HUKUKUN TEMEL KAVRAMLARI II - Ünite 2: Borçlar Hukukunun Genel Esasları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Borçlar Hukukunun Genel Esasları
Giriş
Borçlar hukuku, özel hukuka tabi kişiler arasındaki borç ilişkilerini konu alır. Bu haliyle borçlar hukuku medeni hukukun malvarlığı ile ilgili olan dallarından biridir. Borçlar hukukuna ilişkin kurallar Türk Borçlar Kanunu içerisinde yer alır. Türk Borçlar Kanunu, (TBK) 11 Ocak 2011 tarihinde kabul edilip, 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Borçlar Hukukunun Temel Kavramları
Borç ve Borç İlişkisi Kavramı
Gündelik hayatta borç sözcüğü hukuki anlamından farklı olarak sıklıkla para borcunu ifade etmek için kullanılır. Öğretide buna dar anlamda borç denilmektedir. Hukuki anlamda, borç ve borç ilişkisi kavramları birbiri ile ilişkili olan iki farklı durumu ifade etmek için kullanılır. Borç ilişkisi deyimi ile taraflar arasında kurulan hukuki bağ ifade edilir. Borç ilişkisinin kaynağı, sözleşme, haksız fiil veya sebepsiz zenginleşme olabilir. Borç ilişkisi içerisinde yer alan her bir münferit borç ise hukuki anlamda borca karşılık gelir.
Borç İlişkisinin Öğeleri
Borç ilişkisinin iki unsuru vardır. Bunlar borç ilişkisinin tarafları ve borcun konusudur. Borç ilişkisinin tarafları alacaklı ve borçludur. Alacaklı, borçludan borcun konusunun yerine getirilmesini talep etmeye yetkili olan kimsedir. Borçlu, alacaklı karşısında borç konusunun yerine getirilmesini üstlenmiş olan kimsedir. Borcun konusuna edim denir. Borcun konusu bir şeyin verilmesi, bir şeyin yapılması veya yapılmamasına ilişkin olabilir. Bir şeyin verilmesi veya yapılmasının borçlanılması halinde olumlu edimden, bir şeyin yapılmamasının borçlanılması halinde olumsuz edimden söz edilir.
Borç İlişkisinden Doğan Hak Ve Yükümlülükler
Borç ilişkisinden doğan hak ve yükümlülüklerden hepsi eşit önemde değildir. Alacaklının borç ilişkisindeki temel menfaati alacak hakkına karşılık gelir. Alacak hakkına borç ilişkisinden doğan asli (birincil) hak denir. Alacak hakkının içeriği borcun konusuna göre belirlenir. Alacak hakkı, sahibine bir yararlanma hakkı sağlar. Bu yararlanmanın konusu maddi veya manevi nitelikte olabilir. Bu ilişkide alacak hakkının yanı sıra fer’i (bağımlı) haklar ile tali (yan) haklarda yer alır. Fer’i haklar alacağa bağımlı haklardır. Bu haklar, doğuş, geçerlilik ve sona erme bakımından alacak hakkına bağlıdır. Yan haklar, alacak hakkının hukuki kaderini belirleyen haklardır. Bunlar, yenilik doğuran haklar, def’iler ve yönetim haklarıdır. Borç ilişkisi, alacaklının haklarının yanı sıra borçlunun yükümlülüklerinin de kaynağını oluşturur. Borçlunun borç ilişkisinden doğan ilk yükümlülüğü borç konusunun yerine getirilmesidir. Borç ilişkisinin doğuşu sırasında varlık kazanan edim yükümlerine ilk (asıl) edim yükümleri denir. Borçlunun ilk edim yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle ödemesi gereken tazminat yükümlülüğüne tali edim yükümlülüğü denir. Edim yükümleri asli edim yükümlülüğü ve yan edim yükümlülüğü şeklinde ikiye ayrılır. Taraflar arasındaki borç ilişkisini karakterize eden edim yükümlerine asli edim yükümlülüğü denir. Asli edimin ifasını kolaylaştırmak amacına hizmet eden edim yükümlülüklerine ise yan edim yükümlülüğü denir.
Sorumluluk
Borçlar hukuku alanında sorumluluk sözcüğü borçlunun borca aykırı davranışına hukuk düzeni tarafından bağlanan hukuki sonucu ifade eder. Borçlar hukuku alanında kural olarak borcuna aykırı davranan borçlunun malvarlığı ile sınırsız sorumlu olduğu kabul edilir. Bunun sonucu olarak alacaklıya karşı üstlendiği borcu rızası ile yerine getirmeyen borçlunun malvarlığına Devletin cebri icra organlarınca el konulur ve el konulan bu eşyalar sattırılarak elde edilen bedelden alacaklının alacağı ödenir.
