o resimde kullanılan malzeme ve teknikler hakkında temel bilgilere sahip olmak ve resim sanatının insanlığın yaşamının ne kadarlık kısmında yer aldığını bilmek önemlidir. Resmi oluşturan elemanları ve ilkeleri bilmek, bir resmi en azından biçimsel olarak anlamlandırma açısından gereklidir. Ancak insanların resim yapmak için hangi materyalleri ne zaman keşfettiğini öğrenmek, insanlık tarihine ilişkin bilgilerle birleştirildiğinde insanın ne denli muazzam bir buluş yaptığını anlamak açısından önemlidir.
Resim Sanatının Doğuşu
Resim; fırça, rulo, boyama bıçakları veya parmak gibi araçları kullanma süreçleri sonucunda bir yüzey üzerinde oluşturulan görüntülerdir. Resim olarak adlandırılan bir görüntünün elde edilmesi için gerekli olan materyaller arasından en öncelikli olanlar resmin yapılacağı yüzey ve yüzey üzerine çizmek için renklendirici materyallerin yanı sıra rengin yüzeye uygulanması için de yukarıda değindiğimiz araçlar ve kimi zaman çözücüler (solvent) gereklidir. Resim yapmak, insan türünün belirleyici özelliklerinden biri olarak kabul edilmektedir. İletişim ve yaratıcı ifade için önemli bir araç olan resim, bilinen en eski kültürel elemanlardan biridir. İnsanlar, yazıyı icat etmeden çok önce çeşitli amaçlarla resim yapmaya başladılar. İnsanlar, Üst Paleolitik Çağ’da mağara duvarlarının yanı sıra kemiklerin üzerine, hayvan derisine resimler yaptılar. Antik Mezopotamyalılar ve Mısırlılar; Neolitik kuru sıva tekniğini daha da geliştirerek tek bir katman olarak değil en az iki katman içeren bir süreçle resim yapılacak yüzeyi hazırlayarak daha pürüzsüz bir yüzey elde ettiler. Mısırlılar, günümüzden yaklaşık beş bin yıl önce papirüsü keşfedince sıvalı duvarların yanı sıra papirüslere de resim yaptılar. Çinlilerin milattan önce 1. yüzyılda kâğıdı keşfetmesinin ardından kâğıt papirüsün yerini almaya başladı ve belki de en yaygın resim yüzeyi olarak kullanıldı. Rönesans’a kadar resimlerin yapılması için en yaygın kullanılan taşınabilir yüzey materyali ise ahşap panellerdi. 15. yüzyıldan itibaren sanatçılar tuval kullanmaya başladılar. Sağlam bir ahşap çerçeveye gerilmiş kenevir, keten ya da pamuktan üretilmiş kumaşın jips ve tebeşir pigmentlerinden üretilmiş bir tür alçıyla ( gesso) astarlanmasından oluşan tuvallerin boya için en ideal yüzey olduğunu keşfettiler. Resim sanatının en temel malzemelerinden biri de boyadır. Güney Afrika’da, Zambiya’daki bir arkeolojik alanda bulunan mineral parçaları, insanların doğal materyalleri resim yapmak ya da cisimleri ve yüzeyleri renklendirmek için kullandığını düşündürmektedir. Antik Mısırlılar, pigment bağlayıcı olarak reçine, hayvan derilerinden elde ettikleri bir tür zamk (jelatin) ya da yumurta kullandılar. İtalyanlar ve Yunanlılar da Antik Dönem’den itibaren zeytinyağı ve yumurtayı bağlayıcı olarak kullandılar. Romalılar fresk resimler için kullandıkları boyayı elde etmek için limon suyu ya da süt ile saf bir kil olan kaolini karıştırarak elde ettikleri bir bağlayıcı kullandılar. Romalı ressamlar, ahşap üzerine resimler için kullandıkları boya için ise balmumu ve yumurtayı temel pigment bağlayıcısı olarak kullandılar.
