HUKUK SOSYOLOJİSİ - Ünite 2: Sosyolojiden Hukuk Sosyolojisine Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Sosyolojiden Hukuk Sosyolojisine

Bilimlerin Sınıflandırılması ve Bu Sınıflandırmada Hukuk Sosyolojisinin Yeri

Günümüzde büyük oranda anlamını kaybetse de bilimler farklı ölçütler esas alınarak çeşitli gruplara ayrılmıştır. Bunlardan biri ve en çok kabul göreni “aksiyomatik” ve “pozitif” bilimler ayrımıdır. Başta aksiyomlar olmak üzere önceden doğru sayılan bilgilerden ya da önsayıltılardan yola çıkarak bilgi üreten aksiyomatik bilimler matematik ve mantıktır. Bu bilimlerde içeriksel doğruluk değil, önermelerin birbirleriyle olan mantıksal doğruluk bağlantısı esas alınır. Pozitif bilimler ise adlarından da anlaşılacağı üzere, ortaya yeni bilgiler koyan, yenilik yaratıcı disiplinlerdir. Pozitif bilimler de kendi içinde doğa bilimleri (natural sciences) ya da fizik bilimler(physical science) ve sosyal bilimler(social sciences) ya da davranış bilimleri (behavioral sciences)olmak üzere iki alt kümeye ayrılmaktadır.

Doğa Bilimleri

Astronomi, fizik, kimya ve biyoloji gibi disiplinlerden oluşan ve amacı doğaya hükmeden yasaları keşfetmek olan doğa bilimleri esas olarak “doğa olayları ile ilgilenen ve bilimsel yöntemleri kullanan disiplinler” olarak tanımlanmaktadır.

Doğa bilimlerinin bu amacı ile varlığı arasında zorunlu bir ilişki vardır. Başka bir ifadeyle doğa bilimleri varlıklarını, evrensel ve değişmez doğa yasalarına borçludur. Bu yasalar, tek tek olayların gözleminden hareket edilerek ve nedensellik ilişkisi kurularak keşfedilir. Ancak genelgeçer bir yasaya ulaşılması için yapılan gözlemler doğal olarak sonsuz sayıda değildir. Bu nedenle, doğa bilimlerinde zorunlu olarak gözlemlenmiş örneklerin sınırı aşılır ve tümevarımla tüm durumları kapsayacak bir genelleme yapılır. Nitekim “Su 0 santigrat derecede donar, 100 santigrat derecede kaynar” ya da “su iki hidrojen ve bir oksijen atomundan oluşur” gibi doğa yasaları geçmişi, bugünü ve geleceği kapsayan tüm örneklerin gözlemlenmesiyle keşfedilmiş değildir. Sadece sayısız örnekten hareketle –tümevarımla- böyle bir doğa yasası olduğunu iddia eder. Doğa bilimleri, doğa yasalarını keşfettiklerini iddia etmekle kalmaz, aynı zamanda tümdengelimle henüz gözlemlenmemiş olaylarda da bu doğa yasalarının işleyeceği, dolayısıyla sonucun nasıl olacağı konusunda çıkarımlar yapar. Doğa yasası “olan” ve “olması gereken” ayrımını da ortadan kaldırır. Başka bir ifadeyle “olan” ile “olması gerekeni” eşitler. “Su 0 santigrat derecede donar, 100 santigrat derecede kaynar” şeklindeki doğa yasası “olanı” ve “olması gerekeni” aynı anda ifade eder. Biz bunu kabul eder, ona göre tavır takınırız. Doğa kanununu işimize yaramadığı için ya da hoşumuza gitmediği için yok saymaz, onu değiştirmeye çalışmayız. olduğuna dair inançtır.

