HUKUK TARİHİ - Ünite 1: Kadim Dönemler Hukuku Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Kadim Dönemler Hukuku

Giriş

Hukuk tarihi, hukukun gelişimini hukuk biliminin henüz ortaya çıkmadığı dönemlerden başlayarak inceler. Hukuk kuralları ve kanunlar denince, hukuk disiplinin mevzuu olan, onun sayesinde var oldukları, onun tarafından oluşturuldukları düşünülen kurallar anlaşılmaktadır. Hukuk disiplini olduğu için hukuk kuralları var değildir; aksine, hukukî olaylar ve hukuk kuralları var olduğu için bunları incelemeyi kendisine konu edinen hukuk disiplini ortaya çıkmıştır. Bir toplum hukuk ilmi olmadan da yaşayabilir, nitekim binlerce yıl da böyle yaşamıştır; ancak hukuksuz bir toplum düşünülemez. Çünkü insanın ve toplumun olduğu yerde, kişiler ve guruplar arasında çatışma ve ihtilafların olması da kaçınılmazdır.

Hukuk tarihinin bir diğer konusu ve amacı ise insanlık tarihi boyunca hukuk düzeninin gelişme ve tekâmül safhalarını göstermektir.

Yazılı tarihin başlangıcı en azından bin yıl öncesine gitmektedir. Bu dönemin tamamına yakın bir bölümünde, insanlık tarihinin mihveri, hep Ön Asya’nın Verimli Hilâl denen bölgesi olmuştur. Mezopotamya Uygarlığı’nın temellerini Sümerler atmış, daha sonra Akkadlar ve Bâbilliler bu Uygarlığı benimseyip geliştirmiştirler. Sümer-Bâbil Uygarlığı da daha sonra gelen Assur ve Kalde uygarlıklarına temel teşkil etmiştir.

Sümer’de ve Akkad’da Hukuk

Sümer kralları, özellikle Akkad kralı Sargon ve daha sonra Hammurabi gibi hükümdarlar, asırlar boyu Mezopotamya’da süre gelen teokratik, site ve tapınak temelli devlet yönetimine teorik planda olmasa da, fiilen son vermiş ve yerine bürokrasiyle yönetilen güçlü bir merkezî devlet modeli ortaya koymuşlardır.

Mezopotamya yasaları konusunda takribi tarihleri göz önünde tutularak şöyle bir sıralamaya gidilebilir:

  • Sümerce yazılmış yasalar: Urukagina (2350); UrNammu (2100); Ana-İttişu (2000) ve Lipit-İştar (1900) Yasaları.
  • Akkadca yazılmış yasalar : Eşnunna (1770) ve Hammurabi (1750) Yasaları.
  • Orta Assur Yasaları (1450-1250) ve Yeni Bâbil Yasaları (625-539).

Sümer tarihinin ve insanlığın bilinen en eski yazılı hukuk kuralları Urukagina Yasalarıdır.

Sümer hukuku aileye büyük önem vermekte, karı-koca ve çocuklar arasındaki görev ve sorumluluklara ilişkin karşılıklı ve dengeli kurallar koymaktadır. Evli kadın, kendi malik olduğu mallar üzerinde dilediği gibi tasarruf hakkına sahip bulunmaktadır. Çocuklar üzerinde velâyet hakkı esas itibarıyla babaya tanınmıştır. Ancak babadan sonra velayet anaya, ana ve babanın ölümü halinde ise en büyük çocuğa devredilmektedir.

Sümer hukuku, evlenmeyi, tek taraflı bir akit olarak kabul etmiştir. Aileler arasında mutabakat sağlandıktan sonra, evlenecek erkek, şahitlerin huzurunda, evleneceği kadına karşı görevlerini ifa edeceğini taahhüt eden bir belgeyi imzalardı. Böyle bir evlenme akdi olmadan yapılan evlilikler meşru sayılmaz, kadın kocasının “meşru karısı” olarak kabul edilmezdi. Keza bu evlenme akdinde, erkeğin evleneceği kadına vereceği Nudunnu (evlilik hediyesi, mehir) denen hediyenin miktarı da belirtilirdi.

