GÜZEL SANATLAR - Ünite 2: Edebiyat Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Edebiyat
Giriş
Edebiyat ya da yazın, okurda estetik bir haz yaratmayı amaçlayan, dilsel bir sanat alanı ve bu alanda yaratılmış eserlerin hepsidir. Edebiyat, güzel sanatlar içinde tek malzemesinin dil olması nedeniyle güzel sanat dalları içinde en soyut olanıdır denilebilir. İnsanlar arasında iletişim sağlayan en temel araç olan dilin kullanımı edebiyat için son derece önemlidir. Bu yönüyle edebiyat dile dayalı bir sanattır. Elbette ki her söz ya da yazı edebiyat olarak nitelenemez. Dilin edebîlik değeri kazanabilmesi yani sanata dönüşebilmesi, sıradan bir malzeme olmaktan çıkartılıp sanatçının dil bilinci, dil yeteneği, estetik tercihleri çerçevesinde yeniden kurgulanması ile olanaklıdır.
Edebiyat Nedir?
Edebiyat sözcüğü, Arapça edeb kökünden türetilmiştir. Başlangıçta edebiyat sözcüğü edebe ait ilim anlamında Osmanlıcada kullanılmışken Tanzimat’la birlikte bu sözcük “litterature” karşılığı olarak dilimize yerleşmiştir. Literatür sözcüğü Latincede yazı anlamına gelir. Edebiyat; hayata güzel bakmanın, güzel bir bakışla hayatı çoğaltmanın, ardında güzel hayatları ve bu hayatların güzel nişanelerini bırakmanın bir yoludur. Duygu, düşünce ve hayallerin, olayların, eşyanın ve diğer unsurların, estetik haz uyandıracak tarzda ve özgün bir biçimde sözcüklerle ifade edilmesi “edebiyat” olarak tanımlanır. Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı; bu sanatın kuralları ve ürünleriyle uğraşan bilim dalı; bir çağda, bir dilde, bir ulusta yazılmış sanat yapıtlarının tümü edebiyat kapsamında değerlendirilir. Edebiyat bu anlamda şiir, öykü, roman, oyun, deneme, eleştiri gibi yazınsal türlerin tamamını kapsar. Ayrıca bir bilim kolunun türlü konuları üzerine yazılmış yazı ve eserlerin tamamı o alana ait edebiyat/literatür olarak geçer. Türkçede edebiyat yerine “yazın” sözcüğü de kullanılmaktadır. Ayrıca mecaz anlamda edebiyat, içten olmayan, gereksiz, boş sözler anlamında da kullanılır.
Edebiyat Kuramları
Edebiyatın niteliği, işlevi, kapsamı üzerine Platon’dan günümüze kadar birbirini izleyen ya da bir öncekine tepki olarak oluşan pek çok görüş ortaya konmuştur. Bu görüşlerin oluşturduğu bütün, kendi içinde farklılıkları olmakla birlikte, ‘edebiyat kuramı’ ya da ‘edebiyat teorisi’ olarak başlıklandırılmıştır. Edebiyat kuramları; edebiyat ilkelerinin, kategorilerinin, prensiplerinin ve benzer yönlerinin incelenmesini konu alır. Sınıflandırmalar yazınsal metnin oluşumunda rol oynayan dört unsur temel alınarak yapılmıştır. Bu eksende; Dış Dünya Odaklı Kuramlar, Yazar Odaklı Kuramlar, Eser Odaklı Kuramlar ve Okur Odaklı Kuramlar yer alır. Eserin dış dünya ile olan ilişkisiyle ilgilenen dış dünya odaklı kuramlara göre sanat; doğayı, hayatı, insanı yansıtmalıdır. Sanat eserinin çözümlenmesi de dış dünyadaki gerçeklikle sanat eseri arasındaki ilişki ve bağların araştırılması esasına dayalıdır.
