HABERCİLİĞİN TEMEL KAVRAMLARI - Ünite 2: Medya Sistemleri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Medya Sistemleri

Giriş

Kitlesel iletişime olanak sağlayan kitle iletişim ortamlarının; eş deyişle medyanın, iktidarlar tarafından kendi egemenliklerinin devamını sağlamak amacıyla kullanılması beraberinde yasaklama, baskı ve yaptırımları getirmiştir. Temel olarak iktidar ve medya arasında yaşanan bu mücadele çerçevesinde de dünyada farklı medya anlayışları ortaya çıkmıştır.

Kuram, teori olarak da bilinir. Sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünüdür.

Normatif kuramlar kural koyucu kuramlardır. Eş deyişle ideal olarak belirlenmiş ve olanı / olması gerekeni ortaya koyan ya da açıklayan subjektif kurallar bütünüdür.

Basının Dört Kuramı

Dünyada “en çok bilinen” basın sınıflandırma sistemlerinin başında Fredrick Siebert, Theodore Peterson ve Wilbur Schramm’ın ilk basımı 1954 yılında yapılan Four Theories of the Press (Basının Dört Kuramı) adlı çalışması gelir.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından başlayan iki kutuplu; yani Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin dünyanın iki büyük süper gücü olduğu yıllarda ABD’de yayımlanmış olan kitapta, dünyadaki medya sistemleri, basın ya da gazetecilik ekseninde dört ayrı kategoride tanımlanmaktadır. Bunlar Otoriter, Özgürlükçü (Liberal), Toplumsal (Sosyal) Sorumluluk ve Sovyet-Totaliter Kuram şeklinde dilimize çevrilebilir.

Tarihsel süreç içinde en uzun dönem uygulama imkanı bulan ve ortaçağda zirveye ulaşan otoriter anlayış, her türlü gücün devletin başındaki kişinin elinde toplanması esasına dayanır. Bu düşüncenin felsefi temelleri Eflatun’dan Machiavelli, Hobbes ve Hegel’e kadar uzanmaktadır.

Eflatun ya da diğer adıyla Platon, devletin ancak akıllı, değerli ve nitelikli bilge insanların elinde güvenli olabileceğini savunur. Machiavelli, hükümdarların devletin güvenliğini sağlamak ve varlığını sürdürebilmek için baskı ve zulüm de dahil olmak üzere her türlü ahlaki olmayan yollara bile başvurabileceklerini söyler. Yönetenler kuvvet ya da hile silahlarını kullanabilirler. Korkuya dayanmadan da bir otorite kurulamaz. Hobbes de mutlak monarşiyi savunur.

İngiltere’de yaygın olarak benimsenmiş ve “hala da çoğu yerde uygulandığı” kaydedilen Otoriter (Baskıcı) Kuram, monarşinin mutlak gücü felsefesine dayanmaktadır. Bu anlayışa göre yayıncılar kimi zaman gazete çıkarabilmek için hükümetten “izin almak” anlamına gelen “patent”, “lisans” ya da “ruhsat” almak zorunda kalmışlar ya da matbaa esnaf ya da derneklerinin düzenlemeleriyle karşı karşıya gelmişlerdir. Hükümetin doğrudan sansürü şeklinde de görülen kimi uygulamalar nedeniyle iktidarları eleştirmek pek de mümkün olmamıştır.

Liberal Medya Kuramı, liberal anlayışın sosyal, felsefi, siyasi ve iktisadi birikimleri üzerine inşa edilmiştir. Otoriter anlayışın aksine devletin yerine bireyi merkeze alan liberal anlayış, devleti bireyin mutluluğunun bir aracı olarak görür. Birey ve toplumu, toplumsal davranış ve siyasi teşkilatlanma açısından serbest bırakır. Liberal anlayışa göre gerçeğe giden yol bataklıktan geçse bile akılcı bir varlık olan insan yolun sonunda kanıtlanabilecek kesin gerçeklere ulaşabilecektir.

Liberal anlayış insan aklına vurulan zincirleri kırarak insanlık için o dönemde yeni ufuklar açmasına karşın, zaman içinde özgürlük ile onun kötüye kullanımını ayırt etmede kesin ölçütler bulmakta zorlanmıştır. Bu anlamda liberal anlayışın özgürlük anlayışı muğlak, tutarsız ve belirsiz olmakla eleştirilmiştir. Ayrıca çok seslilik ve düşüncelerin ortak pazarı gibi görüşler de dibe vurmuş, gazete ve televizyonlar toplumun değil, bu araçların sahiplerinin ve reklam verenlerin çıkarlarına hizmet etmeye başlamıştır.

