HADİS - Ünite 9: Hadiste İsnad ve Metin Tenkidi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 9: Hadiste İsnad ve Metin Tenkidi

Giriş: Temel Kavramlar

Hadis, sened ve metin olmak üzere iki temel unsurdan oluşur. Sened, metni birbirlerinden belli usullerle almak ve rivâyet lafızlarıyla nakletmek suretiyle bize kadar ulaştıran râviler silsilesinin adıdır. Metin ise senedin sonunda râvilerin naklettikleri sözlü kısımdır.

Hadis denince öncelikle Hz. Peygamber’e ait söz, fiil ve takrirlerin (onaylar) oluşturduğu metin kısmı anlaşılır. Buna merfu hadis denir. Bununla birlikte sahâbe ve tâbiûnun söz, fiil ve görüşleri de kayıtlı olarak hadis diye isimlendirilir.

Kelime anlamı “dayandırmak, nispet etmek” olan isnad ise sened kökünden türetilmiş bir kelime olup hadis ilminde sözü sahibine dayandırma, ulaştırma ya da nispet etme anlamına gelmektedir. Tenkid kelimesi Arapça’daki ‘nakd’ kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Nakd kelime anlamı itibariyle, ayıklamak, dirhemlerin sahtesini gerçeğinden ayırt etmek demektir. Şu halde hadis tenkidi terkibiyle bir hadisin sahih olup olmadığının tespiti amacıyla yapılan işlem ve incelemeler anlaşılmaktadır. Nakd ve Türkçeleşmiş karşılığı olan tenkid kavramı batı dillerinden gelen ‘kritik’ kelimesiyle de karşılanabilir.

Hadis tenkidi, hadisin iki temel unsuru üzerinde cereyan eder. Bunlardan birincisi sened, ikincisi metindir. Hadisin metin kısmını nakleden râviler ve sened üzerindeki inceleme sened tenkidi, metnin muhtevası ve diğer kaynak ve rivâyetlerle karşılaştırılması ise metin tenkidi olarak adlandırılır. Bir hadisin sahih olup olmadığını belirleme, bir bütün halinde hadisin senedi ve metniyle birlikte değerlendirilmesine bağlıdır.

Sened Tenkidi

Senedli bilgi nakletme ve naklettiği haberin kaynaklarını verme anlamına gelen isnad sistemi Müslümanların geliştirdiği orijinal bir sistemdir. Müslümanlar ilk dönemlerden itibaren Hz. Peygamber’in hadisleri yanında başta sahâbe ve tâbiûn nesli olmak üzere önemli şahsiyetlerin söz ve fiillerini nesilden nesile sözlü ve yazılı olarak nakletmeyi bir gelenek haline getirmişlerdir. Bu sebeple isnad sistemi hicri I. asrın ortalarından itibaren sadece hadiste değil, diğer İslâmi ilimler yanında dil, edebiyat, tıp gibi çok farklı alanlarda bile kullanılır hale gelmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm yanında Hz. Peygamber’in uyarıları isnad sisteminin ortaya çıkmasına ve Müslümanlarda tenkid zihniyetinin gelişmesine sebep olmuştur. Diğer taraftan Hz. Peygamber’e yalan isnad etmeme konusundaki hassasiyet, hadis râvilerinin sıkı bir şekilde araştırılıp incelenmesi sonucunu doğurmuştur. İşte sened tenkidinin temelini bu inceleme oluşturur.

Sened Tenkidinin Unsurları: Hadis âlimleri bir hadisin senedini incelerken, özellikle (a) senedin muttasıl, yani kesintisiz olmasını, (b) sened zincirindeki râvilerin sika, yani güvenilir ve yetkin olmasını, (c) sened zincirindeki râvilerin hadisi muteber bir yolla almalarını göz önünde bulundurmuşlardır.

Senedin muttasıl olmasından maksat, sened zincirindeki râviler arasında bir kopukluk ya da irtibatsızlık bulunmamasıdır. Râvilerin birbirleriyle görüşmüş ya da bir şekilde irtibat kurarak hadisi almış olmaları hadisin kabulü açısından büyük önem taşımaktadır. Seneddeki râvi zincirinde bir düşme olması ya da râviler arasında bir irtibatsızlığın tespiti o rivâyete olan güveni azaltır.