Resmin Elemanları ve İlkeleri
20. yüzyılda Batı kültürü, resim sanatında birbirine karşıt iki farklı yaklaşımı destekledi: Figüratif ve soyut resim. Resmin elemanları, bir resmi inşa eden yapı taşları, görsel dünyanın alfabesidir. Elemanlar, bir resmin biçimsel açıdan yapı taşları olduğu gibi duygusal etki oluşturmak açısından da önemlidir. Bu elemanlar sadece resim sanatının değil neredeyse tüm görsel sanatların yapı taşlarıdır. Bir ressamın bir resim yaparken resmin elemanlarını ne şekilde düzenlediğini belirleyen kurallara da resmin ilkeleri denir. Bu ilkeler aynı zamanda tüm görsel sanatların dilinin gramer kurallarıdır. Bu elemanların ve ilkelerin birlik te işlemesi bir resim düzlemindeki görüntünün bütününü oluşturur. Bir resmi incelemek, tartışmak o resmin iki farklı yönüne odaklanmaktır: İçerik ve biçim. İçerik, ressamın izleyiciyle iletişim kurmaya çalıştığı konuyu, öyküyü veya bilgiyi belirtir. Biçim tamamen görsel açıdan, çeşitli elemanların birleştirilmesi, resmin ilkeleridir. İçerik, sanatçıların söylemek istediği şey; biçim ise onu nasıl söylediğidir. Bir çizgi, uzayda hareket eden bir noktanın yarattığı tek boyutlu tanımlanabilir bir yoldur. Çizgiler; genişlik, yön ve uzunluk bakımından farklılık gösterebilir: Yatay, dikey veya çapraz, düz veya eğri, kalın veya ince olabilir. Doğada her nesnenin yüzeyinde, onun karakterini anlamamızı sağlayan kendine özgü yapı tekrarını yansıtan görsel ve dokunsal özellikleri vardır ve bunlar doku olarak adlandırılır. Bu özellikler düz veya parlaktan, kaba veya mata kadar çeşitlenebilir. Hem görme duyusuna hem de dokunma duyusuna seslenen doku, nesnenin içyapısı ve yüzeyi hakkında bilgi verir. Bir nesneye dokunduğumuzda hissedilen dokuya, dokunsal doku; kadife, deri, beton veya buz gibi maddelerin fotoğrafına baktığımızda, bu maddelerin gerçekten nasıl hissettirdiğini anımsatan dokuya da görsel doku denir. Formlar yükseklik, genişlik ve derinlik ile üç boyutta bulunur. Her ne kadar şekil ve form sözcükleri günlük dilde birbirinin yerine kullanılabilse de ikisi arasında çok belirgin bir fark vardır. Bir insan, bir ağaç, bir masa üç boyutludur, yani formdur. Şekil, bir çizginin çevrelediği renk veya değer değişiklikleri nedeniyle görülen ve tanımlanan bir alandır. Şekiller, uzunluk ve genişliğe sahip olan iki boyutlu elemanlardır: Sadece bir çizginin sınırlandırması ile doku ya da renkle oluşturulabilirler. Beyaz ışık, örneğin gün ışığı, renk olarak algılanan bütün farklı dalga boylarını içerir. Işığın belirli bir dalga boyu bir yüzeye yansıdığında renk görürüz çünkü nesneler bu ışık dalgalarının bir kısmını emer, bir kısmını yansıtır ve biz yansıtılan kısmı görürüz. Kırmızı elma, kırmızı görünür çünkü kırmızı dalgaları yansıtır ve kalan renkleri emer. Renk üç ana özelliğe sahiptir: Renk tonu (kırmızı, yeşil, mavi vb.), renk değeri ve renk yoğunluğu. Renk değeri; bir rengin koyuluk, açıklık ve parlaklık derecesini tanımlar. Bir rengin yansıdığı ışık miktarı renk değerini