HAREKETLİ GÖRÜNTÜNÜN TARİHİ - Ünite 3: Film ve Videonun Kullanımlar Tarihi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Film ve Videonun Kullanımlar Tarihi
Filmin Kullanımlar Tarihi
Sanayi devrimi, fabrikasyon üretim ve işçi sınıfın yaygınlaşmasına yol açmış ve bu durum aynı zamanda köyden kente hızlı bir nüfus göçüne neden olmuştur. Kentte çalışma hayatından arta kalan boş zaman aktivite arayışı sanayi devriminin getirdiği teknolojik olanaklarla çeşitlenmiştir. Toplumsal yaşam sanayi devrimi ile yeni bir boyut kazanmış ve yeniden şekillenmiştir. İnsanları çalışma hayatında fiziksel ve moral olarak zinde tutacak boş zaman aktiviteleri, herkes tarafından cazip ve ilgi çekici yeni boyutlar kazanmıştır. Lumiére kardeşlerin ilk film gösterimi (1895) böyle bir zamana denk gelmiş ve eğlence hayatına farklı bir anlam katmıştır. Bu gösterimle birlikte, çalışan üst sınıf ve yükselme çabası ile çok çalışan orta sınıf için boş zaman aktivasyonu içinde film, yeni bir alternatif eğlence aracı haline gelmiştir. Yoksul kesim için önceleri durum pek değişmemişken sonraları, kitle kültürü ve kitle üretiminin yaygınlaşması ile bu eğlence biçimleri, onlar içinde olanaklı bir hal almıştır. Kitlelerin talebi ve ilgisi ile bir eğlence aracı olarak hızla yayılan sinematograf, aynı zamanda hızlı bir üretim biçimine de dönüşmeye başlamıştır. Bu bağlamda Lumiére kardeşler ve Edison, bu talebi karşılayabilmek amacıyla hızlı ve çok sayıda film üretmişlerdir. Fransa’da Pathé ve Gaumont hem film üreten hem de salonlar zinciri kurarak gösterimler yapan iki büyük şirket olarak adını duyurdu. Eğlence amaçlı düşünülen film, zaman içerisinde para kazanılan ve kar sağlanan bir araç halini aldı. Filmin ne kadar çok gösterilirse o kadar çok para kazandırması, yapımcılar için para getiren araç halini almasına neden oldu. Yapımcılar bu araçtan kazanabilmek için mümkün olduğunca çok kişiye bu filmi izlettirmeyi amaç haline getirdiler. Bu amaç filmin kitle eğlencesine uygun ve ucuz bir araç halini almasına zemin hazırladı. Böylece ekonomik sıkıntı içinde olan ve bu tür eğlence arayışlarından pahalı ve lüks olduğu için kaçan yoksul kesimde, az da olsa günlük sıkıntılarından kaçabilecekleri bu eğlence biçimini yaşayabilir hale geleceklerdi. Sinemanın bundan çok daha önemli bir işlevi de vardı. Sinema, dili ve ulusu ne olursa olsun insanlar için herkesin anlayabileceği ortak ve evrensel bir dil yaratmıştı. Sinemanın ilk yıllarında filmler panayır barakalarında, çadır tiyatrolarında, müzikhol salonlarında ya da tiyatro ve vodvil salonlarında gösteriliyordu. Bu mekânlar yoğun ilgi ve talebi karşılamak için yeterli olamayacak hale gelince bunların yerine sadece film gösterimi için tasarlanmış sinema salonları yapılmaya başlandı. 1910’lu yıllar bu salonların ve sinema eğlencesinin hızla yayıldığı altın yıllar olarak tarihe geçmiştir. Artık her köşe başında insanların karşısına çıkan bu salonlar; renkli, gösterişli ve parlak ışıklarıyla, önünde filmin kaçırılmamasını tembihleyen çığırtkanıyla, eğlence dünyasının parlayan yıldızı olarak ilk sırada yer alıyordu. Sinema salonları zaman içerisinde; alış-verişe çıkan insanların dinlenme için mola verdikleri bir durak, öğle yemek tatillerinin zevkli geçmesini sağlayan bir kaçamak, yalnız yaşayan bayanların ise güvenle gidip, hoşça vakit geçireceği bir mekân halini aldı.