Kural olarak, bir erkeğin meşru tek bir karısı olabilirdi. Kadın kocasının sadakatsizliği, alakasızlığı, evlilik hukukuna riayetsizliği gibi sebeplerle boşanma talebinde bulunabilirdi.

Sümer hukukunun mirasla ilgili hükümlerini, babanın veya ananın ölmesi durumuna göre değişiklik göstermektedir.

Menkul ve gayrimenkullerde mülkiyet hakkı fertlere tanındığı gibi, tüzel kişilere de tanınmıştır. Mülkiyet hakkının mübadele, alım-satım ve miras gibi yollarla intikal edebileceği belirtilmektedir. Taşınmazların satışının mutlaka yazılı bir sözleşmeye dayanılarak yapılması gerekirdi.

Borçlar ve ticaret hukuku alanında da Sümer hukukunun önemli gelişmeler gösterdiği anlaşılmaktadır. Sözleşmelerin geçerliği bakımından resmî makamlarca tasdiki, tescili gibi uygulamalara rastlanmaktadır. Ödünç para vermelerde alınacak azamı faiz (sibtu) miktarının %40 olarak belirlendiği görülmektedir.

Suçlunun takibi ve cezalandırılması devletin yetkili organlarınca yapılırdı. Adam öldürme, yaralama, dövme, genel adaba aykırı hareketler, tecavüz, hırsızlık gibi fiiller suç sayılarak, bunların her biri hakkında çeşitli cezalar belirlenmiştir. Şahıslara karşı işlenen suçlara verilecek cezalar, suça muhatap olan kişinin hür olup olmamasına göre değişirdi. Kölelerin hür kişilere karşı işledikleri suçların cezaları daha ağırdı.

Sümer hukukunun, özel mülkiyete verdiği önem dolayısıyla, hırsızlık suçuyla ilgili ağır cezalar öngörülmüştür. Yargılama yeri tapınaklardır ve hâkimler genellikle rahiplerdir; meslekten hâkimler ise üst düzey mahkemelerde görev yaparlardı.

Mahkemenin karar vermesinde şahit ifadelerinin ağırlığı büyük olduğundan, şahitlikle ilgili bazı kanunî düzenlemelere gidildiği görülmektedir. Şahitlikten imtina eden bir kimse, ihtilafın konusu olan şey ne ise onun bedelini öderdi.

Bâbil’de Hukuk

Site devletinden giderek imparatorluk hâline dönüşen Bâbil Devleti sınırları içerisinde hukuk birliğini sağlama, farklı kent devletlerinde uygulanan yazılı olmayan yerel hukuk kuralları arasındaki farklılıklar dolayısıyla ortaya çıkan belirsizliğe son verme ihtiyacından kaynaklanan Hammurabi Kanunnamesi, Mezopotamya hukuk metinleri içinde en kapsamlı, en ayrıntılı, en pratik ve en seküler olanıdır. Kanunnamede dönemine kıyasla çok ileri düzeyde hukuk ilkelerine yer verilmiştir, ayrıca en barbar cezalar da Kanunnamede yer almıştır.

Hammurabi, örf ve âdet kurallarını ve mahkemelerde çeşitli konulara ilişkin olarak verilmiş kararları hukukçularına derlettikten sonra belki kendisi de bazı reform niteliğinde eklemeler yaparak, meydana getirdiği 282 maddelik İlkçağ’ın en önemli hukuk anıtlarından biri olan bu Kanunnamesini, bir taş stel üzerine yazdırarak herkese ilan ve tebliğ mahiyetinde olmak üzere, Bâbil şehrindeki Marduk/Esagila Tapınağı’na diktirmiştir (M.Ö. 1783).

