HALKLA İLİŞKİLER VE İLETİŞİM - Ünite 4: İletişim Sürecinde Anlaşım ve Uzlaşma Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: İletişim Sürecinde Anlaşım ve Uzlaşma

Giriş

Toplumsal Duyarlık

İletişim sürecinde anlaşım ve uzlaşmanın önemi, bireysel ve toplumsal düzeyde yaşanan duyarlıkla yakından ilgilidir. Duyarlığın bittiği yerde ne anlaşım ne de uzlaşma söz konusudur. Kişisel ilişkileri düzenleyen, onlara seviye kazandıran husus duyarlık bilincidir. Bu nedenle toplumsal duyarlık veya sosyal bilinç, yaşadığımız dünyayla ve olaylarla ilişki kurmak, bu konuda sorumluluk üstlenmektir. Kişilere kendilerini gerçekleştirme fırsatı veren bu bilinçlilik hali, olumlu bir davranış biçimi ile gelişir. İnsan toplumda tek başına yaşamıyor, ayrıca topluma karşı da sorumlulukları bulunuyor. Birisine yapılan bir davranış, tıpkı bir taşın suya atılması ve halka halka yayılması gibi, olumlu veya olumsuz eylemler de dalga dalga yayılır.

Halkla İlişikler Sürecinde Toplumsal Duyarlık Neden Gereklidir?

Toplumsal bir varlık olan insan, çevresine karşı duyarlı olmak zorundadır. Çünkü toplumun en küçük sosyal biriminden, en geniş kurumsal yapılara kadar bir etkileşim ve iletişim söz konusudur. Her ne kadar toplumsal birimler birbirinden bağımsız gibi görünse bile aslında işleyiş ve içerik bakımından birbirlerine bağlıdırlar ve kolaylıkla birbirlerinden etkilenirler. Herhangi bir yerde meydana gelen bir olay suya atılan taş gibi, halkalar halinde genişleyerek yayılır ve toplumun her kesimini etkisi altına alır. Olumlu veya olumsuz etki bırakan toplumsal hareketler de dalgalar halinde büyüyerek yaygınlaşır ve toplumdaki bireylerin yaşayış biçimlerini bir şekilde etkiler.

Toplumsal Duyarlığın Kazandırılması

Toplumsal Duyarlığın Kazanılması Toplumsal bilince yönelik davranış becerilerini kazanmak ve kazandırmak, uzun ve emek isteyen bir süreçtir. Genellikle bir birey, başkaları ya da toplum adına sorumluluk üstlendiğinde, kendisiyle çelişkiye düşebilir; çünkü burada kendisinden bir şeyler verecektir. İnsanın bunu öğrenmesi ve uygulaması kolay değildir. Pozitif sorumlu davranışların nasıl geliştiğine dair çok farklı görüşler vardır. Bazı bilim adamları bunun genetik olduğunu savunurken, bazı araştırmacılar öğrenilen davranışlar olduğunu, özellikle de sosyalleşme süreçleri sonucunda oluştuğunu ileri sürmektedirler. Diğer bir görüş ise beklenen sosyal davranışların, belli gelişim devrelerinin sonucunda kazanıldığı şeklindedir. Bazı uzmanlara göre toplumsal bilinç, içgüdüsel olarak kazanılmaktadır. Bu düşünceye göre insanoğlu çevresine karşı duyarlı olma ve çevrede oluşturduğu etkinin, yani davranışlarının sonuçlarını düşünme kabiliyeti ile dünyaya gelmiştir.

Tutumlar

Tutum, bireyin kendine ya da çevresindeki herhangi bir nesne veya toplumsal olaya karşı deneyim, bilgi, duygu ve motivasyonuna dayanarak geliştirdiği zihinsel, duygusal ve davranışsal bir tepki, eğilimdir.