Senedin muttasıl olması hadisin kabulü için büyük önem taşır, ancak tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda seneddeki râvilerin sika olması da gerekir. Lugat anlamı ‘güvenilir’ olan ‘sika’ tabiri, hadis ilminde adâlet ve zapt sıfatlarını taşıyan râvi hakkında kullanılır. Adâlet en kısa ifadesiyle râvinin dinin emir ve yasaklarına riayet eden doğru sözlü ve dürüst bir kişiliğe sahip olması demektir. Zapt ise râvinin yeterli zihinsel donanıma sahip olması, teknik ifadesiyle öğrendiği hadisi nakledinceye kadar değiştirmeden muhâfaza edebilmesidir. Adâlet ve zapt sıfatlarından birini taşımayan râvinin rivâyeti makbul sayılmaz. Bir râvinin sika olup olmadığına karar vermek için yapılan inceleme ve çalışmalara hadis ilminde cerh ve ta‘dil adı verilir.

Senedin muttasıl ve râvilerin sika olması yanında sened zincirindeki râvilerin her birinin hadisi birbirlerinden muteber hadis alma yollarından biriyle almış olması da aranır. Râvinin hadisi semâ, kıraat, icâzet gibi genel kabul görmüş hadis alma yollarından biriyle değil de söz gelimi hocadan izinsiz, hırsızlama yoluyla almış olması onun rivâyetinin kabul edilmemesine yol açar.

Hadis âlimleri bir hadisin sahih yani sağlam ve kabul edilebilir bir rivâyet olabilmesi için yukarıdaki unsurlar dışında şaz ve illetli olmamasını da şart koşarlar. Şaz, hadisin sened veya metin açısından diğer rivâyetlere aykırılık taşımasıdır. İllet ise hadisin sened veya metninde bulunan ve ancak hadis ilminde uzman olanların görebileceği gizli bir kusurdur.

Yapılan incelemeler sonucunda yukarıdaki özellik ve şartları taşıyan hadisler sahih, taşımayanlar zayıf kabul edilir. Bir hadisin sahih olduğuna hükmetme işlemine teknik tabiriyle ‘tashih’, zayıf olduğuna hükmetmeye de ‘tad‘îf’ denmektedir. Hadis âlimleri tarafından sahih olduğuna hükmedilen bir hadis bütün bu aşamaları geçmiş demektir. Aynı şekilde zayıf olduğuna hükmedilen bir hadis de yapılan incelemeler sonucunda yeterli şartları tamamlamamış hadis olarak değerlendirilir. Bununla birlikte hadisçiler ilmi bir ihtiyat göstererek sahih sayılan bir hadisin gerçekte sahih olmayabileceğini, zayıf sayılan bir hadisin de gerçekte sahih olma ihtimali bulunduğunu söyleyerek değerlendirmelerinde bir hata payı bırakmışlardır.

Sahih hadis, sika bir râvinin kendisi gibi sika olan râviden almak suretiyle senedin başından sonuna kadar muttasıl bir şekilde şaz ve illetli olmaksızın naklettiği hadistir.

Bütün aşamalardan geçmiş bir hadis muhteva itibariyle yine de kesinliği belli diğer şer‘i, akli, tarihi ve tecrübi bilgi ve delillere aykırılık taşıyorsa o takdirde metin tenkidi olarak isimlendirilen ikinci bir tenkid ve değerlendirme işlemine tabi tutulacaktır.

Sened Tenkidinin Sonuçları: Bütün şartları taşıyan hadis sahih; bütün şartları taşıdığı halde râvilerinden birinde hafif bir zapt kusuru bulunan hadis hasen olarak isimlendirilir ve bu grupta yeralan hadisler makbul sayılır. Senedinde inkıta bulunan hadisler ise zayıf kabul edilir. İnkıta eğer sahâbe/tâbiûn tabakasında ise hadis mürsel; senedden peşpeşe olmaksızın iki veya daha fazla râvi düşerse munkatı; peşpeşe iki râvi düşerse mu‘dal adını alır. Diğer taraftan râvilerde adâlet veya zapt yönünden tespit edilen eksikliklerin çeşidine, az veya çok oluşuna göre de hadis muhtelif adlar alır (muallel, münker, metruk, şaz gibi).