Medya sahipleri basının gücünü olumsuz yönde kullanmakla eleştirilmiştir. Bu doğrultuda liberal kuram içinde bir tepki olarak 20. Yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri’nde Toplumsal Sorumluluk Kuramı geliştirilmiştir. Kimi kaynaklarda “Sosyal Sorumluluk Kuramı” adı da verilen bu oluşumda medyanın sansasyonel içeriğine ve kar amaçlı yapısına yönelik eleştirilerin de etkili olduğu söylenebilir.

Temel olarak Marksist, Leninist, Stalinist düşünceye, Hegel ile birlikte 19. yüzyıl Rus düşüncesine dayanan Sovyet-Totaliter anlayış; medyanın, sosyalist devlet anlayışına dayanan Sovyet sisteminin devamlılığına ve başarısına katkıda bulunmasını öngörmektedir. Sosyalist devlet anlayışında işçi sınıfı ve onun temsilcisi parti, iktidarı elinde bulundurmaktadır. Dolayısıyla “bilinç üretim endüstrisi” olan medya işçi sınıfının, başta parti olmak üzere onun temsili kuruluşlarının elinde ve denetimindedir. Medya bir “üst yapı kurumu” olarak tanımlanır ve kamusal mülkiyet altında tutulur.

McQuail’in Eklediği Kuramlar

İletişim bilimci Denis McQuail (1994), değişen toplumsal, ekonomik ve siyasal ortama bağlı olarak Basının Dört Kuramı’na iki yeni kuramın eklenmesi gerektiğini “Altı Normatif Medya Kuramı” açıklamasıyla ifade etmiştir. Basının Dört Kuramı’na eklenen iki yeni kuramdan ilki Gelişmeci Kuram, ikincisi ise Katılımcı Demokratik Kuram’dır.

Gelişmeci Kuram, temel olarak “gelişme” kavramıyla ilişkilendirilebilecek, gelişmeyi yücelten ve her şeyin üzerinde gören bir anlayışa sahiptir. Bu doğrultuda gelişmeci anlayış şu değerlendirmeye dayanır: Gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik, teknik ve profesyonel kaynaklar, gelişmiş ülkelerden farklıdır ve bu nedenle de ülkenin gelişme hedefine ulaşabilmesi için medya ulusal politikaların kendisine yüklediği görevler doğrultusunda toplumsal gelişme ve kalkınma amacıyla kullanılabilir.

Gelişmeci anlayışa göre gelişmekte olan ülkelerdeki gazeteciler, modernleşmenin bir aracı olarak üst düzey bir rol üstlenebilirler. Aynı şekilde devlet de kalkınmayı sağlamak için medyayı yönlendirebilir ya da sınırlandırabilir. Doğrudan ya da dolaylı olarak medyayı denetleyebilir, sansür uygulayabilir, ekonomik yönden destekleyebilir ya da kayırabilir.

Katılımcı Demokratik Kuram, yönetime katılmayı ve yukarıdan aşağıya bir örgütlenme ve iletişim yerine; yatay, aynı düzeyde ve eşitlikçi bir anlayışın yerleşmesi fikrine dayanmaktadır. Bu çerçevede medya, “halkın siyasal katılımının aktif olmasını teşvik eder” bir konumda ifade edilmektedir.

Katılımcı Demokratik Kuram’ın merkez noktası, siyasi toplumda aktif alıcının ihtiyaçları, ilgileri ve arzularına bağlıdır. Bu anlayışta hedef kitlenin yani gazete okuru, radyo dinleyicisi ya da televizyon izleyicisinin ihtiyaç, çıkar ve arzuları ön planda tutulur. Medyanın varlık nedeni olarak şirketler, gazeteciler ya da müşteriler değil; okuyucu, dinleyici ya da izleyiciler görülür.

Altschull’un Sınıflandırması

J. Herbert Altschull, 1984 yılında yayımlanan Agents of Power (Güç Temsilcileri) adlı kitabında Soğuk Savaş yıllarında yazılan Basının Dört Kuramı’nın artık geçerli olmadığı görüşüyle medya sistemlerine yeni bir açıklama getirmiştir.

Basının Dört Kuramı’nın “bize karşı onlar” anlayışıyla oluşturulduğunu ve düşmanlık dönemini yansıttığını ileri süren Altschull, çatışma ortamından kaçınmak için “etiketleme ve çatışma dilinden” kaçınmak gerektiğini savunmuştur. Bağımsız bir medyanın mümkün olmadığını ve medyanın herhangi bir sistemde ekonomik, politik ve sosyal gücü elinde bulunduranların temsilcisi olacağı iddiasını ortaya atan Altschull, dönemin basın sistemlerine bakarak üç basın modeli tanımlaması yapmıştır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:

  • Serbest Pazar (Kapitalist) Model,
  • Marksist (Sosyalist) Model,
  • İlerleme (veya daha az doğru olmakla birlikte gelişmekte olan ülkeler) Modeli.

