HASTA PSİKOLOJİSİ - Ünite 8: Sık Görülen Tıbbi Hastalıklar Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 8: Sık Görülen Tıbbi Hastalıklar
Kalp Damar Hastalıkları
Hipertansiyon
Kan basıncı dolaşımdaki kanın damar çeperlerine uyguladığı basınçtır. Hipertansiyon artmış kan basıncı olarak tanımlanabilir. Kan basıncı iki aşamada ölçülmektedir; bunlardan biri kalbin kasılma anında ölçülen sistolik kan basıncı olup diğeri kalbin gevşemesi sırasında ölçülen diastolik kan basıncıdır. İki ayrı günde sistolik kan basıncının ? 140 mmHg ve/veya diastolik kan basıncının ? 90 mmHg üzerinde ölçülmesi hipertansiyon olarak tanımlanmaktadır.
Koroner Arter Hastalığı
Koroner arterler kalbi besleyen damarlar olup bu damarların damar sertliği (ateroskleroz) nedeniyle tıkanması sonucu kalbin yeterince kanlanamaması ve işlev görememesi (göğüs ağrısı-anjina pektoris) ya da kalp kaslarının kalıcı hasar görmesi (miyokard enfarktüsü-kalp krizi) gibi durumlar ortaya çıkabilmektedir.
Kalp Yetmezliği
Kalp yetmezliği kalbin yeterince işlev görememesi sonucu akciğer ve diğer organlara yeterli miktarda kan pompalayamaması durumudur. Genellikle koroner arter hastalığı, hipertansiyon, miyokard enfarktüsü, kalp kapak hastalıkları sonucu gelişmektedir. Bu hastalarda akciğer ve diğer organlarda ödem-sıvı birikmesi ortaya çıkabilmektedir ve bu durum da başka organ yetmezliklerine neden olabilmektedir. Hastalarda nefes darlığı, halsizlik, çabuk yorulma, hırıltılı solunum, öksürük, bacaklarda-karında ödem, kilo artışı, bulantı, iştahsızlık, baş dönmesi, sersemlik hali gibi belirtiler görülebilmektedir.
Kanser
Kanser hücrelerin anormal biçimde çoğalmaları sonucu oluşan malin tümör/neoplazmlara bağlı olarak ortaya çıkan çok sayıda farklı hastalık için kullanılan ortak bir terimdir. En sık görülen kanserler akciğer, meme, kalın bağırsak/kolorektal, prostat, deri ve mide kanserleridir. Bahsedilen anormal hücre yığınları/tümörlerin büyüyerek çevre doku ve diğer organlara yayılması metastaz olarak bilinmektedir. Kansere bağlı ölümlerin ana nedeni metastazlardır. Kanser tüm dünyada en sık ikinci ölüm nedenidir, 2018 yılında kansere bağlı olarak 9.6 milyon kişinin yaşamını yitirdiği tahmin edilmektedir. Kansere bağlı ölümlerin yaklaşık %70’i düşük ve orta gelirli ülkelerde görülmektedir. Kansere bağlı ölümlerin üçte birinin yüksek beden kitle endeksi, düşük sebze-meyve tüketimi, yetersiz fiziksel aktivite, sigara ve alkol kullanımı gibi diyet/davranışsal etmenlere bağlı olarak gerçekleştiği bildirilmektedir. Bunlar içinde sigara/tütün kullanımı kansere bağlı ölümlerin %22’sini oluşturan en önemli risk etmenidir. Hepatit ve human papiloma virüsü (HPV) gibi enfeksiyonlar da düşük-orta gelirli ülkelerde görülen kanserlerin %25’ini oluşturmaktadır.
Kanser olgularının çoğu geç evrelerde tanı almakta, yeterince tedavi edilememektedir. Kanserin çeşitli genetik ve çevresel (kimyasal, fiziksel ve biyolojik kanserojenler) risklerin etkileşiminden kaynaklandığı bilinmektedir. Ayrıca yaşlanma da kanser gelişimi açısından önemli bir risk etmenidir.