Kanunnamede düzenlenen hususlar, genel olarak evlilik ve aile mülkiyeti, mülkiyete karşı işlenen suçlar, arazı ve ev, ticaret ve alışveriş, saldırı ve yaralama, köle hukuku, meslek sahiplerinin verdikleri zararlar, eşya fiyatları ve ücretler gibi konulardır.

Hammurabi Kanunnamesinde en büyük yer aile hukukuna, evlenme, nişanlanma, boşanma, miras, evlat edinme gibi konulara ayrılmıştır. Nikâh akdi olmaksızın yapılan fiilî birleşmeler evlilik sayılmazdı.

Evlenirken, kadına, babası veya babasının vefat etmiş olması durumunda erkek kardeşleri tarafından; pederinin terekesinden alacağı miras hissesine tekabül etmek üzere “şeriktu” denen bir çeyiz verilirdi. Ayrıca erkek karısına “nudunuu” denen bir hediye verirdi.

Kural olarak, bir erkek ancak tek bir kadınla evlenebilirdi. Ancak, kadının müzmin bir hastalığa müptelâ olması hâlinde, erkeğin, bu birinci karısına ölünceye kadar bakmak kaydıyla ikinci bir kadınla evlenmesi mümkündü.

Hammurabi Kanunnamesi, çocuk olmaması gibi haklı sebeplerin bulunması durumunda her iki tarafa da boşanma hakkı tanımıştır.

Hammurabi Kanunnamesinde mirasla ilgili hükümlerin Sümerlerdeki miras hükümleri ile aynı olduğu görülmektedir. Babanın yasal ve tabii mirasçıları karısı değil çocuklarıdır. Erkek çocuklar ve babalarından cihaz almamış kız çocukları, farklı analardan da olsalar, eşit olarak mirasçı olurlardı.

Menkul ve gayrimenkuller üzerindeki özel mülkiyet hakkı kanunla korunmuştu. Mülkiyeti edinme yolları; akit, miras, zamanaşımı ve birleşmedir. Menkul malların satımında, malın gerçek sahibinin ve iyi niyet sahibi alıcıların haklarını koruyacak hükümler getirilmiştir. İyi niyetli dahi olsa, zilyedi değil gerçek maliki ön plânda tutan hukukî düzenlemelere gidildiği görülmektedir. Gayrimenkul satışının yazılı bir belgeye dayanması zorunlu kılınmıştır. Aynı zamanda taşınmazı satan kişiye satılan taşınmazın parasını iade ederek geri alma hakkı da tanınmıştır. Babil’de, toprak mülkiyetinin bazı durumlarda zamanaşımı ile kazanılması da mümkündür.

Sözleşen tarafların edimlerini yerine getirmelerine büyük önem verilmiş; akdin şartlarına uymamaktan doğan zararların ödettirilmesine dair hükümler konmuştur. Hammurabi Kanunnamesi modern hukukun da kabul ettiği bazı esasları kabul etmiştir. Örneğin; hatanın bir borç kaynağı olduğu, beklenmeyen hallerin sözleşmeden doğuran borcu sona erdirdiği, akitlerde iyiniyetin esas olduğu gibi.

Bu dönemde, ödünç verme akdinin ve kira akdinin yazılı bir şekilde yapılması gerekirdi. Bu dönemde ayrıca hizmet akitleriyle ilgili düzenlemelere de rastlanmaktadır. İşçilere ödenecek ücret miktarlarının belirlendiği, ücret tespitinde işçilerin yaşlarının ve mevsimin dikkate alındığı görülmektedir.

Hammurabi Kanunnamesinde suç sayılan pek çok fiilin belirtildiği ve suçun ağırlığı yanında, gerek suçlunun, gerek suça muhatap olan kimsenin (mağdurun) hür olup olmadığı da göz önünde tutularak, bunlara ilişkin cezaların belirlendiği görülmektedir. Cezalandırmada esas ilke “lex talions” (kısas) ilkesidir. Buna göre tarafların sosyal statüsü eşitse, suç sayılan fiilin aynısının devletçe suçlunun şahsına da uygulanmasıydı.