Serbest Pazar ya da Kapitalist Model’de gazeteciliğin amaçları gerçeği aramak, sosyal olarak sorumlu olmak, siyasi olmayan eğitici biçimde bilgi vermek, taraf tutmayarak insanlara hizmet etmek ve kapitalist öğretiyi desteklemek ve hükümeti gözetleyici şekilde hizmet etmek biçiminde sıralanmaktadır.

Serbest Pazar anlayışında özgür basın, gazetecilerin tüm dış kontrolden bağımsız olması anlamına gelir. Başka bir deyişle özgür basın, güç odaklarının kölesi değildir ve onlar tarafından yönlendirilmez. Özgür basın için ulusal bir basın politikası da gerekmez.

Marksist Model gazeteciliğin amaçlarını şöyle tanımlar: Gerçeği araştırmak, insanları eğitmek ve siyasi anlamda tarafları açıklamak, sosyalist öğretiye destek isteyecek şekilde insanlara hizmet etmek, görüşlere şekil vermek ve davranışları değiştirmek.

Üçüncü model olan İlerleme Modeli’nde gazeteciliğin amaçları gerçeğe hizmet etmek, sosyal ya da toplumsal olarak sorumlu olmak, siyasi anlamda eğitmek, hükümetle iş birliği arayarak insanlara hizmet etmek, faydalı amaçlar için değişim ve barış aracı olarak hizmet etmek şeklinde sıralanmaktadır. Dolayısıyla diğer iki modelden farklı olarak sorumlu gazetecilik anlayışının ön plana çıkarıldığı, insanlara hizmet etmek ve barış aracı olmak gibi unsurlara önem verildiği söylenebilir.

İlerleme anlayışına göre özgür basın gazeteciler için vicdan özgürlüğü demektir. Serbest Pazar anlayışında dış kontrolden bağımsızlık, Marksist anlayışta tüm insanların görüşlerine yer verilmesi anlayışları ön plandayken ilerleme anlayışında basın özgürlüğü gazetecinin vicdanı ile tanımlanmıştır. İlerleme anlayışında “basın özgürlüğü ulusun yaşamından daha az önemli” denilerek bir sınırlılık da getirilmiştir. Dolayısıyla basın özgürlüğünü yasal bir çerçeveyle koruyabilmek için ulusal bir basın politikasının gerekli olduğu ifade edilmiştir.

Karşılaştırmalı Medya Sistemleri Sınıflandırması

Akdeniz Modeli çerçevesinde tanımlanan ülkeler; Fransa, Yunanistan, İtalya, Portekiz, İspanya gibi güney Avrupa ülkeleridir. Bu nedenle modele ikinci isim olarak “Akdeniz Modeli” adı verilmiştir. Bu modelde gazete endüstrisi düşük tiraj, siyasal elit basın olarak tanımlanır. Siyasi paralellik anlamında yüksek dışsal çoğulculuk yorum yönetimli gazetecilik ve siyasetin yayın sisteminde ağırlığı söz konusudur.

Kuzey-Orta Avrupa Modeli / Demokratik Korporatist Modeli kapsamında tanımlanan ülkeler; Avusturya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Almanya, Hollanda, Norveç, İsveç, İsviçre gibi kuzey ve orta Avrupa ülkeleridir. Bu ülkelerde gazetecilik endüstrisi yüksek tirajlıdır. Kitlesel ticari basının erken gelişimi söz konusudur. Çoğu ülkede yerel basın güçlüdür. Siyasi paralellik anlamında özellikle ulusal basında dışsal çoğulculuk vardır.

Kuzey Atlantik Modeli / Liberal Model’de tanımlanan ülkeler şunlardır: Kanada, İrlanda, Britanya ve ABD gibi Kuzey Atlantik bölgesi ülkeleri. Bu ülkelerde gazetecilik endüstrisinde orta düzeyde tiraj görülür. Kitlesel ticari basının çok erken gelişimi burada da söz konusudur. Ticari yayıncılık 1950’lerden itibaren gelişmiştir. Siyasi paralellik anlamında ticari basının nötr tavrı söz konusudur. Bilgi yönelimli gazetecilik anlayışı esastır. Britanya dışında içsel çoğulculuk baskındır. Formel olarak özerk yayıncılığın yönetiminde profesyonel model uygulanmaktadır.

Hallin ve Mancini, bu üç kategorideki ülkelerin tamamen homojen olmadıklarını, her bir kategorideki ülkeler arasında benzerlikler kadar farklılıklar da olduğunu ve ülkelerin sürekli bir değişim geçirdiklerini ve bu nedenle tarihsel boyutların da kavranması gerektiğini işaret ederler.