belirler. Renkler sınıflandırılırken ana, ara, üçüncül, tarafsız, sıcak ve soğuk olarak adlandırılırlar. Ana (birincil) renkler olarak kabul edilen üç renk var: Sarı, kırmızı ve mavi. Tüm diğer renkler bu üç rengin karışımından elde edilir. Ara (ikincil) renkler, ana renklerin ikişer ikişer eşit miktarda karıştırılması sonucu ortaya çıkan renklerdir: Kırmızı ve sarının karışımından turuncu, mavi ve sarının karışımından yeşil, kırmızı ve mavinin karışımından mor elde edilir. Üçüncül renkler, bir ana ve bir ara rengin karıştırılması sonucunda ortaya çıkan renklerdir. Tarafsız (nötr) renkler, üç ana rengin eşit ya da farklı miktarlarda karışımından ortaya çıkar: Siyah, gri ve kahverengi. Beyaz renk de tarafsız bir renktir. Resimdeki bir eleman olarak değer ışığa bağlı olarak biçimlenir. Kimi kaynaklarda sadece ışık ya da ışık-gölge olarak da adlandırılır. Espas; mekân, boşluk ya da alan olarak da adlandırılır. Espas hem dış mekân hem de iç mekân anlamına gelir. Espas, nesneler arasında, etrafında, üstünde, altında veya içinde yer alan boşluk veya alana işaret eden elemandır. Birçok kaynakta, bir kompozisyonda kullanılacak elemanların düzenlenmesi için; denge, vurgu, orantı, derecelendirme, tekrar, çeşitlilik, zıtlık, hiyerarşi, gestalt, armoni, ritim, hareket, desen, hizalama ve perspektif gibi ilkelerden bahsedilmektedir. Denge, bir sanat eserindeki görsel güçleri veya ögeleri eşitlemekle ilgilenen sanat ilkesidir ve her sanat eseri denge içerir. Resmin içindeki bir veya birkaç elemanın, ilgi merkezi olarak belirlenmesi; izleyicinin hemen algılamasını sağlamak için öne çıkarılması vurgudur. Bütün içindeki her şeyin boyut ve ölçek bakımından birbirine nasıl uyduğunu ve birbiriyle uyuştuğunu; büyüklük ya da küçüklük, yakınlık ya da uzaklık ilişkilerini düzenleyen kural, orantı olarak adlandırılmaktadır. Orantı, bir cismin diğer elemanlarla veya zihinsel norm veya standartlarla karşılaştırıldığında göreli boyutunu belirtir. Bir resimde kullanılan elemanlardan hepsinin ya da bir kısmının karşıtı ile arasındaki geçişin ani olması yerine yavaş ve dereceli olarak gerçekleşmesi derecelendirme (gradasyon) olarak adlandırılır. Tekrar, bir resmin yüzeyini geliştirmek için bir ya da birden fazla resim elemanının planlı veya rastgele tekrarlı olarak kullanılmasıdır. Bir resimde kullanılan bir ya da birden fazla elemanın farklı yönlerini yan yana kullanmak; değerler, renkler, dokular, şekiller ve diğer elemanların her birinin kendi içindeki zıtlıklarını ortaya çıkarır: Büyük ve küçük, sıcak ve soğuk, kırmızı ve yeşil, ışık ve gölge, sert ve yumuşak, organik ve geometrik. Bir resimde çeşitlilik, o resimdeki elemanların farklı özellikleriyle var olması anlamına gelir.
Resimlerin Konuya Bağlı Olarak Tanımlanması
Bir resimden söz ettiğimiz zaman, genellikle o resmi ayrıntılı tasvir etmek yerine, çeşitli yönlerini dikkate alarak bir kategoriye dâhil etme eğilimi gösteririz. İlk sınıflandırma, resmi yapan sanatçı dikkate alınarak yapılır.