Sosyal Bilimler

Ekonomi, sosyoloji, siyaset bilimi, antropoloji, psikoloji ve hukuk gibi disiplinlerden oluşan sosyal bilimler “toplumu, sosyal grupları, sosyal ilişkiler içindeki

bireyleri, sosyal kurumları, insanlığın birlikteliğinin ifadesi olan kültürel ürünleri inceleyen disiplinler” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım sosyal bilimlerin tüm yönleriyle kavranmasının doğa bilimleri kadar kolay olmadığını göstermektedir. Gerçekten de sosyal ilişkiler içindeki birey davranışlarını kavramak, kimyasal reaksiyonları kavramaktan çok daha zordur. Bunun en önemli nedeni sosyal bilimlerin, bilinçli varlıkların ilişkilerinin ürünü olan sosyal ilişkileri, olayları ve olguları incelemeye çalışmasıdır. Bununla birlikte önkoşulların kolayca değişmesine neden olabilecek bilinç öğesinin varlığı, sosyal olayların kararlı olmadığı ve bu alanda doğa yasalarına benzer sosyal yasaların bulunmadığı şeklinde anlaşılmamıştır. Bu durum daha çok doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasında bir nicelik ya da derece farkı olarak görülmüştür. Buna rağmen sosyal bilimcilerin büyük çoğunluğu, doğa bilimlerinde başarısı kanıtlanmış olan bilimsel yöntemlere başvurularak bu zorlukların aşılabileceğine ve bu sayede insan davranışlarının ve sosyal süreçlerin tahmininin mümkün olabileceğine inandılar. İnsan davranışlarının ve sosyal süreçlerin sistematik bilgisinin deneysel olarak sebepsonuç ilişkileri çerçevesinde sınanabileceği inancı, doğa bilimleri disiplinleri tarafından kullanılan sistematik gözlem, ölçme ve deneyden oluşan bilimsel yöntemlerin sosyal bilimlerde de kullanılmasına neden olmuştur.

Bir Pozitif Bilim Olarak Hukuk Sosyolojisi

Hukuk sosyolojisi, genel sosyolojinin bir uzmanlık dalıdır ve ilgilendiği sosyal olgu “hukuk”tur. Hem toplumsal yaşamın bir sonucu olan, hem de insan iradesine etkide bulunarak davranışlarına yön veren hukukun bu yönünün, neden-sonuç, etki-tepki ilişkileri bakımından incelenmesi, toplumsal gerçekliğin diğer kısımlarıyla bağlantısının araştırılması ister istemez sosyolojik yöntemlerin kullanılmasını gerektirir. Bu durum, hukuk dediğimiz birtakım davranış kurallarının ve ilkelerinin, sosyoloji adı verilen bir “olaylar ve olgular” bilimi tarafından incelenmesi anlamına gelmektedir.

Hukuk net bir biçimde değer yargısı içerirken, sosyoloji değerlerden bağımsız, olayları ve olguları nedensellik ilişkisi içinde açıklamaya çalışır. Hukuk “olması gereken nedir?” sorusuna cevap ararken sosyoloji “hangisidir?” sorusuna cevap arar. Bu nedenle hukukun sosyolojik olarak ele alınmasında mantıksal bir imkânsızlık olduğu ileri sürülmüştür. Zira olandan olması gereken ya da olması gerekenden olan çıkarılamaz. Bu negatif bakışın temsilcilerinden ünlü Alman hukukçu Kelsen, “hukukun sosyolojik bir kavramı, biyolojik bir fenomenin matematiksel bir kavramı kadar ya da serbest düşen bir cisim gibi fiziki bir olayın ahlaki bir kavramı kadar imkansızdır” diyerek hukuk sosyolojisi oluşturma çabalarına açıkça tavır almıştır. Ancak bu tavır bizlerin, insanların sergiledikleri davranışları sürekli değerlendirmemize, onlar için iyi-kötü, haklı-haksız, adilane-zalimane gibi sıfatlar kullanarak değer biçmemize engel olmamaktadır.