Hammurabi Kanunu’na göre, korunmalı durumdaki bir malı evden çalan kişinin cezası idamdır. Hammurabi Kanunnamesi, evli kadının zina etmesini çok ağır bir suç telakki ederek, faillerini, “bağlanarak nehre atılma” cezası ile cezalandırmaktadır.

Hükmün tesisinde şahit ifadelerinin ağırlığı büyük olduğundan, şahitlikten imtina eden bir kimse, ihtilafın konusu olan şey ne ise onun bedelini öderdi. Yalancı şahitlikte bulunan kişi ilgili suçun cezası idamsa, parayla ilgili bir husus ise aynı miktarda para cezasına çarptırılırdı.

Assur’da Hukuk

Takriben doksan maddeden ibaret olan Orta Assur Kanunları, Hammurabi Kanunları’ndan sonra kadim Mezopotamya’nın en önemli hukuk belgesidir ve Orta Assur dönemine aittir. Yaklaşık olarak Hz. Musa döneminde (MÖ 1450-1250 yıllarında) tedvin edildiği ve hazırlanışında Hammurabi Kodu’ndan yararlanıldığı anlaşılmaktadır. Daha önceki yasa düzenlemeleriyle karşılaştırıldığında çok daha sert ve şiddetli cezalara yer verildiği görülmektedir.

Hitit’te Hukuk

Hitit tarihi, genellikle, Eski Krallık Dönemi (MÖ 1650- 1450) ve İmparatorluk Dönemi (MÖ 1450-1200) olmak üzere ikiye ayrılarak ele alınmaktadır.

Hititler kendilerinden önce Anadolu’da yaşayan Hattilerin yasa ve törelerini devralmış, bunları daha da geliştirmişlerdir. Hitit dini ve Hitit hukuku Mezopotamya hukukundan büyük ölçüde etkilenmiştir. Hammurabi Kanunnamesinin etkileri her alanda hissedilir. Adalet kavramı güneşle simgelenir ve Arinna’nın Güneş Tanrıçasının adaletin koruyucusu olduğuna inanılır.

Hitit hukukunda öngörülen cezalar Hammurabi Mecellesine kıyasla daha yumuşaktır. Hitit hukukunda suça yaklaşım felsefesi doğan zararın bir şekilde giderilmesi ve mağdurun bu yolla tatmin edilmesi esası üzerine kuruludur.

Ailenin temeli mukavele ile kararlaştırılan meşru evlenmedir. Genellikle gelin erkeğin evine giderdi; ancak duruma göre iç güveyilik durumu da uygulanmıştır. Evlenmede asıl olan tek kadınla evliliktir, ancak erkeğin birden fazla kadınla evlenmesini yasaklayan açık bir hüküm de yoktur. Sami kavimleriyle karşılaştırıldığında Hitit toplumunda kadına daha ileri haklar tanınmıştır ve kadınların toplum içindeki konumları daha yüksek tutulmuştur.

Hitit kanunlarında, yakın akrabalar arasında evliliği yasaklayan birçok düzenlemelere de yer verilmektedir.

Hitit Kodu’nda, mülkiyetin korunması hususuna ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır. Kişilerin menkul ve gayrimenkul sahibi olmalarının düzenlenmesiyle birlikte köy ve kentlerin tüzel kişiliklerine ait topraklara da yer verilmektedir. Hitit Yasaları, haksız fiillerle ve sözleşmelerle ilgili karz, satım, mübadele, kıra, hizmet vs. akitleriyle ilgili hükümlere de yer vermektedir.

Borcun ödenmemesi hâlinde, bu durum borçlunun köleleştirilmesi sonucunu doğurmakta; borçlunun bu durumdan kurtulması, ancak kendi yerine bir başkasını koyması hâlinde mümkün olabilmektedir.

