HADİS TARİHİ VE USULÜ - Ünite 2: Hadislerin Korunması ve Kayıt Altına Alınması Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Hadislerin Korunması ve Kayıt Altına Alınması
Tesbît Dönemi
Hz. Peygamber’in(S.A.V) söz ve işlerini bildiren hadisler günümüze kadar çok değişik aşamalardan geçmişlerdir. Hadis tarihi onların bu aşamalardan geçerek günümüze nasıl ulaştıklarını ele alan bir bilgi koludur.
Hadisler tarihi sıra itibariyle önce yazılı ve sözlü olarak koruma ve kayıt altına alınmaya çalışılmış, sonra bunlar belli kitaplar içinde bir araya toplanmış, ardından da bu kitaplardaki hadislerin sınıflandırılması yoluna gidilmiştir. Bu aşamalar, zamanlarında yapılan hadis çalışmalarının ayırıcı temel özelliklerinden hareketle; Tesbit Dönemi,Tedvîn Dönemi ve Tasnîf Dönemi şeklinde isimlendirilirler. Hadis tarihinde bu faaliyetlerin sürdürüldüğü döneme mütekaddimûn dönemi denmektedir. Tesbît, sabitleme, kaydetme, bağlama, sağlama alma anlamlarına gelir. Bu dönemde hadislerin sözlü ve yazılı olarak öğretilmesi, öğrenilmesi, halk arasında yayılması, böylece hafızalarda ve değişik yazı malzemeleri üzerine kaydedilip koruma altına alınması söz konusudur. Bu dönem aşağı yukarı hicri 1. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. Yani ilk Müslümanlar olan sahabe nesli ile onlardan sonra gelen ve tâbiûn denen neslin büyüklerinin yaşadığı dönemdir.
Hadis Öğrenimi ve Öğretimi
Bu dönemde hadis öğretim ve öğrenimi için Hz.Peygamber’in, sahabelerin ve tâbiûn neslinin büyüklerinin yoğun faaliyetleri olmuştur. Hz. Peygamber hadislerin kaynağıdır. Hz. Muhammed’in, peygamber olarak görevlendirilişinin ilk yıllarında hac mevsimlerinde Mekke’ye dışarıdan gelenleri dolaşarak onlara Müslümanlığı anlattığı bilinmektedir. Müslümanlığın birçok mühim konudaki görüşünü Veda Haccı esnasında okuduğu meşhur Veda Hutbesi ile dile getirmesinde de bu iletişim imkânını değerlendirme söz konusudur.
Hz. Peygamber doğrudan ulaşma imkânı bulamadığı insanlara aracılarla ulaşmaya çalışmıştı. Bu gayeyle civar bölge sakinlerine/yetkililerine elçi ve memurlar göndermişti. Bunlar gittikleri yerlerde Kur’ân-ı Kerîm’in yanında Hz. Peygamber’in sünnetini de anlatıyor, Müslümanlık ve Hz. Peygamber hakkında sorulan sorulara cevaplar veriyorlardı. Hz. Peygamber, elçilerinden bazılarıyla İslâm’a davet mektupları da göndermişti. Bir kısmı günümüze kadar gelmiş olan bu mektuplar, ilk yazılı hadis belgeleri arasında sayılırlar. Hz. Peygamber’in, sünnetin öğrenilmesi ve yayılması için bu fiilî çabaları yanında sözlü teşvikleri de olmuştur. Genel olarak ilim öğrenme ve öğretmenin önemine dikkat çekmiş ve bunlara teşvikte bulunmuştur.
Hz. Peygamber özellikle kendi hadislerinin öğrenilip öğretilmesini de emir ve tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber’in sünnetinin dindeki yeri ile onun öğrenilip öğretilmesi hususunda Hz. Peygamber’in gösterdiği gayretler, yaptığı teşvik ve tavsiyelerden hadis öğrenim ve öğretiminin dini bir görev olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerîm’in ilme verdiği önem ile ilk Müslümanların Hz. Peygamber’e olan sevgi ve bağlılıkları da bu hususta etkili olmuş olmalıdır.
Bahsedilen bu ve benzeri sebeplerden dolayı sahabeler Hz. Peygamber’i büyük bir arzu ile takip etmiş, sözlerini duyup bellemiş, fiil ve davranışlarını gözlemlemişlerdi. Bu maksatla uzakta olanlar yer ve yurtlarını bırakıp Hz. Peygamber’in yanına gelmiş, Kur’ân ve sünnet öğrenip dönmüşlerdi. Hz. Peygamber’in Medine dışından gelen heyetleri camide misafir edip ağırlaması onların, İslâmî hükümlerin uygulanmasını görmelerini ve böylece onları fiili olarak öğrenmelerini kolaylaştırıyordu. İş güç sahibi kimseler arasında, yeni gelişmeleri günü gününe takip edip öğrenmek için Hz. Peygamber’in yanına nöbetleşe gelip gidenler bile vardı. Meselâ Medine dışındaki bir mahallede oturmakta olan Hz. Ömer komşusu ile böyle yapıyor, Hz. Peygamber’in yanına bir gün kendisi, bir gün komşusu giderek, gördüklerini, duyduklarını birbirlerine aktarıyorlardı.