Borcun Kaynakları
Hukuki İşlemden Özellikle Sözleşmeden Doğan Borçlar
Kişilerin hukuki sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamalarına hukuki işlem denir. Hukuki işlemin irade açıklaması ve hukuki sonuç olmak üzere iki öğesi vardır. Hukuki işlemler irade açıklamasında bulunan taraf bakımından tek taraflı ve çok taraflı hukuki işlemler şeklinde ikiye ayrılır. Hukuki sonucun doğması için tek tarafın irade açıklamasının yeterli olduğu hukuki işlemlere tek taraflı hukuki işlem denir. Hukuki sonucun meydana gelebilmesi için birden çok kişinin irade açıklamasına ihtiyaç duyulan hukuki işlemlere ise çok taraflı hukuki işlemler denir. Çok taraflı hukuki işlemler, sözleşmeler ve kararlar şeklinde ikiye ayrılır. Kararlar birden çok kişinin iradesinin aynı hukuki sonuca yönelmesi ile kurulmuş çok taraflı hukuki işlemlerdir. Sözleşmeler ise iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanı ile kurulan çok taraflı hukuki işlemlerdir. Sözleşmeler, tarafların iradelerinin aynı yönde değil karşılıklı olması bakımından kararlardan ayrılır.
Sözleşmelerin Kuruluşu
Sözleşme, tarafların karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklamaları ile kurulur (TBK m. 1). Tarafların sözleşmenin kurulmasına yönelik irade açıklamalarından zaman itibariyle önce yapılanına icap (öneri) denir. Öneri de bulunanın önerisi ile bağlılığı sınırsız değildir. Bu konuda önerinin süreli veya süresiz olmasına göre bir ayrım yapmak gerekir. Süreli öneride, öneride bulunanın öneri ile bağlılığı bu sürenin sonuna kadardır. Süresiz öneri bakımından ise önerinin hazırlar veya hazır olmayanlar arasında yapılıp yapılmadığına göre ayrı bir değerlendirme yapılmalıdır. Önerinin hazırlar arasında olması, tarafların sözleşme kurmaya yönelik irade açıklamalarını aynı anda öğrenme imkânını bulmalarını ifade eder. Bu bakımdan sözleşme taraflarının veya temsilcilerinin aynı ortamda bulunmaları suretiyle kurulan sözleşmeler hazırlar arasında kabul edildiği gibi, telefonla, faksla, hatta bilgisayar aracılığıyla kurulan sözleşmelerde hazırlar arasında yapılmış sayılır. Hazırlar arasında yapılan süresiz bir öneriyi karşı taraf derhal kabul ettiğini bildirmediği takdirde öneride bulunan önerisi ile bağlılıktan kurtulur (TBK m. 4). Hazır olmayanlar arasındaki süresiz öneride ise öneride bulunan, zamanında ve usulüne uygun şekilde gönderilen bir kabul haberi kendisine ulaşıncaya kadar önerisi ile bağlıdır (TBK m. 5). Öneride bulunanın, öneriyi geri alma yönündeki beyanı muhataba öneriden önce veya öneri ile aynı anda ulaşırsa veya öneriden daha sonra ulaşmakla birlikte öneriden önce öğrenilirse öneride bulunan önerisini geri alabilir (TBK m. 9/f.1, m.10/f.1). Öneride bulunanın irade açıklamasına uygun ve onu tamamlayan bir irade açıklaması sözleşmenin kurulması sonucunu doğurur. Bu bakımdan öneride bulunana yöneltilmiş ve onun irade açıklamasını tamamlayıcı nitelikteki tek taraflı irade açıklamasına kabul denir. Kabulle sözleşmenin kurulabilmesi için kabulcünün bu iradesinin önerinin bağlayıcılık süresi içerisinde önerene ulaşmış olması gerekir. Geçerlilik şekline tabi hukuki işlemler dışında kabul beyanı herhangi bir şekle tabi değildir. Kabul beyanı açık (sarih) veya örtülü (zımni) olarak açıklanabilir.