Kanserlerin %30-50’si risk etmenlerinin kontrol edilmesi ile önlenebilmektedir. Sağlıklı beslenme, yeterli fiziksel aktivite, aşılama, mesleki maruziyetlerin önlenmesi, güneş ışınlarına ve radyasyona maruziyetin azaltılması başlıca önleme yöntemleridir. Örneğin akciğer kanseri riskini arttıran asbest maruziyetinin önlenmesi önemlidir. Ayrıca kanserin erken evrede tanınıp tedavi edilmesi de tedavi başarısını ve sağ kalımı arttırmaktadır. Bu nedenle toplumsal ölçekli kanser taramaları ve bilinçlendirme amaçlı eğitimler gereklidir.
Diyabet
Diyabet pankreasın kan şeker seviyesini düzenleyen insülin hormonunu yeterince salgılayamaması ya da insülinin vücutta yeterince kullanılamaması nedeniyle ortaya çıkan yüksek kan şeker düzeyiyle özellikli kronik bir hastalıktır. Çeşitli genetik ya da çevresel etmenlere bağlı olarak geliştiği bilinmektedir.
Diyabet yıllar geçtikçe daha önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmektedir. Tüm dünyada diyabet oranları giderek artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü 2014 yılında tüm dünyada erişkinlerdeki diyabet oranının %8.5’e çıktığını bildirmiştir. Özellikle düşük-orta gelirli ülkelerde diyabetin yaygınlığı artmaktadır. 2016 yılında 1.6 milyon kişinin diyabet nedeniyle öldüğü, diyabetin en sık yedinci ölüm nedeni olduğu açıklanmıştır.
Kan şekerinin yüksekliği hiperglisemi olarak bilinmektedir. Diyabet gibi uzun süreli hiperglisemi durumları başta dolaşım ve sinir sistemi olmak üzere vücutta birçok organ ve sistemi olumsuz etkilemektedir. Bu hastalarda kalp-damar hastalıkları ve inme gibi durumlar sık görülmektedir. Ayrıca böbrek yetmezliği, ellerde ve ayaklarda duyu kaybı (diyabetik nöropati), yara iyileşmesinde gecikme, diyabetik retinopati olarak bilinen görme bozuklukları gibi komplikasyonlar ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla hastalar bahsedilen muhtemel komplikasyonlar açısından da izlenmelidir.
Diyabetin iki farklı çeşidi bulunmaktadır. Tip 1 Diyabet (İnsüline bağlı, çocukluk çağı başlangıçlı diyabet olarak da bilinir.) insülinin yetersiz salınımı ile ilişkili olup hastaların insülin takviyesi almaları gereklidir. Sık idrara çıkma, çok su içme, kilo kaybı, iştah artışı, halsizlik ve görme bozuklukları gibi belirtilerle seyretmektedir. Tip 2 Diyabet (İnsüline bağlı olmayan ya da erişkin başlangıçlı olarak da bilinir.) ise vücutta insülinin yetersiz kullanılmasına bağlı gelişir.
Diyabet hastalarında depresyon ve kaygı bozuklukları gibi çeşitli ruhsal bozukluklar sık görülmektedir. Bu hastalarda diyete uyum sağlamak, insülin enjeksiyonlarını düzenli yapmak ve kan şekerini takip etmek oldukça önemlidir. Ancak ruhsal sorunlar eşlik ettiğinde bu süreç aksayabilmektedir. Diyabetik hastalarla motivasyon sağlayıcı görüşmelerin yapılması, diyet ve tedavi süreçlerine yönelik eğitim verilmesi, sık sık kontrole çağrılması, sosyal-ailesel desteğin artırılması gibi yöntemlerle yaşanabilecek sorunlar engellenebilmektedir. Ayrıca ruhsal bozuklukların taranması ve sorun yaşayan hastaların tedavi için psikiyatri hekimlerine yönlendirilmeleri de söz konusu olmaktadır.
İnme
İnme tüm dünyada gerçekleşen ölümlerin en sık ikinci nedeni olup beyin damarlarında meydana gelen tıkanıklık ya da kanamaya bağlı olarak beyin dokusunun hasar görmesi ve çeşitli nörolojik belirti ve bulguların gelişmesi durumudur. Dünyada yılda 17 milyon kişinin inme geçirdiği, Türkiye’de ise bu sayının 2015 yılında 38000 olduğu bildirilmiştir.