Sahabeler Hz. Peygamber’den doğrudan duymadıkları, görmedikleri şeyleri ise duyan, gören arkadaşlarından sorup öğreniyorlardı.
Sahabeler bu şekilde öğrenmiş oldukları hadisleri bazen aralarında müzakere eder ve yine aynı titizlik içinde başkalarına nakleder, öğretirlerdi. Bu faaliyetlere katılan ve isimleri günümüze ulaşan binden fazla sahabe vardır. Hadislerin öğrenim ve öğretiminde hanım sahabelerin de payı büyüktür. Onlar da cemaatle kılınan namazlara, Hz. Peygamber’in hutbe ve vaazlarına iştirak ederler, meselelerini, peygamberden sorup öğrenirlerdi.
Hanım sahabeler içinde ise, konumuzla ilgili olarak Ensar denilen Medine’nin yerlisi Müslüman hanımlar ile Hz. Peygamber’in hanımlarının özel bir yeri vardır. Mevcut hadis kitaplarında yüzden fazla hanım sahabenin naklettiği hadislere rastlanmaktadır.
Sahabeler Hz. Peygamber’in vefatından sonra her yerde ve her fırsatta doğal olarak ondan bahsetmiş, onun söz ve işlerini nakletmeye çalışmışlardı. Onların içinde, Abdullah b. Abbas ve Ebû Hüreyre gibi kendisini sadece bu işe verenler vardı. Diğer taraftan Hz. Peygamber’i görememiş olan Müslümanlar da onun hakkında bilgi almak için büyük bir arzu içinde idiler. Bu durum hadislerin öğrenilip öğretilmesi ve yayılması yönünde olağanüstü bir hareketliliğe yol açmıştı. İkinci nesil Müslümanlar Hz. Peygamber’i görmüş olan ilk Müslümanlardan bilgi almak için onların bulunduğu yerlere gitmiş ve gördüklerini, duyduklarını yazılı ve sözlü olarak tespit etmeye gayret etmişlerdi.
Hadis Öğreniminin Güvenilirliği
İlk Müslümanlar Kur’ân’ın ve bizzat Hz. Peygamber’in açıklamaları doğrultusunda hadislerin din için arz ettiği önemi fark etmişlerdi. İlk Müslümanlar, özellikle sahabeler de meselenin şuurunda olarak hadis rivayetinde gereken titizliği göstermeye gayret etmişlerdi. Bunun için başlıca şu yöntemlere başvurmuşlardır.
- Hadis Rivayetini Azaltma: Bazı sahabeler, Hz. Peygamber’in buyurduğu gibi rivayet edememe, başka bir ifadeyle rivayette hata yapma endişesiyle hadis rivayetinden kaçınmışlar, mümkün olduğu kadar az hadis rivayet etmeye çalışmışlardı.
- Hadis Rivayet Edenden Şahit İsteme: Bazı sahabeler hadis rivayet eden kimseden, o hadisi Hz. Peygamber’den işitmiş olan başka birini şahit getirmelerini isterlerdi. Hadis rivayet edenden şahit istemenin sebebi bu husus, yani hadis rivayetinde dikkatli olmayı sağlamak olduğu içindir ki, aynı sahabeler bazen şahit istememişlerdi.
- Hadis Rivayet Edene Yemin Ettirme: Hz. Ali’nin, kendisine hadis rivayet eden kimseye, doğru söylediğine dair yemin ettirdiği bilinmektedir.
- Hadisi Kur’an ve Önceden Bildikleri Hadislerle Karşılaştırma
- Hadisi İlk Duyan Kimseden Almaya Çalışma: Hadisleri Hz. Peygamber’den doğrudan duyup alamamış olan sahabeler onları diğer sahabelerden öğrenirlerdi. Bu durumda ise mümkün olduğu kadar onu ilk duyan sahabeden almaya çalışırlardı. Bu sebeple uzun, meşakkatli yolculuklar da yapılmıştı. Sahabe içinde, Hz. Peygamber’den bizzat işitmiş olduğu bir hadisin aklında doğru kalıp kalmadığını tahkik için bile uzun yolculuklar yapanlar vardı. Sahabe döneminin sonlarına doğru ortaya çıkan hadis uydurma fitnesi, araya ikinci, üçüncü rivayetçiler de girdiği için daha temkinli olmayı gerektirdi ve bunun neticesi olarak hadis rivayetinde, hadisi ilk duyan kimseden almaya çalışma gayretleri genişledi.