Örneğin, bugünkü sergide, bir Neşet Günal görebildiğim için mutlu oldum derken resmi sanatçısı ile tanımlamış oluruz. Diğer yaygın yöntemlerden biri de resmin konusuna bağlı olarak tanımlanmasıdır. Tarih resmi kavramı, ilk kez 17. yüzyılda Fransız Kraliyet Akademisi üyeleri tarafından, klasik tarihten, mitolojiden ve İncil’den alınmış konuları anlatan resimleri tanımlamak için kullanıldı. Kraliyet Akademisi üyeleri tarih resminin; portre, günlük yaşam sahneleri, ölü doğa ve manzaradan üstün bir konu olduğunu savunarak akademinin resmi sanat anlayışı olarak kabul ettiler. Konu olarak gerçek ya da hayali bir arazinin görünür özelliklerini; dağları, ağaçları, nehirleri veya gölleri tasvir eden resimler manzara (peyzaj) olarak adlandırılır. Sanatçılar Antik Dönemlerden beri konu olarak manzaraya ilgi duymaktadır. Bir resimde konu olarak bir ya da birden fazla nesnenin, çiçeklerin, meyvelerin, yiyeceklerin ya da ölü hayvanların tasvir edilmesi ölü doğa olarak adlandırılır. Kameranın geliştirilmesine kadar bir kişinin fiziksel özelliklerini, görünümünü kaydetmenin tek yolu portre resmini ya da heykelini yapmaktı. Portre resminin, en azından Antik Mısır’a kadar geri giden oldukça derin bir tarihi olduğu bilinmektedir. Resim sanatında nü olarak adlandırılan çıplak figürlerin tasvir edilmesinin tarihi çok eskiye dayanır. Üst Paleolitik Çağ’da mağara duvarlarına kazınmış çıplak kadın figürleri bu konunun ilk örneklerini oluşturur. Çıplak kadın ve erkek figürleri, Klasik kültürde oldukça popülerdi. Klasik Dönem sonlarında Hıristiyanlığın gelişimi ve nihai üstünlüğü, patronların ihtiyaçlarını ve sanatçıların eserlerini büyük ölçüde değiştirdi. Resim sanatında janra yani tür terimi, gündelik hayattan sahnelerin resmedilmesi, sıradan insanların günlük yaşam deneyimlerinin gerçekçi bir şekilde tasvir edilmesini ifade eder.
Resmin Kullanılan Tekniğe Bağlı Olarak Tanımlanması
Resmin konusu ya da sanatçısı dışında tekniğin de önemi büyüktür. Burada teknik, resimde kullanılan materyale; boyaya ya da boyanın uygulandığı yüzeye, hatta boyanın yüzeye uygulanma işlemine işaret etmektedir. Resmin ortaya çıktığı dönemden itibaren yaygın olarak kullanılan teknikler vardır. Bir resim ankostik, tempera, fresk, yağlı boya, akrilik, sulu boya veya pastel gibi farklı renk materyali ile boyanabilir. Resim tanımlanırken bu boyalara, yüzeye ya da boyanın yüzeye uygulanma yöntemine atıfta bulunulur. Bir baskı aldım ya da çok etkileyici bir tuval, çok başarılı bir yağlı boya derken işaret edilen renk materyali değil daha çok materyal, yüzey ve süreç üçlüsünden ortaya çıkan ürün yani resimdir. Enkaustik olarak da Türkçeleştirilen ankostik teknikte kullanılan boyanın elde edilmesi için bitki, taş ya da topraktan edilen pigmentlerin bağlayıcısı olarak balmumu kullanılır. Tempera, Rönesans Dönemi yağlı boyalarının geliştirilmesinden önce kullanılan en yaygın geleneksel teknikti. Yağlı boyanın keşfinden sonraki yüzyıllarda çok sayıda boya malzemesi geliştirilmiş olmasına rağmen, günümüz sanatçıları çoğunlukla daha zengin bir renk verdiği ve katman yapma konusunda daha fazla olanak sağladığı için yağlı boyaları tercih etmektedir. Yağlı boya her ne kadar çoğunlukla tuval üzerine uygulansa da karton ya da ahşap gibi yüzeylere de uygulanabilmektedir. Yağlı boya, 20. yüzyılın ortasında sanat alanında yeni bir materyal olan akrilik keşfedilinceye kadar ressamlar arasında en popüler teknik olmaya devam etti. Akrilik boya, akrilik polimer emülsiyonu