İlk bakışta mantıklı gibi görülen Kelsenci bakış açısı aslında şunu ileri sürmektedir: Söz konusu değer ölçütlerinin içeriğinin öğrenilmesi yeterlidir; nasıl ortaya çıktıkları bilinemeyeceğinden bilimi, dolayısıyla bizi ilgilendirmemektedir. Oysa insanın, ahlak ve hukuk gibi değer ölçütlerinin hangi nedenlerle ortaya çıktığını izah etmeye çalışması, güneş tutulmasının nedenlerini izah etmeye çalışması kadar mantıki ve bilimsel bir faaliyettir. Bu bakımdan söz konusu faaliyeti yerine getiren hukuk sosyolojisi, sosyal bilimler arasında sayılan sosyolojinin bir alt dalı olarak pozitif bilimler içinde yer alır.

Dogmatik Hukuk Bilimi ve Hukuk Sosyolojisi

Hukuk kuralları, “dogmatik hukuk bilimi(pozitif hukuk bilimi)” tarafından incelenir. Kendisine “hukuk dogmatiği” de denen bu bilime göre hukuk, “toplum hayatında kişilerin birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerini düzenleyen ve uyulması kamu kudreti ile desteklenmiş bulunan sosyal kurallar bütünü” olarak tanımlanır. Bu nedenle dogmatik hukuk bilimi, belirli bir yer ve zamanda yürürlükte bulunan kuralları birer “dogma (doğruluğu tartışma götürmeyen ilke)” olarak ele alarak; mantık ve muhakeme aracılığıyla inceler, açıklar, yorumlar, birbirleriyle olan ilişkilerini, bağlantılarını ortaya koyar ve boşlukları belirleyip doldurur. Ayrıca, toplumsal gerçeklikteki benzer bir takım ilişkileri “kavramlar” aracılığı ile(kişilik, ehliyet, yetki, butlan, sözleşme, vasiyet, kast, ihmal vb. gibi) tipleştirir, sınıflar ve böylece benzer ilişkilerin aynı hükümlere tabi olmasını sağlar.

Görüldüğü üzere dogmatik hukuk bilimi niteliği itibariyle hukuki kural, kavram ve içtihatların toplumsal gerçekliğe ne denli uyduğunu, toplumsal gerçeklik üzerinde ne denli etkide bulunduğunu araştırmaz. Dogmatik hukuk biliminin bakış açısına göre, hukuken düzenlenmeye muhtaç her konunun hukuk kurallarıyla düzenlendiği, yürürlükte bulunan tüm hukuk kurallarının fiilen uygulanma şansına sahip olduğu, tüm insanların pozitif hukuk kurallarının kendilerine tanıdığı yetki, hak ve hürriyetlerden yararlandığı kabul edilir.

İşte dogmatik hukuk bilimi açısından esas ve gerçek olan bu hükümlerdir. Herkes kanun önünde eşittir, istediği yere yerleşebilir ve seyahat edebilir, dilediği mesleği ve dini seçebilir, on yedi yaşını doldurmadan evlenemez. Bunlar dogmatik hukukun gerçekleridir. Yoksa bazı kişilerin sosyal, ekonomik, kültürel birtakım sebeplerle ya da ırk, cinsiyet, dini inanç, siyasi görüş gibi çeşitli faktörlerin etkisiyle bu hak ve yetkilerden yararlanamaması ile ilgilenmez. Yine pozitif hukuk düzenince onaylanmadığı halde, kişilerin sımsıkı bağlı olduğu örf ve adet kuralları ile insanların kanun maddeleri ya da mahkeme kararları olmaksızın, kendi kendilerine icat ve kabul ettikleri bir takım kurallara uygun olarak, hukuki nitelikteki bazı işleri görmeleriyle ilgilenmez. Hukukun, kendisinin doğmasına neden olan sosyal gerçeklikten soyutlanarak mantık ve muhakeme aracılığıyla incelenmesi, açıklanması, yorumlanması ve tipleştirilmesi elbette, başlı başına bir disiplin olmayı hak etmektedir. Bununla birlikte dogmatik hukuk bilimi, hukuka dair bilgiye ulaşmak için yeterli ve tek yol değildir.