İzleyici Sinemayı Keşfediyor
İzleyici hikâyeleri ve sinemanın hikâyeleri anlatış biçimini sevdi. Yaşadıkları günlük hayat mücadelesi ve sorunlardan kaçmak için sinemanın onları eğlendiren, mutluluk veren ve bir süreliğine de olsa kendi sorunlarından uzaklaştıran etkisi izleyici için çok cazip bir hal aldı. Tercih edilen filmler, sinema çıkışında kendilerini mutlu hissettirecek, problemlerinden uzaklaştıracak ve onları fantastik bir dünyada dolaştıracak filmlerdi. Bu tip anlatıma dayalı filmlerin ilk örneklerini Fransız George Méliés yapmıştır. İllüzyon geleneğinden yola çıkarak yarattığı tarz düşsel, şiirsel ve komik anlatımıyla sinemanın fantastik gösteri yönünü izleyenlerle buluşturmuştur. 1902 yılında çektiği ünlü filmi “Aya Yolculuk” bunun en bilinen örneğidir. Hilelerin, fizik kanunlarına karşı gelişlerin, düşsel bir gerçekliğin ve biraz da tiyatroya yakın bir anlatının sinemanın asıl yolu ve hedefi olmaması gerektiği bir süre sonra anlaşılır. 1903 yılında Amerikalı Edwin Porter’ın çektiği “Büyük Tren Soygunu” (The Great Train Robbery) akılda kalıcı ilk öykülü film olarak sinema tarihindeki yerini alır. Bu filmde Porter, sekiz dakika içinde ilk kez hareketli kamerayı da kullanarak gerilimli bir öykü yaratır. “Büyük Tren Soygunu” aynı zamanda ilk western film olarak da sinema tarihine adını yazdırmıştır. İzleyici beklentisi kimi zaman biraz daha heyecan ve biraz daha aşk olarak şekillenir ve filmler de bu beklentilere cevap verecek şekilde üretilmeye başlanır.
Filmler izleyenlerin beklentisi doğrultusunda şekil alırken gündeme filmlerin sürelerinin kısalığı gelir. Yapımcılar için avantaj olan kısa filmler, izleyiciler için yeterli süreleri kapsamadığı için talep uzun filmler doğrultusunda olmaya başlar. 1911’den sonra iki ve üç makaralı filmlerle basit olsa da hikâyeler anlatılmaya ve film süreleri uzamaya başladı. Bir saatten fazla süresi ile ilk uzun metrajlı film; 1906’da Avustralyalı yönetmen Charles Tait tarafından çekilmiş olsa da, bu film istenilen başarıyı yakalayamamış ve uluslararası platformda başarılı olamamıştır. Uluslararası anlamda başarılı olmuş ilk uzun metrajlı filmler; Fransız yapımı olan “Kraliçe Elizabeth”, üç İtalyan filmi “Pompei’nin Son Günleri”, “Quo Vadis” ve “Cabiria” dır. Avrupa’da film endüstrisinde bunlar yaşanırken bu filmlerin başarılı hedefe ulaşmasının ardından Amerikalı yönetmen D.W. Griffith 1915 yılında 3 saat süren destansı filmi “Bir Ulusun Doğuşu”nu (The Birth of A Nation) çekti. Filmde, sinema teknolojisine getirdiği yenilikleri, tutkuyu oluşturmak, duyguları harekete geçirmek ve endişeyi arttırmak için yaratıcı bir biçimde kullanan Griffith, sinemanın sanat alanının içine girmesine de zemin hazırlamıştır. Griffith’in bu filmi adından sıkça söz ettirmiş ve 1939 yılında yapılan “Rüzgâr Gibi Geçti” filmine kadar da en popüler film olma özelliğini korumuştur. Griffith’in yaptığı filmler, sinemanın başlangıcından o güne dek yapılmış diğer filmlerden, hem estetik hem de teknik olarak bir kopuş olmuştur. Onunla başlayan görsel dil, modern sinema dilinin de ortaya çıkışının temelini oluşturur. Kullandığı teknikler izleyicinin duygularını ve gerilimini yönlendirme başarısı sağlamıştır.
İzleyici Oyuncuyu Keşfediyor
Sinemanın bu ilk dönemleri temalarını ve oyuncularını yüzyılın başında gelişmekte olan müzikholden almıştır. Pandomim ve mim sessiz sinemaya adapte edilmiştir. Başarılarıyla adını günümüze kadar taşıyan Charlie Chaplin’de bu geleneğin mirasçısı olarak ABD’li yönetmen Mack Sennett tarafından keşfedilen bir isimdir. Komedi ile birleşen pandomim dönemin tercih edilen türü olmuş, Max Linder, Buster Keaton, Laurel ve Hardy, tarihte bu dönemin başarılı komedyenleri olarak yerini almıştır. Bu dönemde, tiyatronun sahneye konması ve oyunun düzenlemesi şeklinde, mizansen teknikleri ve kesintisiz abartılı bir oyunculuk sergilenmiştir. 1920’lerden sonra sinema kendi endüstrisinin kurallarını belirlerken izleyicilerin de filmlerden farklı beklentileri oluşmaya başlar. Filmler; komedi, western ve melodram gibi türler içerisinde çekilmeye başlanır. Halk tarafından beğenilen oyuncular yıldızlaşır ve filmin kalitesini garanti eden marka isimler haline gelir. Charlie Chaplin, Mary Pickford, Douglas Fairbanks, Theda Bara ve William S. Hart gibi isimler sadece aktör değil, aynı zamanda kamusal kişilikler halini de alır.