Hitit ceza hukukunda, suçun mahiyetine ve failde kast unsurunun bulunup bulunmadığına göre miktarı değişen bir meblağın, suçlu tarafından suçtan zarar görene ödenmesi, meselâ suçlunun ortaya çıkan zararın birkaç misli tazminata mahkûm edilmesi gibi cezalar vardır. Cezaların belirlenmesinde mağdurun sosyal durumu, hür veya köle olması dikkate alınmaktadır. Ölüm cezalarına daha az yer verilmekte, cinayet suçlarında dahi fidye ve tazminat yoluna gidilmektedir. Assur hukukunda çok yaygın olan bedeni cezalar Hitit hukukunda sadece kölelere uygulanırdı.

İlke olarak suçluların devlet organları tarafından cezalandırılmaları esası benimsenmiş olmakla birlikte bazı durumlarda suçtan zarar görenlere suçluyu bizzat cezalandırma imkânı tanındığı görülmektedir. Hitit kanunlarında hür kişiler arasındaki cinayet vakalarında katilin tazminat ödemesi öngörülmektedir.

Hitit hukukunun, mülkiyet hakkına tecavüz, hırsızlık gibi suçlar için genellikle para cezaları öngördüğü anlaşılmaktadır. Suçlu hem çaldığı şeyleri iade etmek hem de çalışan şeylerin mahiyetine göre değişen miktarlarda tazminat ödemek zorundaydı.

Evli bir kadının, kendi rızası ile zina etmesi ölüm cezasını gerektiren çok ağır bir suç olarak değerlendirilmektedir.

Kral ve kraliçe de dahil olmak üzere hanedan mensupları Pankuş meclisinde yargılanırdı. Yargılamayı tapınak rahipleri yaptığı ve özel teamülleri olan tapınak mahkemelerinin dışında Hititlerde üç derece mahkeme vardı. Bunlar; kral mahkemesi, ayan mahkemesi ve aksakallar mahkemesiydi.

İbranilerde Hukuk

İbrani hukuku da “çivi yazısı hukuku” olarak da adlandırılan Mezopotamya hukukundan büyük ölçüde etkilenmiştir. İbrani hukuku dayandığı temel hukuk metinleri bakımından iki döneme ayrılarak incelenebilir. Kudüs’ün Romalılar tarafından işgalinden önceki birinci devrede hukukun kaynağı Tanab ve örf ve adet hukukuyken; ikinci devrede ise Mişna ve Talmud da hukuk kaynakları arasına katılmıştır. Talmud, Yahudilerin medeni ve dini kanunudur, aynı zamanda Tevrat’ın devamı sayılır.

İbrani hukukuna göre fertler hukukî ehliyet bakımından eşit statüde değildir. Kişiler önce Yahudi olanlar ve olmayanlar şeklinde ikiye, bunlar da kendi içlerinde hür olanlar ve köle olanlar şeklinde ayrıca iki ayrı kategoriye ayrılmış ve ona göre hukukî düzenlemeler getirilmiştir.

Gerek kan, gerek evlilikten doğan akrabalığın bazı dereceleri evlenmeye engel olarak görülmekteydi. İbrani Hukuku erkeğe dilediği zaman karısını boşayabilme hakkını tanımaktaydı. İbrani Hukukuna göre, ilk dönemlerde, sadece erkek çocuklar babalarına mirasçı olabilirdi. Ancak daha sonra, murisin erkek çocuğunun olmadığı hallerde kız çocuklarına da mirasçı olabilme imkânı getirildiği anlaşılmaktadır.

Ödünç para vermelerde, İbrani olmayan birisine faizle borç verme caiz olduğu halde; bir Yahudi’nin diğer bir Yahudi’den faiz alması kabul edilmemiştir.