Tutumları Oluşturan Faktörler

Tutumu bireylerin belirli objelere, olgulara, kişilere karşı tavır alışın ya da davranış biçimi olarak değerlendirebiliriz. Tutumu oluşturan faktörleri üç ana başlık altında toplamak mümkündür. Bu faktörlerden birincisi bilişsel, ikincisi duygusal, üçüncüsü de davranışsal olarak belirlenebilir.

  1. Bilişsel Boyut: Belli bir nesne hakkında sahip olunan fikirleri ve inançları içerir. Bazı kaynaklardan kişi tutuma konu olan olgu hakkında bilgiler alır, bilgilerini kendi bilişsel yapısı doğrultusunda diğer bilgileri ile birleştirir ve bir inanç sistemine ulaşır. Bu inanç sistemi doğru veya yanlış olabilir, ancak kişiye özgüdür.
  2. Duygusal boyut: bir nesneye veya kimseye karşı sahip olunan duyguları içerir. Tutumu oluşturan duygusal faktörlerle, kişinin o tutuma karşı heyecanları anlatılmaktadır. Tutuma konu teşkil eden nesne veya kişi hoşa gidebilir veya gitmeyebilir, sevilir veya sevilmez. Bu tür yargılar da tutumun duygusal yönünü ortaya koyar.
  3. Davranışsal Boyut: Bu boyut kişinin nesneye karşı olan davranış eğilimini ifade eder. Kişinin inanç ve bilgileri sonucu ortaya çıkan yargıları, onu bir nesneye karşı olumlu veya olumsuz tepkilere eğimli hale getirecektir. İşte bu son oluşum, tutumun davranış faktörüdür.

Tutumların İşlevleri

Tutumlar bir amaca hizmet ederler. Tutumlar ilgili tutuma sahip kişi için kullanışlıdırlar. Eğer bir amaca hizmet etmiyorsa, kişinin tutarlı bir tutuma neden sahip olmadığı sorulması gereken bir sorudur. Yapılan çalışmalarda tutumların dört farklı işlevi üzerinde durulmaktadır.

  1. Anlama ve Bilgi İşlevi: Tutumlar bireylerin dünyayı ve çevrelerini anlamalarına, etrafta olanları anlamlandırmalarına yarar. Olayların değerlendirilmesinde ve açıklanmasında tutarlık ve netlik kazandırır. Bireylerin neye dikkat edecekleri ve olayları nasıl algılayacakları tutumları sayesinde belirlenir. Grupların veya bireylerin davranışları ve konumları sahip olunan tutumlara göre açıklanır.
  2. İhtiyaçların Karşılanması: İşlevi Tutumların birçoğu, yapılan veya yapılmayan şeylerin ödüllendirilmesi veya cezalandırılması şeklinde oluşmaktadır. Bu noktada bizim ödül kazanmamızı ve cezadan kaçınmamızı sağlarlar. Oluşan bu tutumlar da çoğunlukla bireylerin sosyal, siyasal, ekonomik ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamalarına, arzu ettikleri amaca ulaşmalarına yardımcı olur.
  3. Benliği Koruma İşlevi: Tutumlar bireylerin kendine güvenmelerine ve hayatın inişçıkışlarına, zorlanmalarına karşı kendilerini korumalarına hizmet edebilir. Bütün bireyler farklı farklı düzeylerde de olsa, benliği koruma mekanizmaları kullanmaktadırlar. Bazı tutumlar da bu savunma mekanizmalarına yardımcı olmaktadır. Belli bir gruba karşı olumsuz tutuma sahip olma bireyin kendi grubunu üstün görmesine, bu üstün grupta olduğundan dolayı da kendisi ile gurur duymasına neden olabilir. Bireyler başka kişi ya da gruplar hakkındaki tutumlarını gerekçe göstererek, hatalı davranışlarını veya olayları açıklayarak kendilerini rahatlatabilirler.
  4. İçsel Değerlerin İfade Edilme İşlevi: Tutumlar bireylerin içsel değerlerini ve inançlarını ifade etmelerine yarar. Bireyler tutumlarını karşısındakilere belirttiklerinde kendi kişiliklerini, kimliklerini ortaya koymuş olurlar. Yani bireylerin yaşama biçimi din, millet, devlet ve özgürlük konusunda sahip oldukları tutum onların kimliklerini ortaya çıkarır. “Ben buyum işte”, “benim inancım bu” demelerini kolaylaştırır. Karşı cinse yönelik olumsuz bir tutuma sahip bir birey, hemcinslerinin üstünlüğünü destekleyen ve bu tutumu ile kendi içsel değerleri hakkında sahip olduğu düşüncelerini yansıtır.