Bütün bu değerlendirme ve tespitlerin temelinde Peygamber’e yanlış bir söz nispet etmeme hassasiyeti bulunmaktadır. Sened tenkidi büyük ölçüde bize sağlam bir metin vermekle birlikte, muhtevanın diğer delil ve bilgilerle mukayesesi ve genel yapıyla uyumu da gözden ırak tutulmamıştır. Metin tenkidi olarak isimlendirilen bu muhteva analiz ve mukayesesi metin tenkidi konusunu teşkil edecektir.

Metin Tenkidi

Metin tenkidi bir kavram olarak esasen batı menşeli bir tabirdir. Batıda senedli bilgi nakletme gibi bir gelenek ve zaten böyle bir imkân söz konusu olmadığından başta kutsal kitaplar olmak üzere geçmişten günümüze intikal eden metinler muhteva açısından tahlil edilmeye ve orijinal olup olmadıkları bu yolla tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede mevcut nüshalardan doğruya en yakın ve en sahih metni elde etmeyi hedefleyen tenkidli neşir (edisyon kritik) yanında, edebî tenkid, yorumsamacı tenkid (hermenötik) gibi birçok metin tenkid yöntemi ortaya çıkmıştır.

Son iki asırda oryantalistlerin İslâm ilim geleneğindeki isnad sistemi üzerinde yaptıkları araştırmalar sonunda Müslümanlarda metin tenkidi olmadığı yönünde iddialar ortaya atmaları, İslâm dünyasında metin tenkidinin gündeme gelmesine sebep olmuştur. Birçok Müslüman araştırmacı Müslümanların da metin tenkidi yaptıklarını ispatlamaya çalışan araştırmalar ortaya koymuştur. Esasen son dönemlere gelinceye kadar Müslüman âlimlerin geçmişte metin tenkidi gibi bir öncelikli gündem ve problemleri olmamıştır. Çünkü onların ellerinde metni tevsik imkânı veren isnad gibi son derece önemli ve orijinal bir sistem bulunmaktadır. Dolayısıyla bir metnin sıhhatini belirlemek için sadece metne mahkûm değillerdir. Bununla birlikte bu onların metinle hiç ilgilenmedikleri ve metnin muhtevasını değerlendirmedikleri anlamına gelmez. Tam aksine en az sened kadar metinle de ilgili çalışmalar yapmışlardır. Esasen sened tenkidi olarak görülen hususların bile bir bölümü metnin incelenmesini de içine almaktadır.

İslâm dünyasında son dönemlerde hadiste metin tenkidi dendiğinde kasdedilen ise daha ziyade hadislerin Kur’ân’la, sünnetle, tarihi ve tecrübî bilgilerle, akılla mukayese edilerek tenkide tabi tutulması olmuştur. Burada aslında modern anlamda bir metin tenkidinden ziyade “metnin tenkidi”, daha açık ifadeyle hadisin asıl unsurunu teşkil eden “hadis metninin tenkidi”nden bahsedilebilir. Bu anlamda hadis metninin tenkidinin de sahâbe döneminden itibaren başladığı söylenebilir. Başta Hz. Âişe olmak üzere bazı sahâbiler kendilerine ulaşan bazı hadisleri doğruluğundan emin oldukları Kur’ân ve sünnet bilgileriyle karşılaştırıp tenkid etmişlerdir.

Temel amaç, sened yönünden sahih olan bir hadisin muhteva açısından daha sağlam ve kesin delillerle karşılaştırılıp aykırılık halinde reddi, paralellik halinde pekiştirilmesini temin etmektir. Ancak temelde bir mukayese yöntemi olan metin tenkidi daha çok sahih bir hadisin muhtevasında aykırılık görüldüğünde gündeme gelmektedir. Sonuçta hadisteki ‘metnin tenkidi’nin de modern anlamdaki ‘metin tenkidi’nin bir yönünü teşkil ettiği söylenebilir.