Sosyolojik Açıdan Hukuk: Yaşayan Hukuk

Sosyolojik bakımdan hukuk şöyle tanımlanabilir: “Hukuk, ihlali durumunda, sosyal yönden yetkili kabul edilen bir kişi ya da grubun tehdidi veya fiziki zorlaması ile karşı karşıya kalınmasına neden olan kurallar”. Bu tanımın dogmatik hukuk bilimi açısından kabul edilemez tarafı, yaptırım uygulamaya yetkili olana ilişkindir. Her iki tanımda da söz konusu kuralların ihlali durumunda bir yaptırım dikkat çekmektedir. Ancak bu yaptırım dogmatik hukukçulara göre mutlaka “devlet” eliyle olması gerekirken, hukuk sosyologlarına göre bu zorunlu değildir. Bu zorlama, toplumdan da kaynaklanabilir. Bununla birlikte bu zorlamanın niteliği din, görgü, ahlak kurallarından farklıdır. Sosyolojik anlamda hukuk kuralını ihlal eden ayıplamakla, kınamakla kalmaz; ceza görmek, bir şey yapmaya zorlanmak, toplumdan atılmak, öldürülmek gibi fiili bir karşılığa maruz kalır.

Hukukun tanımına ilişkin bu farkın nedeni hukuk sosyolojisinin, hukuku bir sosyal olgu olarak ele almasından kaynaklanmaktadır. Devlet tarafından bir kuralın yürürlüğe konulmuş olmasına değil, o kuralın “etkin” olmasına bakmasının nedeni de budur. Etkinlik ile kastedilen, kuralın gerçekten uygulanıyor olmasıdır. İnsanlar hukuk olarak nitelendirilen kurallara dayanarak hukuki ilişkilere giriyor, işlemler yapıyor, bu kurallardan doğan anlaşmazlıklar için hakeme ya da mahkemeye başvuruyorsa, ortada etkin bir hukuk vardır. Eugen Ehrlich buna “yaşayan hukuk” adını verir. O’na göre hukuk sosyoloğunun ilk görevi hukuki önermeler haline gelmemiş olsalar bile yaşama egemen olan bu hukuku ortaya çıkartmak olmalıdır. Bu nedenle dikkatini bir anatomist ya da fizyolog gibi soyut olana değil somut olana yöneltmelidir. Bu hukuka ilişkin bilgilerin birinci kaynağı modern hukuki belgeler, ikinci kaynağı ise yaşama, ticarete, teamüllere, insanların oluşturduğu örgütlere, örf ve âdete ilişkin gözlemlerdir.

Yetkili Organlarca Yürürlüğe Konmuş Olan Hukukun Etkin Kısmı

Günümüzde yaşayan hukukun en büyük parçası yetkili organlarca yürürlüğe konmuş hukukun etkin olan, yani kendisine uyulan kısmıdır. Yaptırımları ne kadar ağır olursa olsun, yetkili organlarca yürürlüğe konmuş ama uygulanmayan kurallar hukuk sosyolojisi bakımından “ölü kurallar” ya da “kağıt üzerinde kalan kurallar(paper rule)” olarak nitelendirilir ve yaşayan hukukun dışında bırakılır. Ancak bu durum onların niçin uygulanmadıklarının sosyolojik olarak araştırılamayacağı anlamına gelmez.