Tutumlar ve Davranış İlişkisi

Birey hem içinde yaşadığı toplumdan etkilenir, hem de onu etkiler. Bu etkileşim bireyin düşünce dünyasını oluşturur. Bu nedenle kişi çoğu davranışını, özellikle de diğer insanlarla olan ilişkilerini kendi düşünce yapısı doğrultusunda gerçekleştirir. Kişinin belli bir insana, gruba, nesneye, olaya yönelik olumlu ya da olumsuz düşünmesini veya tepkide bulunmasını tutum ve davranış ilişkisi olarak yorumlayabiliriz. Tutumu “bir bireye yüklenilen ve onun bir psikolojik nesne ile ilgili düşünce, duygu ve davranışlarını düzenli bir biçimde oluşturan bir eğilim” olarak açıkladığımızda; bu tutumun meydana getirdiği sırf bir davranış eğilimi ya da sadece bir duygu değil, düşünce duygu-davranış eğilimi bütünleşmesi ile karşı karşıya kalınır. Bu nedenle tutum ve davranışlar arasında yakın bir ilişki söz konusudur. Tutumların, davranışların gerisindeki yönlendirici güçler olduğu bilinmektedir. O halde tutum dinamiğinin incelenmesi ile bir yandan tutumların işleyiş biçimine ilişkin birtakım sonuçlara gidilerek davranışların nasıl olacağına ilişkin tahminler de bulunulabilinir. Diğer yandan ise tutum değişimi sürecinin şartları belirlenerek, tutumlar kontrol altına alınırken, aslında insan davranışının denetimi gerçekleştirilmiş olacaktır.

Tutum ve davranış etkileşiminin kendine ait özellikleri bulunmaktadır. Bu nedenle tutum ve davranış ilişkisini yükselten iki ana unsurdan bahsedilebilir; tutumun kuvvetliliği ve tutumun erişilebilirliği. Tutumun kuvvetliliği, bir tutuma ne derece bağlı olunduğu ile ilgilidir. Bireyler sahip oldukları bazı tutumları kendi hayatları için daha önemli olarak algılıyorlarsa, bu tutumlar kuvvetlidir. Tutum ve davranış arasındaki ilişkiyi artıracak ikinci unsur tutumun kuvvetliliği ve onunla yakından ilgili olan tutumun erişilebilirliğidir. Tutumun erişilebilirliği, bir tutumun ne kadar kolay bir şekilde hatırlandığı ve bilinç düzeyine getirildiği ile ilgilidir. Yüksek erişilebilirliği olan tutumlar kuvvetli, yani önemli olanlardır.

Tutumlar ve Kişilik İlişkisi

Kişiliği oluşturan özellikler arasında tutumlar önemli bir yere sahiptir. Bireysel psikolojide, her biri bilişsel bir yapı olan bu kişilik özelliklerinin karmaşık bir bütünselliği söz konusudur. Bu özellikler yüzeysel ve temel özellikler olarak ikiye ayrılır. Yüzeysel özellikler, davranışlarla ifade edilebilen açık özelliklerdir. Temel özellikler ise gizli ve bilişseldir; bunlar genellikle yüzeysel özelliklerin oluşmasına yol açarlar. Kişilik yapısı kuramı, bu iki özellik türünü belirli bazı araştırma teknikleri ile ortaya çıkarmıştır.