Dış dünya odaklı kuramlar; genel yönleriyle, Yansıtma Kuramı ile Marksist Estetik ve Toplumcu Gerçekçilik Kuramları olarak bilinir. Yansıtma Kuramı’nın kökenini Platon ve Aristoteles gibi Antik Yunan filozoflarının edebiyat üzerine yazdıkları oluşturur. Etkileri 18. yüzyıl sonlarına kadar süren Yansıtma Kuramı’na göre edebiyat, içinden çıktığı toplumu yansıtır. Platon’a göre edebiyat eseri dış dünyada var olan gerçekleri, nesneleri öykünme yoluyla yansıtır. Platon’un ünlü “dünyaya ayna tutmak” sözü bu kuramın temelini oluşturur. Platon’a göre, görülen dünyanın ötesinde bir gerçeklik âlemi vardır. Bizim gördüğümüzse duyularla algılanan ve değişken bir dünyadır. Dolayısıyla sanatçının taklit ettiği dünya bizi gerçek bilgiye ulaştıramaz. Platon bu nedenle sanata karşı çıkmaktadır. Onun felsefesine göre sanat eseri gerçekçi olursa faydalı ve eğitici olur. Platon’un öğrencisi Aristoteles de sanatın yansıtmacı yönüne eğilir ancak Platon’un aksine sanatın faydaları üzerinde durur. Ona göre sanat bir çeşit zanaattır. Sanatçının yaptığı da bir insanın hayatı üzerinden diğer insanların hayatını, başka bir deyişle evrenseli yansıtmaktır. Yansıtma Kuramı’nın ilk dönemi, 18. yüzyıl ortalarına kadar sürmüştür. 19. ve 20. yüzyılda sanatı açıklamak için yansıtma kavramını kullanan en önemli edebiyat kuramı, Marks, Engels ile Plehanov’un isimlerinin ve görüşlerinin öne çıktığı Marksist estetik kuramıdır. Marksist estetik kuramı kendi ideolojik sistemine dayalı bakış açısını yansıtma kuramının temeline yerleştirmiştir. Marksist görüşe göre bir toplumun ekonomik yapısındaki değişimler, yeni felsefi düşüncelerin doğmasına, dinî inançlardaki değişimlere ve yeni sanat türlerinin doğma sına neden olur. Buna bağlı olarak edebiyat da bir ideoloji türü olarak ekonomik açıdan güçlü olan sınıfın çıkarlarını dile getirir. Yazar Odaklı Kuramlar eseri, sanatçının duygularının bir yansıması olarak görür. Sanatçı, eserleri aracılığıyla okurlarına duygularını dile getirir. Dolayısıyla, sanatın açıklanmasında sanatçının yaşantısı önemli bir yer tutar. Yazar Odaklı Kuramlar olarak Anlatımcı Kuram’dan ve Psikanalitik Kuram’dan söz etmek mümkündür. Sanatçıya ve sanatçının yaşantısına yönelen Anlatımcı Kuram’ın ana kavramı, Romantizm akımının da önemsediği duygu kavramıdır. Kurama göre, edebî eser, sanatçının duygularının sonucudur. Dış dünya sanatçının gözünden, onun duygu süzgecinden geçerek aktarılır. Duyguların eserde anlatılması ile betimlenmesi arasında bir ayrım olduğunu savunan kurama göre duyguların dile getirilişinde hangi duyguyu hissettiğinin söylenmesi değil anlatımla o duygunun verilmesi gerekir. 20. yüzyılın ilk yarısında kendini güçlü bir biçimde hissettiren, ruhbilim alanının ünlü ruhbilimci ve hekimlerinin, sırasıyla Sigmund Freud, Carl G. Jung ve daha sonra Jacques Lacan’ın öğretileri edebî eserlerin çözümlenmesi ve yorumlanmasında da kullanılmaya başlanmıştır. Psikanalitik Kuram bu çözümlemelerin edebiyat eleştirisinde uyarlanmaya başlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Psikanalitik Kuram’da, edebiyat ve sanat nedir sorularına; yazarın yaşadığı zaman, bulunduğu çevre, aldığı eğitim, psikolojisi, içinde bulunduğu