Tıkanıklığa bağlı oluşan inmeler iskemik, kanamaya bağlı oluşanlar hemorajik olarak tanımlanmaktadır. İskemik inmeler hemorajik olanlara kıyasla daha sık görülmektedir ancak hemorajik inmeler daha fazla ölüme ve sakatlığa yol açmaktadır. Özellikle düşük-orta gelirli ülkelerde erken yaşta gelişen inme sıklığı son yıllarda artmaktadır. Sessiz inme olarak tanımlanabilen, belirti vermeyen, ancak beyinde hasara yol açan inme durumları da söz konusudur.
Obezite ve Metabolik Sendrom
Obezite ya da aşırı kilolu olma harcanandan daha fazla kalori alınmasına bağlı olarak vücutta anormal yağ birikimi olmasıdır. Kişinin normal kilosunu belirlemek için beden kitle endeksi (BKE) adı verilen bir ölçüm yöntemi kullanılmaktadır. Beden kitle endeksi (kg/m2 ) kişinin vücut ağırlığının boyunun karesine bölünmesi ile elde edilmektedir. Buna göre BKE ? 25 olan erişkinler aşırı kilolu, ? 30 olan kişiler ise obez olarak sınıflandırılmaktadır. Çocuklarda ise bu durum yaşa göre değişim göstermektedir.
Obezitenin başta kalp-damar hastalıkları olmak üzere, diyabet, kas-iskelet sistemi hastalıkları ve kanser gelişimi ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Ayrıca yapılan çalışmalar obezite ile depresyon arasındaki ilişkiye de işaret etmektedir.
Metabolik Sendrom
Metabolik sendrom tüm dünyada sık görülen (%10-40) bir durumdur. Bel çevresinde kalınlaşma (kadınlarda ? 88 cm, erkeklerde ? 102 cm), kan lipid düzeylerinde bozukluk (HDL düşüklüğü, trigliserid yüksekliği), kan basıncında yükseklik, açlık kan şekerinde yükseklik gibi belirti ve bulgularla seyretmektedir. Hem kalp-damar hastalıkları hem de Tip 2 Diyabet için risk etmenidir. Metabolik sendromu olan hastalar genellikle obez olup hareketsiz bir yaşam süren kişilerdir.
Kronik tıbbi durumların sağaltımında karşılaşılan en önemli sorun hastaların tedaviye uyum göstermemesidir. Hastalar ilaçlarını düzenli kullanmayabilir, diyet ya da egzersiz programlarına uymayabilir ya da hekimlere düzenli başvurmayabilirler. Yapılan çalışmalar hastaların yaklaşık olarak yarısının tedaviye uyum göstermediğine işaret etmektedir. Diyet, egzersiz, sigarayı bırakma gibi yaşamsal değişikliklere uyumun ise çok daha düşük olduğu bildirilmektedir. Hastalar var olan hastalıklar ve tedaviler hakkında yeterince bilgi sahibi olmayabilirler, hastalıklarını inkar edebilirler ya da tedaviye uyum sağlayamayacakları veya fayda göremeyeceklerini düşünüp “öğrenilmiş çaresizlik” hali yaşayabilirler. Bununla beraber hastalar “akılcı uyumsuzluk” durumu da gösterebilirler. Diğer bir deyişle tedavinin kendilerine uygun olmadığını ya da zarar verdiğini düşündükleri için tedaviye uyum göstermeyebilirler. Ayrıca özellikle yaşlı hastalar ve/veya nörolojik/psikiyatrik hastalığı bulunan hastalar bilişsel kusurları nedeniyle de tedavinin gerekliliğini kavrayamayabilir ya da tedavilerini tek başlarına düzenli olarak alamayabilirler. Hastaların tedaviye uyumunu etkileyen birçok etmen bulunmakla beraber hastanın tedavi ekibi ile güvene dayalı ilişki kurması, tedavi ekibinin hastaya empatik yaklaşımlarda bulunması ve doğru iletişimin tedaviye uyumu olumlu etkilemede önemli unsurlar olduğu bilinmektedir.