İzleyici Klasik Hollywood Stili’ni Seviyor
1910’lu yıllar ABD.’de New York, Avrupa’da ise Paris film endüstrisinin başkentleri haline gelmiştir. Amerika’da egemen olan şirketlerin dışında film yapmak isteyen bağımsız film yapımcıları 1909’da birleşerek Los Angeles, California’ya yerleştiler ve yüzyılın sinemasına yön verecek “Hollywood”un temellerini attılar. Bağımsız bu yapımcılar, egemen olan şirketlerin karşısına “stüdyo sistemi” denilen daha farklı ekonomik yapılı bir düzen ile çıkarken, aynı zamanda anlatım stillerini de farklılaştırdılar. İlk dönemin sonrasında “klasik Hollywood stili” denen anlatımla Amerikan sineması kendine özgü bir dili ortaya koydu. Başlangıçta yer alan kişilerin, mekânın ve zamanın tanıtıldığı bir açıklama bölümü ve ardından heyecanı içine alan bir karmaşıklık ve çatışma bölümü sonrasında krizin kahraman tarafından çözülmesi ile ulaşılan son, bu stilin kalıbı halini almıştır. 1930 ve 1940’lı yıllar bu şablona entelektüel ve anlatımsal yapıya yeni içeriklerin katıldığı yıllar olarak tarihe geçer. 1930 ile 1950 arasında zirve yapan Hollywood stili devamlı devingen bir şekilde yaşayan anlatımlar, kodlar, yetenekler ve teknik çözümlemeler üzerine kurulmuştur.
Sinema Sesi Keşfediyor
Warner Brothers tarafınsan 1926’da yapılan “Don Juan” müzik ve ses efektler ile senkronize bir şekilde gösterilir. Ama bu ilk sesli film olarak kabul edilmez. İlk sesli film olarak iddia edilen ve tartışılan iki film de yine Warner Brothers tarafından yapılır. Sesin ortaya çıkışı hem filmlere özgü anlatım biçimlerinde bir dönüşüme hem de film repertuarında bir değişime yol açmıştır. Bu yeni dönem bir süre görselliğin geri plana itilmesine yol açar. Bu süreçte tüm filmler ve hikâyeler diyaloglar üzerine kurulur. Yapımcılar tiyatro oyunlarını filmlere aktararak edebiyat eserlerini de filmin nesnesi haline getirmeye başlamıştır. Sesin keşfiyle tiyatro sahnesinde hissi veren ve iç mekânlara giren filmler, geniş perdenin keşfiyle dış mekânlara çıkma gereğini bir kez daha yaşamaya başlar. Amerikan sineması sosyal eleştiriye sahip, izleyicinin ilgi ve merakını uyandıran filmleriyle bir kez daha kültürel etkisini güçlendiren bir hal almıştır.
Kültürel Bir Endüstri Olarak Sinema
Lumiére kardeşlerin ilk gösteriminden sadece üç yıl sonra sinemanın ticari gücünü fark eden Fransız Charles Pathé, Fransa’da Pathé Fréres (1898) adını verdiği film şirketini kurdu. Hem film üreten, hem dağıtımcılık yapan, hem de Avrupa’daki yüzlerce sinemasıyla bir ağ kuran Pathé, sinemanın ilk tekelci anlayışını da temsil etmiştir. Thomas Edison bu gücün önüne geçebilmek amacıyla, patent savaşı olarak da bilinen, büyük bir hukuksal mücadeleye girer. Bu mücadele sonucunda Fransız filmlerinin A.B.D.’ye girişini yasaklatır. Aynı tekelci düşünceyi kendisi de uygulamaya koyar ve film çekme patenti alarak başkalarının film çekmesini dahi engellemeye çalışır. Bu defa da Edison’a karşı başlatılan hukuk mücadelesi yeni bir düzenlemeyle sonuçlanır. İçerisinde Pathé, Mélies ve Edison’un da yer aldığı 10 büyük şirket “Motion Pictures Patent Company”i kurdu. Bu örgütlenme tekelci kapitalist sisteme özgü “Tröst” bir yapılanma olmuştur. Bu yapılanmaya karşı hareket etmek isteyen film yapımcıları da 1909’da “İndependent Moving Picture Company”i ve “Hollywood”u kurdu. Bu yeni sistem birçok filmin yeni stüdyo sistemi ile üretimini kolaylaştıran bir düzen sağlamakla kalmamış, aynı zamanda ekonomik kontrolünde Hollywood’a geçmesini sağlamıştır. Bu yeni ekonomik düzenle birlikte filmlerin yapım bütçelerine, yıldız oyunculara ödenen yüksek rakamlar da eklendi. Sesin sinemaya gelişi ile birlikte film çekmek daha da masraflı ve teknik olarak da karmaşık bir hal aldığı için, birçok küçük yapım şirketi kapanmak zorunda kaldı. Kapitalist etkinliğin alışılmış üretim, dağıtım ve tüketim yapıları, sanayi devriminin getirdiği organize iş bölümü kavramı ile sinemanın bir sanayi kimliği almasını sağladı. Hollywood ise bu entegre kapitalist sanayinin merkezi oldu. Ama bu süreç ikinci dünya savaşı ile birlikte sekteye uğradı. Merkez uluslar arası pazarını büyük ölçüde kaybetti.
