HASTA PSİKOLOJİSİ - Ünite 6: Yas Süreci, Ruhsal Travma ve Tükenmişlik Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Yas Süreci, Ruhsal Travma ve Tükenmişlik

Giriş

Yaşam boyunca insanlar çeşitli kayıp ve kazançlar yoluyla değişim geçirirler. Her kazanç ya da kayıp onları yeni koşullara uyum sağlamaya sevk eder. Bazen kayıplar çok sevilen bir yakınının ölümü, iflas etmek, sağlığı kaybetmek şeklinde ardından yas tutulmasını gerektiren durumlar olabildiği gibi bazen de depreme, tsunamiye veya terör saldırısına maruz kalmak ya da şiddete uğramak gibi daha dehşet verici olaylarla karşılaşmaktır. Özellikle bu kayıplar aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkarsa uyum sağlamak çok daha zor olur.

Yas Süreci

Yas ile birey biyolojik, psikolojik ve sosyal bir değişim süreci içine girer. Bu değişim bir tür ölenin ölme nedenini anlamlandırma ve onsuz bir yaşamı kabullenme sürecidir. Bu bakımdan, her birey farklı biçimde yas tutar. Bu yas süreci bireyin kendisiyle (başa çıkma yolları ve kişilik özellikleri) ve koşullarıyla (sosyal desteğin varlığı, yas tutanların sayısı) ilgili olabildiği gibi kayıp ile olan ilişkisine, bağına ve kaybın özellikleri (yaşına, cinsiyetine vb.) ile kaybın nasıl oluştuğuna (ani ve beklenmedik) da bağlıdır (Çelik ve Sayıl, 2003).

Yas Tepkileri

Kayıp her şekilde acı verici ve yıkıcıdır. Bu nedenle yas tepkileri depresyon gibi zihinsel bozukluk belirtilerine çok benzer ancak yas geçici bir durumdur ve nedeni bellidir. O nedenle kayıptan hemen sonraki yas, yani akut yas tek başına zihinsel bozukluk sınıflandırmasının içinde yer almaz.

Kayıp her şekilde acı verici ve yıkıcıdır. Bu nedenle yas tepkileri depresyon gibi zihinsel bozukluk belirtilerine çok benzer ancak yas geçici bir durumdur ve nedeni bellidir. O nedenle kayıptan hemen sonraki yas, yani akut yas tek başına zihinsel bozukluk sınıflandırmasının içinde yer almaz.

Ancak genel anlamda, inkar ve şoktan kabule doğru bir süreç mevcuttur. Nitekim Çevik ve İlhan’a göre (2018) kaybın gerçek olduğunu kabul etmek yas sürecindeki ilk aşamadır. Bazı kişiler uzunca bir süre şok ve inkar içerisinde yaşadıklarının gerçek olduğuna inanmak istemezler. Özellikle ani ve beklenmedik ölümlerde inkar daha fazla ortaya çıkar.

Tıpkı bir yaranın iyileşmesi gibi yas acısının yavaş yavaş kabuk bağlaması yani düzelmesi beklenir. Normal şartlarda yas deneyimi kişiden kişiye değişmekle birlikte, sürecin aşağı yukarı 6-24 ay içerisinde tamamlanması gerekir ancak bu süreci normal deneyimleyemeyen kişilerde anormal yas tepkileri ortaya çıkar. Yani, yara iyileşemez, enfekte olur.

Anormal Yas Tepkileri

Yas tutan kişilerin ölen kişilerin fiziken içinde olmadığı ancak sembolik olarak onları yaşattıkları yeni hayatlarına yavaş yavaş uyum sağlamaları beklenir. Bu kişiler ölümü inkar ediyor ve üzerinden aylar, hatta yıllar geçmesine rağmen ölüm sanki dün gerçekleşmiş gibi hissediyor, davranıyor, onu düşünmeden edemiyor ve özlem duygusu kişiyi yiyip bitiriyor ise yas farklı bir seyir izlemektedir. Bu farklı görünüm alan yazında Patolojik Yas (Volkan, 1970), Uzamış Yas Bozukluğu (Prigerson vd., 2009), Karmaşık ya da Komplike Yas (Shear, 2015; Shear vd, 2011), Çözülmemiş Yas, Atipik Yas, Travmatik Yas gibi pek çok iç içe geçen tanımlamalar ile açıklanır. Bunlardan üzerinde en fazla uzlaşılan ve en geçerli kabul edilen Karmaşık Yas ve Uzamış Yas Bozukluğu ile Amerikan Psikiyatri Derneği (APA) tarafından tanı kategorisinde yer alan Süregiden Karmaşık Yas Bozukluğu ’dur.