Metin Tenkidinin Unsurları : Metin tenkidi temelde bir karşılaştırma yöntemidir. Aynı anlamda olmak üzere arz, muaraza ve mukayese tabirleri de kullanılmaktadır. Kısaca sened açısından sahih görünen bir hadisin metninin doğruluğunu kontrol etmek için doğruluğundan emin olduğumuz diğer delil ve bilgilerle karşılaştırılmasına metin tenkidi demekteyiz. Bu çerçevede bir hadis; (a) muhteva ve (b) dil ve üslup itibariyle başlıca iki yönden metin tenkidine tabi tutulur.

Muhteva açısından yapılan tenkidde hadisin muhtevası ve içerdiği bilgi ve hükümler Kur’ân-ı Kerîm, Sünnet, akl-ı selîm, tecrübe, tarihî ve ictimaî bilgilerle karşılaştırılarak değerlendirilir.

Yapılan değerlendirmelerde gelen bir hadisin muhteva olarak bu gibi kesin delil ve bilgilere tevil edilemeyecek şekilde aykırı olduğu tespit edilirse bu hadis veya rivâyetin doğru olmadığına hükmedilir. Bu yaklaşımın temelinde şöyle bir mantık yatmaktadır: Hz. Peygamber’in, Allah’tan alıp tebliğ ettiği Kur’ân’a aykırı bir şey söylemesi ya da yapması düşünülemez. Kendi yapıp ettikleri ya da söyledikleri olan Sünnetle çelişmesi de sözkonusu olamaz. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) aklî gerekliliklere, tarihi ve ictimai gerçeklere, doğruluğu kesinleşmiş ilmi ve tecrübî verilere aykırı hüküm beyan etmesi de beklenemez. Dolayısıyla bu bilgilerle çelişir durumda olan bir hadis veya haberin ona nispet veya isnadından en azından şüphe duyulmalıdır.

Dil ve üslup açısından yapılan tenkid ve değerlendirmelerde de gelen rivâyetteki ifadelerin Arapça dil bilgisi kurallarına uygunluğu, edebi açıdan Hz. Peygamber’in genel üslup ve ifade tarzlarıyla ne kadar örtüştüğü kontrol edilir. Arapça dil kurallarına uymayan bir muhteva, fasih bir Arapça’ya sahip olan Allah Resûlü’nün ağzından çıkmış olamaz. Aynı şekilde Hz. Peygamber’in karakterine yakışmayacak hafiflikte ifadeler, ifrat ya da tefrite varan hüküm ve değerlendirmeler edebi bir üslup ve nezakete sahip olan Hz. Peygamber’e nispet edilemez.

Kur’ân-ı Kerîm : Bir hadis metni tevil edilemeyecek ölçüde Kur’ân-ı Kerîm’e aykırı olamaz. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Kur’ân’a aykırı görünen bir hadisi reddetmekte acele etmemektir. Öncelikle her ikisinin muhtevasının iyi kavranması, aralarında gerçekten bir çelişki bulunup bulunmadığının ayrıntılı olarak incelenmesi gerekmektedir. Ayrıca mukayese yapılırken Kur’ân’ın o konuyla ilgili olarak sunduğu genel çerçeve dikkate alınmalı, problem etraflı bir şekilde ele alınıp incelenmelidir. Sonuçta hadis metninin Kur’ân ile bağdaştırılma imkânı varsa tevil edilerek araları bulunur. Aksi takdirde hadisin merdud yani kabul edilemez bir hadis olduğuna hükmedilir.

Sünnet: Hadis metninin sünnet ve doğruluğu ispatlanmış diğer hadis rivâyetleriyle karşılaştırılması daha fazla başvurulan bir metin tenkid yöntemidir. Burada muhteva açısından problemli görülen bir hadis, sened itibariyle sahih görünse bile diğer sağlam rivâyetlerle karşılaştırılarak tenkide tabi tutulur. Aykırı olması halinde reddedilir. Burada da yukarıda işaret edilen, hadisler arasında tevil edilebilme imkânı, nasih-mensuh ilişkisinin mevcudiyeti gibi hususların dikkate alınması gerekir.