Suçlulara verilecek cezada temel kural kısas ilkesidir ve “cana can, göze göz, dişe diş, ele el, ayağa ayak, yanığa yanık, yaraya yara, bereye bere” esası kabul edilmiştir. Ölüm veya organ kaybı gibi bir sonuç doğurmayan kavga ve yaralamalarda tazminat ödenmesi ve doğan zararın giderilmesi yoluna gidilmektedir. Çalınan veya sahiplenilen malın kendiliğinden geri getirilmesi durumunda çalınan malın, değerinin %20 fazlası ile iade edilmesi gerekir.

Tevrat’ta, zina suçunu işleyenler hakkında da ölüm dahil çeşitli cezalar öngörülmüştür. İbrani savaş hukuku da savaşta esir düşenler konusunda, gönüllü olarak teslim olanlarla, zor kullanılarak teslim alınanlar arasında bir ayırım yapmaktadır. Diğer kavimlerle ilişkiler ve savaş hukuku bakımından Tevrat’ın çok sert hükümler içerdiği görülmektedir.

Kişinin suçlu olup olmadığını belirlemede, diğer delillerin yanında, en büyük mevki şahitliğe verilmiş ve bu konuda özel hükümler getirilmiştir. Kişinin, itham edilen suçu işleyip işlemediğine karar verilirken başvurulan delillerden biri de yemin teklifidir.

Kadîm Hint’te Hukuk

Hint tarihi, Hazar Denizi’nin güneybatı bölgesinden gelen ve kuzeyden başlayarak Hindistan’ı işgal eden Aryan’larla başlamaktadır.

Hint/Brahman hukuku, yasal evlilikleri, makbul ve şerefli olan ve yasal olmakla beraber, makbul ve şerefli olmayan evlilikler şeklinde ikiye ayırmış ve sekiz çeşit nikâh öngörmüştür. Yakın akrabalar arasında evlilik Hint Hukukunda yasaklanmıştır. Boşanma çok nadir bir durumdur. Boşanmayı talep hakkı sadece kocaya tanınmıştır.

Babanın vefatı hâlinde miras erkek çocukları arasında eşit olarak paylaşılırdı. Annenin vefatı hâlinde ise malları sadece kız çocuklarına intikal ederdi.

Hint hukukunda kişilerin malik oldukları mallar, geldikleri kaynağa göre ayrıma tâbi tutulurdu. Bunlar miras malı ile müktesep (bizzat kazanılan) mallardır.

Taşınmazlar üzerinde mülkiyet edinme hakkı sadece Brahmanlar, Kşatriyalar ve Vaysiyalara tanınmıştır. Sudralar ise taşınmaz sahibi olamaz, sadece diğer sınıfların topraklarında işçi veya ortakçı olarak çalışabilirlerdi.

Zaman aşımıyla iktisap da mümkündü. Örneğin, menkul mallar on sene bilfiil tasarruf/zilyetlik ile edinilebilirdi.

Tarafların edimlerini yerine getirmesi hususuna çok önem verilir, akdin şartlarına uyulmaması suç sayılırdı.

Hukuka aykırı fiillerden doğan zararlarda genel ilke, kasten veya ihmal ve kusuruyla yaptığı fiilden dolayı başkasına herhangi bir zarar veren kişinin, yol açtığı zararı tazmin etmesi ve krala da para cezası ödemesidir.

Ceza hukuku ile ilgili en eski düzenlemeler Manu ve Yajnavalkiya Yasalarıdır. Manu Mecellesinde cezaların türleri, bunların hangi suçlarda, kimlere, nasıl uygulanacağı belirtilmekte; suçlara ilişkin bu cezaların Tanrı tarafından konulduğu ve dünyada barış ve huzurun cezaların uygulanmasına bağlı olduğu ifade edilmektedir.

Cinayete verilen ceza suçu işleyenin ve mağdurun ait olduğu kasta göre değişirdi. Hırsızlık suçuna verilen ceza da, çalan kişinin ve malı çalınanın kast durumuna göre değiştiği gibi, çalıntı eşyanın cinsine göre de farklı olurdu. Hakaret suçlarında da, suçluya, suçun mahiyetine ve tarafların kast statüsüne göre değişen cezalar uygulanırdı.