Sözleşmelerin Şekli
Sözleşmelerin kurulabilmesi için sözleşmenin kurulmasına yönelik iradenin dışa açıklanması gerekir. İradenin dışa açıklandığı kalıba şekil denir. Sözleşmelerin şekil bakımından borçlar hukuku alanında şekil serbestisi ilkesi geçerlidir (TBK m.12). Bu nedenle kanunen geçerliliği herhangi bir şekle bağlanmamış sözleşmeyi taraflar diledikleri şekilde yapabilirler. Bazen taraflar kanun tarafından herhangi bir geçerlilik şekline bağlanmamış sözleşmenin belirli bir şekle uyularak yapılması konusunda anlaşmış olabilirler. Bu durumda iradi şekilden söz edilir. İradi şekle uyulmadan yapılan sözleşmelerde, kanuni şekle aykırı yapılmış sözleşmeler gibi hukuken geçersiz olur (TBK m.17). Buradaki geçersizliğin türü kesin hükümsüzlüktür. Kanuni şekil ve aksi sözleşmede kararlaştırılmadıkça iradi şekil geçerlilik şeklidir. Sözleşmelerin şekli bakımından geçerlilik şekli dışında bir de ispat şeklinden söz edilebilir. İspat şekli, sözleşmelerin geçerliliği bakımından değil, sözleşmeden doğan uyuşmazlıkların çözümü sırasında hakkın varlığının ispatlanması bakımından aranan şekil zorunluluğunu ifade eder.
Sözleşmelerin Türleri
Sözleşmelere ilişkin çeşitli gruplandırmalardan söz etmek mümkündür. Bu konuda ilk olarak kanunda düzenlenen sözleşmeler, kanunda düzenlenmeyen sözleşmeler ayrımı yapılmaktadır. Kanunda düzenlenmiş sözleşmelere tipik, kanunda düzenlenmemiş sözleşmelere ise atipik sözleşmeler denir. Kanunda düzenlenmiş sözleşmeler amaçları bakımından farklı şekilde gruplandırılabilir.
- Mülkiyeti devir amacı güden sözleşmeler: bu tür sözleşmelerde bir şeyin mülkiyetinin sözleşmenin karşı tarafına devri amaçlanmaktadır.
- Kullandırma amacı güden sözleşmeler: bir şey üzerindeki kullanma veya yararlanma hakkının bir süreliğine, ücret karşılığında veya ücretsiz olarak sözleşmenin karşı tarafına bırakılmasının borçlanıldığı sözleşmelerdir.
- İş görme borcu doğuran sözleşmeler: taraflardan birinin bir ücret karşılığında veya ücretsiz olarak bir iş görme edimi üstlendiği sözleşmelerdir.
- Teminat amacı güden sözleşmeler: mevcut bir borcun ifasını garanti altına alan sözleşmelerdir.
- Sonuçları talih ve tesadüfe bağlı sözleşmeler: borç altına giren tarafın ediminin sonuçlarının başlangıçta belli olmadığı sonucun belirlenmesinde talih ve tesadüfün önem taşıdığı sözleşmelerdir.
- Ortaklık sözleşmeleri: iki veya daha fazla kişinin ortak bir amaca ulaşmak için emek ve sermayelerini birleştirmeleri ile kurulan sözleşmelerdir.
Haksız Fiillerden Doğan Borçlar
Borç ilişkisinin kaynaklarından ikincisini haksız fiil oluşturur. Hukuka aykırı davranışı ile bir başkasını zarara uğratan kimse ile zarar gören kimse arasında haksız fiil nedeniyle bir borç ilişkisi doğar. Haksız fiilin bir borç kaynağı olması ve kişinin haksız fiilinden sorumlu tutulabilmesi için haksız fiilin koşullarının gerçekleşmiş olması gerekir.
Haksız Fiil Sorumluluğunun Belirlenmesinde Temel Alınan İlkeler
Haksız fiilden sorumluluk denilince en genel anlamıyla bir kimsenin hukuk düzenince onaylanmayan bir davranışı nedeniyle sorumlu tutulması anlaşılır. Bu sorumluluğun sebebi hukuka aykırı davranışı ile bir başkasına zarar veren kimsenin kusuru olabileceği gibi, kişinin gereken özen yükümünü yerine getirmemesi, yürüttüğü faaliyetin tehlikeli olması veya hakkaniyet gereği zarar verenin zararı gidermekle yükümlü tutulması olabilir.
Kusur İlkesinin Tanımı ve Unsurları
Kusur ilkesine dayanılarak bir kimsenin haksız fiilinden dolayı sorumlu tutulabilmesi için aşağıdaki beş koşulun gerçekleşmiş olması gerekir.