sosyal ve siyasi ortam gibi yazarı yazmaya götüren etmenler bağlamında yanıt aranır. Psikanalitik kuram esere bir değer biçmeye çalışmak yerine, onu açıklamaya, betimleye çalışır. Amacı, zaten zihinsel evrenimizde kökleşmiş bir şekilde bulunan anlam dünyamızın edebî eserde ortaya çıkan belirtilerini yakalamak ve bunlar üzerinden bir çözümlemeye girişmektir. Eser Odaklı Kuramlar, edebiyat incelemelerinde edebî eserin ön plana çıktığı kuramlardır. Edebiyat incelemelerinde bu tür kuramlara göre bir eseri iyi bir biçimde çözümleyebilmek için esere dışarıdan değil, içerden bakmak ve eseri dil içi ögelerle ele almak gerekir. Bu anlayışı benimseyen kuramlardan ilki Rus Biçimciliği’dir. Rus Biçimciliği’ni, Yeni Eleştiri ve Yapısalcılık gibi diğer Eser Odaklı Kuramlar izlemiştir. Rus Biçimciliği, dışardan eleştiri yöntemiyle araştırmayı amaçlayan yaklaşımlara karşılık metin içi ögelere vurgu yaparak içerden eleştiri anlayışını sistemli bir şekilde çalışmalara uygulayan ilk kuramdır. 1915-1930 yılları arasında etkili olan kurama göre bir edebî eseri diğerlerinden ayıran temel özellik eserin biçimselliğidir. Kuramın en bilinen temsilcileri Roman Jakobson, Boris Eyhenbaum, Juri Tinyanov, Viktor Şklovski ve Boris Tomaşevski’dir. 1930-1960 yılları arasında İngiltere ve Amerika’da etkili olan Yeni Eleştiri Kuramı, biyografiye ve yazarın psikolojisine bağlı edebiyat kuramlarını yetersiz görerek edebî eseri temel almış bir eleştiri kuramıdır. Bu kuram, eserde biçim ve içerik ayrımını yapmış ve bunların düzenlenişini ve işlevlerini incelemeye odaklanmıştır. Kurama göre konu ve biçim bir bütün oluşturduğunda estetik duygu uyandırır. 1960’larda Fransa’da başlayan Yapısalcılık, dilbilimden etkilenen ve Ferdinand de Saussure’ün yüzyılın başlarında dilbilime uyguladığı yöntem ve görüşlerini edebî eserlere uygulayan bir kuramdır. Saussure bir dilin tarihî gelişimini ve her dönem taşıdığı özellikleri bilmeye gerek olmadığını, dili belli bir zaman noktasında ele alarak, eş zamanlı yani belli bir anda bağımsız ve bir bütün sistem olarak incelenmesi gerektiğini savunmuştur. Yapısalcı kuramın önde gelen isimleri A.J. Greimas, T. Todorov, Hjelmslev, Benveniste, Jakobson, G. Genette, Levi Strauss ve R. Barthes’tır. Edebî eserin kendisi ile iletişim kuracak bir okur için var olduğunun fark edilmesi edebî eserlerin incelenmesinde okuru odak hâline getirmiştir. 20. yüzyılda Avrupa’da Okur Odaklı Kuramlar’ın etkili bir biçimde ortaya çıkmasında 19. yüzyılın olgucu ve nesnel bilim görüşünün sekteye uğraması önemli bir etken olmuştur. Okurun sadece alıcı değil, metni yorumlamaya katılan üretken bir konumda olduğunu savunan Okur Odaklı Kuramlar olarak Duygusal Etki Kuramı, Alımlama Estetiği, Feminist Eleştiri ve Yazınsal Göstergebilim Kuramı bilinir. İngiliz I.A. Richards’ın ortaya koyduğu Duygusal Etki Kuramı zevk, estetik yaşantı, estetik değer gibi kavramları öne çıkarmış; edebî eseri incelerken ve değerlendirirken okur faktörünü birinci plana almıştır. “Edebiyatın işlevi nedir?” sorusuna Duygusal Etki Kuramı okura zevk verme, estetik duygu ve heyecan uyandırma olarak cevap verir. Kurama göre dil göndergesel ve duygusal işlevde kullanılır. Edebî eserler