Ruhsal (Psikolojik) Travma

İnsanların acı çekmesinin en önemli nedenlerinden olan terör, savaş, doğal afetler, kazalar, istismar ve cinsel suçlar, göç, insan kaçakçılığı gibi olaylar pek çok kitleyi eş zamanlı etkilemekte ve ruhsal sağlığı ciddi biçimde bozabilmektedir. Hatta şiddet içerikli olaylar, 15-44 yaş aralığında dünya çapında en önde gelen ölüm nedenlerinden biri haline gelmiştir (Kirmayer, Kienzler, Afana ve Pedersen, 2010). Tüm bu yaşantılar bireylerin güvenlik hissiyatını zedelemekte ve önüne geçilmesi ya da başa çıkılması zor kronik bir korku ve kaygı duyulmasına neden olmaktadır. Hatta bu olaylar kişinin uyum halini, kısa bir süre için de olsa başa çıkma kapasitesini beklenmedik ve sert bir şekilde zorluyor ve uzun süreli psikolojik etkilere yol açıyorsa bu yaşantılara ruhsal travma ya da psikolojik travma adı verilmektedir. Başka bir deyişle gerçek ya da göz korkutucu bir biçimde ölümle, ağır yaralanmayla karşılaşmış ya da cinsel saldırıya uğramış olma, başkalarının başına gelen travmatik olayları doğrudan doğruya görme ya da öğrenme sonrası ortaya çıkabilen özgül belirtilerle kendini gösteren ve her yaşta görülebilen klinik bir tablodur (APA, 2013).

Travma Türleri

Travmatik olaylar çeşitli karakteristikleri (nitelik, şiddet ve süre) bakımından üç başlık altında sınıflandırılabilir (Taycan, 2019). Bunlar;

  1. Bireysel ya da toplumsal düzlemdeki travmatik olaylar
  2. Doğa ya da insan eliyle gerçekleştirilen travmatik olaylar
  3. Kesitsel ya da süreğen travmatik olaylardır.

Bireysel ya da toplumsal düzlemdeki travmatik olaylar çok sayıda insanın ya da topluluğun maruz kaldığı travmatik olaylar anlamına gelmektedir. Doğal afetler, yangınlar, savaşlar, terör eylemleri, kazalar, nükleer santral patlamaları gibi özellikle çevresel etkileri yoğun olan teknolojik afetler bu gruba girer.

Doğa ya da insan eliyle gerçekleştirilen travmalar bu sınıflandırma düzeyi bilimsel alan yazında en fazla kabul edilen ayrımdır, denilebilir. İşkence, istismar, tecavüz,terör faaliyetleri ve seks ticareti gibi kasıtlı olarak insan eliyle gerçekleştirilen travmatik olaylardır.

Kesitsel ya da süreğen travma travmanın akut ya da kronik olmasıyla ilişkili bir ayrımı içerir. Özellikle çocukluk dönemi travmaları için bu sınıflandırma daha yaygındır. Kuşkusuz doğal afetlerin bıraktığı iz ile çocukluk döneminde tekrarlayan travmalara maruz kalmak birbirinden farklı sonuçlar doğurmaktadır.

Ruhsal Travmanın Etkileri

Tedeschi ve Calhoun’a (2004) göre travmatik olay bireyin şemalarını, varsayım dünyasını sarsan ya da yıkan, öngörülemeyen ve beklenmedik, kişinin başa çıkma becerilerinin ötesinde her türlü “yaşam-değiştirici” olay olarak tanımlanmaktadır. Travma dünyanın nasıl bir yer olduğu, evrenin nasıl işlediği ve bireylerin bu düzendeki kendi yerleri ve varoluş nedenlerine dair pek çok inancı, varsayımı ve ön kabulleri ciddi biçimde zorlar ve hatta yıkar. Bu nedenlerle travmaların “depremsel ya da sismik bir etkisi” bulunmaktadır (Janoff-Bullman, 2004). Yıkılan bu temel inançlar dünyanın iyi ve adil bir yer olduğu, bireyin bu dünya içinde değerli olduğu, dünyanın ve olayların anlamlı olduğu ve insanların güvenilir olduğu ile ilgilidir. Başka bir deyişle travmalar bireylerin kendileri, dünya ve gelecek algılarını bozar, tahrip eder.