- Davranış: Haksız fiilden sorumlu tutulabilmek için öncelikle bilinçli bir insan davranışına ihtiyaç vardır. Bu bakımdan haksız fiilin meydana gelmesi sırasında bilinçsiz olan veya rızası dışında bilincini kaybeden kişiler haksız fiillerinden sorumlu tutulamayacaklardır.
- Hukuka aykırılık: Hukuka aykırılık en genel anlamıyla hukuk düzeninin onaylamadığı bir davranış veya durumun varlığını ifade eder. Hukuka aykırılık, kanuna aykırılıktan daha geniş kapsamlı bir kavramdır. Hukuka aykırılığı ortadan kaldıran sebepler, TBK m. 63’ de sıralanmıştır.
- Kusur: Hukuka aykırı davranışı ile bir başkasına zarar veren kimsenin bu davranışından dolayı sorumlu tutulabilmesi için onun bu davranışı işlediği sırada kusurlu olması gerekir. Kusur, en genel anlamıyla bir kimsenin iradesinin hukuk düzenince onaylanmamasını ifade eder. Kusur genel bir ayrımla kast ve ihmal olarak ikiye ayrılır. Kast, kişinin hukuka aykırı sonucu bilerek ve isteyerek o davranışta bulunmuş olmasını ifade eder. İhmal ise, kişinin göstermesi gereken özen yükümünü yerine getirmemesinden dolayı zararlı sonucun doğması anlamına gelir.
- Zarar: Bir kimsenin malvarlığında rızası dışında azalmayı ifade eder. Zarar kavramını çeşitli açılardan gruplandırarak açıklamak mümkündür. Bu konuda ilk olarak kişiye ilişkin zarar- şeye ilişkin zarar ve diğer zararlar ayrımından söz edilebilir. Zarara ilişkin ikinci önemli ayrım ise maddi zarar, manevi zarar ayrımıdır.
- Nedensellik (illiyet) bağı: Hukuka aykırı ve kusurlu davranışla zarar arasındaki hukuki bağı ifade eder.
Kusursuz Sorumluluk Olguları ve Türleri
Haksız fiilden sorumluluk bakımından yürürlükteki Türk Borçlar Kanunu’nda kusur ilkesinin yanı sıra tehlike sorumluluğu ilkesi, genel bir sorumluluk ilkesi olarak ayrı bir hükümle düzenlenmiştir. Tehlike ilkesi TBK m.71’de hüküm altına alınmıştır.
Sebepsiz Zenginleşmeden Doğan Borçlar
Bir kimsenin haklı bir sebep olmaksızın bir başkası aleyhine zenginleşmesi halinde sebepsiz zenginleşmeden söz edilir. Sebepsiz zenginleşmenin unsurlarını dört grupta toplamak mümkündür. Bunlar, zenginleşme, fakirleşme, nedensellik bağı ve haklı bir sebebin bulunmamasıdır. TBK m.68/f.2’de sebepsiz zenginleşme sayılmayan durumlara yer verilmiştir.
Borcun İfası-İfa Edilmemesi
Borcun Hükmü
Hukuki işlemden doğan borçlarda borcun konusu hukuki işlemin türüne göre farklılık gösterir. Taşınır satımda alıcının borcu satım bedelini ödemek, satıcının borcu satım konusu şeyin zilyetliğini devredip edip mülkiyetini geçirmektir. Hizmet sözleşmesinde işçinin borcu sözleşmeyle kararlaştırılan işi yapmak, işverenin borcu ise yapılan işin karşılığında bir miktar para ödemektir. Haksız fiilden doğan borçlarda borcun konusunu verilen zararın giderilmesi oluşturur. Zararın giderimi ya aynen tazmin ya nakden tazmin şeklinde olabilir. Sebepsiz zenginleşmeden doğan borçlarda ise borcun konusu zenginleşme konusu şeyin iadesidir.
Borcun İfasına İlişkin Temel İlkeler
Borcun doğumuna yol açan sebeplerden herhangi biri nedeniyle taraflar arasında borç ilişkisi kurulunca, alacaklının beklentisi bu borcun ifaya ilişkin kurallara uyularak yerine getirilmesidir. Borcun ifası ile alacaklının tatmin edilebilmesi ifaya ilişkin temel ilkelere uyulmuş olmasına bağlıdır. Borçlu her şeyden önce borçlanılan şeyi ifa etmek zorundadır. Borçlanılan şeyden başka bir şey ifa edilmişse borç ödenmiş sayılmaz. Borçlu borcunu ifa yer ve zamanında ifa etmelidir. Alacaklı başkası tarafından yapılan ifayı kabul etmek zorunda değildir. Taraflar ifa yeri ve zamanını aralarında yaptıkları anlaşma ile serbestçe belirleyebilirler. Taraflar, aralarındaki anlaşma ile ifa zamanını belirlememişlerse, borcun doğduğu an ifa zamanı kabul edilir.