Zorunlu Tutum Değişikliği

Bireyler zaman zaman sahip oldukları ve sürdürmekte de kararlı oldukları tutumlarını, istenmeyen birtakım dış etkiler ve zorlamalar sonucu değiştirmek zorunda kalabilirler. Öyle ki zorunlu tutum değişimi durumunda kişi bazen, sahip olduğu tutumun tam tersi bir tutumu benimsemek mecburiyetinde kalabilir. İki tip zorla tutum değişikliği yaratma etkisi söz konusudur:

  • Yasa veya şartları değiştirmek yoluyla bireyden, kendi tutumlarına zıt tutumlara sahip bir insan rolünü açıkça oynamasını istemek yoluyla
  • Tehdit ve baskı yoluyla bireylerden belli bir biçimde davranma ve tutum ortaya koymasını isteme vb. durumlarda olduğu gibi

Sosyal Etki

Genel olarak sosyal etki, bireyin veya bireylerin bilinçli veya bilinçsiz olarak, diğer kişi veya kişilerin herhangi bir konuda duygu, düşünce ve davranışlarını değiştirme arzusu olarak tanımlanmıştır. Kısacası sosyal etki insanların birbirlerinin tutum, duygu ve davranışlarını etkileme çabasıdır. Değiştirilmeye çalışılan tutum, duygu veya davranış politik, sosyal, ekonomik ve bireysel kaynaklı olabilir. Örneğin arkadaşınızın siyasi düşüncelerini değiştirme uğraşınız ya da onun da sizin beğendiğiniz bir içeceği içmesi için etkileme çabanız bir sosyal etkidir.

Sosyal Etki Ortamları

Sosyal etki ile ilgili bu tanımlamalardan sonra, ilk olarak sosyal etkinin hangi tür ortamlarda oluşabileceğine değinmekte yarar vardır. Sosyal psikologlara göre sosyal etkinin oluştuğu üç tür ortamdan bahsedilebilir:

  • Kişilerarası (birebir) iletişimin olduğu ortamlardaki sosyal etki
  • Birey-grup iletişiminin bulunduğu ortamlardaki sosyal etki
  • Basın ve yayın organları aracılığı ile oluşan sosyal etki

Sosyal Etki Çeşitleri

Sosyal etkinin temelinde ne yatıyor? Neden diğerlerine uyar, itaat ederiz? Bütün bu soruları kendi kendimize sorduğumuzda sosyal etki oluşumunun iki farklı kaynaktan birine bağlandığı görülür:

  • Sosyal kurallara bağlı sosyal etki: Bu tür etki bir insanın bir gruptan veya diğer bir insandan ödül almak (sevilme, sayılma, kabul görme) veya cezadan kaçınmak (reddedilme, nefret edilme) için uyum sağlaması ve emirlere boyun eğmesi durumunda oluşur. Bu tür sosyal etkide insan diğerlerini memnun etmek ister. Uyumun nedeni kabul görmek veya reddedilmekten kaçınmaktır.
  • Bilgiye dayalı sosyal etki: Bu tür etki bireylerin doğru, tam bilgi edinmek için diğer bir kişiye veya gruba uyması ile olur. Sosyal psikologlara göre hiç kimse, her durumda nasıl davranılması gerektiği hususunda doğru bir bilgiye sahip değildir. Bu bilgiye, diğerlerinin ne yaptığı incelenerek ve gözlemlenerek ulaşabilir. Eğer bir ortamda nasıl davranılacağı bilinmiyorsa, o zaman etraftakilere bakılır ve onların davranışının doğruluğuna inanılarak öyle davranılır. Böyle bir uymada sosyal açıdan onay alma veya cezadan kaçınma olgusu ön planda değildir. Önemli olan, o bilinmez konu hakkında doğru bilgiye ulaşma çabasıdır.