ve pigmentlerden oluşur. Akrilik boya için kullanılan çözücü de su olmasına rağmen profesyonel akrilik boya kuruduktan sonra çözünemez. Bununla birlikte, kuruduktan sonra sabunlu su ile çözünebilen ve uygulanan yüzeyden temizlenebilen okul akrilikleri de üretildi. Fresk, herhangi bir bağlayıcıya gerek kalmadan yalnızca su ile karıştırılmış olan renk pigmentlerinin duvara ya da tavana uygulanmasıyla bir resim yapma yöntemi anlamına gelir. Mozaik; çeşitli renklerde çakıl taşları, küçük işlenmiş taşlar, pişmiş toprak, cam, fayans, mineral veya kabukların yan yana, alçı ya da sıva katmanlarına sabitlenerek bir görüntü elde edilmesi tekniğidir. Grafiti sözcüğünün kökeni yazmak olduğundan, grafiti iletişim için içgüdüsel bir insan ihtiyacı olarak yorumlanabilir. Grafiti üreten nedenler, sanatçıdan sanatçıya büyük farklılıklar gösterir. Bununla birlikte, iki ana gruba ayrılabilir: kitle iletişimi ve bireysel ifade. Sulu boyayı Üst Paleolitik Çağ mağara resimlerine kadar dayandırmak mümkündür. İnsanlar, pigmentleri su ile karıştırıp parmaklar, tüyler aracılığıyla mağara duvarlarına uyguladılar. Antik Dönem’de Mısırlılar tapınak ve mezar duvarlarını süslemek için su ile çözünen boyalar kullandılar. Papirüs üzerine de yine su ile çözünen boyalar kullanarak resim yaptılar. Fakat modern anlamdaki sulu boya resimleri Uzak Doğu ve Orta Doğu’da ortaya çıktı. Çinli ve Japon ressamlar, ipek üzerine ve el yapımı kâğıtlar üzerine sulu boya resimler yaptılar. Mürekkep her ne kadar yazı yazmak için kullanılsa da resim sanatının da temel materyallerinden biridir. Leke ve çizgiye odaklanan lavi tekniğindeki resimlerde lekenin çeşitliliğini sağlamak için mürekkep sulandırılarak fırçayla ıslak ya da kuru kâğıt yüzeye uygulanır. Bu teknik için kâğıt dışında başka emici yüzeyler de kullanılabilir. Guaj teriminin, İtalyanca yumurta temperasının üzerine yağlı boya sürülmesine işaret eden guazzo ya da aguazzo teriminden geldiğine inanılıyor. Tarihin bir aşamasında da bu terim Fransa’ya taşınmış ve burada gouache olarak dönüşmüş ve su ile çözünen boyaların tamamı için kullanılan genel bir terim hâline gelmiştir. Baskı resim; bir sanatçının, kalıp olarak hazırlanan bir yüzeyden bir başka yüzeye orijinal bir görüntü aktararak ürettiği resimdir. Baskı resimlerde kalıp üzerine rulo ya da ıspatula aracılığıyla mürekkep uygulanır. Bu yüzeyden de mürekkep kâğıda, baskı makineleri ya da elle aktarılarak görüntü elde edilir. Tek bir kalıptan birden fazla resim elde edilir ve her renk için ayrı bir kalıp hazırlamayı gerektirir. Son zamanlara kadar pastel boyanın soft ve yağlı pastel olmak üzere iki çeşidi üretilmekteydi. Pastel boya ve tebeşir sıklıkla birbirine karıştırılır ancak benzer olmalarına rağmen ikisi aynı materyaller değildir. Tebeşir yani kireç taşı doğal bir materyaldir. Pastel çubuklar öncelikle topraktan çıkarılan toz pigmentlerden oluşur. Yumuşak pastel pigmentlerin kaynağı, bitkiler, mineraller, topraklar, kabuklar, kemikler ve fosillerdir. Bu pigmentlerin çubuk biçimini koruması için de yağlı olmayan bir bağlayıcı olan metil selüloz ile karıştırılır. Fransızca tutkal anlamına gelen coller sözcüğünden türetilmiş olan kolaj bir resim tekniği olarak asıl karakterini 20. yüzyılda buldu. Kolaj; gazete kupürlerini, elişi kâğıtlarını, duvar kâğıtlarını, çeşitli tekstil ürünlerini, paket etiketlerini ya da mümkün olan düzinelerce başka materyali resimlere, baskılara, hatta heykellere yapıştırmak için kullanılan bir tekniktir.