Borcun İfa Edilmemesine Yol Açan Sebepler ve Borcun İfa Edilmemesinin Sonuçları
Borcun ifa edilmemiş olması borçlunun davranışından kaynaklanmış olabileceği gibi alacaklının davranışından da kaynaklanmış olabilir. Borçlunun davranışı nedeniyle borcun ifa edilmemesine yol açan sebepler şu şekilde gruplandırılabilir: Borçlunun kusurlu olduğu sonraki imkânsızlık, borçlunun temerrüdü ve gereği gibi ifa etmemedir (kötü ifa). Alacaklının davranışı nedeniyle borcun ifa edilmemiş olmasına yol açan sebepler ise alacaklı temerrüdü ile alacaklının belirlenememesidir.
Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlık
Borcun gecikmişte olsa ifa edilemeyeceği durumlarda imkânsızlıktan söz edilir. Borcun imkânsızlaşmasına yol açan sebep veya umulmayan hal (kaza) olarak ikiye ayrılır. Mücbir sebep, öngörülemeyen, öngörülse bile önlenemeyen ve tarafların iradesi dışında ortaya çıkan durumların varlığını ifade eder. Umulmayan hal de mücbir sebep gibi öngörülemeyen ve önlenemeyen bir haldir. Ancak mücbir sebepten farklı olarak umulmayan halin meydana gelmesinde insan davranışlarının da etkisi olabilir. Sonraki imkânsızlığın meydana gelmesinde borçlunun kusuru yoksa borç tümüyle sona ermiş sayılır (TBK m.136). Borcu sona erdiren sonraki imkânsızlık objektif veya sübjektif imkânsızlık olabilir.
Temerrüt
İfası mümkün ve muaccel olan bir borcun alacaklının ihtarına rağmen ödenmemiş olmasıdır. Burada asıl olarak, ifa zamanı gelen bir borcun ifasındaki gecikmeden söz edilir. Ancak borcun ifasındaki her türlü gecikme temerrüt olarak nitelendirilemez. Bunun için öncelikle ifasında gecikilen borcun imkânsızlaşmamış olması gerekir. Borçlunun temerrüdünden söz edebilmek için aranan ikinci koşul borcun muaccel olması, son koşul ise, alacaklının ihtarıdır.
Borcun Gereği Gibi İfa Edilmemesi (Kötü İfa)
Borcun ifa edildiği fakat ifanın gereği gibi olmadığı durumları ifade eder. İfanın gereği olmamasından kasıt, borçlunun ifa gereklerine uygun davranmamış olmasıdır. Gereği gibi ifa etmemenin sonucu TBK m. 106’da düzenlenmiştir.
Alacaklı Temerrüdü
Alacaklının temerrüde düştüğünden söz edilebilmesi için borçlu tarafından borcun gereği gibi ifası kendisine teklif edilmiş olmalıdır. Böyle bir teklifi haklı bir sebep olmaksızın reddeden alacaklı, temerrüde düşmüş sayılır.
Alacaklının Belirsizliği
Borçlunun kusuru olmaksızın borcun alacaklıya veya temsilcisine ifa edilemediği durumlarda alacaklının belirsizliğinden söz edilir (TBK m. 111).
Borcun Sona Ermesi ve Zamanaşımı
Borcu Sona Erdiren Sebepler
İfa, ibra, yenileme, takas, alacaklı ve borçlu sıfatının birleşmesi ile kusursuz imkânsızlıktır.
İfa
Borcu sona erdiren en doğal sebep borcun ifa edilmesidir. İfa, borç konusu şeyin ifa gerçeklerine uyularak yerine getirilmesi ve bu suretle alacaklının tatmin edilmesidir. İfa ile borcun sona erdirildiğinden söz edebilmek için borçlunun ifa yeri, zamanı, borç konusu şeyin miktarı, niteliği gibi ifa gereklerine uygun davranmış olması gerekir.
İbra
Alacaklı ve borçlu arasında yapılan borcun sona erdirilmesini konu alan anlaşmaya denir (TBK m.132).
Yenileme
Alacaklı ve borçlunun yeni bir borç kurma konusundaki anlaşmaları suretiyle eski borcu sona erdirmelerine yenileme denir (TBK m.133).