Uyma Davranışı

“Uyma” bir kişinin davranışını veya inancını açık bir istek sergilemeden diğerlerine göre değiştirmesidir. Diğer bir ifade ile kişinin gerçek veya hayali grup baskısını üzerinde hissederek, ortada diğer kişilerden sözlü istek veya emir olmadığı halde düşünce veya davranışlarını diğerlerinin yönünde değiştirmesi, onlara uymasıdır. Uyma davranışının en ilginç yönü ise, düşünce veya davranış değişikliğinin gerçek nedenini kişinin tam olarak açıklayamamasıdır.

Uyma davranışı gerçek bir tutum değişmesini yansıtabileceği gibi, sadece bireyin grubun düşüncesini kabul etmiş gibi görünmesinin sonucu da olabilir. Yani bazı durumlarda birey, grubun düşünce ve davranışlarının doğru olduğuna gerçekten inandığı için uyma davranışı gösterir. Bu tür uyma davranışına benimseme adı verilir. Bazı durumlarda da birey, grubun düşünce ve davranışlarının doğru olduğuna inanmadığı halde, bu düşünce ve davranışlarını benimsemiş gibi görünebilir.

Uyma davranışı her zaman ve her koşulda görülen bir davranış değildir. Belirli bir durumda uyma davranışının ortaya çıkıp çıkmayacağı birçok etken tarafından belirlenir. Bu etkenlerden bazıları bireyin, bazıları grubun, bazıları da ortamın özelliğiyle ilgilidir.

Sosyal Etki ve Uyma Davranışının Nedenleri

Uyma davranışının temelinde grubun birey üzerindeki etkisi yatmaktadır. Grubun birey üzerinde, bilgi sağlayıcı etki ve normatif etki olmak üzere iki değişik etkisi vardır. İlk olarak, grup bize sosyal gerçekler hakkında bilgi sağlar. Fiziksel bir olgunun gerçek olup olmadığını duyu organlarımız yoluyla ya da objektif ölçüm araçları kullanarak test etmemiz mümkündür.

Günlük hayatta gözlediğimiz uyma davranışlarının önemli bir bölümü, grubun bilgi sağlayıcı ve normatif etkisinin ortaklaşa ortaya çıkardığı davranışlardır. Ancak bazı durumlarda bir uyma davranışının sadece bilgi sağlayıcı ya da sadece normatif etki sonucu ortaya çıkması mümkündür. Uyma davranışına yol açan sosyal etki çoğunlukla açık bir biçimde dile getirilmez. Yani istisnai bazı durumlar dışında, kimse bireye grup normlarına uyması için açıkça baskı yapmaz ya da bu yönde bir talepte bulunmaz. Buna rağmen birey grubun baskısını üzerinde hisseder ve davranışlarını grup normlarına uyacak biçimde düzenler.

Farklı Ortamlarda Anlaşım ve Uzlaşmanın İşleyişi

İnsan toplumsal rollerine eşdeğer olarak geliştirdiği sosyal benliğini farklı ortamlarda, farklı iletişim düzeylerinde kullanır. Her ortamın kendine has şartlarını örgütlenme anlayışları belirler. İletişimdeki bireylerin ilişkileri, ortamın niteliğinden ayrı düşünülemez. İnsanları bir araya getiren sosyal ortamlar, birlikte yaşamanın şartlarını da öngörür. Sosyal ortamları kurumsal anlamda oluşturan siyasal ve sosyo-ekonomik yapılar ve bunlara ilişkin değer yargılarıdır.