Hadisin sünnete/sahih ve sabit diğer hadislere arz edilerek değerlendirilmesi yöntemine daha çok hadisçiler başvurmuştur. Hadisçiler rivâyetler arasındaki bu tür farklılıkları, sened veya metinde görülen aykırılıkları (şuzûz) tespit edebilmek için aynı hadisin bütün tarîklerini toplama yoluna gitmişlerdir. Bu onlara rivâyetler arasında mukayese yapma ve en doğru metni tespit etme imkânı vermiştir. Hadisçilerin bu çalışmasına turuk çalışması denmektedir. Bu konuda bir hadisin sahih bulduğu bütün tarîklerini aynı yerde vermeye özen gösteren Müslim’in el-Camiu’s-sahih’i hadis kitapları arasında özel bir yere sahiptir.

Akl-ı Selîm : Hz. Peygamber’den sadır olmuş bir hadis, temelde sağlam, önyargısız ve objektif işleyen bir akla aykırı değildir. Çünkü sonuçta vahyin ve o vahyi getiren Peygamber’in sünnetinin kaynağı Allah olduğu gibi aklın yaratıcısı da Allah’tır. Hz. Peygamber’in selîm bir akla aykırı bir söz söylemesi veya yapması düşünülemez. Ondan nakledilen bir hadiste akla aykırı bir durum görülüyorsa o hadisin doğru olmadığına hükmedilir. Ancak burada mukayese edilen aklın ‘selîm’ olması yani çeşitli önyargı, heva ve heveslerden arınmış, objektif bir akıl olması gerekir. Aksi takdirde günümüzde sıklıkla karşılaşıldığı gibi kendi heva ve arzusuna, şahsi görüş ve düşüncelerine uymayan her hadisi akla aykırı olduğu gerekçesiyle reddetme durumuna düşülür.

Diğer taraftan aklın sınırlarını aşan ve akılla izahı mümkün olmayan pek çok konu da ayetlerde olduğu gibi hadislerde de geçebilmektedir. Dolayısıyla akla aykırı olma ölçüsünde ihtiyatlı davranmak, hadisin akla aykırı olduğu gerekçesiyle reddinde acele etmemek gerekir. Bu sebeple birçok âlim akla aykırılık konusunda hadisin reddi için “tevil kabul etmeyecek şekilde akla aykırılık bulunması” kaydını getirmişlerdir. Şu halde akl-ı selîme aykırı görünen bir hadisin önce tevil edilebilme imkânı araştırılır, tevil imkânı olmazsa o takdirde reddi yoluna gidilir.

İlmî ve Tecrübî Veriler Bir hadis metninin muhteva açısından karşılaştırılıp değerlendirildiği alanlardan biri de kesinleşmiş ilmi ve tecrübî verilerdir. Bilimsel ve deneysel olarak ispatlanmış kesin bilgilere aykırı görülen bir hadis metninin sahih olmadığına hükmedilir. Çünkü vahiyle desteklenmiş ve vahyin kontrolünde yaşamış Hz. Peygamber’in doğru olmayan bilgiler beyan etmesi düşünülemez. Nitekim “balık yemek vücudu zayıflatır” şeklindeki bir rivâyet balığın faydaları konusundaki bilimsel ve deneysel bilgilere uygun olmadığı için reddedilmiştir.

Bilimsel verilere aykırı hadisin reddi konusunda acele etmemek ve ihtiyatı elden bırakmamak bu konuda da esastır. Aksi takdirde henüz bilimsel olarak ispatlanmamış hipotez veya teorileri bilimsel hakikatler olarak görüp sahih bilinen hadisleri reddetmek durumuna düşülmüş olur. Kimi zaman bilimsel gerçek olarak bilinen hususların doğru olmadığı veya aksinin doğru çıktığı, günümüzde zaman zaman görülen olaylardandır. Hadisleri bu ölçüye göre değerlendirirken pozitivist bilim anlayışının etkilerini göz önünde bulundurmak gerekir.