Alacaklı ve Borçlu Sıfatının Birleşmesi
Alacaklı ve borçlu sıfatının bir kimse de birleşmesi üzerine bu ilişkide iki taraftan söz etmek mümkün olamayacağından borç sona erer (TBK m.135).
Kusursuz İmkânsızlık
Borcun ifasına engel olan imkânsızlık olgularının meydana gelmesinde borçlunun kusuru yoksa bu durumda borç sona erer (TBK m. 136/f.1). İmkânsızlık halinde borç ifa edilmemiştir ve artık ifası da istenemeyecektir.
Takas
İki kişi arasındaki karşılıklı ve muaccel alacakların taraflardan birinin beyanı ile azı oranında sona erdirilmesine denir (TBK m. 139). Takastan bahsedebilmek için borçlar karşılıklı, özdeş ve muaccel olmalıdır. Bu nitelikte bir borcun takas yoluyla sona erdirilebilmesi için taraflardan birisi takas açıklamasında bulunmalıdır. Takas için borçlardan en az birinin muaccel olması yolundaki kuralın istisnası TBK m. 142 ile iflas hali için düzenlemiştir. Takas için tek tarafın irade açıklamasında bulunması yeterli ise de TBK m. 144 ile karşı tarafın rızası ile takas edilebilecek alacaklar düzenlemiştir.
Zaman Aşımı
Her türlü borç muaccel olduğu andan itibaren alacaklı tarafından talep edilebilir. Ancak alacaklının talep imkânı sınırsız değildir. Kural olarak her türlü alacak muaccel olduğu andan itibaren bir süre geçtikten sonra zamanaşımına uğrar. Alacağın zamanaşımına uğramasıyla borç sona ermez, yalnızca alacaklının borcu talep imkânı kuvvetini yitirir. Çünkü zamanaşımına uğramış alacağın Devletin bu işle yetkili organları aracılığıyla talebi imkânı ortadan kalkmıştır. Bu nedenle alacaklı alacağının ödenmesi amacıyla borçluya dava açamayacağı gibi cebri icra organlarına da başvuramayacaktır. Genel alacak zamanaşımı süresi on yıldır. Kanunda farklı şekilde hüküm altına alınmadığı sürece her türlü alacak muaccel olduğu andan itibaren on yıl geçince zamanaşımına uğrar. TBK m. 147’de zaman aşımı süresinin beş yıl olduğu alacaklar sayılmıştır. Kanunda düzenlenmiş zamanaşımı hükümleri emredici niteliktedir. Kanunda belirlenmiş zamanaşımı sürelerinin tarafların anlaşması ile uzatılıp kısaltılması mümkün değildir. Ancak böyle olmakla birlikte kanunda sayılan bazı sebeplerin zamanaşımını keseceği bazı sebeplerin ise zamanaşımını durduracağı kabul edilir. Zaman aşımını kesen sebepler şunlardır.
- Borçlunun borcu ikrar etmiş olması;
- Borçlunun borcun bir kısmını veya faizini ödemesi;
- Borçlunun rehin vermiş, kefil göstermiş olması;
- Alacaklının dava veya defi yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurması;
- Alacaklının icra takibinde bulunması veya iflas masasına başvurması;
Zamanaşımını kesen sebeplerin varlığı halinde o ana değin işlemiş olan zamanaşımı süresi sebebin varlığı nedeniyle sona erer. Sebebin ortadan kalkması ile yeni bir zamanaşımı süresi işlemeye başlar. Zamanaşımını durduran sebepler de kanunda sayılmıştır. Bunlar:
- Velayette çocukların ana babadan olan alacakları;
- Vesayette vesayet altında bulunanların vasiden veya vesayet daireleri memurları dolayısıyla Devletten olan alacakları;
- Evlilikte eşlerin birbirinden olan alacakları;
- Hizmet sözleşmesinde evdeki hizmetçinin işverenden olan alacakları;
- Borçlunun alacak üzerinde intifa hakkı sahipliğini sürdürdükçe intifa konusu alacaklar;
- Alacağın bir Türk mahkemesi önünde istenmesinin hukuken olanaksız olması.
Zamanaşımını durduran sebeplerin varlığı halinde ise o ana değin işlemiş olan zamanaşımı süresi ortadan kalkmaz. Zamanaşımını durduran sebebin ortadan kalkması ile yeni bir süre işlemeye başlamaz. Duran zamanaşımının süresi kaldığı yerden işlemeye devam eder.