Mahkeme Kararları

Mahkeme kararları da yaşayan hukuk içinde yer alır. Hukuk sosyolojisi onları birer “sosyal olgu” olarak ele alır ve inceler. Yargıçlar olayları ve delilleri nasıl değerlendiriyorlar? Bu konuda tamamen objektif olabiliyorlar mı? Yoksa hukuk dışı başka faktörlerden etkileniyorlar mı? Mahkeme kararlarının doğurduğu fiili sonuçlar nelerdir? Bu sonuçlar hukukun yöneldiği amaca uygun mudur? gibi birçok soruyu sormak ve cevaplamak hukuk sosyolojisine düşmektedir.

Örf ve Adet Hukuku

Örf ve adet hukuku, kendiliğinden doğan hukukun tipik örneği olarak yaşayan hukukun içinde yer alır. Yetkili organlar tarafından konulmuş hukuk kuralları için söz konusu olan etkin olmama durumu, örf ve adet hukukunda karşımıza çıkmaz. Bunun nedeni bir kuralın örf ve adet kuralı olabilmesi için taşıması gereken unsurlardan birinin sürekli uygulanıyor olmasıdır. Uygulanmayan ya da bazen uygulanıp bazen uygulanmayan kurallar yaşayan hukuk açısından örf ve adet niteliğinde değildir. Dogmatik hukuk bilimi açısından örf ve adet hukukunun kabulü devlet desteğine sahip olmasına ve pozitif hukuk düzenine aykırı olmamasına bağlıdır. Oysa hukuk sosyolojisi açısından devlet desteğinden yoksun olanlar, hatta suç sayılıp cezalandırılan birtakım örf ve adet kuralları bile yaşayan hukuka dâhildir ve incelenmelidir. Elbette bu incelemenin amacı söz konusu kuralları haklı çıkarmak ya da onlara meşruiyet kazandırmak değildir. Amaç onların mahiyetini anlamaktır. Acaba ceza tehdidine rağmen insanlar neden bu tür kurallara uygun hareket etmektedir? Örneğin ülkemizde “kan gütme”, “başlık parası”, “imam nikâhı”, “çok karılılık” alınan tüm tedbirlere rağmen niçin belli bölgelerde halen hüküm sürmektedir? Medeni Kanunun emredici hükmüne rağmen neden birçok yörede kız çocuklar hiç miras alamamakta ya da erkekten daha az miras almaktadır? Bu sorunların gerçek nedenleri bilinmeden bu alanlarda alınacak tedbirler yetersiz kalacaktır.

Spontane Hukuk

Örf ve adet hukukunun dışında hemen veya kendiliğinden doğan “spontane” hukuk kuralları da yaşayan hukuk içinde yer alır. Hukuk kurallarının oluşturulması olup bitmiş bir şey değildir. Hukuk her gün her an oluşum halindedir. Yaşam koşullarında ortaya çıkan değişiklikler, ekonomik, siyasi ve bilimsel gelişmeler her gün her an acil çözüm bekleyen yeni sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle toplum içindeki çeşitli ilişkiler, aile, dernek, sendika, siyasi parti ve şirket gibi çeşitli gruplar, yetkili organlar tarafından konulmuş hukukun ya da mahkeme kararlarının yetersiz kaldığı durumlarda, ağır işleyen yasama faaliyetini beklemeksizin, kendi hukuklarını oluştururlar. Bu yolla oluşturulan hukuk önce ilgililer çevresine yerleşir; uygulana uygulana örf ve adet kuralına dönüşür. Hatta bir süre sonra kanun koyucu tarafından benimsenerek yetkili organlarca konulan hukuk kuralları haline de gelebilir. Başlangıçta küçük bir çevrenin benimsediği bu kurallar, örf ve adet kuralına ya da yetkili organ tarafından konulan hukuk kuralına dönüşmeden önce de uyulan etkin kurallardır. Bunların etkinliğini menfaat ilişkilerinin kesilmesi, boykot, gruptan atılma gibi çeşitli sosyal tepkiler sağlar. Modern faiz hükümleri, sigorta hukuku, anonim şirketler hukuku, grev hakkı ve sendika kurma hakkı spontane hukukun sonradan yetkili organ tarafında konulan hukuk haline gelmesine örnek olarak verilebilir.