bilgisel değildir, içeriğinde söylenenlerin doğru olması gerekmez. Yazındaki doğruluk, eserin kendi içinde tutarlı olması ile sınırlıdır. Eseri değerli hâle getiren de bu tutarlığı oluşturan denge ve uyum hâlinin başarı ile oluşturulmuş olmasıdır. Sanat yapıtının bizdeki etkisini zevk ile anlatmaya çalışması, kuramın eleştirilen bir yönü olmuştur. Alımlama Estetiği, 1960’ların sonlarından itibaren ortaya çıkan, bir sanat eserinin özellikle bir edebî eserin okur tarafından anlaşılması, bir değer olarak ortaya çıkması ve kabul görmesini savunan Okur Odaklı Kuramlar’ın en bilinenlerindendir. Okurun durumunu açıklamaya çalışan belli başlı üç kuramcı vardır. Bunlar Konstanz Ekolü’nü temsil eden Wolfgang Iser ve Hans- Robert Jauss ile Stanley Fish’tir. 1960’lardan sonra Fransa, İngiltere ve Amerika’da ortaya çıkan Feminizm hareketinin edebiyata yansımaları sonucu okur olarak kadına yönelik feminist edebiyat kuramı, yazar olarak kadına yönelik feminist edebiyat kuramı, psikanaliz açıdan feminist edebiyat kuramı ve Marksist-sosyalist açıdan feminist edebiyat kuramı doğmuştur. Kuram hem erkek yazarların söylemlerinin kadın yazarların söylemlerinden farklı olduğunu hem de bir metni kadın okurların erkek okurlardan farklı algılayacağı tezini savunmuştur. Yazınsal Göstergebilim, edebî eserlerin çözümlenmesi sürecinde okurun bilgi ve deneyimi ile kültürel arka planını önemseyen bir kuram olduğu için Okur Odaklı Kuramlar adı altında incelense de kuramsal temelleri dilbilim ve yapısalcılığa dayanır.
Edebiyat Akımları
Edebiyat akımı; edebiyat sanatı konusunda aynı görüşte olan sanatçıların oluşturduğu topluluk; öncü bir edebiyatçının ya da edebiyatçılar topluluğunun geliştirdiği, biçim ve içerik yönünden birtakım yenilikler getiren anlayış, akım ve okul olarak tanımlanmaktadır. Hümanizm, insanı asıl değer kabul eden ve insanla ilgili sorunlara öncelik veren sanat ve edebiyat görüşüdür. Klasisizm; 16. yüzyılın sonlarında özellikle Fransa’da ortaya çıkan, Hümanizm’in temelleri üzerine kurulu, akıl ve sağduyuya önem veren, gerçeği ve doğayı akıl yoluyla incelemeye çalışan, doğallığı ve gerçekliği temel alan bir edebiyat akımıdır. Romantizm, Avrupa’da 18. yüzyılın sonun da ortaya çıkmış ve 19. yüzyılın ilk yarısında Klasisizm’e tepki olarak sürmüş, doğadaki ve toplumdaki karşıtlıkları, çelişkileri yansıtmayı, kişileri ve toplumsal çevreleriyle vermeyi amaç edinmiş bir edebiyat akımıdır. Edebiyat akımı olarak Realizm, Romantizm’e tepki olarak
19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış ve hayatı, tabiatı, insanı ve olayları olduğu gibi anlatma, aktarma endişesi çevresinde gelişmiş edebiyat akımıdır. Gözlem ve deneye dayanan Naturalizm, 19. yüzyılın başından itibaren Realizm’e karşı olarak değil, aksine onun devamı olarak gelişmiş bir akımdır. Parnasizim, şiirdeki gerçekçilik olarak adlandırılabilir. Romantik şiire tepki olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da gelişmiştir. Fransa’da 1860’ta Çağdaş Parnas adlı şiir dergisinin çevresinde toplanan sanatçılara Parnasyen adı verilmiştir. Sembolizm
19. yüzyılın son çeyreğinde Realizm’e ve Parnasyenlerin salon şiirine tepki olarak gelişen edebiyat akımıdır.