Manu Mecellesinde evli kadının zinası, kastların/ırkların karışmasına ve bu yolla dünyanın mahvolmasına sebep olacak çok ağır bir suç olarak değerlendirilirdi.

Hint savaş hukukunun insanî kurallara sahip olduğu söylenebilir. Hint savaş hukukunda sarhoşların, delilerin, korkakların, yaşlıların, kadınların, çocukların ve Brahmanların öldürülmesi yasaklanmıştır. Harplerde zehirli ok kullanma, kendini savunma imkânına sahip olmayan düşmana saldırma yasaktı ve teslim olan düşmanın hayatı korunurdu.

Bizzat yargılama faaliyetinde bulunurken, Brahman veya Kşatriya kastından, genellikle Brahman-hâkimler Kral’a yardımcı olurlardı. Dava açılması basitti ve hüküm gecikmezdi. Muhakeme süreci sözlü olarak gerçekleştirilir ve tarafların münazarası şeklinde gerçekleştirilirdi.

Kadim Çin’de Hukuk

Çin’de insan kültürünün başlangıcına ait ilk izler MÖ. 7000’lı yıllara kadar uzanmaktadır. Köy şeklindeki ilk yerleşim birimlerinin kurulması ise MÖ. 7500’lere tarihlenmektedir. Çin hukukunda MÖ. VI. yüzyılın başlarında Cheng ve Chin dükalıklarınca bir kanunlar külliyatının (mecelle) oluşturulmuştur. Bu mecelle, aristokrasi yanlısı bir düzenlemedir.

Çin’de evlenme “kadının satın alınması” şeklinde yapılırdı. Erkek karısını herhangi bir sebepten dolayı boşayabilirdi. Kadın ise kocasını boşayamazdı.

Çin hukuku, miras hakkını sadece ölenin füruuna tanımıştı ve usule miras hakkı tanınmıyordu. Miras ailenin en büyük erkek çocuğuna intikal eder ve o ailenin reisi statüsüne geçer, atalara ibadet vazifesini de yüklenirdi. Erkek çocukların varlığı halinde kız çocuklarına miras hakkı tanınmazdı.

Çin’de borcun yazılı bir belgeye dayanması ve söz konusu belgenin bu işle görevli bir memura tevdî edilmesi gerekirdi.

Diğer bütün toplumlarda olduğu gibi, çok eski dönemlerde Çin’de de ceza hukuku öç ve kısas esasına dayanıyordu. Suç işleyen kişi, zarar gören kişinin kendisi veya akrabaları tarafından cezalandırılırdı. İlk dönemlerde kasıt veya cezanın şahsiliği aranmıyordu. Ceza suçlunun ıslahına yönelik değil tekrar suç işlemesini imkansız kılmaya yönelikti. Sonraki dönemlerde suçluların cezaların devletçe verilmesi ve uygulanması yoluna gidilmiştir. Yargılama süreci basittir; lisanslı noterler müvekkilleri lehine hazırladıkları metinleri mahkemede okurlar, şüphelilerin parmak izlerini alınır ve itirafta bulunmaları için işkence uygulanırdı. Verilen cezalar ağır cezalardı.

Çin adaletinin salt belgelere dayanan bir yargılama usulü benimsendiği anlaşılmaktadır. Davalarda sözlü savunmalara yer verilmiyor, tarafların yazılı dilekçelerinin okunması ve ifadelerinin dinlenmesi ile yetiniliyordu.

Çin medeniyetinin Orta Asya’daki kavimler ve Türkler üzerindeki derin kültürel nüfuzu ve karşılıklı etkileşim de ayrıca dikkate alınması gereken bir husustur. Henüz Türkçe yazılı hiçbir kitap, kitabe vs. bulunmadığı dönemlerde bile Çin kaynaklarında Türklerden bahsedilmiştir.