Hukuk Sosyolojisinin Önemi, Araştırma Süreci ve Konusu

Hukuk Sosyolojisinin Önemi

Realite ile ide arasında yer alan hukuka dair tam bir bilgiye sahip olabilmek, onun tüm veçhelerinin aydınlatılmasıyla mümkündür. Aksi bir tutum onun bir ya da iki cephesinin karanlıkta kalmasına neden olur. İşte hukuk sosyolojisi hukukun uzun yıllar karanlıkta kalan bir cephesini aydınlatma ve tam bir hukuk bilgisine ulaşmanın önündeki engelleri ortadan kaldırmaktadır. Bu engeller kaldırılmadan resmen yürürlükte olan bazı hukuk kurallarına neden uyulmadığı, ceza kanunları tarafından suç olarak kabul edilen bazı davranışların neden meşru eylemlermiş gibi aleni olarak sürekli tekrarlandığı, herhangi bir hukuki yaptırımla desteklenmediği halde insanların neden bazı kurallara bağlı olarak hareket ettiklerini anlamak olanaksızdır. Bunu anlamadan girişilecek yasama faaliyeti çoğu zaman başarısızlığa mahkûmdur. Nitekim yasama faaliyetinde başarı, hukuk ile toplumsal yaşam arasındaki uyumun sağlanmasına bağlıdır. Söz konusu uyumsuzluğun nedenlerinden biri kanun koyucuların toplumsal gerçeklik hakkındaki bilgisizlikleridir. Bu bilgisizliğin giderilmesinin en etkili yollarından biri hukuk sosyolojisinin yardımına başvurmaktır.

Hukuk Sosyolojisinde Araştırma Süreci

“Bilim” sözcüğü, Türk Dil Kurumu Sözlüğünde “evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre sosyoloji bilimsel bir çabadır. Çünkü o da evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçmektedir ve ampirik yöntemlere başvurarak elde ettiği verilerden hareketle kuramlar geliştirmektedir. Elbette insanları incelemek, fiziksel, kimyasal ya da biyolojik bir olayı incelemekten çok daha zordur. Bunun sebebi insanların irade sahibi olması yaptıklarına anlam ve amaç yüklemesidir. Örneğin bir ölümün intihar olarak tanımlanabilmesi için, söz konusu kişinin ölümüne sebep olan hareketi hangi niyetle yaptığının bilinmesi gerekmektedir. Bir kişi kendisini öldürmek niyetiyle bir arabanın önüne atar ve ölürse intihar etmiş olur. Kişi kazara bir arabanın önüne çıkar ve ölürse o kişinin intihar ettiği söylenemez. Ancak bu zorluk sosyolojinin bilim olarak nitelendirilmesine ve bilimsel yöntemi kullanmasına engel değildir.

Genel olarak bilimsel yöntemi kullanan sosyolojide araştırma süreci, bütün diğer araştırmalarda olduğu gibi araştırma sorununun tanımlanması ile başlar. Daha sonra sorun kesin ve açık bir biçimde ifade edilir. Bundan sonra araştırmacı

  • nicel ya da nitel yöntemlerden hangisinin tercih edileceği,
  • araştırma evreninin ve örneklemin nasıl olacağı,
  • anket, görüşme, gözlem, deney, belge tarama vs

gibi veri toplama tekniklerinden hangisi ya da hangilerinin kullanılacağına karar verdiği bir araştırma tasarımı oluşturur. Bunu araştırmayı yapmak takip eder. Araştırma yapıldıktan sonra elde edilen veriler akıl yürütme ilkelerine uygun olarak yorumlanır ve soruna bir cevap verilir. Nihayetinde bu araştırma rapor haline getirir.