Aile İçi İlişkilerde Anlaşım ve Uzlaşma

Geçmişten bugüne aile olgusu, insan topluluklarının sosyo-ekonomik yapılanmasına benzer şekilde biçimlenmiştir. Sınıflı toplumlara geçişte “önemli bir faktör olan özel mülkiyetin gelişmesiyle, ataerkil hukuk anlayışı işlerlik kazanmıştır. Bu sürecin oluşmasında avcı erkeğin hayvancılığa geçerek ilk mülkiyet olgusunu gündeme getirmesi etkili olmuştur. Sınıfsal yapıya sahip olan köleci, feodal ve kapitalist toplumlarda kadın ve erkek ayrımı belirginleşmeye başlamıştır. Bunun için sınıflı toplumu erkek egemenliğinin hâkim olduğu bir toplum olarak değerlendirmek yerinde olur. Bu egemenlik ve erkeklerin çıkarlarına hizmet eden aile biçimi, dini kurumlar, özel mülkiyet sistemi ve buna bağlı etik ve kültürel değerlerle desteklenip sürdürülmüştür.

Aile ve arkadaşlık ilişkilerinde; temel şartların başında arkadaş/dost olabilme yeteneği gelmektedir. Dost ve arkadaş olabilmek ortak yaşama alanını özgürce kullanabilme fırsatı verir ki bu da hayatın anlamlı ve onurlu olmasını sağlar. O halde hayatın temelinde anlaşma ve uzlaşma hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gereken bir iletişim sürecidir.

Okul Ortamında Anlaşım ve Uzlaşma

Aile ortamından sonra bireyin ilk kez toplumsal hayata adım attığı kurum okuldur. Okul öncesi eğitimden, yükseköğretimin bitimine kadar geçen sürede birey, sistemin ekonomik, siyasal, sosyal, bireysel ve kültürel talep ve değerleri doğrultusunda yetiştirilmektedir. Bilinçli ve planlı bir süreç olan eğitim olgusunun temel bileşenlerini yani yönetici, öğretmen ve öğrenciyi aynı yerde buluşturan okul hayatı çeşitli iletişim ortamları sunar.

İletişim kurabilme becerisine sahip olan öğretmen, sözel ve beden dilini etkili bir biçimde kullanabilen ve öğrencilerin de sözel ve beden dilini anlayan öğretmendir. Bu anlamda;

  • Açık ve kolayca anlaşılabilen açıklamalar yapar.
  • Zamanında ve etkili bir biçimde konuşur.
  • Bireysel ayrılıkları iletişim kurmada dikkate alır.
  • İfadelerinde doğrudan öğrenciyi değil, davranışı temel alır.

İş Ortamında Anlaşım ve Uzlaşma

İnsanlar biyolojik ve toplumsal hayatlarının sürekliliğini sağlamak için ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. İnsan ihtiyaçlarının niteliğini ve niceliğini, toplumsal sistemlerin üretim biçimleri ve mülkiyet ilişkileri belirler. İş hayatında meslekî rolleri, bireylerin hiyerarşik konumuna paralel biçimde belirgin sınırlarla birbirinden ayıran geleneksel yönetim biçimleri, otoriter bir görünüm sunar. Bu tür anlayış, bireyin toplumsal değerini de meslekî konumuna göre belirler. Yönetimi, bir erk kullanım aracı olarak kişi ya da kişilerin emrine veren geleneksel yaklaşımda, yöneticinin istekleri çalışanlar için mutlak ve tartışılmaz bir emir niteliğindedir. Yetki ve sorumluluğu benmerkezci bir tavırla elinde tutan yönetici, konumundan aldığı güçle sahip olduğu bilgi ve deneyimleri de otoritesinin donanımı olarak kendine saklar. Böylesi geniş yetkilerle donatılmış olan yönetici erk, mevcut yasaların desteğini de alarak çalışanlar üzerinde baskı ve tehdit oluşturur. Çalışanın iş güvencesi, meslekî kariyeri, hatta özel hayatı bile yöneticinin egemenlik alanına girer. Bu denli eşitsiz güçlerin birlikteliğine dayalı bir altyapıda sağlıklı iletişim ortamının oluşması düşünülemez.