- Hadisin Râvîlerini İnceleme: : İlk Müslümanlar arsında çıkan siyasi ve fikri karışıklıklar hadisler için bir tehlikeyi beraberinde getirmişti. Bu, her kesimin kendisini desteklemek, muhalifini kötülemek için bazı sözler uydurup bunları Hz. Peygamber’e nispet etme teşebbüsüydü.
Senet, hadisin, onu rivayet eden kimselerin isimlerinin sırayla zikredildiği kısmıdır. Kullanılan şekliyle, yani her bir râvînin bir önceki râvînin (hocasının) ismini vererek ilk kaynağa varan (muttasıl) şekliyle Müslümanlara has olan senet kullanımı, hadisin güvenilirliğini sağlamak için ortaya çıkarılmıştı.
Hadis Öğrenim Usulleri
Hadisler bu dönemde daha ziyade semâ (yani hocadan işitme) yoluyla alınıyorlardı.
Hadislerin Rivayet Şekli
Hadislerin Hz. Peygamber’den duyuldukları gibi aynen alınıp nakledilmeleri en güzel şekildir ve mümkün olduğu sürece böyle yapılmalıdır. Diğer taraftan aynen rivayet etme imkânı olmadığında hadislerin, anlamı bozulmamak şartıyla, Hz. Peygamber’in kullandığı lafızların yerine benzerleri kullanılarak rivayet edildiklerini gösteren haberler vardır. Ayrıca sahabenin Hz. Peygamber’e karşı olan sevgi ve bağlılıklarının, onu pürdikkat dinlemelerinin hadisleri ezberlemede etkisini de göz ardı etmemek gerekir.
Bununla beraber, bilhassa uzun hadislerde metni aynen akılda tutma her zaman mümkün olmamış olabilir. Ama bu hadislerin de nakledilmeleri gerekmektedir. Bu sebeple ortada bir zaruret bulunduğu için, aynen nakletme imkânı olmadığında hadislerin manalarıyla rivayet edilmeleri caiz görülmüştür. Bu dönemde hadisler mümkün olduğu kadar asıl şekilleriyle rivayet edilmeye çalışılmış, ancak bu imkân bulunmadığında manalarıyla rivayet etme yoluna gidilmiştir.
Hadislerin Yazılması
Hadislerin yazılmasının caiz olup olmadığı ilk yılların tartışılan konularındandı. Bu konuda farklı haberler bulunmaktadır. Bunların bir kısmında hadislerin yazılması yasaklanmakta veya hoş karşılanmamakta, bir kısmında ise hadis yazımına izin verildiği görülmektedir.
Hadislerin Yazımını Yasaklayan Haberler
Hadislerin yazılıp yazılamayacağı konusunda birbirleriyle çelişen haberler bulunmaktadır. Hadis usulünde bu duruma İhtilafü’l-hadîs, ilgili hadislere de Muhtelifü’lhadîs (veya Muhtelefü’l-hadîs) denir.
Diğer taraftan zamanla hadislerin yazılmasının caiz olduğu konusunda görüş birliğinin gerçekleşmesi de yazma yasağının kaldırıldığına bir işaret sayılabilir. Buna göre bazı sebeplerden dolayı hadislerin yazılması önceleri yasaklanmış, daha sonra bu sebeplerin ortadan kalkmasıyla söz konusu yasak kaldırılmıştı.
Hz. Peygamber Hayattayken Yazılanlar
- Medine Sözleşmesi
- Nüfus Sayımı Tutanağı
- İmtiyaz Belgeleri
- Yahudilerle Yapılan Yazışmalar
- Dine Çağrı Mektupları
- Görevlilere Verilen/Gönderilen Talimatnameler
- Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethinde okuyup da Yemen’li Ebu Şah’ın isteği üzerine yazılıp bu sahabeye verilen hutbe.
- Abdullah b. Amr b. el-Âs’ın yazdıkları
- Enes b. Mâlik’in yazdıkları
- Hafızasının zayıflığından şikâyet eden bir sahâbînin yazdıkları
- Ebû Râfi’in yazdıkları
Hadisin Değeri Hakkında Tartışmalar
Sahabelerin içinde hadisin dindeki yerini ve değerini tartışan, onu kabul etmeme eğiliminde olan hiç kimse görülmemiştir. Ancak sahabeden sonra gelen
Müslümanların arasında, nadiren de olsa, hadisin önemini kavrayamayanlar görülmeye başladı. Bunlardan olan Hariciler, Kur’ân’da hüküm koyma yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu belirten bazı ayetlere bakarak Kur’ân’da yer almayan hükümler taşıyan hadisleri kabul etmemeye kalkışmışlardı.