Hukuk Sosyolojisinin Konusu

Bir önceki bölümde ifade edildiği üzere hukukun üç veçhesinden ikisini aydınlatmaya çalışan hukuk felsefesi ve dogmatik hukuk bilimi değerler ve normlar gibi soyut konularla ilgilenmektedir ve hukukun sosyal yaşamla ilişkisini ihmal etmektedir. Hukuku sadece uygulamak değil, aynı zamanda bilmek isteyen hukukçunun yapması gereken şey onun karanlıkta kalan bu yönünü aydınlatmak olmalıdır. Bu yapılmadan, yani hukukun sosyal yaşamla ilişkisi kurulmadan hukuka ilişkin tam bir bilgiyeHukuku hem toplumsal yaşamın ve yapının bir ürünü olarak, hem de insan davranışlarına yön vererek toplumsal yaşamın bir belirleyicisi olarak ele alan hukuk sosyolojisinin konu ve alanının belirlenmesinde Geroges Gurvitch’in önemli katkıları olmuştur. Bu bilim dalına yaklaşımı, büyük oranda ülkemizdeki hukuk sosyologları tarafından da benimsenen Gurvitch’e göre, hukuk sosyolojisi üç konu ile ilgilenir:

  • Sistematik hukuk sosyolojisi tarafından incelenen hukuk olgusunun gerçek(maddi) kaynakları,
  • Hukuk tipolojisi ya da diferansiyel hukuk sosyolojisinin ele aldığı grup ya da topluluklarda karşımıza çıkan hukuk tipolojileri, başka bir ifadeyle hukukun sosyal topluluk tiplerine göre farklılaşması,
  • Jenetik hukuk sosyolojisinin inceleme alanına giren hukukun zaman içindeki değişimi

Hukuk sosyolojisi bu üç konu ile ilgilenirken ve sosyal gerçekliği anlamaya çalışırken aşağıdaki gibi sorulara cevap arar: Hukukun gerçek kaynakları nelerdir? Hukuki müesseseleri oluşturan toplumsal ilişkiler hangileridir? Belirli özelliklere sahip grup ya da topluluklar ne tip bir hukuk yaratmaktadır? Grup hukukunun belirleyicileri nelerdir? Sosyal koşullar ile hukuk arasında nasıl bir etkileşim vardır? Hukuk kurallarının değişmesine neden olan etkenler nelerdir? Coğrafi konum, iklim, nüfus yoğunluğu, cinsiyet, din, mezhep, örf ve adet, bilim, teknoloji, dünya görüşleri, felsefi inançlar, fikirler, ideolojiler, ekonomik ve siyasal yapı, yasa koyucu, yargıç, savcı, avukat, noter, polis, infaz memuru ile hukuk arasında nasıl bir etkileşim vardır? Hukuk kuralları toplumsal yaşamı nasıl etkiliyor? İnsan davranışlarını nasıl yönlendiriyor? İşte bu ve benzeri soruların cevabını araştıran hukuk sosyolojisi hukukun klasik yöntemi olan ilkeden olguya, ya da kuraldan olaya inen tümdengelimi terk eder ve gözleme, hatta deneye dayanarak elde ettiği verilerden birtakım genellemelere, yasalara ulaşmayı öngören tümevarım yöntemine başvurur. Bu tür bir çalışma, herhangi bir çıkar gözetmeyen ve teorik bilgiye ulaşmaya çalışan saf bir bilimsel çabayı ifade eder. Söz konusu çabanın sadece teorik bilgiye ulaşma amacına yönelik olması onun “teorik hukuk sosyolojisi” olarak isimlendirilmesine neden olmuştur. Bununla birlikte teorik hukuk sosyolojisi tarafından yapılan çalışmalardan elde edilen bilgilerden toplumsal sorunların çözümünde nasıl faydalanılacağı başka bir faaliyeti gerektirmektedir. Hukuk sosyolojisinin bir başka bölümünü oluşturan bu faaliyet “Pratik hukuk sosyolojisi” olarak adlandırılmaktadır.