Sinema Televizyona Karşı
Aslında ilk yayınının 1928’de düzenli olarak başlandığı televizyon yayıncılığı gelişimini savaş sonrası yıllarda kaydetti. A.B.D.’de 1946’da 10 bin olan televizyon setleri dört yıl içerisinde 10 milyonun üzerine çıktı. Bir taraftan televizyona karşı rekabetini sürdüren sinema endüstrisi bir taraftan da ticari olarak işbirliği yapmaya çalıştı. Eski filmlerini televizyonlarda yayınlanmak üzere harekete geçildi. Diğer taraftan televizyon endüstrisi ile film endüstrisinin bazı şirketlerinin birleşmeleri ve ortaklıkları sonucu Hollywood televizyon yapımının da merkezi oldu. Daha sonraki yıllarda da kablolu televizyon ve uydu yayıncılığının başlamasıyla, bu işbirliği daha ileri boyutlara taşınmıştır.
Bir Enformasyon Aracı Olarak Film
Genel olarak insanın dış dünya ile olan ilişkilerinde, belirsizlik düzeyini azaltan uyarı ya da uyarılar şeklinde tanımlanabilen enformasyon; biçimlendirilmiş ve yapılandırılmış bilgiler bütünüdür. Bu nedenle de insanların dış dünyadan başkaları tarafından yapılandırılmış bilgileri alması enformatik bir süreçtir. Sinemanın ilk dönemlerinde yapılan filmlerin çoğu bu anlamda enformasyon aktaran birer araç olmuşlardır. İnsanlara bilmedikleri ya da belirsiz olarak algıladıkları dış dünyaları gösteren onlar hakkında bilgiler veren filmler olmuşlardır. Haber niteliği taşıyan enformasyonun insanların daha çok ilgisini çekmesi, film yapımcılarını da bu alanda çalışmalar yapmaya yönlendirmiştir. Sanayi devriminin bir zorunluluğu olarak insanlara dayatılan birlikte yaşamayı öğrenme durumunun bir sonucu olarak, ortak paylaşılan değerler üzerinden üretilen haberler; “diğer”ini tanımayı, farklılıkları keşfetmeyi, modern hayatı anlamayı, dünya üzerine düşünmeyi, uzlaşmayı ve toplumsal değerlerin sürekliliğini sağlama aracı olmuştur.
Belgesel Gerçeklik ve Propaganda Aracı Olarak Film
Sinema-göz’ün kuramcısı ve uygulayıcısı Rus Dziga Vertov, gerçeği göstermenin en iyi yolunun olabilen en nesnel haliyle kaydetmek olduğunu söylemiştir. Vertov “Kameralı Adam” filminde kent yaşamını anlatmaktadır. Onun kamerası filmin karakterlerinden biri olup sokaklara yerleşir ve montaj işini de seyirciden saklamaz. 1920’lerde Rus sinemasının gelişmesinde önemli söz sahibi olan Sergei M. Eisenstein’ın komünist ideallerini paylaştığı “Potemkin Zırhlısı” filmi, propaganda amacıyla çekilmiş olsa da, sanat tarihinin başyapıtlarından biri olarak kabul edilmiştir. 1960’lı yıllar belgesel filmlerin üç akım üzerinde toplandığı yıllar olmuştur. Bu üç akımın başlıca ilkeleri; gerçeği kendi dramatik yapısı içinde ele almak, stüdyo, oyuncu ve öykü üçlemesinden uzaklaşmak.