İkincil Travmatik Stres, Dolaylı Travma ve Tükenmişlik Sendromu

Travmanın etkileriyle meydana gelen travma sonrası stres bozukluğunun (TSSB) tanı kriterleri arasında “Başkalarının başına gelen olay(lar)ı doğrudan görme, tanıklık etme” ve “örseleyici olayın sevimsiz ayrıntıları ile yineleyici biçimde ya da aşırı düzeyde karşı karşıya kalma (Ör. felaket sonrası insan kalıntılarını toplayan kişiler, çocuk istismarının ayrıntıları ile yeniden karşılaşan polis memurları)” ifadeleri de yer almaktadır. Bu kriterler travmanın, doğrudan travmayı yaşantılayan kişiler dışında da yardım ilişkisi kuran herkesi etkileyebileceği, hatta bu kişilerin TSSB için aday oldukları anlamına gelmektedir. Bunun bir nedeni travmatik olaylardan sonra herhangi bir şekilde arama kurtarma çalışmalarında veya sonrasında yardım sürecinde yer almanın ölüme tanık olma, meslektaşın ölümüne tanık olma ya da türlü yaralanma riskleri taşımasıdır (Kahil ve Palabıyıkoğlu, 2018; Yılmaz, 2007). Diğer bir nedeni ise özellikle empati kavramı ile ilişkilidir. Son yıllarda sosyal-bilişsel sinirbilim alanında birçok araştırma beyindeki empatiye aracılık eden biyofiziksel bileşenleri tanımlamaya başlamıştır (Decety ve Jackson, 2006). Bu bileşenler birinin acı çekmesi, gülmesi ya da ağlaması gibi herhangi bir eylemi gördüğümüzde ve hatta işittiğimizde bile bedenimizin bu eylemi biz gerçekleştiriyormuşuz gibi tepki vermesini sağlar. Bu fenomene aynalama (mirroring) ya da yansıtma denir ve bundan sorumlu beyindeki sisteme ayna nöronlar adı verilmektedir (Iacoboni, 2009).

İkincil travmatik stres ya da şimdilerde daha çok tercih edilen şefkat yorgunluğu kavramı ilk kez Figley tarafından 1983’de kullanılmış olup travma geçiren veya acı çeken bir kişiye yardım etmek veya yardım etmek istemekten kaynaklanan, ani bir şekilde ortaya çıkan aşırı stres olarak tanımlanmaktadır (akt. Jenkins ve Baird, 2002). Figley’e (1995) göre ikincil travmatik stres yardım çalışanlarının gösterdiği bir tür TSSB belirtileridir. Yardım çalışanı kaçınma, aşırı uyarılmışlık, duygulanım ve bilişsel becerilerde değişiklikler ve yeniden yaşantılama gibi belirtiler gösterir. Aynı zamanda yardım çalışanı sosyal hayatında azalmış bir empati düzeyi, yabancılaşma, zevk alamama ve ilgi kaybı da sergileyebilir.

Dolaylı Travma ya da Üstlenilmiş Travma McCann ve Pearlman (1990) tarafından tanımlanan, görevleri gereği hastaları ya da danışanlarıyla yoğun ilişki kuran, daha çok ruh sağlığı elemanlarının sergilediği birikimsel travmatik belirtilerdir. Özellikle çocuk istismarı ya da tecavüz mağdurlarıyla çalışan ve aşırı empatik ilişki kuran ruh sağlığı personelinin gerek kendi kimliklerinde, gerekse dünya görüşleri ve manevi inançlarındaki kırılma sürecini içerir.

Tükenmişlik sendromu (burn-out) ise aslında şefkat yorgunluğuna benzer bir tablodur ancak oluşması için bir travma yaşanmasına gerek yoktur. Genelde uzun soluklu çalışma yaşamı nedeniyle ortaya çıkan, duygusal tükenmişlik hissi, yorgunluk, başarısızlık ve yetersizlik duyguları, donukluk, kayıtsızlık, yabancılaşma ve duyarsızlaşma gibi belirtilerle kendini gösterir (Maslach ve Leiter, 2016).