Bu dönemde, hangi zümreye mensup oldukları belirtilmeyen bazı kişiler de, Hâricîlerinkine benzer görüşlere sahip olmuşlardı. Belki onlar da Hâricî idiler. Anlaşıldığına göre onların bu görüşleri cahillikten kaynaklanmıştı. Bu sebeple mesele kendilerine anlatılınca ondan vazgeçiyorlardı. Hasan elBasrî’nin anlattığı şu olay buna örnek olarak zikredilebilir: Bir ara sahâbî İmrân b. Husayn (ö. 52/672), Peygamberimizin sünnetinden bahsediyordu. Adamın biri ona künyesiyle hitap ederek şöyle dedi: “Ebû Nuceyd! Bize Kur’ân’dan bahset!”. İmrân şöyle cevap verdi: “Sen ve arkadaşların Kur’ân’ı okuyorsunuz. Bana namazdan, içindekilerden, sınırlarından bahsedebilir misin? Bana altının, devenin, sığırın ve muhtelif malların zekâtından bahsedebilir misin? Fakat sen yok iken ben (bunların açıklamalarına) şahid olmuştum!”. İmrân sonra sözüne şöyle devam etti: “Resûlullah -sallellahu aleyhi ve sellem- bize zekât hususunda şöyle şöyle farz kıldı”. O zaman adam, “Beni ihya ettin, Allah da seni ihya etsin!” dedi. Bu olayı nakleden Hasan el-Basrî demiş ki, “Bu adam, sonunda Müslümanların fakîhlerinden oldu!”
Tedvin Dönemi
Bu dönem, daha önce değişik yazı malzemelerine kaydedilerek veya ezberlenerek koruma altına alınmış olan hadislerin kitaplar (divanlar) içinde toplandığı dönemdir ve hicrî 1. asrın sonlarından 2. asrın 1. veya 2. çeyreğine kadar süren bir zaman dilimini içine alır. Bu dönemde yazılan eserlerden hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Muhammed Hamîdullah, ilk dönemlerin yazma eserlerinin hemen hepsinin Bağdat’ın Moğollar tarafından istilası esnasında tahrip edildiğini kaydeder. Gerçi İmam Zeyd b. Ali’nin (ö. 122) Müsned’i günümüze ulaşmış ve basılmıştır. Ancak bu eserin mevcut şeklinin İmam Zeyd’e mi, yoksa eserin râvîsi Ebû Hâlid’e mi ait olduğu tartışmalıdır. Bunun için bu dönemde yazılmış olan eserlerin iç düzenleri hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Bununla beraber, gerek ilk çalışmalar olmaları, gerekse müteakip dönemin tasnîf dönemi olması göz önüne alındığında bu dönemde hadislerin kitaplarda, konu, râvî ve sıhhat bakımlarından karışık olarak toplandıkları söylenebilir. Belki belli bir zamandan sonra, namaz, oruç, hac gibi ana konulardaki hadisler müstakil kitaplarda ama yine de kendi içlerinde bir sıraya konulmadan toplanılmış olabilirler. İbn Hacer’in; “(Tâbiûnun son dönemi âlimleri) her konuyu ayrı olarak tasnif ediyorlardı” sözü bunu düşündürmektedir.
Ömer b. Abdülazîz’den önce babası, Mısır valisi Abdülazîz b. Mervân’ın da (ö. 85/704), valiliği esnasında (h. 65-85) hadisleri toplama faaliyetine giriştiğini gösteren bir haber vardır. Buna göre Abdülazîz, Kesîr b. Mürre’ye bir mektup göndermiş ve ondan, Ebû Hüreyre dışındaki sahâbîlerden duyduğu hadisleri yazıp kendisine göndermesini istemişti. Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği hadisleri istememesinin sebebi onların kendisinde bulunmasıydı. Neticesi bilinmeyen bu teşebbüs tedvîn olarak değerlendirilirse, tedvînin başlama tarihi h. 65-85 yıllarına kadar iner.
Bu dönemde hadislerin rivayetinde sened kullanımı tamamen yerleşmiş ve sened hadisin ayrılmaz bir parçası olmuştu. Artık senedsiz hadis rivayeti, binaya merdiven kullanmadan çıkma olarak değerlendirilecek, sened, hadisçinin sahtekârlara karşı silâhı kabul edilecektir.