Video’nun Kullanımlar Tarihi
Kitle İletişim Aracı Olarak Video: Televizyon
İlk televizyon yayıncılığı; elektronik görüntünün (video sinyali) bir televizyon sistemine dönüşüp, yayın yapabilmesi, 1925 yılında İngiltere’de James Bairdd tarafından yapılan “Televisor” gösterisi ile mümkün olmuştur. Kitle iletişim aracı haline gelmesi ise 1950 ve 1960 yılları arasında gerçekleşmiştir. Televizyon sadece teknoloji ile değil aynı zamanda politik ve sosyal sistemlerle de şekillenmiştir. Birbirinden farklı iki televizyon yayıncılık modeli ortaya çıkmıştır. Birincisi A.B.D’ de ortaya çıkan “ticari yayıncılık” , diğeri ise Avrupa’da İngiliz yayıncılığının önderlik edeceği “kamusal yayıncılık” tır.
A.B.D ve Ticari Televizyon
A.B.D’ de ki kitle televizyonu, büyük sermayenin sahip olduğu ürünlerin reklamlarıyla finanse edilen, genel kitleyi hedef alan bir yayıncılığı tercih etmiştir. Sponsorlu yayıncılık da denilen bu sistem, televizyon reklamcılığının da ilk şeklidir. Ancak Amerikan televizyon yayıncılığının içeriklerinin ne olacağı tartışmaları farklı bir çözümü ortaya çıkardı. Halkın televizyondan eğlencenin yanı sıra eğitim de almasını sağlayacak bir yapının kurulması gerekliliği ortaya çıktı. Ticari televizyonun yanında bu amacı sağlayacak “Kamu Yayıncılığı Servisi” 1967’de kuruldu. 1980’lerden sonra hızla genişleyen kablodan, uydudan ve karasaldan yapılan televizyon yayıncılığı Amerika’da sadece iç pazarla sınırlı kalmadı. Küresel televizyon yayıncılığı sayesinde Avrupa’ya ve üçüncü dünya ülkelerine yayıldı.
İngiltere ve Kamusal Yayıncılık
Avrupa’nın en hızlı gelişen televizyon yayıncılığı, aynı zamanda televizyona da öncülük eden İngiltere’ydi. Reklamın yasak olduğu ve ekonomik varlığın televizyon ve radyo alıcılarından alınan yıllık lisans ücretleriyle karşılandığı “British Broadcasting Corporation” (BBC), devlet tarafından düzenlemesi yapılan, ancak doğrudan hükümetin kontrolü altında olmayan bağımsız bir organizasyon olarak yayın hayatına imza attı. BBC’nin televizyon programcılığı yaklaşımı kamuya hizmet edecek bir yayıncılık yaklaşımıydı. Sadece eğlenceli değil aynı zamanda kültürel ve eğitici yayıncılık anlayışının benimsendiği bir kurum olmuştur. BBC’nin tekel olarak yayın hayatını sürdürüyor olması İngiltere’de ki yayıncılık tartışmalarının da zeminini hazırladı. Hükümet bu eleştiriler üzerine yayıncılık konusunda yeni düzenleme yapma yoluna gitti. Reklamla finanse edilecek “Independent Television” (ITV)’ye hükümet yayıncılık izni verdi. Hükümetten bağımsız olan bu kanal, kamu eğitimini amaçlayan bir kalite politikası izledi ve bu rekabet BBC’nin de program kalitesini ve çeşitliliğini yükseltmesine zemin hazırladı. İngiliz televizyonunun özelleşmesi kabloludan çok uydu yayıncılığının gelişimiyle esas dinamiğini buldu. Dünyada yaşanan teknolojik ve küresel gelişmelerin bir sonucu olarak, özel televizyonculuk İngiltere’de de yaygınlaşmış olsa da, kamusal yayıncılık her zaman özel yayıncılığın önünde olmuştur.
Bir Kaydedici Olarak Video: Ev Videosu
Videonun evin sınırları içine girmesi, Japon Sony firmasının 1975’de “Betemax” sistemi geliştirmesiyle olmuştur. Bu sistem, televizyonda yayınlanan programların daha sonra izlenmek üzere kaydedilebildiği bir sistem olarak tanıtılmıştır. Amatör video olarak adlandırılan bu süreçte video bireysel bir tüketim aracı haline geldi. Tüketiciler 1990’ların kurallarına denk düşen bir kullanım konforuna sahip oldular. Amatör video sayesinde ev videosu görüntülerin tüketiciler tarafından yeniden sahiplenilmesini sağladı.