Tarihî ve İçtimaî Bilgiler: Hadislerin muhteva açısından incelenip değerlendirildiği diğer bir alan tarihi ve içtimai bilgilerdir. Geçmişte ve günümüzde sahih kabul edilmiş bazı rivâyetler de dâhil olmak üzere bazı hadisler bu açılardan değerlendirilip tenkid edilmiştir. Bir hadis metninde yeralan bir bilginin kesin olan tarihi bilgilerle uyuşmaması, metnin uydurma veya hatalı oluşunun alametlerinden sayılır. Hadislerin tarihi bilgilerle karşılaştırılıp tenkid edilmesi hadisçilerin hem sened, hem de metin tenkidinde sıkça başvurdukları yöntemlerdendir. Hadis metinlerinin muhteva açısından mukayese edilip tenkide tabi tutulduğu daha farklı alanlar da mevcuttur.

Dil ve Üslup: Hadis metinleri Arap dili kaidelerine uygunluk açısından incelenerek tenkide tabi tutulur. Arapça’nın temel dil ilimleri olan sarf ve nahiv kaidelerine uymayan, teknik tabiriyle rekâket (lafız ve mana bozukluğu) taşıyan ifadeler Hz. Peygamber’e ait kabul edilmez. Hz. Peygamber çocukluğundan itibaren fasih bir Arapça ile yetişmiştir. Dolayısıyla bu tür dil hatalarının ona nispeti doğru değildir.

Diğer taraftan hadis metni üslup açısından da incelenir. Mana itibariyle Peygamber’in (s.a.v.) şanına yakışmayacak ifadeler, az bir ibadete aşırı sevap vaadeden, az bir günaha aşırı ceza bildiren rivâyetler onun mutedil tavrına aykırı kabul edilerek tenkid konusu yapılmıştır. Yine basit, alaya alınacak hafif ifadeler, ifrat ve tefrite varan mübalağalı hükümler, fıtrata aykırı talepler, şehvete teşvik unsuru taşıyan sözler vb. muhtevadaki hadisler de nebevî üsluba uymadığı için reddedilmiştir.

Metin Tenkidinin Sonuçları: Muhteva ve dil ve üslup açısından değerlendirilerek metin tenkidine tabi tutulan hadisler sonuçta tevil edilemeyecek kadar açık bir şekilde Kur’ân’a, sünnete, akl-ı selîme, kesin ilmi verilere, tarihi bilgilere aykırı, dil ve üslub açısından problemli görülüyorsa o hadisin en azından sahih ve sabit olmadığına hükmedilebilir. Ancak verilecek değer hükmü hadiste bulunan aykırılığın derecesine göre mevzu (uydurma) olmaktan hafif seviyede zayıf olmaya kadar farklı kategorilerde bulunabilir. Meselâ hadisin metninde yeralan bir tarih hatası muhtemelen râviden kaynaklanmış olup bu o hadisin uydurma olmasını değil, belki râvinin zapt kusurundan dolayı zayıf olmasını gerektirir. Hatta Hz. Ömer’in Kur’ân’a aykırı olduğu gerekçesiyle kabul etmediği Fatıma bint Kays rivâyetinde olduğu gibi temel hadis kaynaklarında bulunan ve uygun bir yorumu yapılabilen sahih bir rivâyet olması da mümkündür. Bazen de patlıcanın faziletiyle ilgili hadiste olduğu gibi mevzuluğu açık bir şekilde görülebilir. Dolayısıyla bir hadisin sahih olup olmadığına karar vermek için sadece metnine bakmak her zaman yeterli olmamaktadır.

Geçmişte hadis âlimleri hadislerin senedine bakılmadan doğrudan metninin dikkate alınarak incelenmesini genellikle tasvip etmemişler, bu konuda önceliği sened tetkik ve tenkidine vermişlerdir. Sened açısından problemli bulunan hadislerin metnindeki kusurları zikretmeye gerek duyulmamıştır.