Baudelaire, Rimbaud, Mallarmé, Verlaine, Maeterlinck ve Lafargue başlıca temsilcilerdir. Sembolizm’in doğuşu Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri adlı eserine dayandırılır. Sembolist şair ve yazarların, iç sıkıntılarıyla mücadele etme biçimleri, var olmayan hayalî bir dünyaya yaptıkları kaçışlar, sembollerin altında gizlenen çekingen ve çekimser bir ruh hâli pek çok eserin karakterini oluşturmuştur. İzlenimcilik olarak da bilinen Empresyonizm, 19. yüzyılın son çeyreğinde Realizm, Natüralizm ve Parnasizm’e tepki olarak doğup gelişen ve dış gerçekliğin sanatçının ruhunda bıraktığı izlenimlerin anlatımını esas alan edebiyat akımıdır. Ekspresyonizm 19. yüzyıl gerçekçilik ve idealizmine karşıt olarak doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı sanat akımıdır. Bir edebiyat akımı olarak Kübizm; geleneksel akıl ve mantık perspektifini reddedip sanatçının hayal gücünü öne çıkararak varlığı bütün hâlinde kavrama iddiası içinde şiiri görselleştiren, dilin doğal söz dizimi, yapı ve anlam mantığını bozan, şekilde her türlü yeniliğe açık olan bir akımdır. Dadaizm, şüphe içinde kalmayı uygun bulan, hiçbir şeyin doğruluğuna ve varlığına inanmayan aklın hiçbir değeri olmadığını savunan edebiyat sanatçılarının parıltılı çabalarını hiçe sayan, kendinden önceki tüm edebiyat akımları ile mizah yolu ile alay eden edebiyat akımıdır. Letrizm, Fransızca harf anlamına gelen “lettre” sözcüğünden türetilmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan bu akımın amacı şiirdeki yeniliği harflerle gerçekleştirmektir. Isidore Isou’nun 1946 yılında kurduğu bu akım, bir şiir akımıdır. Sürrealizm akımı, Avrupa’da I. ve II. Dünya Savaşları arasında edebî bir akım olarak gelişmiştir. İlk kez Dada tarafından tohumları atılmış olan Sürrealizm, 1924 yılında André Breton’un Birinci Sürrealist Manifesto’yu kaleme almasıyla birlikte bir akım hâlini almıştır. Breton, bu manifestoda Sürrealizm akımını ‘katıksız ruhsal otomatizm’ olarak tanımlamıştır. Egzistansiyalizm, 20. yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru Fransa’da ortaya çıkan öncelikli olarak felsefi bir akımdır. 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarındaki Modernist arayışın canlılığını kaybetmesinden sonra ortaya çıkan çeşitli üslûp ve yönelişler Postmodernizm olarak adlandırılmıştır. Batı dillerinde kullanılan “post-” ön eki Türkçede “sonrası” anlamında kullanılır. Postmodernizm’in kelime anlamı da “Modernizm sonrası”dır.
Edebiyatta Biçimsel Türler
Sanatsal yazılarda bir düşüncenin veya duygunun anlatımında yaratma, yeniden oluşturma söz konusudur. Sanatsal yazılar nesnel yaşamın gerçeklerinden esinlenerek kurmaca bir dünyayı yansıtır ve insana, insan gerçeğini bir kurgu içinde sunarak özdeşim kurdurur. Sanatsal yazılarda, sanatçının iletisi ile okurun anladığı farklı olabilir. Bu farklılık yanlışlık olarak değerlendirilemez. Bu tür yazılarda ileti, yaşamla çok yönlü bağlantıları olan, okurun kendine göre yorumlayacağı çok anlamlı bir çağrışımdır. Ortak bir tanıma ulaşılamayan türlerden biri olan şiir; zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan, hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan edebî anlatım biçimi, manzume, nazım, koşuk olarak tanımlanmaktadır. Öykü, yaşanmış ya da yaşanması olası olayları, durumları bir kurgu biçiminde anlatan yazınsal bir türdür. Öykü, Avrupa’da 14. yüzyılın ilk yarısında İtalyan yazar Boccacio’nun Decameron adlı kitabı ile ortaya çıkmıştır. Roman, yaşanmış ya da yaşanması olası olayları, durumları kurmacaya dayalı olarak anlatan düzyazı türüdür. Romanın konusu da insan ve yaşamın kendisidir. Roman, iç içe geçmiş birçok öyküden kurulmuş gibidir. Sanatsal yazıların temel niteliği olan kurmaca ve öznel anlatım roman için de geçerlidir. Romanın insanın, toplumun ve çevrenin değişimlerine kendini uyduracak esnek yapısı en temel türsel niteliğidir. Tiyatro, edebî bir tür olarak sahnede canlandırılmak üzere yazılmış eserlerin ortak adıdır. Batılılar tarafından, tiyatronun kaynağı M.