Sonuç itibariyle hadiste metin tenkidi yapılırken samimiyet, i‘tidal, geniş hadis kültürü, metnin iyi kavranması, hadisin bütün tarîklerinin toplanması, hadisin edebi özelliklerinin tespiti, müteşâbih-müşkil (anlaşılması zor) hadislerden olup olmadığının tespiti, te’vil imkânlarının araştırılması, metnin derinlemesine tahlil edilmesi gibi noktalara dikkat edilmesi bu yöntemin uygulanması esnasında göz önünde bulundurulması gereken hususlardandır.

Uygulama: Bir Hadisin Sened ve Metin Açısından Tahlili

Hadisin Kaynaklarda Yeralan Lafızları: (Yahyâ b. Yahyâ dedi ki), Mâlik bana tahdis etti, onun İbn Şihâb’dan, onun Abdullah b. Ömer’in iki oğlu Hamza ve Sâlim’den, onların da babaları Abdullah b. Ömer’den rivâyet ettiklerine göre Resûlüllâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Uğursuzluk üç şeydedir: Evde, kadında, atta” (Mâlik, İsti’zân, 22, hadis no: 1787).

Rivayetlerin bazıları “Sirâyet etme yoktur, uğursuzluk da yoktur, uğursuzluk şu üç şeydedir” şeklinde, bazıları da “Uğursuzluk ancak şu üç şeydedir” ifadeleriyle nakledilmiştir. Hadisin râvileri İbn Şihâb ez-Zührî’den sonra farklılaşsa da hepsinin ortak senedi İbn ŞihâbSâlim/Hamza b. Abdillah b. Ömer-Abdullah b. Ömer şeklindedir.

Sened ve Metin Açısından Hadisin Tahlîli

Sened: Hadisin senedi; Zührî-Sâlim/Hamza b. Abdullah b. Ömer–Abdullah b. Ömer şeklindedir. Zührî’den sonra hadis başta Mâlik olmak üzere muhtelif öğrencileri vasıtasıyla kaynaklara geçmiştir. Râvilerin hepsi de birbirleriyle görüştükleri bilinen tanınmış sika râvilerdir.

Metin: Birinci sırada metni verilen ve üç şeyde uğursuzluk bulunduğunu ifade eden hadisin aynı sahâbiden gelen farklı rivâyetleri ile aynı konuda farklı sahâbilerden nakledilen metinler karşılaştırıldığında görülmektedir ki sened itibariyle sahih olsa bile bu hadisin daha doğru metni “uğursuzluk olsaydı şu üç şeyde olurdu” mealindeki metindir. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Peygamber, bu konuda cahiliye ehlinin veya Yahudilerin batıl inançlarını söz konusu ederek bunların yanlışlığını ortaya koymuş, İslâm’da uğursuz sayma gibi bir şey olamayacağını belirtmiştir. Ancak bu tespit nakledilirken eksik duyma veya yanlış anlama gibi sebeplerden dolayı “Uğursuzluk şu üç şeydedir…” şeklinde intikâl etmiştir.

Sonuç olarak hadis sened ve metin açısından değerlendirildiğinde sened yönünden sahih, muhteva yönünden diğer rivâyetlerle çelişik görünmektedir. Bu durumda hadisin, reddolunmasa bile Kur’ân ayetleri, Hz. Peygamber’in sünneti, İslâm’ın genel prensipleri ve diğer sahih hadisler ışığında yorumlanıp anlaşılması gerekmektedir. Buna göre İslâm’da uğursuzluk diye bir şey yoktur. Olsaydı, cahiliye halkının veya Yahudilerin dediği gibi bu üç şeyde, kadında, atta ve evde olurdu. Oysa böyle bir şey sözkonusu değildir. Bunlar İslâm dışı toplumların batıl inançlarından ve bunların nakledilip eleştirilmesinden ibarettir. Böyle bir şey sözkonusu olsa bile bunun anlamı, kişinin en fazla mutluluk veya bahtsızlığına sebep olan şeylerden olmaları yönündendir. Yoksa bizatihi uğursuz olmalarından değildir.