Ö. 7. ve 6. yüzyıllarda bolluk ve bereketi kutlamak için şarap ve bereket tanrısı Tanrı Dionysos adına düzenlenen şenliklere bağlanır. 17. yüzyıldan itibaren tiyatro sadece manzum bir edebî tür olmaktan çıkarak düzyazıya (mensur) doğru gelişme göstermiştir. Bu gelişmede Batı’da Shakespeare’in önemli bir rolü ve katkısı olmuştur. İnsanları, bir konu üzerinde düşündürmeyi, tartıştırmayı, bu yolla gerçeklere ulaştırmayı, amaçlayan yazı türlerine düşünce yazıları denir. Makale, herhangi bir konuda bilgi vermek, bir düşünce ya da konuya açıklık getirmek, yeni bir görüş ve düşünceyi ileri sürmek, ele alınan konu üzerinde yapılan inceleme ve araştırma sonuçlarına göre veriler sunarak bu yeni görüş ve düşüncele ri kanıtlamak amacıyla bilimsel ağırlıklı gazete ve dergi yazısıdır. Fıkra sözcüğü, Türkçede ince anlamlı, güldürme amacı güden kısa öykülerdir. Bu tür fıkralarda gerek kahramanların davranışları ve düşüncelerinde gerekse taşıdıkları mizah ögeleri ve dilde ulusal kültürü yansıtan izler vardır. Edebiyatımızda bu tip fıkraların en bilinenleri Nasrettin Hoca, Bektaşi, Bekri Mustafa ve İncili Çavuş fıkralarıdır. Yazılı anlatım türü olarak Eleştiri, bir sanat eserini çeşitli yönleri ile inceleyip açıklamak, anlaşılmasını sağlamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazılardır. Eleştirinin temel sorumluluğu eser hakkında bilgilendirmektir. Bir eleştirmenin bir eseri eleştirirken olabildiğince öznellikten uzak durması ve eseri belirli ölçütlere göre bir amaç doğrultusunda değerlendirip yazması beklenir. Herhangi bir konuyu yeni ve kişisel görüşler le ele alarak etkili bir anlatımla sunan düzyazılara Deneme denir. Söyleşi, yazarın kendi eğilimleri doğrultusunda seçtiği herhangi bir konu hakkındaki görüşlerini, konuşma doğallığı içinde anlatan düşünce yazılarıdır. Söyleşi türünde yazanlar, bir konu hakkında kendi düşüncelerini dile getirirken başkalarının aynı konu için farklı görüşleri olabileceğini göz önünde bulundurarak yazarlar. Konuşma doğallığı içinde yazıldığı için söyleşi türünde yazar, devrik cümlelere bolca yer verir ve okura konuya ilişkin sorular sorar; şiirlerden, atasözlerinden, deyimlerden, özdeyişlerden yararlanır. Söyleşi yazarı bilimsel makale yazan bilim adamı gibi nesnel olmak zorunluluğu taşımaz, görüşlerini okurlarıyla paylaşmaya çalışır. Bir tür olarak röportaj, tanınmış bir kişiyi, yeri ya da sanat dalını geniş okur kitlelerine, kendi görüş ve düşünceleriyle birleştirerek araştırma, inceleme yoluyla tanıtan, ayrıntılı bilgi veren yazılardır. Yazarın gözlem ve bilgiye dayalı olarak, gezip gördüğü yerleri çeşitli yönleriyle, özenli bir anlatımla yansıttığı yazıya gezi yazısı denir. Anı, bilim, sanat, politika alanında ün yapmış kişilerin yaşadıkları olayları ya da yaşadıkları dönemin önemli olduğunu düşündükleri özelliklerini gözlemlerine, izlenimlerine ve bilgi birikimlerine dayanarak anlattıkları yazılardır. Kişinin kendi algı ve bakış açısına göre günü gününe yazılan, üzerinde yazıldığı günün tarihi bulunan yazılara ve bu yazılardan oluşturulan yapıtlara günlük denir.